Muhhammed’in Kelamı
ABDÜLKERİM SURUŞ’LA BİR RÖPORTAJ
Röportajı Yapan: Michel Hoebink, Aralık 2007
(http://www.drsoroush.com/English/Interviews/E-INT-The%20Word%20of%20Mohammad.html’den
çevrilmiştir.)
Çeviren:Esin Tezer
’Muhammed, Kurân’ı oluşturandır’’. Bu,
ünlü İranlı reformcu Abdülkerim Suruş’un gelecek yılın başında yayımlanacak
olan kitabı ‘Peygambere Özgü Deneyimin Genişlemesi’nde ne söylediği. Bu
görüşle Suruş; bazı en radikal Müslüman reformcudan daha da ileri gidiyor.
Zemzem’le olan bir röportajında kitabının önceden tadına varılmasını sağlıyor.
Abdülkerim Suruş, İran reform
hareketinin entellektüel lideri olarak kabul edilmektedir. Başlangıçta Humeyni
destekçisiydi. Genç İslam Cumhuriyeti’nde aralarında Humeyni’nin kültürel ve
eğitimsel reform danışmanlığı da olmak üzere çeşitli resmi görevlerde bulundu. Fakat
dini lider çok geçmeden bir despota dönünce, Suruş hayalkırıklığı içerisinde
ayrıldı. 90’ların başından beri ‘İslam demokrasisi’ kavramını tartışmaya
başlayan ‘cumhuriyetçi’ entellektüeller grubunun bir parçasıdır, fakat sonunda
İslam devleti fikrinden tümüyle uzaklaşmıştır.
Suruş’un temel argümanı basittir: ‘Tüm insanların din anlayışı tarihsel ve
hatalı olabilir’. Bu fikirle, İran’a özgü dine dayalı yönetimi basite
indirgemektedir. Çünkü tüm insanların din anlayışı hatalı olabilir ise; şeriatı
Tanrı’nın adıyla uygulamaya kimse hak iddia edemez, İran imam sınıfı bile.
’Peygambere Özgü Deneyimin Genişlemesi’ nde Suruş, dini bilginin hatalı
olabilirliği üzerindeki görüşünün kısmen Kurân’a da uygulandığını açıkça belli
etmektedir. Suruş, Nasr Hamid Ebu Zeyd ve Muhammed Arkun gibi düşünürlerle
Kurân’a tarihsel yaklaşımı savunan küçük bir radikal reformcu gruba aittir.
Ancak yeni kitabında pek çok radikal çalışma arkadaşından bir adım önde
gitmektedir. Kurân’ın sadece hasıl olmuş tarihsel durumların bir ürünü değil;
aynı zamanda tüm insan sınırlamalarıyla Peygamber Muhammed’in zihninin bir
ürünü olduğunu iddia etmektedir. Suruş; bunu zaten ortaçağa ait çeşitli
düşünürlerin ima ettiklerini, bu fikrin bir yenilik olmadığını söylemektedir.
RÖPORTAJ:
MICHEL HOEBINK: İnancını yitirmiş modern dünyamızda ‘vahiy’ gibi birşeye nasıl
anlam kazandırabiliriz?
ABDÜLKERİM SURUŞ: Vahiy, bir ‘ilhamdır’. Peygamberlerinki daha yüksek
düzeyde olsa da; o, şair ve mistiklerinkiyle aynı deneyimdir. Vahyi modern
çağımızda şiir sanatının mecazını kullanarak anlayabiliriz. Müslüman bir
filozofun dediği gibi ‘Vahiy’, daha yüksek bir şiir sanatıdır. Şiir sanatı,
bilim veya filozofiden farklı olarak çalışan bir bilgi aracıdır. Şair kendisine
dışarıdan gelen bir kaynak tarafından bilgilendirildiğini, birşey aldığını
düşünür. Ve şiir sanatı, aynı vahiy gibi bir yetenektir. Bir şair insanlar için
yeni ufukları açabilir. O, onların dünyayı farklı bir şekilde görmelerini
sağlar.
MH: Sizin bakışınıza göre Kurân, zamanının ürünü olarak düşünülmeli.
Bu, metnin üretiminde Peygamberin şahsının aktif ve hatta bütünü oluşturan bir
rol oynadığı anlamına mı geliyor?
AS: Geleneksel beyana göre Peygamber sadece bir araçtı, o sadece Cebrail
tarafından kendisine ulaştırılan bir mesajı bildirdi. Ancak benim görüşüme göre
Peygamber, Kurân’ın üretiminde çok önemli bir rol oynadı. Şiir sanatının mecazı
bunu açıklamak için bana yardım ediyor. Peygamber, tıpkı bir şair gibi
dışarıdan gelen bir kuvvet tarafından ele geçirildiğini hisseder. Fakat aslında
daha da iyidir: Aynı zamanda Peygamber kendisi herşeydir: Yaratıcı ve üretici.
