15 Mayıs 2011 Pazar



“BİR TUR-İ SİNA MÜŞAHEDESİ”

PEYGAMBERLERİN AYDINLIK MESAJI KARŞISINDA KARANLIKLAR DÜZENİ
“BİR TUR-İ SİNA MÜŞAHEDESİ”
Mustafa ÖZKAYA/

08 Ocak 2011 Cumartesi


AYDINLIK NÜBÜVVET KIVILCIMINDAN DOĞAR
“Andolsun Musa'yı 'Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat' diye ayetlerimizle göndermiştik...” (İbrahim/ 5)
İnsanlığın tutunabileceği yegane muhkem tutamak ve kutlu mesajlarının takipçisi olduğunda onu düzlüğe çıkarabilecek biricik öncüler peygamberlerdir. Yukarıdaki ayette Yüce Allah, Hz. Musa örneğiyle bu mesajı evrensel bir muştu olarak bizlere adeta hediye ediyor. Diğer bir ayette de “aydınlık ve karanlık” ikilemini “küfür ve iman” denkleminde örgülüyerek bize iletiyor ve inananları karanlıklardan aydınlığa çıkaracağını müjdeliyor:
“Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.” (Bakara 257)
‘Karanlık’ kavramının çoğul, ‘aydınlık’ kavramının ise tekil olarak kullanılmasına ayrıca dikkat çekmekte yarar var.
SİNA YARIMADASINDA BİR PEYGAMBERİN AYAK İZLERİ
Bu ayetlerin derinliklerine bir nebze olsun nüfuz etme çabası gösterdiğim şu anda zihnime üşüşen onlarca soru eşliğinde Mısır’ın Sina yarımadasında ve soğuk bir Şubat ayında Tur-i Sina dağına çıkışımız neredeyse başlamak üzere. Bu esnada, insanın bilgisinin artması ile bilmediklerinin de artması arasındaki paradoksal ilişki de bir yandan zihnimi kurcalamıyor değil doğrusu. Belki, bilgide ilerlemek alçakgönüllülüğü de beraberinde getirmiyorsa, o bilginin insana gerçekte hiçbir faydası olmaz denmesi bundan olsa gerek.
Mısır’ın Güney Doğusunda yer alan Sina Yarımadasının tam orta yerinde Yüce Allah’ın nurunun tecelli ettiği ve paramparça olan Tur Dağına tırmanışımız başlıyor. Allah’ın, Kuran’da peygamberler arasında en çok Hz. Musa’yı örneklemede bulunması her zaman bende bu muştu elçisine karşı büyük bir ilgi oluşturmuştur. Mısır’daki ayrımcı ve azgın Firavun yönetimine karşı çıkarak başladığı o çileli yolculuğu ve sonrasında Nil nehrinin yarılıp da Firavun ve ordusunun o azgın ve taşkın sulara karışması hikayesi elbette çarpıcı bir dönüm noktasıdır dünya tarihinde.
Bugün Irak’ta yaşanan işgal ve küresel terörden tutun da, Filistin’de Mescidi Aksa’nın yıkılması planlarına kadar, Amerika’daki seçimlerde kazanacak partinin hangisi olduğundan Osmanlı’nın yıkılışında çevrilen dolaplara kadar binlerce konuyu bu tarihsel dönemeçle bağlantılandırmak çok zorlama bir çaba olmaz sanırım.
Allah’ın yardımını bizzat gözleriyle gördükleri halde Hz. Musa’ya bu yolculukta etmediğini bırakmayan İsariloğulları’nın, Hz. Musa dağın tepesindeyken ve başlarında sadece Hz. Harun varken altından buzağıya tapmaya başladıkları noktaya 10 dakika içerisinde varmış olduk. Dağın artık engebeli yokuşları bu noktadan itibaren başlamakta ve zirveye kadar 3-4 saatlik bir yürüme yolu önümüzde durmakta. Belki de Hz. Musa’nın nübüvvetinde en kilit hadiselerden birisi de bu olay olsa gerek. Kendisi, iman esaslarının yerleştiğini düşündüğü ve artık elinde ibadet ve sosyal yaşama dair ilkeler içeren vahiy tabletleriyle döndüğü bir sırada kavmini bir puta tapar buluyor. Sonrasında ise bir hayal kırıklığıyla elindeki tabletleri bir kenara atarak kavmiyle yeniden bir iman mücadelesine girişiyor. Şimdi tam bu noktada çok büyük bir manastır yapılmış ve dünyanın dört bir yanından Hıristiyanlar hacı olma ile dağcılık yapma arası bir maksatla buraları ziyaret ediyor.
