30 Mayıs 2010 Pazar

Ey İnsanlar!
Yarışacak İseniz;
Gerçek Değerler İçin Yarışın!

Atilla MORÇOL
 
Dünya hayatının gelip geçiciliği ve dünya nimetlerinin de ölümle elden çıkıp gideceği herkes tarafından pek güzel bilinir bilinmesine ancak; unutulur,göz ardı edilir, düşünülmemeye çalışılır. Adeta insan kendi kendini kandırır. İşte bu Ademevladının yeryüzü imtihanında ki  yumuşak karnını, zaaf noktasını oluşturmaktadır. Yani Adem’in ve Eşi’nin Cennetteki aldanışına  neden olan,  'yasak ağacı'; şeytanın  “Şecer-i Hult” olarak tanıtarak, içindeki çirkin damarın ortaya çıkmasını sağlamasıydı. Ademin Cennetteki aldanışındaki saik yeryüzünde Ademevladının aldanmasındaki nedenin aynıdır. Bu sayede bir dünyevi yarıştır,tozu dumana katar, kimseyi, hiçbir şeyi, hesabı, ahireti,ölümü,  bu karmaşa içinde görmez insan, görmek istemez. Böyleleri husrana koşanlardır. Bedbaht olanlar, acıklı ve aşağılayıcı, rezil edici bir azaba müstahak olanlardır.
İnsanlar vardır, Ademin varisidirler.İman nimetinin parıltısını; on beşindeki ay misali çehrelerinde yansıtan bahtiyarlar!?  Yarıştıkça yarışanlar, öne geçenler!? “Ey nefsi mutmain! Rabbin senden razı,sen Rabbinden razı! Gir Cennetime!”  hitabına mazhar olmuş, kazandığı saadedin pırıltısı gözlerinden ışıl ışıl yansıyan Ebrarlar,Mukarrebler, Eimmetül Huda; iyilerin imamları.Sabigun; Kendilerini  adayanlar!? İşte ! Akıllı olan, akleden,düşünen erdemli, ileri görüşlü, aydın,aydınlık zihniyetli insanlar bu büyük saadet için yarışan  ve Ademin Varisi olmaya hak kazanan insanlardır. Bu büyük saadet ve mutluluk, azim nimet, yarışmaya değer olan yegane değer ve makamdır. Rabbin hoşnutluğunu ve ikramını kazanma makamı! Bundan daha değerli ve büyük, ne olabilir akıl ve gönül sahipleri için!?
Hayrda yarıştılar,fedakarlıkta yarıştılar,mallarıyla canlarıyla Rablerinin rızasını kazanmak için ceht ettiler. Önderler oldular. Hayrı tavsiye edip yaygınlaştırdılar,kötülükten nehyettiler. Onlar Muqarrebtirler.Nefislerini Allah’a  feda eden fedailerdir. Onlar Rablerine kendilerini Kurban olarak sunanlar, nefsi mutmainlerdendir. Allah onlardan razı onlar Rablerinden razı olarak Cennete girenlerdir.
“10- Yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncüler’dir.11-      İşte Onlar Muqarreb’dir.”(56 Vakıa 10-11)
     Onlara sakınmalarına karşılık Rabbin tarafından   aklın ve hafsalanın almayacağı nimetler ve eşsiz makamlar sunulur. Mutaffifin’de  Onlardan şöyle bahsedilir: Hayır, Ebrâr'ın Kitabı illiyin'dedir.19-   İlliyin'in ne olduğunu İdrak ettin mi?20-merkum bir Kitap’tır.21-    Ona Muqarreb olanlar Şahid’dirler. 22-Gerçek şu ki, Ebrâr, elbette Ni’metler içindedirler.23-Tahtlar üzerinde seyretmektedirler.24- Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde görürsün!."