İlhamın dışarıdan mı yoksa içeriden mi geldiği sorusu ise gerçekten konuyla
ilgili değildir, çünkü vahiy düzeyinde dışarısı veya içerisi arasında fark
yoktur. İlham, Peygamberin ÖZÜNDEN gelmektedir. Her kişinin özü ilahidir, fakat
Peygamber ilahiliğinin farkına varmış olduğu için diğer insanlardan ayrılır. O,
potansiyelini gerçekleştirmiştir. Nefsi Tanrıyla TEK olmuştur. Bu noktada beni
yanlış anlamayın: Tanrıyla olan bu ruhsal birleşme, Peygamberin Tanrı haline
geldiği manasına gelmez. O, sınırlı ve onun durumuna uygun hale getirilmiş bir
birleşmedir. O insan boyutudur, Tanrı’nın boyutu değil. Mistik şair Celaleddin
Rumi (Mevlana Celaleddin Rumi) bu çelişkiyi şu sözlerle açıklar: ‘‘Peygamberin
Tanrıyla olan birleşmesi aracılığıyla okyanus, bir kavanoza dökülmüştür.’’
Fakat Peygamber bir diğer şekilde vahyin oluşturucusudur da. Tanrıdan
aldığı şey, vahyin içeriğidir. Bu içerik her nasılsa insanlara bu şekilde
sunulamaz; çünkü o, onların anlayışının ve hatta kelimelerin ötesindedir. O,
şekilsizdir ve Peygamberin kişiliğinin aktivitesi onu alınır yapmak için
şekilsizi şekillendirmektir. Peygamber ilhamı bir şair gibi bildiği dilde,
hakim olduğu stillerde, sahip olduğu imajlarda ve bilgide yeniden aktarır.
Fakat kişiliği de metni şekillendirmede önemli bir rol oynar. Onun kişisel
tarihi babası, annesi, çocukluğudur. Ve hatta ruh hali. Eğer Kurân’ı
okuduysanız; Peygamberin kendini ifade etme şeklinde bazen çok sevinçli, son
derece etkili ve güzel söz söylerken; bazı zamanlarda ise sıkılmış ve oldukça
sıradan olduğunu hissedersiniz.Bütün bu şeyler Kurân’ın metninde etkisini
bırakmıştır. Bu, vahyin tamamen insana ilişkin yönüdür.
MH: Öyleyse Kurân, insana ilişkin bir yöne sahip. Bu, Kurân hatalı
olabilir manasına mı geliyor?
AS: Geleneksel bakışta vahiy hatalı olabilir. Fakat şimdilerde vahyin
sadece Tanrının özellikleri, ölümden sonraki hayat ve ibadetin kuralları gibi
bütünüyle dini hususlarda hatalı olabilirliğini düşünen yorumcular daha da
fazla. Onlar vahyin maddesel dünyayla ve insan toplumuyla bağlantılı
meselelerde yanlış olabileceğini kabul ediyorlar. Kurân’ın tarihsel olaylar,
diğer dini gelenekler ve her tür pratik dünyevi konular hakkında ne söylediği
mutlaka doğru olmak zorunda değil. Böyle yorumcular çoğu kez Kurân’daki bu
tür hataların peygamberliğe zarar vermediğini, çünkü Peygamberin ‘zamanının
insanlarının’ bilgisinin düzeyine ‘indiğini’ ve onlarla ‘zamanının lisanında’
konuştuğunu tartışıyorlar. Ben farklı bir görüşe sahibim. Peygamberin kendi
daha iyi bilirken ‘zamanının lisanını’ konuştuğunu düşünmüyorum. O aslında
söylediği şeylere inandı. O onun kendi lisanıydı, kendi bilgisiydi ve onun
dünya, evren ve insanoğlunun genetiği hakkında etrafındaki insanlardan daha fazla
bildiğini düşünmüyorum. Bugün sahip olduğumuz bilgiye sahip değildi. Ve bu,
onun peygamberliğine zarar vermez; çünkü o bir peygamberdi, bir bilimadamı veya
tarihçi değildi.
MH:Rumi gibi (Mevlana Celaleddin Rumi) ortaçağa ait filozoflardan,
mistiklerden bahsediyorsunuz. Kurân üzerindeki görüşleriniz hangi kapsama göre
İslam geleneğinde kaynağını buluyor?
AS: Benim pek çok görüşüm ortaçağa ait İslam düşüncesine
dayanmaktadır.Bütün insanlarda farklı derecelerde bulunabilen peygamberliğin
çok genel birşey olduğu düşüncesi hem Şii İslam’da hem de mistisizmde
alışagelmiştir. Büyük Şii ilahiyatçı Şeyh Mufid, Şii imamları peygamberler
olarak adlandırmamakta, fakat onlara peygamberler tarafından sahip olunan tüm
özellikleri atfetmektedir. Ayrıca mistikler genellikle kendi deneyimlerinin o
peygamberlerle aynı olduğuna inanmışlardır. Ve potansiyel olarak hatalı
olabilir insan ürünü olan Kurân bilgisi, oluşturulan Kurân’ın Mutezile
mezhebinde dolaylı olarak belirtilmektedir. Ortaçağa ait düşünürler böyle
fikirleri çoğu kez açık veya sistematik bir tarzda ifade etmemişler, bunun
yerine onları gelişigüzel kelamlar veya imalarda saklamaya eğilimli
olmuşlardır. Onlar böyle düşüncelerle başa çıkamayan insanlar arasında
karışıklık yaratmak istememişlerdir. Örneğin Rumi, (Mevlana Celaleddin Rumi)
bir yerde Kurân’ın Peygamberin zihin hallerinin aynası olduğunu belirtir.