ŞEYTANIN KARANLIK ELÇİLERİ
Yukarıya doğru çıktıkça çağımızda peygamberlerin o aydınlık mesajına başkaldırmış olan karanlığın temsilcilerini ister istemez düşünüyorum. Özellikle İnsanlığın Tanrı ile bağımlılık ilişkisinin koparılması ve inanç zincirlerinden kurtarılması olarak takdim edilen “Aydınlanma Dönemi” bu çerçevede çok önemli bir dönemeç olarak duruyor.
Bakınız Türkiye’deki çok önemli bir Freud takipçisi psikanalist, ‘Aydınlanmacı hareket’ ekseninde neler söylüyor:
“Freud’un da dahil olduğu üç büyük aydınlanmacı, üç büyük düşünür, dünyada üç büyük devrim gerçekleştirmiştir denir. Bunlardan birincisi Kopernikus’tur. Kopernikus 1541’de yaptığı, bir devrimle o zamana kadar inanılan, dünyanın kâinatın merkezi olduğu görüşünü tümüyle değiştirmiş ve yerkürenin dünyadaki uzaydaki sayısız yıldızdan bir tanesi olduğunu, hem de en küçümenlerinden bir tanesi olduğunu kanıtlamıştır. Ve bu tabii ki teolojiye, din bilimlerine büyük bir darbe olmuştur. İnsanın ve dünyanın kutsal kutsallığını yıkan bir darbe. Bu darbenin altından kalkmaya çalışılırken, bu kez Darwin, insanın, Tanrı’nın kutsal yaratığı değil, insanımsı maymundan bir devamı, şempanzelerle insanın ortak bir atadan evrimleştiklerini öngören teorisini ve kitabını, Türlerin Gelişimi kitabını yayımlamıştır. Yeni bir sarsıntı geçirmiştir narsist insan, kendini beğenmiş insan. Ardından da bu kez 1900 yılında Freud, düşlerin kitabını Düş Yorumu’nu yazarak, Bilinç Dışı adını verdiği bir bölümde, bu kez insanın bilinçli dünyasının da gerçekte tamamen kültürel baskı altında, aslında bastırılmış duygularının, içgüdülerinin etkisiyle hareket ettiğini ve bunlara uygun olarak, bilinçli dünyasını hiç de bilinçli olmayan bir kaynaktan ortaya çıkan gerilimlerle motive ettiğini, buluştuğunu belirlemiştir.”
Yani özetlemek gerekirse “Aydınlanma Hareketi” Tanrısal inançla mücadeleye girmiş ve Tanrı inancını mağlup etmiştir” diyor. Dikkat edilirse bu söylemin, çok önceden İsrailoğullarının atasının Tanrı ile güreş yaptığı ve onu mağlup ettiği safsatasını dile getiren söylemden hiç farkı yok, bilakis onun tıpatıp aynısı.