Vakıa’da ise; 12-Ni’metler’le donatılmış Bahçeler'de.13-  Muqarrebunun çoğu geçmiş ümmetlerdendir.14-   Birazı da Sonrakiler’den.15-İşlenmiş Tahtlar üzerindedirler.16-Üstlerinde Karşılıklı olarak yaslanmışlardır.17-Çevrelerinde Ölümsüzlüğe ulaşmış Gençler dolaşır.18- Kaynağı’ndan Testiler, İbrikler ve Kadehler,19-  Ki bundan ne Başlar’ı ağrır ne de kendilerinden geçip Aqıllar’ı çelinir.20- Arzulayıp seçecekleri Meyveler,21- Canları’nın çektiği Kuşeti,22-  Ve İri Gözlü Huriler,23- Sanki Saklı İnciler gibi.24-Yapmakta olduklarına Karşılık olmak üzere.25-Orada  ne Boş Söz işitirler, ne de Günah’a sokma.056.26- Yalnızca bir Söz: Selam, Selam.” 25-Onlar’a Mühürlü, katıksız bir Şarap’tan içirilir.26-ki onun sonu Misk’tir. Öyleyse, Değerli Şeyler’e ulaşmak için (can atanlar) bu (cennet içkisi)ni hedeflesinler.27-Onun Karışımı Tesnim'dendir.28-Bir (nimetin) Kaynak ki, Muqarrebler O’ndan içer."
Dünya hayatında fani hayatın geçici metaına ulaşmak için can atanlar, asıl yarışı ebedi hayatın bu nimetleri için yapmalıdırlar. Onlara içiminin sonu ‘Misk’ olan özel, mühürlü, saf şaraptan içirilirki, karışımı Tesnimden’dir. Öyle bir kaynak ki Muqarrebler o kaynaktan içerler. Yüce yaradan Allah’ın böylesi  bir mutluluk ve  saadetine muhatap olmak; ilahi alaqa ve ilgiye ve ayrıcalığa mazhar olmak azim bir nimet olmanın yanında her şeyden önce ve önemlisi ve hayrete mucib yanı;  'Nun' Meleğinin mutluluk ve hazdan dolayı hayretten mutluluğun doruğunda donma halidir. Bu ancak takdir etme yeteneğine sahip olanlar için anlaşılır bir durumdur.  Lakin böyleleri ne kadar azdır. Böylesi muhteşem,çılgın ve hayret bir makam, elbetteki dünya hayatında Rabbin için büyük fedakarlığı gerektirir. Bu fedakarlık, özveri ve diğergamlık, azim bir ahlaka sahip olmayı gerektirir. Bu da Allah’a yönelmeyle, sakınmayla, haramlardan, çirkinliklerden, kir ve pastan kurtularak Libas-ı  Taqva'yı bürünmeyle  elde edilebilecek bir kazanımdır.  
                 İşte yarışacaksanız bunun için yarışın. Düşünen,akleden, aydın ve aydınlık  zihinli insanlar; yarışmaya, rekabete  değer olanın  ancak  kainatın sahibi olan Allah’ın bu özel alaqasının değer olduğunu idrak edebilirler. Allah’a yönelerek, hayrda yarışla kazanılacak olan kariyer ve ödül budur. Bu ödülün ancak,Allah’a yönelerek, O’ndan sakınarak hayrda yarışanlara ve hayr  biriktirme liyakatini edinmiş kariyer sahiplerine sunulacağı  haber verilmektedir.

