30 Aralık 2009 Çarşamba

İnsan Mülk Üzerinde Sadece Emanetçidir.

   İnsan İrade ve Mal Üzerinde Halef Kılınmıştır!

Atilla MORÇOL
 
            Yüce Rabbımız Nur Süresinde;"Allah, sizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı, sahip ve hâkim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, sahip ve hâkim yapacağına onlar için râzı olduğu dinî temelli yerleştireceğine ve korkularını güvene çevireceğine dâir söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Ama kimler bundan sonra da inkâr ederse, işte onlar artık yoldan çıkmışlardır." [1] buyurmaktadır.
            Allah cc yer yüzüne halef kıldığı ve kılacağı salih amel sahiblerini; “Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar.” Şeklinde tanımlamaktadır. Onlar Allah’a kulluk ederler ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmazlar.Heva ve heveslerini ilah edinmekle ilgili ayetlerle düşünüldüğünde; mal biriktirmenin[2] yasaklığı ve ihtiyaç fazlasının infak[3] edilmesinin nedeni ile  gerçek iyiliğin[4] infakı ve zekatı neden kapsadığı daha iyi anlaşılmaktadır. İradenin insana verilmiş bir emanet olduğu hatırlanmalıdır.Allah İnsanı irade,mal ve nimet üzerine halef kılmıştır.Ama şartları ve kuralları,hududları belirleyerek! Emanet olan iradeyi insan, Allah’ın rıza i İlahisine uygun kullanması durumunda ki bununla yükümlüdür,iman edip salih amel sahibi Halife İnsan olarak yaratılış hikmetini tahakkuk ettirmecektir. Kulluk budur ve bunun aksi tutum ve davranış, yaradılış hikmetinin ihlali anlamına gelmektedir ki büyük bir zulümdür. Bu nedenle İrade ve Mal üzerinde halef kılanan insanı,İrade ve mal üzerinde Allahın hududlarını çiğniyerek kendi hevasına tabi olmaya sevk ve teşvik eden; Dünya hayatına meyletme,mal sevgisi,biriktirme arzusu,konfor düşkünlüğü,lüks ve israftır ki bu nedenle ısrarla terk edilmesi gereken duygu ve eylemler olarak Kur’an da zikredilmektedir. Bunlar Allah’ın insanlara tavsiye ettiği değil bilakis teberri etmelerini emrettiği davranışlardır. Mekki ve Medeni Ayetlerde sıklıkla üzerinde durulmaktadır.
            İnsan dünya hayatının metaına Rabbi tarafından halef kılındığını unutmamalıdır.Dünya metanının mutlak (Tartışmasız,kayıt ve şartsız,külli) sahibinin Allah olduğu hep akılda tutulmalıdır.Kainatın  mülkiyyetinin Allah’a ait olduğu noktasındaki bir tereddüt yada bu gereçeği tekzib edecek bir davranış,Mülükiyyet konusunda Allah’a eş koşmak anlamına gelecektir.
            Sahib olma ve iktidar tutkusu insan için büyük bir denenmedir. En küçüğünden en büyüğüne kadar dünya nimetlerine sahip olma tutkusu peşinde olanlar; “benim oğullarım,benim mülküm,servetim,genel müdürlüğüm,genel başkanlığım,milletvekilliğim,mercedes arabam,dağdaki villam,” şımarmaları ve kibirlenmelerinin kısa bir zaman sonra ölüm döşeğine düşüldüğündeki hüsrana hiç faydası olmadığını insan sağlığında  idrak edememektedir. Ya ahiret yurdundaki yaşanacak olan hüsran?! Oysa dünya metaı az bir süre faydalanılmak üzere verilen, geçici şeylerdir.[5]

            İmanla Amel-i Salihat Arasındaki İlişki
            İmanla amel arasındaki ilişki,birbirini teyid eden,tanımlayan,tamamlayan bir ilişkidir. Kamil bir iman;  neye, nasıl,ne şekilde,niçin inandığımızın Vahiyle ve sahih sünnetle inşaası  ile mümkündür. Yani doğru bilgi ve doğru yöntem:Vahiy ve Sünnettir. Amulussalihat için öncelikle dini anlayışın bu kaynaktan yani iki büyük damardan [6] beslenmesi ve şekillenmesi gerekmektedir. Bu doğru bilginin ve anlayışın içselleştirilmesi  yani ihlas ve samimiyyetle yaşama aktarılması ile “Hakkın Şahitliği” oluşmaktadır. İşte böyle sizi, bütün insanlar üzerine adalet örneği, hak şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun diye, doğru bir caddeye çıkarıp ortada yürüyen bir toplum yaptık. Sana önceden durduğun Ka'be'yi kıble yapmamız da yalnız peygamberlerin izinde gidecekleri iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayırt etmemiz içindir. Elbette o, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerden başkasına mutlaka ağır gelecekti. Allah imanınızı zayi edecek değildir. Allah insanlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir.”[7] Amel i Salih;İmanın gerekleri olan Rabbimizin istediği amelleri, Rasulullah’ın sav eda ettiği şekilde ve ihlasla, yürekten,en güzel bir şekilde ve azimle işlenmesidir. Salihatın; kalbi,bedeni ve mali olmak üzere üç hali vardır. Kalbin Allah muabbeti ile dopdolu olması;nefsi mutmain. Bedeninin Allah yoluna hasredilmesi. Çok sevilen mal ve nimetin Allah Yolunda harcanmasıdır. Kalbin Allah için ürpermesi Kalbi salihatdır. Namaz,oruç,Haç ve benzeri ibadetler bedeni salihattır. İnfak,sadaka ve zekat mali salihattır. Amülüsalihat içinde  infak,sadaka,zekat olarak adlandırılan mali ibadetin yeri büyük ve önemlidir. Allahın halef kıldığı emanetin ihtiyaç fazlasının tasadduk edilmesi, ahiret yurdu ile ilgili bilgiye güvenin bir göstergesidir.  Sadece karşılığını ahiret yurdunda görmek umudu ile elde hazır olanı vermek ne büyük bir güvendir. Fisebilillah üç vermekten biridir: Allah Yolunda Hicret edenler,Vatanlarını,evlerini,yurtlarını terk etmektedirler.Hicrette,Eziyetten felaha kavuşma umudu vardır. Allah Yolunda cihat edenler,canlarını feda etmektedirler.Cihatta din,mal,can emniyetini sağlama endişesi vardır. Allah yolunda mallarını infak edenler,dünyaya değil sadece ve sadece  Ahiret Yurdu için ve karşılığını orada görmek maksadını ortaya koymuşturlar. İnfakta Gayb alemi olan Ahiret yurduna güçlü bir iman vardır. Allah en doğrusunu bilir ya Allah Yolunda  İnfak’ın Amulüssalihat olması bundan olsa gerektir.

            Mal ve Nimetle İmtihan: Çömertlik ve Cimrilik.

            Mal tutkusu ve tapıcılığı, İnsanoğlunun kadim ve müzmin bir hastalığıdır.Savaşların ve zulümlerin temelinde bu vardır. Mala meyl etmek; konfor,zevk ve lezzetlere yönelmekle başlar,biriktirmeyle tutkuya ve tapınmaya dönüşür. Bu İnsanın  Birr’e ulaşmasının önünde en büyük engellerden biridir. İnsanın paraya tapması,tüm yaşamını para temelli dizyan etmesidir.İnsan dünyaya meylettiğinde, artık “her şey para için” demeye başlamıştır.Ve bu olumsuz sürecin bir sonuda bulunmamaktadır.Zira tekasür hastalığı mezara kadar süren bir illettir.[8]İnsanın ahiret yurdunu ve nimetlerini tercih edip yönelmesi, dünya hayatı ve metaına karşı da mesafeli,dengeli ve ölçülü[9] bir ilişkiyi doğuracaktır.
            Allah Rasulü ; "Altın ile gümüşe (paraya) tapanlarla kadifeye (lüks yaşayışa) tapanlar helâk olmuştur."[10] Buyurarak,servet unsuru olarak para,mal ve mülk  biriktirip lüks eşyalar,araç ve gereçlerle müsrif bir yaşam tarzına dalanların helak olduğunu ihtar etmektedir.Bu ihtar öncelikle ve elbetteki Müslümanlaradır.Bu nedenle hidayet bahşedilen müslümanların ilk işlerinden birinin mallarının büyük bölümlerini tasadduk etmesi bu nedenledir. Rasulullahın bir gün Mescidi Nebevide asahbtan bir guruba hitaben; “Ey Ensar topluluğu! Siz cahiliye devrinde Allah’a kulluk yapmazken, üzerinize düşeni yapar, malınızı doğru yolda harcar, misafirlere ikramda bulunurdunuz. Fakat Allah size hak dini ve Resulünü gönderdikten sonra, artık mallarınızı biriktirmeye mi başladınız? Mallarınızdan infak ediniz. Zira insanların yırtıcı hayvanların ve kuşların yediği mallarınız sebebiyle size ecir verilecektir.” Bunun üzerini oradakiler dağıldılar ve herkes bahçesini çeviren duvarları yıkarak insanların ve hayvanların geçebileceği geçitler yaptılar.[11]  Sadaka,zekat ve infakla insan, Allaha yönelmede büyük engel olan dünya bağlarından kurtulmaktadır.Tezekki ederek Rabbe yönelmek budur. Dalgıçların ağrlık takarak suya dalması yada ağırlıkları atarak balonun yükselmesi gibi! İnsan da  böylece, aklını,kalbini meşgul eden vaktini heba eden mal,mülk,lezzet gibi şeylerden arınıp temizlendiği ölçüde Rabbine yönelip yücelecektir.[12]
            Vererek arınmanın zıddı çimrilik ederek müstağniliktir.[13] Müstağnilik büyük bir cürümdür ve Allah’a karşı işlenmiş bir zulümdür. Cimrilik nifak alametidir. Allah’ın mükafatına ihtiyaç duymama anlamına gelmektedir. Rasulullah buyurmuştur; “Kıyamet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denilir ki: ‘Dünya dolusu malın olsaydı (şu azaptan kurtulmak için) o malını fidye olarak verir miydin?’ O kimse, azabın şiddetini gördüğü için: ‘Evet!.. Muhakkak verirdim’ der. Allah Tealâ şöyle buyurur: ‘Ben (dünyada) senden, bundan daha kolay bir şey istemiştim. Henüz ruhlar âleminde iken, bana hiçbir şeyi şirk koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan başka bir şey kabul etmedin."[14] İnfakla insan; “Allah’ın rızasını kazanmaya ihtiyacım var” derken,cimrilikle; adeta “ bana biriktirdiğim yeter” diyerek “Biriktirdiklerine” sığınmaktadır. Cimrilik,kişiyi; mal tapıcılığına,haksızlık ve gayrimeşru kazanca  yöneltir.Oysa cimrilikte hayır olmadığını[15] insan bildiği halde nasılda cimrilik yapmaktadır.[16] Üzerinde durulması gereken psikolojik bir travmadır.
            Hayr yolunda cimrilik yapanlar; lüks ve israfta Allahın verdiği malı saçıp savururlar.Böylesi insanlar;yakınları,komşuları,hemşehrileri tarafından sevilmez,gıyablarında kötülükle anıldıkları malumdur.Kimseye bir hayrı olmadığından,müsrif bir şımarık olduğundan,görgüsüzlüğünden,kendini beğenmiş,kibirli olduğundan,insanlıktan uzaklaştığından, çalıp çırptığından,işçisinin hakkını vermediğinden   bahsedildiği herkesin malumudur. Cimrilik İnsan için bir şerdir.[17] Cimrilik Allah’ın ,Rasulullahın ve insanların kınadığı olumsuz ve itici bir vasıftır.Rasulullah; "Cimrilikten sakınınız. Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir." "Her sabah gökten iki melek iner. Birisi: İlâhî, infak edene karşılığını ver; diğeri: Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye dua ederler." [18] buyurmaktadır. "Cimri kişi, Allah'a uzak, cennete uzak, insanlara uzak ve cehennem ateşine yakındır."[19]  Diyerek  cimrilerin Allah’tan, insanlardan ve Cennet’ten uzak olduğunu belirterek adeta cimriyi mahkum etmiştir.
            Allah’ın halef kıldığı mal ve nimeti, Rıza i İlahiye uygun tasarruf etme iradesini gösterebilmek için önce, Hesap Gününe sahih bir iman gerekmektedir.[20] Çömertlik,Hesap Gününe imandan sonradır. Ve Allah’ın emrettiği bir haslet ve davranıştır.[21] Allah Yolunda cömert olanlar Ahiret Yurdunda Rahıym olan Allahın cömertliğini görecektirler.[22] Zira Dünyada Allah için çömert davranıp fii sebilillah harcayanlar Birr’e ermiş olanlardır.[23] Meyledilen mallardan gönül hoşnutluğu ile verebilmek çömert  bir ruh ve çömert bir karakterle mümkündür. Hakeza başa kakmadan,gönül incitmeden,töhmet altına sokmadan verebilmekte buna bağlıdır. Mal “benimdir” denildiğinde baştan kaybedilmiştir.Bu duygu,düşünce ve davranışların hiçbiri içselleştirilemez ve pratiğe dönüştürülemez. Mal ve mülkün Allah’ın olduğuna ve O’nun emaneti olarak tevdi edildiğine ve sadece O’nun ilkeleri,tavsiye ve emirlerine göre tasarrufun meşru olduğuna kesin bir İman gerekmektedir.