Kopernik’in söylediklerinin Kuran’la hiçbir çelişen tarafı olmadığı gibi bilakis Ortaçağ Avrupa’sında bu tür düşüncelerin çoğunun Endülüs’teki ilim merkezlerinden Avrupa’ya yayıldığı artık herkesçe itiraf ediliyor. Ancak burada Freud ve Darwin’in iddiaları bambaşka şeyler  ve bu kişiler farklı şeyler söylüyor. Günümüz modern ve seküler aklın oluşmasındaki bu iki mimar gerçekten büyük bir cesaret örneği ortaya koyarak Allah’a karşı bir başkaldırı hareketi başlattılar. Her ikisinin de, Hz. Musa ile yolculuğa çıkan kavimle akrabalık bağları olduğunu zikretmeye belki de hiç gerek yok. Darwin’in sahtekarlıklarını ve çürük tezler üzerine nasıl da büyük teoriler inşa ettiğini bilmeyen kalmadı zaten. Ancak Freud’un fikir babalığını yaptığı ve artık neredeyse farklı revizyonlarla Psikoloji biliminin ana gövdesi haline getirilen Psikanaliz’i konusundaki kafa karışıklığı seküler yaşam tarzına güç pompalamaya hala devam ediyor.
BİR MİSYON ŞEFİ: FREUD
Pekiyi Freud neyi hedefledi ve tam olarak neyi gerçekleştirdi? Freud, Tanrı’nın, dolayısıyla dinin bir yanılsama ve insan düşüncesinin bir vehmi olduğunu, bir gerçeklik olmadığını ileri sürerek “Libido” “İd-Ego” ve “Oedipus Kompleksi” gibi sanal ve mitolojik kavramlarla insanı ve yaşamın amacını dinin elinden alarak ‘bilim’e devretti.
Ona göre bilimin güçsüz olduğu dönemlerde din, insanın bu alanlarda “anlama, mutluluk arama ve yönlendirme” arzularını tatmin etmişti. Ancak Freud’e göre insan aklı artık aydınlanmış ve bu alanlar dinin tekelinden çıkarılarak, bilime devredilmiştir.
Şimdi şu soruyu soralım: “Freud ve Darwin gibi Dini ve Allah inancını tahrip etme misyonuyla eline balta almış olan bu Aydınlanmacı hareketin, yanlarından Hz. Musa’nın bir müddet ayrılmasını fırsat bilen ve tevhit dinini terk ederek ‘altın’dan buzağı yapıp onu İsrailoğullarına tanrı diye sunan Samiri’den ne farkları var? İnsanı yüce inançlardan ve mahlukatın en şerefli olma özelliğinden koparıp aşağılık bir varlık düzeyine düşürme işini o zaman Samiri gerçekleştirmişti; şimdiyse Freud bunu gerçekleştirdi.
“Psikanaliz’in hiç mi doğru yönleri yok?” denecek olursa; cevap “Elbette ki, var” şeklinde olmalıdır. Hatta bir adım daha öteye giderek Freud “Nefsi Emmare”nin kodlarına keşfetme konusunda çok ciddi mesafe almıştır demenin bile abartılı olacağını zannetmem. Ancak, Samiri’nin yapmış olduğu altından buzağı da zaten ilginç bir şekilde ses çıkarma özelliğine sahipti ve böğürüyordu. İsrailoğullarını puta tapmaya ikna etme kabiliyeti hiç de azımsanmayacak ölçüde yüksekti aslında.
Putperest ve pagan kültür temsilcilerinin her dönemdeki en önemli silahlarının ‘yalan’ ve ‘yanılsama’ üzerine kurulu olduğunu yinelemek şart. Aynen Firavun yandaşı sihirbazların değneklerini yılana çevirmesi gibi Samiri de altınları ateşte eriterek buzağıya dönüştürmüş ve sonrasında nasıl yapmışsa yapmış ve ondan bir buzağının böğürme sesini çıkartmayı da başarmıştır. Kabul etmek lazım, bu bir başarıdır. Ama aldatma ve göz boyama üzerine kurulmuş bir başarı.