25 Mayıs 2010 Salı

Modernizmin Büyüme Tutkusu

Atilla MORÇOL


               Dünyayı yegane gerçeklik kabul eden tüm ideolojiler, ki; İslam’ın ‘cahiliyye’ olarak vasfettiği ‘modernizm’ ortak çablrının  ürünüdür, dünyaperest, tekasürcü, israfçı dünya görüşü ve yaşam tarzı ile, insanlık tarihi boyunca yer yüzünü ve insanlığı buhrana ( kaosa )  sürüklemişlerdir. Modern Çağda  gelinen son  nokta da;  kitle imha silahları, savaşlar, buhranlaşan ahlaksızlık, gücün barbar hegemonyası ile, medeni ve insani olmak bir yana, iblisin iğvası ile ilkellik ve barbarlık bataklığına  müntesiblerini mahkum etmişlerdir. Ademevladının aldanış serüveni, Adem ve Eşinin Cennetteki ilk sınavı ile başlar ve Ademin Varisi olamayan evladları,  ayni aldanmayı nesiller boyu tevarüs ettirerek sürdüregelmektedirler. Ademi  yanıltan İblis; kulaklara fısıldıyarak hep ayni yöntemi ve zokayı kullanarak Ademevladlarının  ebedilik meylini  ‘Şecer i Hult’ yemiyle  her fırsatta açığa çıkartılmasına neden olmaktadır.  İşte bu ebedilik  tutkusu; dünyaperest,tekasürcü, gösteriş ve  israfçı ideoloji modernizmin; alt yapısını oluşturmuştur. Bu durum; ”mülkiyyet ebedilik duygusunu tetikler ve besler!” şeklinde de formüle edilebilir. O nedenle ihtiyaç fazlasının biriktirilmesi yasaklanmıştır. Yiyiniz,içiniz ama israf etmeyiniz. Biriktirme israftır. Aslaolan ve meşru ve tavsiye edilen tasarruftur. Tasarruf nimetin yerli yerince, gerektiği gibi harcanmasıdır.  ‘Büyüme’ Modernizmin ekonomik ideolojisinin  temel doktrinidir.[1] Büyümek için  sürekli artan bir ‘talep’ e ihtiyaç vardır. Dünya halkları tükettikçe global sermaye büyüyecek buna karşılık; yoksulluk ve açlık kitlesel ve bölgesel boyutlara ulaşacaktır. Nitekim tarihte görülmemiş bir şekilde yoksulluk ve açlık son yüzyılda artarak neredeyse Dünya nüfusunun  beşte biri seviyesine ulaşmıştır. Bu nedenle reklam ve propaganda ile ‘talep’ devamlı körüklenmkte ve  aktif tutulmakta, Bilim ve teknoloji ile yeni yeni suni ihtiyaçlar  icat edilmekte ve türetilmektedir.  Zira, ‘ Büyüme’ bu talebe bağlıdır. Talep olmazsa büyüme durur. Modern iktisadın temelleri, büyüme, karın maksimizesi, sermayedar sınıfın çıkarları ve  refahı esas alınarak atılmıştır. Büyüme tutkusu bulaşıcı bir virüs gibi zenginler arasında yayılmaktadır. Bu durum yeni de ortaya çıkmış bir olgu değildir. Ademevladının kadim sorunsalıdır. Ve 'imtihanın' temel unsurlarından biridir.
               Sözde modern iktisat bilimin (!) ‘İhtiyaçların sınırsız, kaynaklar ise sınırlıdır’  yalanının hiçbir ilmi temeli yoktur. Bu dogma üzerine bina edilmiş bir iktisad politikası,Modern Batı Oligarşisi’ ni Büyüme Doktrini ile sürekli beslemektedir. Batı kendi içinde de Büyüyenler ve küçülenleri yaşamaktadır. Gelişmiş Kuzeyle yoksul Güney arasındaki ekonomik tezat, Batılı toplumlar içinde de görülmektedir. Örneğin Kaliforniya Eyaleti gelişmiş/zengin Teksas karşısında Güney’in yoksulluğuna karşılık gelmektedir. Büyüme Doktrinine göre dizayn edilen uluslararası   ekonomik sistem; israfçı, gösterişçi tüketimle büyümektedir. Bu tüketim Modern Batı Oligarşisini ve işbirliği içindeki geri kalmış ülke burjuvazisini zenginleştirirken, ayni ölçüde Dünya Halklarını yoksullaştırmaktadır. Büyüme Doktrini; Batı Oligarşisinin servetine servet katma işlevi görürken, taşeronları konumundaki üçüncü Dünya dediğimiz az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke oligarşisine de hizmetleri karşılığı hatırı sayılır bir komisyon ödeyerek, Dünya Halklarının yoksulluğuna mukabil gelecek bir zenginliği lutfetmektedir. Nekadar tüketirsen o kadar fakirleşirsin gerçeği örtbas edilerek Halkların dikkatinden kaçırılmaktadır. Refah özlemi, geniş halk kitlelerinin;  lüks ve pahallı sanayii ürünlerini tüketmeye yönlendirmektedir. Ne kadar tüketim o kadar büyüme ilişkisini bilen zengin oligarşi reklam, moda, şartlandırma ve kültürel yönlendirme ile tüketim ekonomisi kurgulamıştır. Bunun sonuçları da; zenginlerin servet yığmaları, Halkların fakirleşmesi ve yoksullaşması şeklinde ortaya çıkmaktadır.
             Bu saadet zincirinden kurtuluş mümkünmüdür!? Elbette mümkündür.Ancak oldukça da  zordur. Dünya Halklarının koşullandırılmış tüketim hastalığından kurtulması durumunda yada örgütlü ve planlı bir tüketim kültürünün yerleşmesi ile, Batı’nın Büyüme Doktrini çökecek, yalana dayalı ekonomik sistemleri işlevini kaybedecektir. En azından bir adet Laptop bilgisyara karşılık bir traktör buğday dönemi bitecektir. Böylesi bir kültür, modern kapitalizmin elinde sağmal inek konumunda olan Dünya Halklarını özgürlüğe kavuşturacaktır. İslam İktisadiyatı, insanlığa global istismar ve istikbardan kurtuluş yol ve yöntemini göstermektedir: İsraf değil, İktisad ve tasarruf.  Gelişmeye evet ama Büyümeye Hayır! Dünyaya sırtını çevirenlerin [2], Dünya önüne serilir! Dünyaya iltifat edip yönelen,dünyaya sermaye olur. Ahirete yönelenler için; dünya ahiretin sermayesi olur.İlahi Denklem   böyle kurulmuştur. Merkantilist[3] hurafe sadece hurafedir.


[1] Büyüme Doktrini; karı,mülkiyeti, refahı, gösterişi, zenginliği putlaştıran cahili kapitalizmin putlarının bekası için  her yolu mübah gören dogması.
[2] Yoksulun dünyaya sırtını çevirmesi değil kasdedilen zühtür. Zengin olduğu halde dünya nimetine iltifat etmeyenin, zengin  istikbar karşısında eli güçlenir. Bir buçuk milyar Müslüman nüfusun  tüketimini %50 kısması durumunda  Batılı zengin oligarşinin ne büyük krizler yaşayacağı üzerinde durulmalıdır.
[3] Merkantilizm:Avrupa da 16. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın ilk yıllarına kadarki 300 senelik bir dönemi kapsayan devrede egemen  iktisadi sistem ve anlayış. Merkantilizm; “Tanrı Dünyayı yarattı.Ancak gökyüzünde tasarruf ederek  yeryüzünün krallığını insanlara bıraktı. Her şeyin tabii kanunları vardır.İktisat bilimininde kendi tabii kanunları vardır. Ekonomide  ‘ Bırakınız yapsınlar bırakınınız etsinler!’ anlayışını savunur.  