            Sadaka ve İnfak Kimlere Yapılmalıdır?

            Allah insanı,sahibi kıldığı nimet ve mülkü üzerinde halef kılmıştır.Kimini çok mal üzerinde kimini de kendine yetecek kadarında. Kimine de hiç mal vermeyerek onu yoksul bırakmıştır?Ama bir taraftan da Allah,toplumlar için  adaleti ve kıstı istemektedir. Mal ve nimetin bolca verildiği kişiler de, kısıldığı yada ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar da  bir imtihanla denenmektedir. Zira insan bu dünyada bulunma sebebi denenme,sınanmadır. Allah’ın hoşnutluğunu kazananlar Ahiret Yurdunda ebedi saadede,kaybedenler ise ebedi hüsrana uğrayacaktır.Allah kimseyi, üzerine halef kıldığı mal ve nimeti hoyratça,keyfi,zevk ve şehvetle tüketsin diye bir imtiyaz vermemiştir. Kişi halef kılındığı mal ve nimet üzerinde; kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını  israf hududlarını gözeterek giderme,Allah Yolunda sarf etme,yoksul ve fakirlerin, ihtiyaç sahibi dul ve yetimin,yoksul düşüp özgürlüğünü kaybetmişlerin haklarını eda etme gibi tasarrufa yetkili kılınmıştır. Ve böylesi tasarruf emredilmiş,övülmüş ve tavsiye edilmiştir.[24] Rasulullah sav ; "Kim müslümanların işlerini düşünmezse, onların dertleriyle dertlenmezse, onlardan değildir." Buyurarak müslümanların durumunu gözetmenin ciddiyetini akidevi bir düzlemde dile getirmiştir.[25]

            Sadaka,zekat ve infakın;yoksullara, fakirlere,özgürlükleri için kölelere,dul ve yetimlere,borçlulara,yolculara,müellefe-i kuluba,kendilerini Allah Yoluna vakfedenlere verileceği Vahiyle bildirilmiştir.[26] Bununla birlikte infakın prensip olarak kendilerini Allah Yoluna vakfetmiş yoksul,fakir mü’minlere verilmesi önceliği vardır.[27] Yakınların,akrabanın,hemşehrinin gözetilip kollanması önceliği,sağlıklı muvahhid bir toplum oluşturmada önemli ve gerekli bir tercihtir.
               Zenginlik ve Yoksulluk Çetin Bir  Denenmedir.
              Zenginlik; İhtiyaç fazlası mala sahip olmadır. İhtiyaç;barınma,sağlık,eğitim,iaşe gibi insanın gereksinim duyduğu mal ve hizmetlerdir. Bunun dışında günlük hayatında kullandığı ve kendisine fayda sağlayan ev eşyaları,araba,bilgisayar, v.b. eşyada ihtiyaç sınıfına girebilir. İnsan tüm bu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra fazlasına sahip olma duygusunu hep taşımıştır. Çünkü imtihan vasatı için mal ve nimet meyl insana güzel ve tatlı gösterilmiştir.[28] İnsanın mal ve serveti kazanırken meşru yol ve yöntemleri seçme farziyeti olduğu gibi, kazanıp üzerine halef kılındığı mal ve nimeti tasarruf ederkende uyması gereken farziyetler vardır.Bunların en önemlisi israftır. İsraf geniş kapsamlı,ucu açık bir kavramdır.Allah Rasulü;”Kişiye canının çektiğini yemesi israf olarak yeter” buyurarak  bu gerçeğe işaret etmiştir. İnsanların müslüman olsun gayri müslim olsun açlık ve sefalet kıskacında inançlarından ve insanlıklarından çıktığı bir Dünya’da “ben kazandım” gerekçesi ile istediği gibi tüketmesi helal değildir. Unutulmamalı ki her israf bir yoksulun  derdine ilaçtır. Allahın tüm insanlar için yarattığı bu imkan,zevk,eğlence,gösteriş,konfor için kullanma hakkı olamaz. Allah bu süfli arzuların tatmini için kimseyi mal ve servet üzerine halef kılmamıştır. Nihayetinde tüm mülk Allahındır. Allah ise Yoksullukla mücadeleye,köleliği ortadan kaldırmayı, yetimi ve dulu gözetmeyi,kollamayı ve Allah Yolunda harcamayı emretmektedir.
 İhtiyaçtan fazla mala sahip olmak,yada kişinin ihtiyacından fazlasını kendisine ve topluma hiçbir fayda sağlamadan bir kasada yada bir gayrimenkulde yatırım olarak bekletmesi caiz değildir. Kendi kendine yeter olmak veya ihtiyaçlarını kimseye muhtaç olmadan karşılayacak bir gelire sahip olma hali varken insan neden ihtiyacının üzerinde servet biriktirme ihtiyacı duyar? Rasulullah’ın; "Altın ile gümüşe (paraya) tapanlarla kadifeye (lüks yaşayışa) tapanlar helâk olmuştur." Gibi onca uyarılarına, Rabbimizin;”…Ve o kimselerki altını ve gümüşü biriktirirler ve onları Allah Yolunda  sarf etmezler.İşte onları elemli bir azapla müjdele!”[29] tehdidine rağmen nasıl olurda Müslüaman servet biriktirir?.
            Rasulullah’ın sav  "Allah'ım, yoksulluk fitnesinin şerrinden, küfür ve yoksulluktan sana sığınırım" [30] şeklinde rivayet edilen duasından yoksulluğun insanlar için çetin bir imtihan olduğu bildirilmektedir. Gerçekten de  küfürle yoksulluk birbirine nispet edilerek yoksulluğun insanı küfre götürebilecek denli  bir fitne olduğunun altı çizilmektedir.Peki mademki yoksulluk fitnesi küfür kadar ağır bir durumdur, bir müslüman; kardeşinin yoksulluk içinde böylesi bir fitneyle karşı karşıya kalmasına nasıl kayıtsız kalabilir? Evet bu  her açıdan caiz değildir ve büyük bir vebaldir. Allah adeta birinin yoksulluğunu diğerine imtihan kılmıştır.Mademki kişiyi zengin kılmıştır,kendi ihtiyaçlarını gördükten sonra arta kalan malla, insanların dinini dahi tehlikeye sokan yoksulluk musibeti ile mücadele de zengin müslümanlara  düşmektedir. Bu yükümlülük birazcık vermekle olacak bir şey değildir. Zekatla, fıtr sadakası ile yükümlülük düşmemektedir. Her lüks ,konfor ve israfın yoksullukla mücadelede kullanılacak ve bir yoksulun bir yetimin derdine çare olacak bir nimet olduğu bilinmelidir.İnsanların kitlesel  ve kıtasal boyutta inançlarını bile tehdit eden yoksulluk musibeti ile  belleri bükülmüşken, Allah’ın üzerinde halef kıldığı mal ve nimeti zevk ve sefada,lüks ve israfta tüketmek tek kelimeyle zulümdür.Bu durumda ileride lazım olur,çoluk çocuk var ne olur ne olmaz düşüncesi ile saklanıp Atıl bekletilen servetin (Para,gayrimenkul,ziynet eşya v.b.) hesabını vermek nasıl mümkün olabilir!? İnsanların bunu düşünmesi gerekmektedir.Bu durum Ümmetin sosyal dokusunu,tesanüdünü bozacağı da ortadadır. Hoş bu gün Ümmetin varolan bir sosyal dokusu ve tesanüdü de  kalmış  değildir ya bu bahsi diyerdir. Ama bir Ümmet oluşturulacaksa Müslümanların bu infak ve iktisat konusunda özgün bir sistem ortaya koymaları şarttır. Aksi durumda Mü’minlerin kardeşliğinden söz etmek anlamlı ve ciddi bulunmayacaktır. Lüks, konforlu, gösterişçi, israfçı yaşam tarzı ümmet bilincini köreltecek,cahili kapitalist hegomonya altında asimilasyonu körükleyecektir. Müslümanların Batı ile mücadelesinde belirleyici olan en önemli araç; infak ahlakı ve lüks, konforlu, gösterişçi, israfçı yaşam tarzının terk edilerek,iktisad üzere bir yaşam tarzına dönmek olacaktır.
            İnsanlar Üç Hal Üzerindedir:Yoksulluk,Kefaf,Zenginlik
            İslam alimleri müslüman için hangi halin daha eftal ve hayırlı olduğu konusunda tartışmışlar,yoksulluğun ve zenginliğin kişi için  hayr olmadığında cumhur ittifak etmiştir.Her ne kadar zekat ve infak gibi mali ibadetlerin yapılması durumunda zenginliğin iyi olduğunu ileri sürenler olmasına rağmen bunlarda zengin olupta ihtiyaç fazlasını tasadduk edenlerin azlığında ittifak etmektedirler.[31]
            Fakrla ilgili hadislerin birbirine zıt görünen hükümleri ifâde etmesi ilim çevrelerinde farklı görüşlere neden olmuştur. Rasulullah’tan zenginlik,fakirlik,tasadduk konularında nakledilen rivayetleri,Rasulullahın bizzat yaşam tarzıyla ve örnek hayatıyla şerh edilmesi gerekmektedir. İktisat ve sosyal hayatın işleyiş yasalarını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Örneğin ticaretle uğraşan bir sahabinin, onlarca yüzlerce devesi ve yüzlerce binlercede dinarı olabilir ve Rasulullahın övgüsüne mazhar da olmuş olabilir.Burada önemli olan husus; kişinin ticaretten elde ettiği karı nasıl tasarruf ettiğidir.Bu durum,Rasulullahın her türlü zenginliği övdüğü anlamına gelmez. Ticari servet ve zenginlik ile para biriktirme,menkul ve gayrimenkul mal zengini olmak farklıdır. Birincide istihdam oluşturarak insanların maişetlerini temin edecek bir imkan sunan bir zenginlik söz konusudur ki diğer mükellefiyetlerin de yerine getirilmesi ile meşrudur ve öğülmeye değerdir.Diğeri ise ihtiyaç sahiplerine hiçbir faydası olmayan,hatta kişinin kendisine de fayda vermeyen bir biriktirme ve müsrifçe harcamadır ki gayri meşru olan zenginlik budur.
            İnsanlar mal ve nimet yönünden üç hal üzeredirler:  Fakr (Yoksulluk anlamında) ,Zenginlik ve Kefaf Hali.
            1-Yoksulluğun (Fakr) eftaliyetini bazı ilim erbabı bazı rivayetleri delil göstererek ileri sürmüşlerdir. Örneğin şu rivayet fakirliğin eftaliyetine delil gösterilmektedir:Sehl ibn Sa'd (r.a.) anlatıyor: "Bir adam, Rasûlullah (s.a.s.)'a uğradı. Efendimiz, yanında bulunan bir zâta: "Şu gelen kimse hakkında reyin nedir?" diye sordu. Adam: "O, halkın eşrafındandır, vallahi bir kıza tâlib olsa hemen evlendirilmeye; birisi lehine şefaatte bulunsa, şefaatinin yerine getirilmesine lâyıktır" dedi. Rasûlullah (s.a.s.) sükût buyurdular. Derken az sonra bir adam daha uğradı. Rasûlullah (s.a.s.) yanındakine: "Pekiyi bunun hakkında reyin nedir?" dedi. Adam: "Ey Allah'ın Resûlü! Bu, müslümanların fakir takımındandır. Vallahi, bu bir kıza tâlib olsa evlendirilmemeye, şefaatte bulunsa itibar edilmemeye, bir şey söylese dinlenilmemeye lâyıktır" cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.): "Bu, onun gibilerin bir arz dolusundan daha hayırlıdır?" buyurdu."[32]
            2- Zenginliğin eftaliyetini ileri süren ilim adamları da bazı Hadislerden delil getirirler.Örneğin, Kâ'b İbn Mâlik (r.a.), bütün malını Allah yoluna bağışlamak husûsunda Rasûlullah'a fikrini açınca, müsâade etmemiş ve şöyle demiştir: "Malının bir kısmını kendine sakla, bu senin için daha hayırlıdır."
            Buhârî'de geçen: "Burda çok malı olanlar, kıyâmet günü az mal sahibi olacaktır. Fakat, (azalacak endîşesine düşmeden Allah rızâsı için) bol bol verenler müstesnâ. Ancak böyleleri ne kadar az!" buyurmuştur.
             Bir diğer delil: Sa'd'ın rivâyeti. Rasûlullah kendisine: "Vârislerini zengin bırakman, senin için fakir bırakmandan daha hayırlıdır" demiştir.
             Bir diğer delil: Sa'd İbnu Ebî Vakkas'ın merfû rivâyetidir: "Allah zengin, muttakî ve kendi halindeki kulu sever." Bir diğer delil: Ashâb'ın fakir olanları, Rasûlullah'a: "Zenginler hayırda bizi geçti, Allah yolunda harcadıklarının ücretlerine de erdiler, aradaki sevap farkını nasıl telâfi edelim?" mânâsında yaptıkları mürâcaatı anlatan uzunca rivâyetin sonunda Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Zenginlik Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir."
            Bir diğer delil: Amr İbnu'l-Âs'a Rasûlullah ücret verdiği zaman, Amr (r.a.)'ın istiğna göstererek almak istememesi üzerine şöyle buyurmuştur: "Sâlih mal, sâlih kimsenin elinde ne kadar iyidir!"
Bu rivayetleri analiz ettiğimizde hiç birinden, zenginliğin salt kendisinin eftaliyeti anlamı çıkmaz.Bilakis, “salih mal salih kimsenin elinde güzeldir” buyurularak zenginliğin güzelliğinin kişinin salih olmasına bağlanmıştır.” Zenginlik Allahın bir fazlıdır ve onu dilediğine verir” rivayetini de Vahiy ve Rasulullahın bizzat yaşamı ve  konuyla alakalı rivayetleri ışığında şerh edecek olursak;Allah zenginliği dilediğine verir,ama onun nasıl davranacağını denemek için. Eğer halef kılınan zenginliği Allah’ın koyduğu  hudutlar  içinde tasarruf ederse ne güzeldir.Ama böyleleri ne kadar azdır. Aksi durumda bu zenginlik kendi eliyle kendine şer olmaktadır.
            3-Kefâf (kendi kendine yeter olma hali) ın efdaliyeti, nakli ve akli delillerle ortadadır. Bu hal,zenginliğin ve yoksulluğun fitnesinden uzak bir haldir.Kişi makul geliri ile ihtiyaçlarını karşılar. Artanıyla ufak tefek te olsa  sadakasını verir. Eli başına yeter  durumdur. Yoksulluğun şerrinden de zenginliğin şerrinden de emindir. Bir çok islam alimi kefaf halinin zenginlikten ve fakirlikten üstün bir durum olduğunda birleşmiştir.[33] Rasulullah’ın sav "İslâm hidâyetine erdirilip yeterli rızkı da verilmiş olan kimse, verilene kanaat ederse kurtulmuştur." [34] buyurduğu rivayet edilir.Yine İbn Mâce'de geçen bir  rivâyette Rasûlullah: "Kıyamet günü, kendisine dünyada iken sadece yetecek miktar (kût) verilmiş olmasını temennî etmeyecek ne bir tek zengin, ne de bir tek fakirvardır." buyurmuştur.
            Hulasa yetecek bir mal ve gelir kanaatla birlikte kişi için zengin olmaktan daha hayırlıdır,yoksulluğun fitnesinden de korunmuştur.
            Terk Edilen ve Unutulan Yaşam Tarzı: Zühd
            Züht;geçici ve aldatıcı olanı verip ahiret saadetine yönelmektir.Dünya nimetlerine ve mal ve mülke karşı isteksizlik,iltifatsızlık,kanaatkar olma halidir. Gönülde mal ve nimete sevgi ve ilgi duymamaktır.Böyle olunca kişi kanaatkar olacak,Allah’ın halef kıldığı servet üzerindeki tasarrufu ihtiyacı olanı kullanıp fazlasını (Artanı) infak edecek bir haleti ruhiyeye sahib olacaktır. Züht dünyayı terk edip,inzivaya çekilmek değildir. Üretmek,kazanmak,araştırmak,mamur etmek,israf etmeden yiğip, içmek,paylaşmak,kanaatkar olmak,ihtiyaçların sınırını daraltmak,israftan kaçınmak,tüketimde aza kanaat etmektir. Ashabı Kiramın zengin tüccarları böyledir. Rasulullah ve tüm peygamberler böyledir. Onlar insanları istihdam ediyor,onlara iş imkanı veriyorlardı,kazanıyorlar ama yanlarında çalıştırdıklarından fazlada yemiyorlar,onlardan farklıda giyinmiyorlardı. Rasulullahın sav tavsiyesine uygun olarak,kişinin,istihdam ettiklerinin giydiğinden giyinmesi ve yediğinden yedirmesi ancak dünya hayatına ve nimetlerine meyl etmemekle mümkündür. Zevkler,konfor,gösteriş,lüks  ve israf  ahlak edinilince,zühtün yerini,şehvet,dünyaperstlik,paraya tapıcılık,servet ve mevki, etiket ve  kariyer putçuluğunun alması kaçınılmaz olmaktadır. Zühtün en azından haramları terk seviyesinin toplumda yerleşmesi için çaba sarfedilmelidir. İsrafın haram olduğunu bilmeyen yoktur ama en çok irtikap edilen haramın israf olduğunu söylemek mübalağa olmasa gerekir. Tokgözlülük (Göz tokluğu), gönül zenginliği, kalp zenginliği zühtün sonucudur.Yada zühte götüren hasletlerdir.Züht ise müminlerin,kurtuluşa erenlerin,nefsi mutmainin vasfıdır. Bunun karşıtı dünyaperestlik,zevk ve sefa tutkusu,cimrilik,para gözlük,paracanlılık,menfaatperestliktir. Bunlar da Allah’tan  yüz çevirenlerin,fasıkların,ehli nifakın sıfatlarıdır.