‘MUSA’, ‘ASA’ ve ‘YEDİ BEYZA’
Bu durumda Hz. Musa’nın elindeki Asa’nın da ne kadar hayati bir önemi haiz olduğunu da asla gözden ırak tutmamak lazım. Yaşadığımız bu modern çağda, puta tapıcılığı, yalanları ve içi boş faydasız iddiaları boşa çıkaracak bir Musa cesareti ve günümüz sihirbazlarının değneklerini yutabilecek bir “asa” gerekiyor. Şair ne güzel diyor;
Bir yiğit ‘Musa’ ve bir ‘Asa’
Bir ‘Yed-i Beyza’ bekleriz
Biz günde bin kere Tih çölündeyiz
Hukukçular Derneğinden avukatlarla birlikte ailecek dağ yolunu yarıladığımızda soğuğa veya dağın yokuşlarına dayanamayarak geri dönenler oluyor aramızdan. Ama biz kararlıyız ve amacımız insanlığın yüz akı bir Allah elçisinin yürüdüğü yollardan yürüyerek zirveye ulaşmak ve onun misyonunu, çabasını ve idealizmini bir nebze de olsa yakından hissedebilmek. Yokuş yukarı çıktıkça üzerinizdeki kalın kıyafetlerin ne kadar yanlış tercih olduğunu anlıyorsunuz ve Batılı ülkelerden gelmiş olan Hristiyanların neden o soğuk havada bir tişörtle dağa çıktıklarını daha iyi anlıyorsunuz. Çünkü siz yukarı çıktıkça vücudunuz ısınıyor ve havanın soğukluğu ile vücudunuzun sıcaklığı arasındaki dengeyi maalesef terden ıslanmış kıyafetleriniz sağlamadığı gibi hem tir tir titremenize hem de iyice üşütmenize neden olabiliyor.
ZİRVEYE AZ KALDI
Toplam 4 saat sürecek olan dağa çıkışın ilk yarısı geniş bir dağ yolundan gerçekleşirken yolda bazı kişilerin develerle çıktıklarını görüyoruz. Ancak yolun dörtte üçü bittiğinde artık sadece bir insanın yürüyebileceği ve üzerleri buzlanmış taşlı dar keçi yolları üzerinden devam edilecek kısmında deve ile çıkmak artık mümkün olamıyor. Buraya kadar dayanabilmiş olanların bir çoğu bu tehlikeli buzlu yola çıkmak istemiyor ve burada da geri dönmeler yaşanıyor. Zaten güneş batmak üzere ve biz buraya kadar gelmişken geri dönüşü aklımıza getirmek istemiyoruz. Gerçekten akşam karanlığında oldukça tehlikeli kabul edilecek noktalardan ve buzlu yerlerden büyük bir tedirginlikle de olsa geçerek en tepeye nihayet ulaşıyoruz. Yolda zaten böylesine paramparça bir fotoğraf sunan bir dağ ömrümüzde görmemiş olmamızın şaşkınlığı ve heyecanı bizi etkisi altına almaktaydı. Allah’ın nurundan bir parçanın tecelli ettiği bu dağ sanki bir tarih kitabı gibi veya o yükün ağırlığını kaldıramamışlığın altında ezilmiş bir canlı varlık gibi insanda etki uyandırıyor.
ZİRVE BURAM BURAM ‘PEYGAMBER’ KOKUYOR
Ancak o zirveye vardığımızda bir başından öbür başına yirmi adımlık mesafesi olan bu küçücük tepede insanlığın bir diriliş hareketinin startının verildiğini hissettiğinizde müthiş bir duygu seline kapılıyorsunuz. Artık aklınıza takılan sorular değil, dopdolu duygular varlığınızın en derinliklerinde hissettiğiniz ve tüm bedeninizi çepeçevre saran bir elektrik gibi sizi başka dünyalara alıp götürüyor sanki. Oturup ağlamak mı istiyorsunuz yoksa müthiş bir sevinç ve huzur anının tadına mı varmak istiyorsunuz gerçekten o an karar vermek mümkün değil. Keşke orada öylesine oturup saatlerce düşüncenin akıntısına kendinizi bırakabilseniz diye geçiriyorsunuz içinizden. Ama maalesef batan güneşin ve o küçücük alanın birkaç kare fotoğrafını çekerek inmek zorunda kalıyoruz.
