14 Mart 2013 Perşembe


İktidarın Meşruiyeti!

 Atilla Morçol/Konya 
14.03.2013

          İslam Peygamberi Medine’de  önce mukim kabileler ile kırk küsur maddelik bir antlaşma ile (Medine Sözleşmesi) o günkü şartlarda  bir şehir devleti  oluşturmuştur.Ancak bu devlet  ne o günkü şartlarda mevcut krallıklar ve kabileci devlet yapılarına benziyordu ne de bu günkü ulus devletin tekçi anlayışına. Medine Sözleşmesinin tüm kabilelerle ayrı ayrı aktedilen maddelerinde,bu kabilelerin öteden beri gelen yaşam tarzında özgür olduğu,sadece dış tehditlere karşı,Medine’nin savunmasında   hareket birliğini  öngörüyordu. Kısa zaman içinde  Yahudi Kabilelerinin önde gelenleri  durumu hazmedemeyerek  Antlaşmaya ihanet etmişler düşmanla işbirliği gibi yakın tehdit oluşturduklarından  Medine Sözleşmesi  işlevini yitirmiştir.Bir çoğu Medineyi terk ederek,böylece  Medine’de kahir ekseriyet Müslümanlardan oluşmuş,kurumsal bir devlet  olmasa da  Allah Elçisinin önderliğinde bir devlet yapısı meydana gelmiştir.
           Allah Elçisi olması nedeniyle Rasulullah’a itaat; yönetici sıfatıyla da  söz konusu olmuş,Müslümanlar hem dini hem siyasi ve hukuki konularda Allah Rasulünün her emir ve yasağına riayet etmiştir.Zaman zaman itirazlar olmuşsa da (Hudeybiye’de ve “bu vahiymidir!?”  gibi)  genel  durum Vahyin’de emri gereği itaat genel  ve hakim yaklaşım olmuştur.
Rasulullah’ın yönetiminin tabiatı gereği  İlahi menşeli olması yani tamamen Allah’ın kontrol’ünde ve Vahiyle yönlendiriliyor olması nedeniyle mutlak adalet ve  meşruiyet söz konusudur.Rasulullah’ın Allah kontrolündeki yani tüm idari,siyasi kararları Allah’ın onayı ile olduğundan;Kuran’da  Rasule itaat Allah’a itaat olarak zikredilmiştir.( ) Rasulullah’ın siyasi ve idari uygulamalarında herkesin malumu olduğu gönüllülük esasına dayalı bir vatandaşlık/Medinelilik anlayışı karşımıza çıkmaktadır.Savaş kararına  uymayanlara yaptırım uygulanmaması,zekatlarını vermeyenlerden zorla zekat alınmaması (Meşhur İbn Salebe örmeği) mali ibadetlerde infak gibi zorlama değil özendirme olması, zina edenlerin cürümlerini açıkça itiraf etmelerine rağmen Rasulullah’ın hesap gününe havale etme eğilimi;alışagelmişin ve  bu günün ötesinde  farklı bir devlet  anlayışının söz konusu olduğunu göstermektedir.
            Rasulullah’ın azim bir ahlak üzere olduğu,güzel ve yumuşak huylu,merhametli,adalet ve güvende müşriklerin bile takdirini kazanmış;’Muhammed’ül emiyn’ denmiş bir insan olduğu  malumdur.Tüm bu güzel ve kamil vasıfların yanına Allah’ın murakebe ve denetimini de eklediğimizde,tabii olarak Rasulullah’ın ölünceye kadar Müslümanların başında ayni zamanda yönetici olmasında rahmetten başka bir sonuç olmayacağı kesindir ve öyle de olmuştur.
Allah Rasulü Hatemül Enbiya olduğuna  yani O’ndan sonra kıyamete kadar bir Elçi gelmeyeceğine göre; Müslümanların  yönetimine gelecek olan her yönetim,ister Halife densin isterse İmamet/Rehberiyet;  hepside adalet,liyakat bakımından zaaflı olacaktır.Mademki bu yöneticiler Allah’tan Vahiy almayacaklar ve icraatları Allah tarafından Vahiyle düzeltilmeyecek ve yönlendirilmeyecektir;o halde Halk tarafından  belli süreler için seçilmeli, yetkileri de  anayasal çerçevede ve icraatları yargı ve parlamento denetimine tabi olması gerekir.Neden gerekir?Allah zulmü sevmez,bu usul Yönetimin halka karşı haksızlık yapması önleyen en etkin yöntemdir. Aksi durumda istibdat kaçınılmaz olacaktır. Bunun pratik uygulamaları vardır. İranda Velayeti Fakih tartışmaları ta işin başındayken yaşanmıştır. Ayetullah Montazari Velayeti Fakih’in yönetimde ölünceye kadar tek merci ve tek otorite oluşunu, Ülkenin  totaliterizme kayacağı endişesiyle karşı çıkmıştır ve Ayetullah Humeyni’nin hışmına uğramıştır. Ne garibtir ki Humeyni Saifeyi Nur’da bu olaydan bahsederken asıl tortalirizme kayışı Velayeti Fakih kurumunun önleyeceğini belirtmişti. Oysa hiçte öyle olmamış, Montazeri haklı çıkmıştır. Bu gün İran’da Başbakanlık, Meclis Başkanlığı yapmış şahsiyetler, kurulu nizamı eleştirmelerinden dolayı fasık ilan edilerek üç yıla yakın bir zamandan bu yana tutukludurlar.
             O halde yönetimlerin meşruiyetinin kaynağı; neye dayandığı değil, icraatları yani amellerinin halk nezdindeki değeri olacaktır. Bununda evrensel ölçüsü adalet/özgürlük/eşitlik olduğu görülmelidir. İktidar erki ise Halkın iradesine tabi olmalıdır. Halk seçmeli (bir süreliğine) halk iktidardan almalıdır. Anayasal düzenleme ile; Orduya, Devlete, İktidara verilen yetkiler yargı ile denetlenmeli, Halkın İradesi Anayasa ile korunmalıdır. Tabii olan budur.
           Her kavim layık olduğu ile yönetilir yada nasılsanız öyle yönetilirsiniz.” İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.”(Ra’d 11)