[1] (24/Nur, 55)

[2] 9 Tevbe 34-35
[3] 2 Bakara 219
[4] 2Bakara 177 “Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz Birr değildir. Fakat gerçek iyilik; Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malını sevmesine rağmen hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve köle azadına veren, namaz kılan ve zekât verendir"
[5] 18 Keyf 46 “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama bâki kalacak salih ameller, sevap olarak da, amel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır.”
   34 Sebe 37 “Ne mallarınız, ne de evlatlarınız size huzurumuzda bir yakınlık sağlamaz. Ancak iman eden ve salih ameller işleyenler müstesna. Onlara yaptıklarının fazlasıyla kat kat mükâfat vardır. Ve onlar oralarda güven içindedirler.”

[6]  Bakz.Sekaleyn Hadisi.
[7]  2 Bakara 143
[8]  102 Tekasür Süresi
[9]  Biriktirmemek,israf etmemek,fazla malını sadaka olarak harcamak.
[10] Buhârî, Kitabü'l-Cihad; İbn Mâce, K. Zühd.
[11] Et-Terğib;4/156
[12] 9/Tevbe, 113  "Onların mallarından sadaka al. Onunla kendilerini temizlemiş ve tezkiye etmiş olursun."
   9/Tevbe 99 “ Kimi Bedeviler de Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; yaptıkları maddi bağışları Allah'ın yakınlığını ve peygamberin dualarını kazanma aracı, sebebi sayarlar. Haberiniz olsun ki, yaptıkları bu bağışlar, gerçekten onları Allah'a yaklaştıran bir sebeptir. İlerde Allah onları rahmetinin kapsamı içerisine alacaktır. Hiç şüphesiz Allah affedici ve merhametlidir.”
             92/Leyl, 18"O (mü'min) ki, malını (Allah için) vererek arınır, yücelir."

[13] 92 Leyl 8-9-10 Fakat kim cimrilik eder,Allah’a muhtaç olduğunu görmez (Müstağni) ve en güzel sözü yalanlarsa Bizde onu en zor olana kolayca iletiriz.Düştüğü zmanda malı ona bir fayda vermez”
[14] Sahih-i Buhari, K. Rikak 49; Ahmed b. Hanbel, III/ 218
[17] "Allah yolunda harcayın; kendinizi tehlikeye atmayın." (2/Bakara, 195)
"Nefsinin cimriliğinden korunanlar yok mu? İşte kurtulacaklar onlardır." (64/Teğâbün, 16)
"Kim cimrilik ederse, kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir; hiç kimseye ihtiyacı yoktur; siz ise fakirsiniz, O'na muhtaçsınız. Eğer (O'ndan ve Allah yolunda harcamaktan) yüz çevirirseniz, sizin yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi olmazlar." (47/Muhammed, 38)
"Kendileri cimrilik yapıp insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, nimetleri örten kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık." (4/Nisâ, 37)
[18] Riyazü's-Salihin, 1/ 253
[19] Tirmizî, Birr 40
12 51 Zariyat 19"...Mallarında muhtaç ve mahrumlar için bir hak  vardır."
[20] 38 Sad 26” Ey Davud!Biz Seni yeryüzünde halifeyaptık………”
[21] 2 Bakara 267 "Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın.")
    2 Bakara 274 "Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, işte onların, Rableri katında ecirleri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.")
[22]  2 Bakara 261 "Mallarını Allah yolunda harcayanların hali, her başağı yüz daneli yedi başak bitiren bir tohumun hali gibidir. Allah dilediği kimseye daha kat kat verir. Allah'ın ihsanı çok geniştir. Her şeyi hakkıyla bilendir."
[23] 2 Bakara 177 “Gerçek Birr……
    3 Al-i İmran 92"Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcayıncaya kadar birre (Cennete ve iyiliğin en güzeline) eremezsiniz."  


[25] Taberani;Sağıyr.
[26] 9 Tevbe 60"Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, fakirlere (yoksullara), miskinlere (düşkünlere), (zekât toplayan İslâm devletinin görevlisi) memurlara, müellefe-i kulûba, yani gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah her şeyi çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."
[27] 2 Bakara 273 “Sadakalar, zekât ve infaklar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir olamazlar. (Hallerini) Bilmeyenler, iffet ve istiğnalarından (hallerini gizlemelerinden) dolayı onları zenginlerden sanır. Sen (ey Peygamber) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir şey istemezler. Siz ne mal harcarsanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilendir.”
[28] 3 Al i İmran 14 “ Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır. “
[29]  9 Tevbe 34
[30] Nesaî, Sehv, 90, İstiâze, 16, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 36, 39, 42, 44; VI, 57, 207).
[31] Buhari de geçen bir rivayet şöyledir: "Burda çok malı olanlar, kıyâmet günü az mal sahibi olacaktır. Fakat, (azalacak endîşesine düşmeden Allah rızâsı için) bol bol verenler müstesnâ. Ancak böyleleri ne kadar az!"
[32] Buhârî, Rikak 16, Nikâh 15; İbn Mâce, Zühd 5, hadis no: 4120.
[33] Kurtubi,İmam Nevevi,İbn Mübarek bunlardandır.
[34] Müslim

28 Aralık 2009 Pazartesi

Hergün Aşuradur Her yer Kerbela!