24 Mayıs 2010 Pazartesi

BÜYÜME İDEOLOJİSİ
Ali Bulaç
 24.04.2010 ; Zaman  Gazetesi
"Büyüme" maddi hayatın araç-gereç seviyesinde azami ölçülerde yeniden üretilerek biriktirilmesi, çoğaltılması, çeşitlendirilmesi ve tüketilmesi esasına dayalı bir iktisat ideolojisidir.
Modern ekonomik gelişme ve teknolojik ilerlemenin temel dinamiği bu ideolojinin işler halde tutulmasına bağlıdır. Büyüme, modern ekonominin hem gücü hem zaafıdır. Büyümeyi sağlamaya çalıştığınız sürece büyürsünüz, bundan vazgeçtiğiniz anda modern üretim yapısı ve piyasa durur. Kural basittir: "İltifat marifete tabidir, müşterisi olmayan mal zayidir." Bir ürüne müşteri olmuyorsanız, o ürünün üretilmesini gerektiren bir sebep de kalmaz.
İnsan bütün dünyayı ve hatta kâinatı temellük etmek ister. İblis, Adem'i, cennette iken dahi "sınırsız mülk ve ebedilik" vaadiyle kandırmıştı. Bizden istenen kanaatkâr, mütevazı ve temel ihtiyaçlara (tekmiliyat ve tahsiniyatı da gözeterek) cevap verecek bir ekonomik faaliyet modelidir. Aksi halde Efendimiz (sas)'in buyurduğu gibi "İnsanın Uhud Dağı kadar altını olsa, bir o kadar daha olmasını ister. İnsanın gözünü bir avuç toprak doyurur". Temel ihtiyaçları ve fizyolojik kapasitesi itibarıyla insan sınırlıdır. Midesi dolar, gözü doymaz. Büyüme ideolojisi insanın bu doymaz, açgözlü, istifçi ve muhteris yanını kışkırtarak ayakta durur. Ancak şu üç nokta önemlidir:
1) Büyümenin, fiziki mekân, maddi zemin ve ekolojik kapasite itibarıyla bir veçhesi var. Her maddi/fiziki hareket sınırlıdır. Ekonomi de maddi bir hareket olduğuna göre, büyümenin de sınırları olması gerekir. Birçok uzman ve aydına göre, kapitalist ekonominin fetişleştirdiği bugünkü ekonomik faaliyet, büyümeyi fiziki sınırlara getirip dayandırmıştır. Daha ötesi tehdit edicidir. Tehdit altına giren salt fiziki dünya değil, insanı da içine alan toplu halde canlı hayattır.
Bir apartmanı düşünün. Sürekli bir biçimde altını kazıyıp boşalttığınız takdirde günün birinde göçer, yüzlerce insan göçük altında kalır. Son iki yüz senedir artan bir hız ve genişleyen bir kapasite kullanımıyla yerin altındaki doğal kaynakları (petrol, doğalgaz, demir, kömür vs.) çekip çıkarıyoruz. Bunun deprem fırtınalarına yol açması mukadderdir. Belki de Efendimiz (sas) tam da bu çerçevede "kıyametin belirtilerinden biri olarak deprem fırtınaları"na işaret etmişti.
2) Büyümenin Batılı ve kuzeyli refah toplumlarına bakan bir yüzü de vardır ki, bu bize "kalkınma ve gelişme siyaseti" olarak döner. Batı-dışı toplumlar büyüme (kalkınma ve gelişme) ideolojisine taptıkça, zengin ülkelerin refahı artar, askerî, politik ve jeostratejik güçleri pekişir. Çünkü büyümenin ekonomik ve teknolojik formlarını onlar tayin ediyor, buluyor, bize öneriyor ve biz onların bir önceki aşamadaki "gelişme düzeyleri"ni yakalamaya çalışırken, onlar "daha ileri formlar" geliştiriyorlar. Onların önceki formları ve üretim tekelini ellerinde tuttukları eşzaman araç gereçleri bizi kendilerine pazar yaparak satıyorlar. Bizim hammadde kaynaklarımız ucuz, onların teknolojik ürünleri pahalıdır. Bizim kalkınma adına geleneksel eğitimimiz, toplum yapımız, aile anlayışımız modernleşmedikçe onların refahı artmaz, zenginliklerine zenginlik katılmaz. Kısaca bizim gibi toplumların "kalkınma programları ve gelişme projeleri" Batı'nın maddi refahını ve değişen yeni üretim süreçlerini artırma esasına dayanmaktadır. Yani biz kalkınma çabasını sürdürdükçe onlara bağımlı olmaya devam ediyoruz.
3) Büyüme, tabiatı gereği eşitsizdir ve eşitsizliklere dayanmaktadır. Başka bir ifade ile büyüme, adaletsizliğin rasyonelleşmesi ve kurumsallaşması sürecidir. Küreselleşme, kapitalist üretim, bölüşüm ve tüketim yapısının küre ölçeğine yayılmasını öngörmektedir ki, bunun sonucunda ülkeler, bölgeler ve sınıflar arasında derin eşitsizlikler yaşanmaktadır. Eşitsizliğin derinleştiği her adımda çatışma, savaş ve patlama potansiyelleri artmaktadır.
Muhafazakâr iktisatçılara sorum şu: Bu çerçevede anlattığımız büyüme süreçlerine sizin hiçbir itirazınız yok mu?