Rumi’nin açıkça belirttiği şey; Peygamberin kişiliği, değişen ruh halleri ve
onun daha kuvvetli ve daha zayıf anlarının Kurân’da yansıtılmasıdır. Rumi’nin
oğlu daha da ileri gider.Kitaplarından birinde poligamiye (çok eşle evliliğe)
Kurân’da izin verildiğine, çünkü Peygamberin kadınları sevdiğini iddia eder.
Takipçilerine dört kadınla evlenmelerini söylemesinin nedeni buydu.
MH: Şii geleneği Kurân’ın insancıllığı üzerindeki düşüncelerinizi
geliştirmek için size daha fazla özgürlük veriyor mu?
AS: Sünni İslam’ın, Mutezile’lerin rasyonelist okulunun ve Kurân’ın sonsuza
kadar ve yaratılmamış olduğu prensibinin Eşari mezhebi tarafından kötü şekilde
bozguna uğratıldığı iyi bilinmektedir. Fakat Şii İslam’da Mutezilelik her
nasılsa hayatına devam etmiştir ve zengin filozofik gelenek için bir görgü
temeli haline gelmiştir. Oluşturulan Kurân’ın Mutezile prensibi, Şii
ilahiyatçılar arasında neredeyse karşı gelinmezdi. Bugün Sünni reformcular Şii
görüşüne ve oluşturulmuş Kurân prensibini benimsemeye yakınlaşmaktadırlar.
Ancak İran imam sınıfı, Şii geleneğinin filozofik kaynaklarını dini
anlayışımıza yeni ufuklar açmak için kullanmada isteksizdir. Onlar dinin
muhafazakar anlayışı üzerine güçlerini dayandırmışlardır ve peygamberliğin
doğası gibi olan konular üzerindeki tartışmayı açarlarsa herşeyi
kaybedebileceklerinin korkusunu yaşarlar.
MH: Çağdaş Müslümanlar için görüşlerinizin ve Kurân’ı ahlak kılavuzu
olarak kullanma şeklinin sonuçları nelerdir?
AS: Kurân’ın insan bakışı dinin temel ve raslantısal özellikleri arasında
ayrımsamayı mümkün kılar. Dinin bazı kısımları tarihsel ve kültürel olarak
belirlenmiştir ve bugün artık güncel konularla ilgili değildir. Örneğin,
Kurân’da saptanmış bedensel cezalandırmalarla olan durum budur. Eğer Peygamber
başka bir kültürel ortamda yaşasaydı, o cezalandırmalar büyük olasılıkla onun
mesajının bir parçası olmayacaktı.Bugün Müslümanların görevi zamanla Kurân’ın
esas mesajını çevirmektir. O, bir atasözünü bir dilden bir diğerine çevirmek
gibidir. Siz onu kelime kelime çevirmezsiniz. Aynı ruha sahip, aynı içeriğe
sahip, fakat belki de aynı ifade tarzlı başka bir atasözü bulursunuz. Arapçada,
‘O hurmaları Basra’ya taşıyan biri gibidir’ dersiniz. Eğer onu İngilizceye
çevirirseniz, ‘O Newcastle’a kömür taşıyor’ dersiniz. Kurân’ın tarihsel, insan
bakışı bize bunu yapmaya izin vermektedir. Kurân’ın asıl itibariyle Tanrının
oluşturulmamış, başı ve sonu olmayan bir kelâmı olduğu fikrinde ısrar
ediyorsanız; kendinizi çözülemeyen bir ikilemde bulursunuz.
Michel Hoebink, Radyo Hollanda Dünyası’nın Arapça
Departmanında çalışmaktadır. ‘‘Peygambere Özgü Deneyimin Genişlemesi’’
Brill, Leiden tarafından 2008’in başında yayımlanacaktır. Abdülkerim Suruş için
İran’da çalışmak Cumhurbaşkanı Ahmedinejad yönetime geçtiğinden beri son derece
güç hale gelmiştir. Bu nedenden dolayı, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki
Harvard, Princeton ve Berlin’deki Wissenschaftskolleg gibi batı üniversitelerinde
öğretme davetlerini kabul etmiştir. Suruş; geçen akademik yılda Amsterdam’daki
Açık Üniversite’de ve Hollanda, Leiden’daki Modern Dünyada İslam Çalışması
Enstitüsü’nde konuk öğretim görevlisiydi.