1370. Hicri Gameri yeni Yılınızı tebrik eder, Tüm Mahruman ve Mustazafin için hayr dolu bir yıl olmasını Mevlamızdan diliyorum.

Muharrem Ayında vukubulduğu rivayet edilen harkulade olayları gölgede bırakan, Rasulü Ekrem’in sav pak evladı; Huseyn sa ve 72 Yaranının, 10 Muharrem’de Kerbela denen yerde, Müstebit Rejimin meşum adamlarınca hunharca katledilişinin yıl dönümleri münasebetiyle, Üstad Selahaddin E.Çakırgil’in bu vesileyle kaleme aldığı Yazısını Müslümanların istifadesine arz ediyorum.



Selahaddin E. Çakırgil;haksöz haber ; 26 Aralık 2009 Cumartesi

Hz. Îsâ’nın ‘milâd’ının ve Hz. Huseyn’in sonsuz dirilişe kapı açan şehadetinin yıldönümünde..



Bu günler iki büyük tarihî hadisenin yıldönümleri..
Hz. Îsâ Mesih aleyhisselam’ın milâdının/ doğumunun ve Hz. Huseyn’in ve yârânının Kerbela’daki, ‘ebedî diriliş’ demek olan şehadetinin yıldönümleri..
Hz. Îsa Mesîh aleyhisselamın miladının, -365 günlük güneş takvimine göre hesab edildiğinde-, muhtemelen 2010’nu yılına yaklaşıyoruz.. (Bu miladın katolikler ve protestanlar 24 Aralık’ta olduğuna inanmaktadırlar, ortodokslar ise, 7 Ocak’ta olduğuna.. Bu farklılığa da şaşmamak gerek.. Hz. İsâ aleyhisselamdan 570 sonralarda dünyaya gelmiş bulunan Resul-i Ekrem(S)’in veladeti tarihinin hesablanmasında Müslümanlar da, 12 Rebiulevvel ilâ 17 Rebiulevvel arasında bir görüş farklılığı yaşamıyorlar mı?)
Müslümanların kalblerini hançerliyen, duygularını, beyinlerini felç olmuşçasına şartlandıran ve Hicret-i Nebevî’nin 61. yılında, yani Resul-i Ekrem (S)’in rihletinin üzerinden henüz yarım asır geçmekteyken meydana gelen Kerbelâ Faciası’nın üzerinden ise, şemsî / güneş yılı takvimine göre hicrî-şemsî 1327’nci, 355 günlük ay /qamer yılı göre hazırlanan hicrî- qamerî takvimin ise 1370’nci yılı idrak ediyoruz.. (Bizde, miladî takvim, resmen 1926’larda kabul edilmişse de, kendilerini münevver/ aydın diye niteleyen okumuş sınıflar yazılarında, 1908- Meşrutiyet’inden itibaren, kullanılmaya başlanmıştı.. Ve şimdi hemen bütün müslüman coğrafyalarında kullanılıyor..)
Bizim bugünümüzü de etkilediğinden, bu iki konu etrafındaki bazı hususlara kısaca değinmekte fayda var..
*
Nice müslüman, Resul-i Ekrem (S)’i doğru ve olması gereken şekilde ihtiramla anarken, Hz. Îsâ ve diğer ilahî peygamberler de sanki bizim peygamberimiz değilmiş gibi, onlardan sözederken, sanki sıradan bir insan gibi sözediyorlar.. İbrahîm, Mûsâ, Îsâ vs. şeklinde..
Halbuki, enbiyaullah’ın / ilahî peygamberlerin herbirisi bizim peygamberlerimizdir.
Baqara Sûresinin 285’nci âyetinde yer alan bu ölçü şöyle dile getirilir: ‘Resul ve O’nunla birlikte olan muminler, Rabbi tarafından o’na indirilene inanırlar.. Hepsi, Allah’a, meleklerine, vahylerine ve resullerine inanırlar.. Onun Resullerinden hiçbirisi arasında ayrım yapmazlar (...)’
Acaba, enbiyaullah arasında gerçekten de hiçbir ayrım yapmaz mıyız, yapmıyor muyuz?
Kendimizi şöyle bir süzgeçten geçirelim..
*
Bu anlayış içinde, biz, kendilerini Hz. Mûsâ’nın, Hz. Îsâ’nın bağlısı olduklarını söyleyenlere, o peygamberler adına tesis olunmuş şeriatlerin kutsal bilinen değerlerine ve günlerine, müslüman olarak, katılabileceğimiz noktalar varsa, o sınırlar içinde tebriklerimizi bildiremez miyiz diye düşünüyorum..
Mesela, Hz. Îsâ Mesîh aleyhisselamın veladet gecesini, müslümanlar olarak -ve Kur’an emri gereğince sahiblenerek- biz de kutlayamaz mıyız ve kutladığımızı kendilerini Hz. Îsâ’ya bağlı bilen insanlara da bildiremez miyiz? Ve onlar, bir yüce peygamberin veladet / milâd yıldönümünü kutlamanın bir müslüman tarafından, peygamberlere yakışacak şekilde nasıl da güzel olduğunu gösteremez miyiz?
Ve buna hele de hristiyanlar o kadar muhtaçlar ki..
24 Aralık’tan itibaren, taa 2 Ocak sabahına kadar bir hafta boyunca, dünyayı o yüce Peygamber adına nasıl da bir tımarhaneye çeviriyorlar.. (Elbette kiliselere dolup, orada daha mâkul ölçülerde kutlayanlar, dualar, ilahîler okuyanlar da yok değil..)
Halbuki, biz müslümanlar Hz. Îsâ’nın veladet yıldönümlerini sadece onlara bırakmasak, müslümanca kutlasak, müslümanlara ve de (kendilerine Christ’in yolundan giden ma’nâsında, ‘Christian’ sıfatını veren ve) Hz. Îsâ Mesîh’in takibçisi olduklarını daha fazla iddia edenlere bir güzel örnek oluştursak..
Biz bunu yapamıyoruz; ama, müslüman coğrafyalarında da, belki on milyonlar, yüz milyonlar da dünyadaki çılgınlıkları, ötekilerden geri kalmıyacak şekilde kutlamak adı altında birçok rezaleti irtikab eyliyorlar..
Hz. Îsâ Rûhullah aleyhisselam’ın miladı adına yapılan bu ‘kutlama’ları, sadece biz müslümanlar rahatsız oluyor sanmayalım.. Bizzat hrıstiyanlardan da bu rahatsızlıkları dile getirmiş olanlar azımsanmıyacak derecededir..
Biz bu vesileyle, burada, 80 sene öncelerde vefat etmiş olan Lübnanlı arab-hristiyan Khalîl Jibran’ın ‘el’Evasıf / Fırtınalar’ adıyla 1923’lerde yayınlanan kitabından bir bölümünü aktarabiliriz..
Cibran diyor ki (özetle): ‘Akşam oldu ve karanlık şehri kapladı.. Konaklarda, evlerde ışıklar parıldadı, insanlar yüzlerinde neşe ve gurur emaresi, nefes alıp vermelerinin arasından yiyeceklerin, içkilerin kokusu yayılarak yeni bayramlık elbiseleriyle caddelere çıktılar..
Bense yalnız, bir başına, kalabalıktan uzak, bayramın sahibini düşünerek yürüdüm.. Fakir olarak doğan, tecrid edilmiş bir halde yaşayan, haça gerilerek ölen en müstesna kişiyi düşünerek.. (...)
Umûmî parka vardığımda çıplak ağaç dallarının arasından kalabalık caddelere bakarak, eğlence alayında yürüyen bayramcıların uzaktan gelen şarkılarını dinleyerek tahta bir bankın üzerine oturdum..
Düşünceler ve düşlerle dolu bir saatin ardından başımı yana çevirdiğimde, birden kanapenin üzerinde, yakınımda oturan, elindeki asâsının ucuyla toprağa karışık çizgiler çizen bir adam gördüm.. ‘Benim gibi bir yalnız..’ dedim, kendi kendime.. (...) Bana doğru döndü; derin, sâkin bir sesle; ‘iyi akşamlar..’ dedi.. (...)
‘Bu şehirde yabancı mısın?’ dedim..
‘Bu şehirlerde ve diğer bütün şehirlerde bir yabancıyım ben..’ diye karşılık verdi.. (...)
Bir sessizlikten sonra; ‘Bana ihtiyaç içindeymişsin gibi geliyor, bir iki dirhem kabul etmez misin?’ dediğimde, dudaklarında hüzünlendirici bir gülümsemeyle, ‘Evet ihtiyaç içindeyim, ama, paranın dışında bir şeye..’ dedi.. (...)
Kendi kendime, ‘Ne garib bir adam, kâh filozof gibi konuşuyor, kâh deli gibi..’ dedim.
(...) Deliliğinden emin olmuş bir halde, ‘Şimdi gel, geceyi evimde geçir..’ dedim..
Başını kaldırdı; ‘Eğer benim kim olduğumu bilseydim, davet etmezdim..’ dedi..
‘Kimsin sen?’ dedim.. Sesinde engin suların çağıltısıyla; ‘Ben milletlerin oturttuklarını ayağa kaldıran devrimim. İnsanların yetiştirdiği fidanları söken fırtınayım.. Ben yeryüzüne barışı değil, kılıcı bırakmak için gelenim..’ dedi..
(...) Birden önünde eğilerek yere kapandım, ‘Ey Nasıralı Îsâ..’ diye bağırdım..
O esnada o da, ‘Cümle âlem benim ismim ve geçmiş günlerin ismim etrafında ördüğü âdetler vesilesiyle bayram ediyor. Bense yereyüzünün batısını da, doğusunu da bir gezgin gibi dolaştım, ama, insanlar arasında benim hakikatimi bilen yok..(...)’ diyordu..
O sırada başımı kaldırdım ve baktım.. Önümde duman sütunlarından başka başka bir şey görmedim ve ebediyetin derinliklerinden gelen gecenin sesinden başka bir ses duymadım..’
*
Evet, Cibran’ın bu satırlarında dile getirdikleri, gerçekte, Hz. Îsâ Mesih aleyhisselamla hayâlî bir sohbette dile getirdikleri, çok güzeldir ilginçtir ve kendilerini Hz. İsâ Mesih’in takibçisi olarak gösterenlerin yanlışları da dile getirilmiş olmaktadır..
İyi de, Hz. Îsâ Mesîh aleyhisselam’ı en iyi tanımak, bilmek ve takibçisi olmak durumunda olan biz müslümanlar n’apıyoruz? Kendimiz de bütün ilahî peygamberlerin dosdoğru anlaşılmasında sorumluluk sahibi olduğumuzu, onların herbirisi karşısındaki tavrımızı inancımıza göre ayarlayıp, cihanşumûl bir sorumluluk anlayışı ile hareket etmemiz gerekliliğini nasıl unutabiliriz?
****
Ve... Mazlûm kanının zâlim kılıçlarına ve güçlerine galebe çaldığı Âşûrâ İnqılabı’nda..
Evet, bugün bir diğer yıldönümü de, Kerbelâ Faciası’yla ilgili..
Ne olmuştur Kerbelâ’da, ve nasıl olmuştur?
Ve daha da önemlisi, niçin?
Ama, bu faciada da, müslümanların büyük çoğunluğu, bir vurdumduymazlık içinde..
Belki de, büyük kitledeki bu vurdumduymazlık yüzündendir ki, kendi acılarını, ızdırablarını kendi başlarına çekmek mecburiyetinde olduğunu düşünen acılı kitlelerin, daha bir aşırı duygusallıkla anma törenleri yapmalarına zemin hazırlıyor..
Sünnî müslümanlarda genelde hâkim olan hava şudur:
‘Yahu, Hz. Huseyn Efendimize yapılanlar gerçekten çok acı şeyler.. Peygamberimizin sevgili torunununu öldürmüşler.. Vah vah.. Ama, 1300 küsur yıl öncelerde cereyan etmiş olan bir acıyı bugüne taşımakta ne fayda var..
Kime, ne kazandırır bu?’
Evet, genel yaklaşım böyledir..
Hani neredeyse, erik yemek için ağaca çıkan ve düşüp hayatını kaybeden bir çocuğun kaybından duyulan bir hayıflanma gibi...
Ve dahası, Kerbelâ’da meydana gelen büyük facianın sulandırılması için, 10 Muharrem gününün fezailine, faziletlerine dair yığınla rivayetler..