23 Mayıs 2010 Pazar

VAHDET ve  ÜMMET!

Atilla MORÇOL

           Mesele 'Adam' olabilme meselesidir. Ademin Varisi olabilmek yani. Bu; ölçü olarak Kur'anı, örneklik olarak Rasulullah'ı kabule ve bunu 'ahlak' edinebilmeye bağlıdır. Sadece Bilerek işlediklerimizden değil, bilmeyerekte işlemiş olduklarımızdan bile Allah'tan sakınma melekemizi geliştirmeye bağlıdır . Ademin Varisi olabilmek; arınma ve temizlenme iradesini ortaya koyabilmekten geçer. Ümmetleşme ve Vahdet böylesi bir ameliyeden geçip; Kur'anda vasfedilen şu iki insan sınıfından birine girebilmekle mümkündür. Bu zor bir iştir elbette. Aqabe Yokuşuna  (Bkz. Beled Süresi) vurmadan ne vahdet gerçekleşir ne de ümmetleşme! Bulunacağımız Hat Kur'an Hattı,örneğimiz Rasulullah olmalı ve davetimizde bu yönde olmalıdır.  Hiziblere, mezhep ve  cemaatlere davet; Vahyi bir davet değildir. Hiziplere,mezheplere,cemaatlere vurgulu 'davet yöntemi' (!) İslamın Davet kavramına değil beşeri ideolojilerin 'propaganda' yöntemine daha yakındır. Böylesi bir propaganda;  Vahdeti değil ama ayrılıkları,bölünmüşlükleri alevlendirir, güçlendirir.Davet Kur'an ve Sahih Sünnet merkezli bir söylemdir.   Siz Kur’ana ve Sünnete Davet ederseniz;  bu iki büyük Kılavuz tabi olanları, Allah’ın hoşnut olduğu Yere zaten götürecektir. Bu işin olmazsa olmazıda;Davetçilerin yani Vahdete ve İslama çağıranların her türlü büyük,küçük kir ve pastan arınmış olması en azından arınma iradesine sahip olmasıdır. (Bkz. Müddessir 1-7)
           Hayat rehberimiz Kur’an-ı Azimüşşan Ademevladlarına nasihat ve uyarıları sadedinde;beşerin itikad ve ameli ahlakı çerçevesinde Ahiret Yurdunda üç sınıf olacağını haber vermektedir : “Ve Sizler de Üç Sınıf olduğunuz zaman.[2]
Buyurulmaktadır.Bu üç sınıftan birinci ve ikinciler iyilerden üçüncüsü ise kötülerden oluşanmaktadır.
 A) Muqarrabun yani öncülerden oluşmaktadır. Eimmetül Huda iyilerin imamları.Kendilerini Kurban edenler.(Grb), adayanlardır: Humeyni ra,Şeyh Said ra, Ömer Muhtar ra, Şeyh Ahmed Yasin ra, Şehid Rantisi,Şehid Seyyid Kutup ra,Şehid Abbas Musavi ra ve isimlerini sayamadığımız yolumuzu aydınlatan daha niceleri gibi kendilerini Rablerine kurban eden son yüzyılın tanınmış hidayet rehberleridirler.Birçoğu geçmiş ümmedlerdendir.Birazı sonrakilerdendir.Giderek azalmaktadırlar.
B) İyiler:Ashab-ı Yemin. Ashab-ı Meymene’de denmektedir Ibadurrahmanlar. Afganistan’da,Filistin’de,Bosna’da,Tahmili Körfez Savaşında canlarını Rablerine kurban eden muvahhidler bu sınıfı oluştururlar.Bir kısmı önceki ümmedlerden bir kısmı da sonrakilerdendir.
 C) Ashab-ı Şimal, Şimal Ashâbı! yada Ashab-ı Meş’eme. Bunlar kötüler,günahkarlar,mükezzibin,habis karakterlilerdir.Öncekilerden de sonrakilerdende çoğunluktur.[3] Bu sınıfın en azılıları da istikbar eden,küfrün önderleri denilen; eimmetül küfr’dür.Şimdi sırasıyla bu üç insan sınıfının hususiyetlerini,Davete icabetleri karşılığında karşılaştıkları ilahi lutufları yada yüz çevirmelerinden dolayı elim azap sahnelerini Vahyin penceresinden görmeye çalışalım.