Biz tam tepeye vardığımızda Hz. Musa’nın üzerine orada kırk defa doğmuş ve batmış olan Güneş bizim üzerimize bir kerelik de olsa batmaktaydı. Aslında oraya ulaştığımızda Güneşin yarısı batmıştı zaten. Güneş dile gelse kimbilir orada olan bitenle ilgili bize ne sırlar anlatırdı. Ama bizim insan aklımızın bu sıkleti kaldırması mümkün olmazdı herhalde. Zaten Hz. Musa’nın “Kalbim tatmin olsun diye” şeklindeki sözleriyle Yüce Allah’ı görmek istemesi ve sadece Allah’ın nurundan bir parçanın tecelli etmesiyle bayılıp kalması bir peygamberin bile dünya şartlarında kaldırabileceği yükün oldukça sınırlı olduğunu göstermesi açısından anlamlı değil mi?
Burada, Tur dağının zirvesinde, çok eskiden Hıristiyanlar ufak bir kilise (veya şapel mi demek gerekir) inşa etmişler. Ayrıca Müslümanlar da sadece namaz kılınabilmesi için Kilisenin yarısından da küçük minicik bir mescit yapmışlar oracığa. Bunları müşahede ederek aşağıda bizi bekleyen tehlikeli buzlu yollardan hemen inmemiz gerektiği uyarısı üzerine beş dakika içerisinde aşağıya doğru zorlu inişimize başlıyoruz. Allah’ın yardımıyla kalabalık ekibimiz içinde ciddi bir zarar görmeden sağ salim başladığımız noktaya zifiri karanlıkta 3 saat sonra varıyoruz. Tabii yanlışlıkla başka yöne giderek kaybolan ve tam iki saat sonra ortaya çıkan yol arkadaşımızı saymazsak.
BİTİRİRKEN…
Mısır’da ne piramitleri görmek ne de Şerm el-Şeyh’te mercan kayalıklarına tanık olmak Hz. Musa’nın aydınlanma ve medeniyet çağının startını verdiği o yolculuğunu bizzat hissedebilmiş olmaktan daha değerli görünmüyor bize. Türkiye’ye döndüğümde yıllar önce okuduğum Üstad Sezai Karakoç’un Makamda kitabındaki “Yollar” adlı şiirini içim titreyerek yeniden okuyorum. Ama bu defa üşümekten dolayı değil; tarifi imkansız başka duygulardan dolayı…

Yollar,
Ah bu yollar

Bu yollar ki, gidip gidip Ana Yol’la birleşirler. Ana Yol’da toplaşırlar ve Tek Yol olurlar. O yol ki, imamların, sahabelerin, peygamberlerin ve Büyük Peygamber’in yoludur. O yol ki Kur’an Yoludur, Hakikat Yolu’dur. Hakikat uygarlığı olan İslam’ın yoludur. O yol ki, Allah Yoludur.
Her insanın mizaç damarından geçen bu yollar! Kanı süte çeviren, sütü bala döndüren, balı kevsere dönüştüren bu yollar.

Ah, yollar, bu yollar!
Ruhun arınma yolları. Uyarış ve uyarılış, muştulanma ve muştulama yolları.
Tanık olunma ve tanık olma yolları.
Cihadın bin bir türlüsünün yolları.
Şeytana matem, nefse imtihan, gönle bayram olan bu yollar.
Gerçek kişiliğe ermek için benlik pürüzlerinin ortadan kaldırıldığı bu yollar.
İnsan için cehennemi şerha şerha yarıp cennete yol açan bu yollar.
İnkar Kızıldenizini ikiye bölüp inanç Tur-ı Sina’sına erdirecek Musa’nın Asası yollar.
Ölüyü dirilten İsa nefesi yolları.
Ne kadar taşlık ve sert görünürler, ama ne kadar yumuşaktırlar.
Ab-ı Hayat, Tuba ve Hızır yolları.
Her umut kesilen yerde kaybolmuşken yeniden beliren yollar.
Ayağa kalkış yolları, diriliş yolları, bu yollar.
Ah, yollar, bu yollar! (Sezai KARAKOÇ /MAKAMDA)