Ve günün kutlu olmasının fazîletleri meyanında zikredilen bir ‘fazilet’ de, ‘Sevgili peygamberimizin sevgili torununun o gün Kerbela’da şehid edilmiş olması’dır!!..
Ve o ‘fazîletler’ şerefine diye, özellikle İstanbul ve diğer şehirlerde, daha çok da bir bir şehir âdeti olarak yerleşmiş bir geleneğin gereğince hazırlanan âşûre tadlıları/ çorbaları..
Evet, Kerbela Faciası’na yanmak, bugün kime ne kazandırır?
Deniz manzaralı bir villa kazandırmaz, herhalde..
Ve ama, eğer bu anmalar da olmasa, olup bitmiş, bir basit hadise olarak unutulup gidecekti, Kerbela ve mesajı da anlaşılamıyacak, unutulup gidecekti..
Hz. Îsâ’nın miladının bir takvimin başlangıcı olarak belirlenmesindeki manâ, Hz. Îsâ’nın insanlığa verdiği mesajın unutulmaması ise; Hicret-i Nebevî’nin müslüman takviminin başlangıcı olarak kabul edilmesindeki manâ da aynı maksadı gözetliyordu, muhakkak ki.. Ve, Âşûrâ Günü yapılan anma merasimleri için de aaynı hedefin gözetlendiği unutulmamalı..
Haa, bu anma merasimlerinde, her bölge veya ülkenin geçmişten gelen bir takım aşırı davranışlara gelince..
Bu konuda, hattâ bizzat şiî toplumları arasında bile derin ve de eleştirilen farklılıklar bulunmaktadır.. (Sözgelimi, Lübnan ve hele Kerbelâ’da ve de Afganistan ve Pakistan’daki anma törenlerinde sergilenen ve ilk görenleri şaşırtacak derecedeki taşkın döğünme tavırları, İran coğrafyasındaki insanlarca bile yadırganmaktadır veya İran coğrafyasının muhtelif yörelerindeki farklı uygulamalar bile, diğer yöreler açısından şaşırtıcı bulunabilmektedir.. Geçmişte olduğu gibi, bugün de, İİC makamlarının ve ‘ulemâ’nın, aşırı tavırlardan kaçınılması yolundaki hatırlatmaları daima oluyorsa da, bunların pek etkili olmadığı görülmektedir..
Özellikle azerî-şiîler arasında yaygın olam ‘qamazeni’ (başa kama vurularak kanatılması) şeklindeki gösterilerin haram olduğuna dair İmam Khomeynî 25 yıl öncelerde bir açıklama yaptığı halde, bu âdetin gizli- açık çeşitli şekillerde devam ettiği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Ve keza, bugünkü İnkılab Rehberi de, çeşitli zamanlarda gerek türbelerde yapılan aşırılıklara ve gerekse o Âşûrâ merasimlerinde yapılan taşkın gösterilere karşı kesinlikle karşı çıkmıştır. Keza, Lübnan’dan Allâme Fazlullah da, ‘müslümanları ilkel bir toplum gibi göstermeye vesile olabilecek mâtem görüntülerinden kaçınılması gerektiği’ni birkaç yıl önce ihtar etmiştir.. Bütün bunlara rağmen, halk kitlelerinin acılarını veya kutsadıkları hususları ifade edebilmek için, kendi gönüllerine göre, bazı sınırları zorlayarak bir takım tavırlar geliştirdikleri ve bu husustaki kontrolün zorluğu da görülmektedir..)
*
Bunları hatırlatışım, bu anma merasimlerindeki tavırların İslam açısından ne kadar geçerli olduğu gibi suallerin özellikle de şiî olmayan müslüman toplumlarında yoğunluklu olarak dile getirilmesinden dolayıdır..
Hele de o kültüre yabancı olanlar açısından, bu şaşkınlık da anlaşılmalıdır..
Ama, bu arada, şiî müslümanların o büyük faciaya tek başlarına sahib çıkacak durumda yalnız bırakılmalarının bir sosyo-psikolojik refleksin de, bu aşırılıklarda rolünün olabileceği düşünülmelidir..
Haccdan yeni gelen ve İslam tarihine de hele de şiî- sünnî konuları açısından ortalamanın üzerinde insaflı bir yaklaşım sergileyen ve sosyo-politik ilimlerde tahsil yapmış bir müslüman bile, Hacc’da şiî müslümanların kendilerini büyük kitleden ayırmak için âdetâ zoraki ağlama törenleri yaptıklarını ve bu ağlayışlarla, neyin hedeflendiğini anlıyamadığını; ümmetin tamamını kucaklayıcı değil, sadece kendi taifelerinin acılarının potasında şekillenen bir vahdet anlayışının sergilendiği iddiasını dile getiriyordu, geçenlerde..
*
Âşûrâ İnkılabı’nın anlaşılmasının yolu, 1370 sene öncelerde Kerbelâ’da hangi acıların nasıl çekildiği ve çektirildiğinden çok, o acıların niçin çekildiği ve çektirildiğini anlamaktan geçecektir..
Çünkü, ‘nasıl’a cevab ararken, filan zâlimlerin falanlara neleri, nasıl yaptıklarının tasvirine girilir.. Elbette ki, o da acıdır, ama, her zulüm sahnesinin anlatılışı da her normal insanı etkiler.. Ve Kerbela’da Faciası da, belki diğerlerinin bir benzeri olarak nitelenebilir.
Amma, ‘niçin’in cevabı aranacak olur ise..
İşte asıl, künhüne vâkıf olunması gereken husus da bu noktadadır..
Çünkü, Resul-i Ekrem (S)’in dünya hayatından çekilmesi üzerinden sadece yarım asır geçmekteyken, onun Ehl-i Beyti, böylesine korkunç ve de dengesiz bir şekilde hedef alınıyordu.. Ki, Kerbelâ’da olanları bir savaş olarak nitelemek de kesinlikle sözkonusu olamaz.. Çünkü bir tarafta, bir küçük kafile, diğer tarafta, onbinlerden oluşan bir Yezid Ordusu..
Orada, Hz. Huseyn ve Ehl-i Beyti’nin ve ‘yârân’ının kılıçtan geçirilmesi, öyle sıradan bir kin, hınç ve düşmanlıkla anlatılamaz.. Görülmelidir ki, orada sergilenen dinmek bilmez, frenlenemez hınç ve kin, gerçekte, Resulullah (S)’ın getirdiği nizama karşı sergileniyordu..
Evet, Resul-i Ekrem’den yalnızça yarım asır sonra..
Mes’eleyi bu açıdan değerlendirmiyenler, o kin ve hıncı da anlayamazlar..
Mes’elenin özü buradadır..
Evet, Kerbelâ’da tasfiye ve bertaraf edilmek istenen, Hz. Huseyn değildi.. Ve O’nun hedefi de, saltanat davâsı değildi.. Kerbelâ, Resul-i Ekrem’in getirdiği dinin hükümlerinin Hz. Huseyn’in kanıyla tefsir edilmesi idi, âdeta..
Hz. Huseyn’in Kerbela’daki qıyâmının asıl hedefini anlayamayanlar herhalde İslam’ı anlamakta da çok zorlanır..
Orada hedef, tekrarlıyalım, Resul-i Ekrem (S)’in insanlığa sunduğu hayat nizamının yokedilmesi, en azından mahiyetinin değiştirilmesi, Resul-i Ekrem (S)’in bertaraf ettiği eski düzenlerin ihyası idi.. Ve Hz. Huseyn, sırf, Resulullah’ın elinden insanlığa sunulan dini, hayat nizamını korumak uğruna kurban olmayı göze alıyordu; göze aldığı saltanat ve iktidara ulaşmak değildi..
*
Konuya bu açıdan bakınca..
Kerbelâ Faciası’nın, yalnızca şiî müslümanlarca anılmasından dolayı daha bir teessüf edebiliriz..
Çünkü, Hz. Huseyn’in Kerbelâ Qıyâmı, yalnız şiî müslümanların değil, sünnî ve hattâ diğer müslümanların da üzerinde durması ve iyi anlaması gereken bir büyük hadisedir..
O halde, konuyu sadece şiî müslümanlara aid bir acı gibi görmek, takdim etmek yanlıştır.
Hz. Huseyn’in Kerbela’dan verdiği mesaj bütün müslümanlaradır ve dahası, bütün insanlara verilmiş cihanşumûl bir mesajdır.. ‘Zilleti, zulmü kabullenenlere yazıklar olsun’ manâsındaki (Heyhat min’ezzilleh..) feryadı veya İmam Cafer-i Sâdıq Hz. lerinin diliyle ifade olunan (küfür ve zulüm oldukça, bütün her yer Kerbela’dır, bütün günler de Âşûrâ’dır..) manâsındaki ‘Külli arz’in Kerbubelâ, Kulli yevm’in Âşûrâ.. ‘ şeklindeki ibarelerin muhatabı, hattâ yalnızca müslümanlar değil, bütün insanlardır ve bu açıdan, cihanşumûldür..
*
Elbette ağlamakla, gözyaşı dökmekle hiç kimse geri gelmiyecektir, kimse de böyle bir kanaat taşımıyordur..
Kaldı ki, mes’ele, illâ da filanın falanca makama gelmesi veya falanın gitmesi de değildir..
Hedef, Haqq anlayışının, kavramının hâkimiyetidir..
Hayatın, güce, gelişen hadiselere değil, Haqq anlayışına göre şekillenmesidir..
Yani, hayatın ‘fiilî durum’a, egemen güçlerin dayattıkları duruma, ‘de facto’ durumuna göre değil; ‘Haqq’ kavramına, hukuk (de jure) anlayışına göre şekillenmesidir..
Ve müslüman, hareketlerinin meşruiyetinin temelini, Kur’an hükümlerine ve Resul-i Ekrem’in emir ve uygulamalarına göre şekkilendiren insandır..Ve Hz. Huseyn’in Âşûrâ Qıyâmı da, Kur’an hükümlerin, Ve Resulullah’ın emirlerinin bir gereğiydi..
Ve orada, Huseyn qıyâm etmeseydi, belki de, biz müslümanlar, hakk hâkimiyeti, adâlet ve özgürlük anlayışını, tarihte kalmış bir masal olarak görmek durumunda kalacaktık.. O bize, bunun bu hedefler uğrunda nasıl mücadele verilebileceğinin bir örneğini göstermiş oldu..
Hareketlerimizin meşruiyet temelini o hükümlerin, o emirlerin ve o qıyâmın oluşturmasına
özellikle dikkat etmek zorundayız.. (Hatırlayalım, İslam İnqılabı Hareketi’nin meşruiyyet temeli olarak kimileri, 1953’de, petrolün millileştirilmesi, kimileri de 1906’daki Meşrutiyet hareketlerini gösterirken, (merhûm) İmam Rûhullah Khomeynî, İslam İnqılabı’nın tarihî kalkış noktası olarak Hz. Huseyn’in qıyâmını göstermişti..)
Aksi halde, ölümünün üzerinden 1400 sene geçtiği halde, bir Ebu Leheb’i Kur’an diliyle ‘iki eli kurusun’ diye lanetlememizin manâsını da anlayamayız..
Çünkü, onun iki eli kurumakla kalmadı, belki her zerresiyle, toz-toprağa karıştı.. Ama, zihniyet olarak Ebû Leheb’ler, Ebû Cehl’ler hâlâ kol geziyorlar ve de Yezid’ler..
O halde, Kerbela Faciası içinden neşv’u nemâ bulan Aşûrâ İnqılabı’nın bütün zamanlara ve mekanlara hitab eden mesajı önemlidir..
Ancaaak, bu mesajın her zaman, mekan ve insandaki yansımaları ve algılamaları çok farklı olabilir.. O halde, ‘Kur’an’ın da, Resul-i Ekrem (S)’in de, Âşûrâ’nın ancak tek bir tefsir ve yorumu vardır ve bunu da ancak biz yaparız..’ gibi bir inhisarcı, tekelci anlayışa düşmeden;, o aslî mesajın gelecek nesillere ve zamanlara ulaştırılmasında da, içinde bulunulan şartlara göre de ve o mesajın ruhuna aykırı olmadığı müddetçe, her müslüman kendisini bulunduğu zaman ve mekanda bir vazifeli bilebilir ve bilmelidir..
Âşûrâ İnqılabı’ndaki o ebedî diriliş iksirinden nasiblenmek ümidiyle..