A)Muqarrebun; Kendilerini Qurban Edenler:
Vakıa Süresinde bu sınıf şöyle anlatılır;
“10- Yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncüler’dir.
Hayrda yarıştılar,fedakarlıkta yarıştılar,mallarıyla canlarıyla Rablerinin rızasını kazanmak için ceht ettiler.
056.11- İşte Onlar Muqarreb’dir.
Onlar Muqarrebtirler.Nefislerini Allah’a feda eden fedailerdir. Onlar Rablerine kendilerini Kurban olarak sunanlar, nefsi mutmainlerdendir. Allah onlardan razı onlar Rablerinden razı olarak Cennete girenlerdir.[4]
Muqarrebunla ilgili anlatımlara Mutaffifin Süresinde devam edilir;
” 083.18- Hayır, Ebrâr'ın Kitabı İlliyin'dedir.19- İlliyin'in ne olduğunu İdrak ettin mi?20-Merkum bir Kitap’tır.21- Ona Muqarreb olanlar Şahid’dirler. 22-Gerçek şu ki, Ebrâr, elbette Ni’metler içindedirler.23-Tahtlar üzerinde seyretmektedirler.24- Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde tanırsın. [5]
Muqarreblere Rablerinin Lutfu olarak verilen nimetler:
Muqarrebuna, Allah’ın lutfettiği benzersiz nimetler ;Vakıa Süresinde şöyle anlatılır:
056.12-Ni’metler’le donatılmış Bahçeler'de.13- Muqarrebunun çoğu geçmiş ümmetlerdendir.14- Birazı da Sonrakiler’den.15-İşlenmiş Tahtlar üzerindedirler.16-Üstlerinde Karşılıklı olarak yaslanmışlardır.17-Çevrelerinde Ölümsüzlüğe ulaşmış Gençler dolaşır.18- Kaynağı’ndan Testiler, İbrikler ve Kadehler,19- Ki bundan ne Başlar’ı ağrır ne de kendilerinden geçip Aqıllar’ı çelinir.20- Arzulayıp seçecekleri Meyveler,21- Canları’nın çektiği Kuşeti,22- Ve İri Gözlü Huriler,23- Sanki Saklı İnciler gibi.24-Yapmakta olduklarına Karşılık olmak üzere.25-Orada ne Boş Söz işitirler, ne de Günah’a sokma.056.26- Yalnızca bir Söz: Selam, Selam.”
Yine Mutaffifin Süresinde ise; bu nimetlere devamla, şöyle zikredilir;
083.24-Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde tanırsın.25-Onlar’a Mühürlü, katıksız bir Şarap’tan içirilir.26-ki onun sonu Misk’tir. Öyleyse, Değerli Şeyler’e ulaşmak için (can atanlar) bu (cennet içkisi)ni hedeflesinler.27-Onun Karışımı Tesnim'dendir.28-Bir (nimetin) Kaynak ki, Muqarrebler O’ndan içer.
Muqarrebuna lutfedilen nimetlerin harkuladeliği Onların yüzlerindeki hoşnutluktan anlaşılır.Onlara kişiye özel,katışıksız bir şaraptan ikram edilir. İçiminin sonu hatemu u misktir.Onun karşımı tesnimdendir.Muqarreblerin içtiği bir kaynaktan.İşte yarışacaksanız bunun için yarışın.
B)Ashab-I Yemin ;İyiler; Ashab-I Meymene
Ashab-ı yemin yada ashab-ı meymene ilgili olarak;Furqan Süresindeki anlatımlarda;
025 .63- O Rahmân'ın Kulları, Arz’da alçak gönüllü olarak yürürler ve Cahiller kendilerine muhatap oldukları zaman da "Selam" derler.64-Onlar, Rabb'lerine secde ederek ve Qıyama durarak gecelerler.,65-Onlar: "Rabb'imiz Cehennem Azab’ını bizden geri çevir, gerçek şu ki, onun Azab’ı ödenmesi kaçınılmaz bir Borç " derler.66-"Elbette o ne Kötü bir Karargah ve ne Kötü bir Konaklama Yeri’dir."67-Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar, orta bir yol tutarlar..68- Allah ile beraber bir İlah'a dua etmezler. Allah'ın haram kıldığı Can’ı Haqsız yere öldürmezler ve Zina etmezler….”
Buyurulmaktadır.
Vakıa Süresindeki anlatımları şöyledir;
056.27- Yemin Ashâbı, ne Ashâb-ı Yemin!.28-Yüklü Dallar’ı bükülmüş Kiraz,29- Üstüste dizili Meyveleri sarkmış Muz Ağaçları,.30- Yayılıp uzanmış Gölgeler,31- Durmaksızın akan Su,.32-Ve bir çok Meyveler arasında,.33- Eksilmeyen, yasaklanmayan,34- Yüksekler’e kurulmuş Döşekler.35-Gerçek şu ki: Biz Onları yeni bir inşa ile inşa ettik. 36- Onları hep Bakireler kıldık.37-Eşleri’ne Sevgi ile Tutkun, hep Yaşıt,.38-Yemin Ashabı olanlar için..39- Birçoğu Geçmişler’den.40- Bir çoğu da Sonrakiler’den.
Ashabı Yemin le yani Ebrar/ iyilerle ilgili olarak Mutaffifin Süresindeki anlatımlar ise şöyledir:
083.18- Hayır, Ebrâr'ın Kitabı İlliyin'dedir. 19-İlliyin'in ne olduğunu İdrak ettin mi?.20-Merkum bir Kitap’tır..21- Ona Muqarreb olanlar Şahid’dirler..22-Gerçek şu ki, Ebrâr, elbette Ni’metler içindedirler.23-Tahtlar üzerinde seyretmektedirler.24- Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde tanırsın. .25-Onlar’a Mühürlü, Katıksız bir Şarap’tan içirilir. .26-Ki onun sonu Misk’tir. Öyleyse, Değerli Şeyler’e ulaşmak için (can atanlar) bu (cennet içkisi)ni hedeflesinler..27- Onun Karışımı Tesnim'dendir. 083.28-Bir (nimetin) Kaynak ki, Muqarrebler O’ndan içer.
C)Ashab-ı Şimal; Ashab-ı Meş’eme:Mükezzibin. Bunlar inkarcılardır ki konumuz dışındadırlar. Bakınız: Mahruman ve Mustazafin; “Ve Sizler de Üç Sınıf olduğunuz zaman!”