27 Aralık 2009 Pazar

Yetimlerimiz! Teşekkürler Yavuz Bülent Bakiler!

Sivas'ta Yoksul Çocuklar

Sivas'ta Ulu Camii avlusunda çocuklar
Yalvaran gözlerle etrafa baka baka
Açıyorlar küçük esmer avuçlarını:
-Emmilerim sadaka! Emmilerim sadaka!

Hükümet konağının yanında biri
Bir kemik kalmış bir deri...
'Boya cila yimbeş, boya cila yimbeş' diye ağlıyor
Ve daha fırça bile tutamıyor elleri.

Garipler Pazarı'nda körpe çocuklar
Yorgunluktan güzelim yüzleri al al...
Öldüren bir çığlık dudaklarında:
-Boş hamal! boş hamal! boş hamal!

Nane satan su satan yetim çocuklar
Şarkı söyleyemediler güneşe aya...
Biliyorum ne masal dinlemeye doydular
Ne oyun oynamaya...

Bezirci'de, Yüceyurt'ta Altıntabak'ta...
Çocuklar var incecik yüzleri nurdan
Ama toz toprak içinde elleri ayakları
Oyuncakları çamurdan...

Ve günahkar çocuklar, suçlu çocuklar
Mahkeme salonunda bakarım dizi dizi
Bu suç bizim suçumuz, bu günah bizim
Affedin bizi.

Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan!
Alın bu gözleri benden, alın bu yüreği artık
Utanıyorum yaşamaktan.

Zenciyim Ben!

Zenciyim Ben
.
Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.

Köleydim her zaman
Saray basamaklarını temizledim eski Roma’da
Washington’da ayakkabı boyamaktayım şimdi.

Emekçiydim her zaman
Mısırda piramitleri kuran benim
Benim, harcını karan gökdelenlerin.
Türkücüydüm her zaman
Afrika’dan Missuri’ye kadar yaydım türkülerimi
Çınlar kederli ezgisi onların her yerde
O tamtam ritmi.

Kurbandım her zaman
Kongo’da kırbaçla dövdüler beni
Ve şimdi linç edilmekteyim Teksas’ta.

Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.

Langston Hughes
Çev.: Ataol Behramoğlu

16 Aralık 2009 Çarşamba

Sahi Mülk Kimindir?

İnsan zenginliği ile kibirlenir. Hemen şımarır ve yemesi,içmesi,giyinmesi,yaşam alanları ve kullandığı eşya ile lüks ve israfın içine dalar. Hayatı lüks ve israf içinde zevk ve eğlence zanneder. Oysa yaşlılık ve hastalık gelip çattığında, elindeki sahip olduklarından zevk almamaya,alsada işine yaramamaya başlamıştır.Bir süre sonrada Hayat elinden alınarak o her şey zannettiği mal ve mülk başkasının olmuştur artık.Yunus bu durumu güzel özetler:Mal sahibi mülk sahibi! Hani bunun  ilk sahibi? Malda yalan mülkte yalan! Var birazda sen oyalan!http://www.haber10.com/makale/17976

15 Aralık 2009 Salı

Dubai:Modern Zamanların Godom ve Somore'si.

Dubai; geçmişte Ad,Semud,Lud  Kavimlerinin yaşadığı tuğyanı, modern zamanlarda yaşayan Ülke. Aç sefil insanların omuzlarında yükselen ve yoksulluğun biraz ötesinde sıradan zenginlerin bile kıyısından geçemeyecekleri,ihtişam ve görkemli binalar,zevk ve çılgınlıkların yaşandığı mekanlarıyla tam bir israf toplumu durumunda  Dubai. Kur'ana ve Rasulullah'a ısrarlı bir muhalefetin sembolü olma yolunda bayağı bir mesafe katetdiği görülmektedir. Modern cahili kapitalizmin özgün tüketim ve israf örnekleriyle Batı Dünyasında kendine önemli bir yer tutmuş durumda.  Dubai'nin  mimarı, İngiliz hayranı ve modern sarışın bir ingilizle evli Şeyh Muhammed Bin Raşid El- Maktum; Dubainin veliaht prensi ve BAE Savunma Bakanıdır. Korkunç serveti ile hazinelerinin anahtarlarını herhalde 70 deve zor taşır."Benim damarlarımda kan değil, at sevgisi dolaşıyor" diyerek dünyaya nereden baktığınıda göstermiş oluyordu. Bakalım 80 milyar dolar borcun altından kalkabilecekmi? Biliyorsunuz Kurtlukta düşeni kaldırmazlar. Borç yiğidin kamçısıdır ammaa bir taksidi ödemedinmi gerisi zora girer.Çünkü Bütün kurtlar bir yara http://www.timeturk.com/yazardetay.asp?Newsid=18576  almanı bekler. Yaranın kokusunu aldılarmı hiç şansı yoktur borçlunun!

14 Aralık 2009 Pazartesi

Hadid Süresi:Bir İman;İnfak;Nifak Analizi.


57 Sure i Hadid; 29 Ayet; Medeni

Atilla MORÇOL


Bir İman;İnfak;Nifak Analizi.






            Medine’de nazil olmuş olan bu Süre ile Allah; Yahudilerin ve Müşriklerin ekonomik ve siyasi kıskacında bunalmış ve sarsılmış olan  Müslümanlara nasıl davranmaları gerektiğini haber vermektedir. Ayetlerde Allah;her şeyi kuşatan ve herşeye kadir olduğunu veciz bir şekilde açıklayarak,uluhiyyet ve ubudiyyeti hakkında malumatı tesfiye ederek tashih etmektedir.Medeni olması ve İman’ın kalplere yerleşmesi için yeterli bir sürenin geçtiği dikkate alındığında;Allah’ın uluhiyyet ve ubudiyyeti önünde boyun eğerek iman etmekle,infak arasındaki birebir olan ilişki bu Süre’de açık ve güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır.

1-6        “Göklerde ve yerde olanlar Allah’ı tesbih ederler. O güçlüdür, Hakîmdir.”
“Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur; diriltir, öldürür. O, her şeye Kâdir’dir.”
“O her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı aşikârdır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O her şeyi bilir.”
“Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun. O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.”
“Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur. Bütün işler Allah’a döndürülür.”
“Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar; O kalplerde olanı bilendir.”

            Bu ilk ayetlerle Rabbimiz bunalan Müslümanlara Uluhiyet ve ubudiyetini hatırlatarak onlara;korkmamalarını,güvenmelerini hatırlatmaktadır.Allah yegane büyüktür,büyüklük taslayanlar ise Allahın yarattığı haddi aşan mütecavizlerdir.
7                      “Allah’a ve Rasulüne iman edin ve Sizi üzerinde halef kıldığı maldan infak edin.İçinizden iman edip de infak[1] edenler varya;onlar için büyük bir mükafat vardır.”
            İman ile infak arasında organik bir bağ vardır.İman; Allah’a güvenerek,samimi bir teslimiyyetle, O’nun elçilerinin davetine icabet etme iradesidir.Allah’ın onca vaadine rağmen infaktan yüz çevirerek cimri davranmak;güvensizlik,itimatsızlık,tereddüt,bocalama anlamına gelmektedir.Nifakın İnfakla ayni kökten gelmesi bu açıdan anlamlıdır.Dünyanın ve kainatın sahibi Allah’tır.Mülk O’nundur.Mutlak Malik O’dur.İnsana verilen ancak emaneten geçici bir yararlanmadır.Kişinin mal üzerindeki hakkı,asıl Sahib olan Allah’ın çizdiği sınırlarla kısıtlanmıştır:İhtiyaçtan fazlasını elinde tutmayacaksın,israf etmeyeceksin,yoksula,yetime,darda kalana,köleye olmak üzere Allah Yolunda gönül hoşnutluğu içinde en güzel bir şekilde harcayacaksın.1 Allah;”Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun,bir eylence,bir süs,aranızda karşılıklı bir övünme,aranızda karşılıklı çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir.” Buyurmaktadır.[2] Rasulullah ise; diğer Peygamberler gibi mal ve dünya nimetlerinin kişiyi aldatıcılığından kurtarmanın en güzel örnekliğini sunmuştur. O yalnızca Allaha kulluk eden ve şükredenlerden olmuş örnek bir insandır.[3] O halde Allah’a ve Rasulü’ne “iman” etmenin ve nifaktan kurtulmanın en ciddi yol ve yöntemlerinden biri; halef kılınan mal üzerinde, Rabbin istediği ve ön gördüğü gibi davranışta bulunmayı ahlak edinmektir.Mal konusundaki itaat kişiyi arındıracak,dünya ile bağlarını vasat hale getirecek,insanlarla ilişkileri sevgi, merhamet ve adalet düzleminde cereyan edecektir. Kaldı ki iman etmek “Güven “duymaktır.Siz hiç güvenmediğiniz ve sakınmadığınız birinin öğütlerini yada emirlerini yerine getirirmisiniz? Hayır! İnsan;inandığı,itimat ettiği,saygı duyduğu,güvendiği birinin tavsiyelerine uyar,emirlerini yerine getirir,yolundan gider.Öyleyse Allah ve Rasulü ısrarla “infak etmeye” davet ediyorsa ve büyük bir ecir vaadinde bulunuyorsa gerçekten iman edenler bu çağrıya,Ebu Bekr,Abdurrahman bin Avf, ra gibi cevap verirler.Üzerine halef kılınan malı Allahın hoşnutluğunu gözeterek tasarruf etmek;israf etmeden ihtiyaçların giderilmesi,artakalanın infak edilmesidir.Lüks ve ihtişam,gösteriş Rabbin yasakladığı ahlaki bozulmadır. Müsriflik bir sapmadır ve israf haramdır.Allah’a ve Rasulü’ne iman edenler;infakı ahlak edinmiştirler.  İçlerinde hiçbir hüzün,keder ,pişmanlık ve burkuntu olmadan Allah yolunda sarf ederek infakta bulunurlar.Bu onlara tat ve saadet verir.Vermekten haz duyarlar ve bilirler ki verdikçe,infak ettikçe, Allah hoşnut olacak ve hoşnut edecektir.Buna iman eden infak eder.Bunun içindir ki infak ispattır.Tıpkı Cihad’ta canlarını Allah için vermek gibi.Yoksa gerçek iyilik (Birr)[4]  Allah’a kulluk yapıyormuş gibi davranarak,ibadetleri sadece şekli formatları içinde işlemek değildir.Çok sevilen canı Allah için verebilme fedakarlığı,meyledilen malı Allah için harcayabilme öz verisidir.
8                      “Peygamber,sizi,Rabbinize iman etmeniz için davet edip dururken,size ne oluyor da  Allah’a iman etmiyorsunuz? Halbuki sizden sağlam bir söz de alınmıştı.Eğer inanacak kimseler iseniz.”
            Allah’a “kul” olabilmenin yolu,dünyevi istek ve zevkleri kontrol altına alarak arınmadan geçer.Dünya Metaına meyl, Allah’a kullukta birincil derecede engeldir.Bu Ayet “İman “ iddiasında bulunan Müslümanlara hitap etmektedir.İslama girdikleri halde hala daha dünyevi bağlarından kurtulamayan ve ilk girdikleri imani konumlarını aşamayanlara hitap edilmektedir. Vermekle iman arasındaki ilişkiye dikkat çekilmektedir. Yani bunca davete rağmen ne oluyorda cimrilik yaparak, dünya metaının,Rabbinize itaat etmenize engel olmasına müsaade ediyorsunuz. Mal ve mülk sevgisinin sizi esir almasına teslim oluyorsunuz. İman iddiasındaki sadakatin; infakla,sadaka ile teyid edilmesi istenmektedir.Bunun içinse Rasulün davet ettiği ve bizatihi kendinin en güzel bir şekilde örneklik olarak yaşadığı; dünyaya ve nimetlerine meyl etmeme,biriktirmeyib,sadaka olarak harcama,infak etme davranışını ahlak edinilmesi istenmektedir ki İman iddiasının ciddiyeti böylece ortaya koyulmuş olur.Aksi durum nifaktır.[5] Nifak ehli; ahirete ve elim cezaya ve harkulade  mükafata inanmadığı yada tereddütte,dalalette kaldığı için sevdiği,meylettiği maldan sadaka (İnfak) verme fedakarlığını gösterememektedir.Yada Verirken de az verip çok vermiş gibi davranmakta yada yürek yangınlığı ile vermektedir.Oysa Allah Yolunda infak etmek (Sadaka vermek),Allah Yolunda Hicret etmek yada Cihad etmek gibidir.Her üç Davranış itikadidir ve gerçek ve razı olunmuş bir imanın varlığına dalalet etmektedir.Rabbe kulluk edilemiyorsa,Yurdundan;  neyle karşılaşacağını bilmediğin bir yere Hicret edeceksin! Korumak ve korunmak için canını ortaya koyarak düşmanla savaşacaksın!Allah’ın üzerine halef kıldığı mal ve mülkten ihtiyaç fazlasını infak edeceksin.Üç büyük arınma noktası.Üç büyük fedakarlık ve sadakat eylemi.Aqabe Yokuşu[6] na yönelmenin olmazsa olmazı olan Allah Yolunda Harcama salihatı. Vererek fani olandan arınma, ayak bağlarından kurtulma,Allah’a yönelerek ahiret yurdunun hayrına kavuşmayı umma inancının güclenmesi istenmektedir.

9                      “O sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulu Muhammed’e apaçık ayetler indirendir.Şüphesiz Allah,size karşı çok esirgeyici,çok merhametlidir.”
            Allah kullarını karanlıktan aydınlığa çıkarmak ister ki;İnsan, dünya nın aldatıcı metaından yüz çevirip,Allah’ın rızalığını kazanmış olsun.Bunun için Kur’anda sıklıkla sadaka,zekat ve infaktan bahsedilir.Biriktirmek yasaklanır ve elim bir azap nedeni sayılır.[7] Herkes hemfikirdirki;fazla yemek,mal,mülk içinde zevk ve sefa içinde yaşamak;nefsi maleyaniye karşı azdırır,salihata karşı ise tembelleştirir.Allah böylece insanı felaha götüren ve çok önemli mal ile denenmeye dikkat çekerek malın aldatıcı büyüsünden infakla  korunmaya  davet ediyor.

10                  “Size ne oluyor da,Allah Yolunda infak etmiyorsunuz?Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.İçinizden,fetihten önce harcayanlar ve savaşanlar  diğerleriyle bir değildir.Onların derecesi,sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir.Bununla beraber Allah,hapsine de en güzel olanı va’detmiştir.Allah,bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”
            Açıkça görülmektedir ki,Allah hep sadakayı,infakı,vermeyi,harcamayı emirle,tavsiye ile ısrarla Müslümanlardan  istemektedir.Dikkat çekicidir. Burada da alaycı ve aşağılayıcı bir azarla “ne oluyor size?” “neden infak etmiyorsunuz?” Halbuki anlamıyor musunuz, akletmiyor musunuz ki “Mal” Allah’ın Size  mirasıdır.Ve yine Allah’ındır nihayetinde.Kimin olanı kimden kıskanıyorsunuz?O sizi kendine ait olan mal üzerine halef kıldı,ihtiyaçlarınızı karşılayasınız diye.Fazlasını yasakladı:Biriktirme,lüks ve israf etmeyi.Malın mutlak sahibi “fisebilillah harcayın” diyor,oysa insan nefsi “hayır!” diyerek cimrilik ediyor.Bu bir zulüm değilmidir.Hem de Allah’a karşı bir zulüm! İnfak İslam sosyo ekonomik yapısının ayırt edici ve belirleyici bir öğesidir.İnfakı kaldırdığınızda sosyo ekonomik yapı  cahili ekonomik yapıya dönüşür.Böylede olmamışmıdır? İslam Toplumlarının pazarlarına bir bakın Batılı kapitalist toplumların pazarlarından daha aşağı bir ahlaki disiplin içindedir. Kar ve kazanma putu için envai tür yalan,aldatma,hile taktikleri aleni olarak yapılmaktadır.İnfak ahlakı kar ve kazanç büyüsünü bozar,kanaati yerleştirir.Mdem infak edeceğim ne diye yalan ve dolanla çok kar peşine düşeyim anlayışı hakim olur. Mülk ve Servet Allah’ındır.Allah’ın olan Mülk ve Servet İnsanın istifadesine emaneten sunulmuştur.Bu istifade de asıl Sahip sınırlar koymuştur. Buna inanaan bir insan;kar ve kazanç için  haksızlık,adaletsizlik,cimrilik yapmayı aklından geçirirmi? Allah’a İman,O’na güven duymak ve sakınmaktır.İnfak Güven duymanın semeresidir.

11                  “Kim Allah’a güzel bir borç verecek ki,Allah’ta onu kendisine kat kat ödesin.Ona çok değerli bir mükafat versin.”
12                  “Mümin erkekler ve mümin kadınların nurlarının,önlerinde ve sağlarında koştuğunu göreceğin gün kendilerine şöyle denir;’Bu gün size müjdelenen şey içlerinden ırmaklar akan,ebedi olarak kalacağınız cennetlerdir.’ İşte bu büyük başarıdır.”
            İnfakla ilgili üç tavsiye vardır:1-Bollukta ve darlıkta harcamak.[8] 2-Sevilen meyledilenden harcamak.[9] 3-Gizli yada açıktan infak etmek.[10]
            İnfakın adabı ise üçtür:1-Allah için harcadığını çok görmemek.[11] 2-Allah Yolundaki harcamadan pişmanlık duymamak. 3-Allah Yolundaki harcamayı Başa kakmamak.[12]
            İnanıyorsanız  tam bir güven duymalısınız.Güven ise Allah Yolunda infakı gerekli kılar.[13]
            İnfakla Allah’a güzel bir borç verilmiş olunmaktadır.Bunun için,gönül hoşnutluğu içinde vermek,kırmadan,utandırmadan,sıkmadan,Allah’a verdiğini farz ederek,verdiğin kişiden hiçbir beklentiye girmeden vermek gerekmektedir.
            Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar ki onlar, yüzlerindeki nurdan tanınırlar,Allah’tan gereği gibi sakınırlar ve O’nu hoşnutluğunu gözetecek bir yaşam tarzını Vahiyle inşaa ederek cahiliyeden ayrılırlar.İşte Bunlardır başarıyı yakalamış olanlar,büyük mükafatta onlarındır.

            13-       “Münafık erkekler ve münafık kadınların,iman edenlere;’Bize bakın ki                       sizin ışığınızdan bizde aydınlanalım.’ Diyecekleri gün                                                   kendilerine,’Arkanıza dönünde bir ışık arayın’ denilecektir.Derken                             aralarına kapısı olan bir sur çekilir.İç tarafında Rahmet,öteki tarafında                    ise azap vardır.”
            İmanla mü’min olunur.İman Allah’a güven duymaktır.Münafığı mü’minden İnfak ayırır.Çünkü münafık Allah’a güvenmez.O nedenle de İnfak etmez.Ahirete iman edip Allah’a güvenen,O’nun vaadine inanarak O’na güzel bir borç(!) verir. Güvenmediğine borç vereni kimse ne görmüştür ve ne de duymuştur.
14-             “Mü’minlere şöyle seslenirler:’Bizde sizinle beraber değilmiydik?’ derlerki;’Evet,fakat siz kendinizi yaktınız.Başımıza musibetler gelmesini gözetlediniz,şüphe ettiniz.Allah’ın emri gelinceye kadar kuruntular sizi aldattı.O çok aldatıcı Allah hakkında  da sizi aldattı.’
15-             “Bu gün artık ne sizden (Ehli nifak) ne de kafirlerden bir fidye alınır.Barınağınız ateştir.Size yaraşan odur.Orası gidilecek ne kötü yerdir.”

            O nifakta olanlar (Münafıklar) kendilerine yazık etmişlerdir,hala daha dalaletlerinin etkisinde kendi kendilerini aldatmakla meşguller;”Biz sizinle beraber değilmiydik!” diyerek  Dünyada kimin yanında,kimin karşısında,nasıl durduklarını bilmez haldeki dalaletleri,kuruntu ve şüpheleri bu günkü acı sürprizi doğurdu.Hal böyleyken nifak ehlinin başına gelecek korkunç akıbet apaçık olarak Vahiyle açıklanmışken ve üstelik Allah iman edenlere;”…Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedimi?” sormasına rağmen bu dalalet ve gaflet;büyük bir cehaletin ve halifelik makamına yükselecek liyakati gösterememenin sonucudur.Sanki şöyle denilmektedir;”hala ilk iman ettiğiniz yerde duruyorsunuz.Hiçbir gayret ve fedakarlık yok.Tevhidi Dünya görüşü ve İslam Yaşam Tarzını inşaa edebilme basiret ve liyakatini göstermiyorsunuz ve cahili yaşam tarzının hala etkisindesiniz.Hala kıble olarak Batıla dönüyor,gerçek iyilikten (Birr) uzak bir anlayışı İslam  zannediyorsunuz!”
           
16               “İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedi mi?Daha önce kendilerine kitap verilip de,üzerinden uzun zaman geçen ,böylece kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar.Onlardan bir çoğu fasık kimselerdir.”
17                      “Bilin ki Allah,yeryüzünü  ölümünden sonra diriltmektedir.Düşünesiniz diye gerçekten size ayetleri açıkladık.”
18                      “Şüphesizki sadaka[14] veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler varya,onlara kat kat ödenir.Ayrıca onlara çok değerli bir mükafat da vardır.”[15]
19               “Allah’a ve peygamberlerine iman edenler varya,işte onlar sıddıklar[16] ve Allah katında şahitlerdir.[17] Onların mükafatları ve nurları vardır. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince;işte onlar cehennemliklerdir.”
                        Kim Allah Yolunda İnfak eder ve sorumlu davranır ve en güzeli tasdik eder,ona Cenneti kolaylaştırılır.[18]
                        İnsanlar “evet iman ettik!” deyince her işin tamam olduğu kuruntusu ve zannındalar.Birde bazı ibadetleri  yasak savma şeklinde işliyorlarsa iş tamamdır.Halbuki Allah;İmanın dünya görüşüne ve yaşam tarzına dönüşmesini,bilinci,şuurlu bir şekilde İslam’ın yaşanmasını,şeksiz ve şüphesiz kesin bir imana ulaşmayı ve halife[19] olarak  yaratılış maksadına erişmeyi dilemektedir.Allah,İnsanlar için; Kelime i Şahadetten sonra hala daha ahidleri yerine getirmeme,yüz çevirme,sırtını dönme gibi fiillerle nitelenebilecek,Allah’a kulluk etme sorumluluğundan, gafil olma basitliğine düşmemeyi, sorumluluklarını yüklenerek Halifelik makamına (İnsan ı Kamil) yükselmeyi başarabilmeyi dilemektedir.Eğer bu “çaba” olmazsa,kişi mevcut ikircikli,nifak durumuna alışacak ve kalpler katılaşarak fısk hali kendileri için bir din  olacaktır.Kişinin bu halde çakılı kalmasında yani “…kalplerinin saygı ile ürpermesinin zamanı gelmedimi?..” sualine neden olan en önemli etken,dünya hayatının ve nimetlerinin aldatıcı ve saptırıcı büyüsünün etkisidir.Bu büyüden de ancak, dünya metaını infak ederek kurtulmak mümkündür. İnfak hem bir görevdir,hemde arındıran ve  Allah’a yönlendiren çok önemli psikolojik etkendir.İnfakla nifaktan kurtularak sıddık olduklarını gösteren müminler şahitlik makamına ulaşmışlardır ve onlara büyük mükafat vardır ve ayrıca onların ayırt edici nurları vardır.(Bkz.12. Ayet)

20               “Bilin ki,dünya hayatı ancak bir oyun,bir eğlence,bir süs,aranızda karşılıklı bir övünme,çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. Misali;bir yağmur ki,bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider.Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün.Sonra da çer çöp olur.Ahirette ise çetin bir azap ve yada Allah’ın mağfiret ve rızası vardır.Dünya hayatı aldanış metaından başka bir şey değildir.
21                “Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni,gökle yerin genişliği kadar olan,Allah’a ve Rasulüne inanlar için hazırlanan Cennete yarışırcasına koşun.İşte bu;Allah’ın lutfudur.Onu dilediğine verir.Allah,büyük lutuf sahibidir.