[2] 56 Süre i Vakıa.
[3] 012.Süre i Yusuf 103- “ Sen Şiddetle arzu etsen bile İnsanlar’ın Çoğu inanacak değildir.”
[4] 089. « Süre i Fecr 27- « Ey Tatmin olan Kişilik! 28- Artık dön Rabb'ine, Hoşnut edici ve Hoşnut olunmuş olarak. 29- Artık gir Kullarım’ın arasına, 30- Gir Bahçem’e. »
[6] 2 Süre i Bakara
[7] 83 Süre i Mutaffifin

13 Mayıs 2010 Perşembe

Tevhid;  Yüce Bir Ahlaka,
Şirk; Cahili Törelere
İstinad Eder

Atilla MORÇOL

            Müslüman toplumların içinde bulunduğu buhranın ve dolayısıyla tarihin gerisine düşmesinin temelinde ;yüce ahlaktan mahrumiyet,erdem ve fazileti terk,cahili değer yargılarını ve törelerini sahiplenme yatmaktadır. Yüce bir ahlaktan yoksunluk İslam Toplumlarını sürüleştirmiştir. Tevhid Toplumu ile Şirk temelli  toplum arasındaki  farkı,maalesef insanlara gösterebilme  şansına sahip değiliz. Bunun için ancak 1400 Yıl öncesine, Selam Yurdu  Medine i Fazılaya gitmemiz gerekiyor. Tevhid Toplumu; Vahyin nuzulü ile birlikte Rasulullah’ın gayretli örnekliği ve önderliği ile adeta dantel gibi örülmeye başlanmıştı. Tevhid Toplumunun inşaası,öncelikle insanın inşaasını gerekli kılmaktadır. Bireyin  Vahiyle inşaa edilmesi ile eş zamanlı olarak yepyeni bir cemiyyet inşaa edilmektedir.Bu nedenle Vahiy süreci 23 yıla yayılmıştır. Bu süreç içinde insanlar sadece İslamı kabul etmekle kalmadılar,Rasulullah’ın rehberliğinde yeni bir şahsiyet, yeni bir yaşam tarzı ve yeni bir ahlak inşasını gerçekleştirdiler. Böylece, Muqarrebun,Rahmaniyyun öncülüğünde  ıbadurrahmanlar dan oluşan Ümmet, cemiyeti dönüştürerek; Muvahhid bir toplum olan Ümmeti inşaa ettiler. Medine de Rasulullahın rehberliğinde ve yardımcıları olan Ashabının gayretleri ile olan budur. İslam’ın bu bireysel ve toplumsal inşaa ve ihya hareketini,beşeri ideoloji ve projelerden ayıran bu yönünün çok iyi anlaşılması gerekmektedir. İslam temelde; bireysel ve toplumsal inşaayı; gönüllülük,içtenlik,sadakatle,ihlas ve samimiyet temelinde yürütmek istemektedir.Ki bu yüce bir Ahlak (Kalem 4)  ve erdem ile mümkündür. Beşeri ideolojiler ise önderlerinin koyduğu ölçüler ile kanunun ve otorite ile toplumu inşaa etmeye çalışmaktadır. Bu da her yönüyle bir sera ürünü hükmündedir.
            Hayır biriktirenlerle servet biriktirenler; Camiide ayni safta bulunsalarda,Ahiret yurdunda ayni yerde bulunmayacaktır.İnsan fıtratını   yaratan Allah,onun neye ne kadar dayanabileceğini bildiğinden ibadetleri ve yükümlülükleri de ona göre vazetmiştir. Örneğin, infakın yani ihtiyaç fazlasının  zorunlu olarak Nizam gereği toplanmasını yada  ihtiyaç sahiplerine verilmesini emretmiş olsaydı toplumsal tepki ne olurdu? Rahatlıkla diyebilirizki; insanların çoğunluğu,kırkta bir zekatı bile gönül ferahlığı içinde vermezken,Nizamın kanun  gücü ile ihtiyaç fazlasını toplaması yada ihtiyaç sahiplerine verilmesini emretmesi; bu çoğunluğun İslamdan ayrılmasına,düşman olmasına yada kendini gizliyerek münafıkça bir yol izlemesine neden olabilecektir. Elindeki malın çoğunu kanun zoru ile mahrumlara,yoksullara vermek zorunda kalan bu inanlar, bunu her vesileyle başa kakacaklar, hatta vermek zorunda oldukları kesimlere düşmanlık güdeceklerdi. Oysa İslamın hedefi, sosyalizmde olduğu gibi kanun zoru ve otoriter devlet aygıtıyla eşitlik ve kardeşlik tesis etmek değildir. Bu zaten mümkünde değildir. Tarihte bu tür uygulamalar bunun mümkün olmadığını göstermiştir.  