            İnsan çocukluk yaparak dünya hayatının süsüne aldanarak hep böyle kalacağını zanneder.Oysa dünya hayatının, her oyun gibi,eğlence ve süs gibi cazibesi zail olup gidicidir.            Yaşlılık gelip çattığında ağızda ne tat kalır ne lezzet.Önündeki yemeği bile ağız tadıyla yiyemez hale gelir insan.Hele bir hastalıkta musallat olduğunda artık hayat bir çile ve işkenceye dönüşür.İstediği kadar malla,mülkle      övüne dursun insan.Sonu dünya hayatındayken bile hüsrandır.Ya Ahiret Yurdundaki yürek yangınlığı?Bunu akledebilenler hayatlarına bir çeki düzen verme basiretini gösterebilirler. Ancak bunlar ne kadar da azdır.Ama insanların çoğu Dünya hayatının metaına aldanarak kendilerine yazık etmektedirler.Allah insanlardan bağışlanmaya ve müminler için hazırlanmış Cennet’e, yarışırcasına koşulmasını istemektedir.İşte bu Allah’ın lütufuna  yarışarak koşuşanlar,hidayetle lütufta bulunulanlardır.Onlar Rablerine karşı sorumlulukların bilincinde olarak; en doğruyu,en güzeli ve yegane  gerçeği ve hakikati  arama titizliliğini gösterenlerdir.

22               “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki,biz onu yaratmadan önce,bir kitapta yazılmış olmasın.Şüphesiz bu,Allah’a göre kolaydır.”
23                “Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye.Çünkü Allah,kendini beğenib övünen hiçbir kimseyi sevmez.”
24                “Onlar cimrilik edip insanlara da cimriliği emreden kimselerdir.Kim yüz çevirirse bilsin ki şüphesiz Allah ganidir,zengindir,övülmeye layıktır.”

            İnsanoğlunun Dünyada uğradığı tüm musibetler Levh i Mahfuz’da önceden yazılıdır.Allah’a hiçbir şey, olan ve olacak olan gizli değildir ve zaten bizatihi Allah’ın dilemesi,izni ve onayı ile vuku bulmaktadır.İnsanda,onun halef kılındığı dünya metaı da Allah’ın mutlak mülküdür.Bütün işler,insan iradesiyle yapılanlar da dahil nihayetinde Allah’ın izni ile vuku bulur.İnsan kendi başına bağımsız bir aktör değil,İnsanların Rabbi,Meliki,İlahı olan Allah’ın ilahi programında ne yapacağı zaten bilinen kısıtlı bir hareket alanı ve özerkliği (Cüzi İrade serbestiyeti.) olan bir varlıktır.Halifeliği de burdan gelmektedir.Hal böyleyken insanın böbürlenmesi,Melikinden yüz çevirmesi,kendini müstağni görmesi ne büyük bir ayıp,ne büyük bir  haddini bilmezliktir.Bu,ancak cehalet ve nakörlükle  olabilecek bir iştir.Kendini bilen insan;Rabbine karşı  sorumluluklarının   bilincinde olarak O’nun rızasına uygun Tevhidi bir dünya görüşünü[20] ve yaşam tarzını[21] ortaya koyarak teslimiyetini deklare eder.

25                     “Andolsun Biz,elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik ki,insanlar adaleti yerine getirsinler.Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için bir çok faydalar bulunan demiri yarattık.Allah ta kendisine Rasullerine gayba inanarak yardım edecekleri bilsin.Şüphesiz Allah kuvvetlidir,mutlak güç sahibidir.”
26                      “Andolsun Biz Nuh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdik.Peygamberliği ve Kitabı onların soylarına da verdik.Onlardan kimi doğru yola ermiştir,ama içlerinden bir çoğu fasık kimselerdir.”
27                      “Sonra bunların peşinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik.Onların arkasından  da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik,ona İncili verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk.İcat ettikleri ruhbanlığa gelince,biz onu onlara farz kılmamıştık.Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri icat etmişlerdi.Fakat ona da gereği gibi uymadılar.Bizde içlerinden iman edenlere mükafatlarını verdik.Fakat onlardan birçoğu  da fasık kimselerdir.”
28                     “Ey iman edenler!Allah’a karşı gelmekten sakının ve Peygamberine iman edin ki,size rahmetinden iki kat pay versin,size kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur versin ve sizi bağışlasın.Allah çok bağışlayıcıdır,çok merhamet edicidir.”
29                      “Bunları açıkladık ki,kitap ehli,Allah’ın lutfundan hiçbir şeyi kendilerine has kılmaya güçlerinin yetmeyeceğini ve lutfun,Allah’ın elinde olduğunu,onu dilediği kimseye vereceğini bilsinler.Allah büyük lutuf sahibidir.”
            Kitap,Mizan ve Demir; İslam’ın özgün sosyo ekonomik yapısının temel saç ayağını oluşturmaktadır.Kitap doğru inanma ve doğru davranışı gösteren hidayet kaynağıdır.İslam İnsanının  şahsiyetini inşaa eder. Mizan Adalet ve Kıst’dır.Demir siyasi gücü temsil eder.Bu üçü sosyo ekonomik siyasal sistemi oluşturmaktadır.Konuyla ilgili olmakla birlikte ayrı bir çalışmanın konusu olan  sorun;Cahili Kapitalist bir sistem içinde yaşayan Müslümanlar için budur.Böyle bir  sistemde yaşayan Müslümanların üretim,tüketim (İhtiyaçların karşılanması),kazanç,infak,israf  gibi ekonomik eylemleri,asli hüviyetinden koparak egemen değer yargılarına göre şekillenmektedir.İlim erbabı,sosyal bilimciler ve Müslüman siyasetçiler,Cahili sosyo ekonomik yapı içinde yaşayan Müslümanların ekonomik faaliyetlerinin Kitap ve Mizan dahilinde cereyan etmesi için lazım gelen sosyal,ekonomik ve siyasi vasatın en azından asgari şartlarını hazırlamaları gerekmektedir.
            Allah Elçilerini açık mucizelerle gönderdi,Onlara Kitabı ve Mizanı da verdi ki,bununla muradı adaleti gözetip Kıstı[22] ayakta tutsunlar.Allah’ın tüm insanlar için yarattığı nimeti doyumsuz ve açgözlülük içgüdüleri ile ele geçirip kenz (Biriktirmek) etmek,Allah’a ve Resulü’ne en azından gerektiği gibi iman etmemek anlamına gelmektedir. Allah infakla,sadaka ve zekatla  nimetlerin, İnsanların eliyle insanlar arasında adil dağılımını istemektedir. Kitap ve Mizan bunun içindir. İki kardeşten birinin 99 koyunu olsun da daha hala gözü diğer kardeişin sahip olduğu bir koyuna göz diksin! Böylesi bir sosyo ekonomik yapı;biriktirme,bölüşmeme harisliğinden kaynaklanan ve kıst ile de bağdaşmayan bir yapıdır.Davud’un as Rabbinden mağfiret dilediği durum,görevleri arasında olan kıstın ayakta tutulmasındaki bu zaafiyettir.  Cahili Adaletsizlik tüm sapmaların,tuğyanın,azgınlığın temelidir.Allah’ın muradı barış ve esenliktir.Dünya barışını ve esenliğini ortadan kaldıran insanın bu dünyaya olan meyli,sömürü,büyüme,zenginleşme,övünme,kazanma dürtülerini kontrol edemez hale gelerek müstağnileşmesidir.Oysa gani olan ancak Allah’tır. Böylece insan Tuğyana düşerek Meliklik iddiasına kadar işi götürmektedir.





[1] İnfak için bakınız 2/219-3/92
[2] 57/20
[3] 39 Zümer 66- Hayır, onun için yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.

[4] Birr ; 2/177: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah'a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. “
[5] Nifak;İmanla inkar arasındaki tereddüt hali.Kişinin üzerinde kah iman alametleri görülür kah küfür.Teslim olmakla birlikte İmanın kalbe egemen olamaması.Kişi bu halini görmeyebilirde.
[6] 90/10-11-12-13
[7] 9/34-35
[8] 3/134
[9] 2/177
[10] 13/22
[11] 74/6
[12] 2/262-264
[13] Bkz.M.İslamoğlu Açıklamalı Kur’an Meali Hadid Süresi.
[14] Sadaka……kökünden gelir …….anlamındadır.Zekat’ta bu köktendir.Sadaka vermek,Sadakatin işaretidir,iman iddiasının ciddiyetinin en önemli alametidir.
[15] Bkz. 11.Ayet
[16] Sadaka ile Sadakati,bağlılığı,sevgiyi ıspatlayanlar.Çok sadaka; sadakatin,sevginin ve bağlılığın ne derece büyük olduğunu gösterir.
[17] Şahit ş-h-d kökünden gelir ve bir şeyi gören,bir olaya vakıf olan anlamındadır.Şehid hakka şahit olandır.Ona o kadar muttalidir ki O’nun için canını vererek şahitliğinin sadakatini canıyla ıspatlamıştır.
[18] 2/261-274
     54/17
     92/5-7
[19] 2/30 “Hani Rabbin meleklere,’Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım’ demişti….”

[20] Tevhidi Dünya Görüşü; kişinin varlığı,dünyayı,hayatı,ölümü ve ölüm ötesini; kabul ettiği referanslarla algılaması,değerlendirmesi ve buna göre girdiği yönü ve duruşu,hedef ve amaclarıyla oluşturduğu Misyonu ifade eder.Mü’min,Tevhidi bir dünya görüşüne sahiptir ve yaşam tarzıda Tevhidi dünya görüşüne göre oluşur.Aksi durumda ve tersinden okuyacak olursak,cahili bir yaşam tarzı Şirk Dünya Görüşünün eseridir.İman  öyle bir ınqılaba neden olurki,kişi Vahiyle ve Nebevi Sünnetle Tevhidi Dünya Görüşünü edinir ve Hayat Tarzı ;giyimden,yemesine,içmesine,insanlarla ilişkilerinden,mal ve eşyayla münasebetlerine İslamın boyası ve kokusu hakim olur.Böylece Şahidlerden olarak İslam Cem’aati’nin şerefli bir üyesi olur ve Vahdete iltihak etmiş olur.

[21] Yaşam Tarzı;Tevhidi dünya görüşüne göre kendiliğinden oluşan,insanlar arasındaki ilişki,eşyayla olan ilişki,tabiatla olan işkiler ağı.
[22] Kıst; : Sosyo ekonomik yapının,İnsaf,merhamet ve adalet temelinde inşaa edilerek nimetlerin bu temelde toplanması ve dağıtılması ve bölüştürülmesi ile oluşan kurumsallaşmış adil sistem.