Ademevladının fıtratı, Yaradan tarafından bilindiğinden, gönülden teslimiyyet,taqva, sadakat temelli yol ve yöntem izlenmiştir. Hatta o kadar ki incitmeden vermek, riyaya bulaşmamak, ibadetin olmazsa olmaz bir şartı sayılmıştır. Allah, yardım ahlakının inşaasını dilemektedir. Böylece Darus Selamın temelleri atılacaktır. Vahyin ilk Süre ve Ayetlerinde;  sadaka,zekat,infaktan(mali ibadetler); Allah’a ve Ahirete imanla birlikte bahsedilmesi bu kadar önemli olması bu nedenledir. Ve bu önem kişinin bir yoksulun ihtiyaçlarını karşılamasından değil, bu salihatın kişinin Allah için kendini vakfetmesinin bir nişanesi olması hasebiyledir. Allah yarattığı Ademevladının Rahmaniyyun olmasını dilemektedir. Rahmana ait olma,kendini Allah’a adama,kurban etme. Allah’a adanmış bir nefis için mal ve mülkün hiçbir değeri ve anlamı yoktur. Mal ve mülk ancak hayr için sevilir ve istenir. Dünya malı dünyada kalır. Bir geçimlik, ihtiyaç karşılandıktan sonra mal ve mülk,ahiret yurdu için  hayrdan başka işe yararki!?
   Allah tebarek ve teala; tek bir ‘Ümmet’ olarak Müslümanların vahdaniyetini emretmektedir. Bu ‘Tevhid’ akidesinin  sosyal boyutudur.Toplumsal tevhid,Tevhid Akidesinin sosyal yansımasıdır.Aksi durum,yani parça parça bölünüp,hizipleşme ve  çekişme toplumsal şirktir. Bu nedenlede erdemli,tutarlı,şuurlu eylem ve ameller maalesef çok azdır. Toplumsal Tevhidin sonucu olan Ümmet;Müslümanların Allah’ın dininde kalıp, bu dinin atmosferinde/İkliminde  olgunlaşması için şart olan, rahim vasatı oluşturmaktadır. Allah ise inananların yegane Rabbidir. Ademevledları tek bir Ümmet iken, ilişkilerini, heva ve heveslerine uyarak  İslamın emrettiği ilkelerden gayrısıyla düzenlediler ve bölündüler:Cemaatlere,hiziplere,sınıflara. Her cemaat da ekonomik ve sosyal sınıflara bölünürek daha da  ayrıştılar. Kavmi ve kabilevi bağlar, servet ve zenginlik gibi ölçüler; akidevi bağların ve taqva ölçüsünün önüne geçti. Böyle olunca da Camiilerdeki cemaatle kılınan namazlar kardeşliği tesis edecek,sınıflaşmayı önleyecek fonksiyonunu yitirdi.Dini bir sosyal etkinlikte bile cahili protokol usulleri ve ilkeleri müslümanların ciddiyetle uyguladıkları adetler oldu.  Mekke döneminde nazil olan Mü’minun Süresi bu gerçeği şöyle anlatmaktadır: “52- "Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının." (denildi). 53- Derken insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.54- Sen şimdi onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak!55- Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile,56- Kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz. Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar. 57- gerçekten, Rabb'lerine olan Haşyetleri’nden dolayı Saygı’yla korkanlar.58-  Rabb'lerinin Ayetleri’ne iman edenler,59-  Rabb'lerine Ortak koşmayanlar,60-  Ve Onlar gerçekten Rabb'lerine dönecekler diye, vermekte olduklarını Qalpler’i ürpererek verenler, 61-İşte Onlar Hayırlar’da yarışmaktadırlar ve Onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.”
Allah için sarfedilip hayr biriktirilmelidir.Servet değil.Allah Ademevladını yeryüzüne servet biriktirsin diye salmamıştır. Ancaak!Burada durup hassas bir saptama yapmak durumundayız.  İslam israfı,atıl ve gereksiz biriktirmeyi yasaklamakla birlikte bunun müeyyidesi olan cezayı dünya hayatında değil ahiret hayatında vermektedir. Mali ibadetlerden sadece zekat Sünni Mezheplerde % 2.5, Şia da % 20 olarak uygulanmakta ve devletin  , Merciyyetin zorunlu olarak tahsil ettiği vergilerdir. Bu ibadette; Zekatını tam olarak vermeyenlerin malvarlığının muhasarası gibi cezai uygulamalar söz konusudur. İnfak ve sadakada yaptırım uygulanmamakta, mü'minlerin önemli bir vasfı olarak sayılmakta ve büyük ecrin ahiret yurdunda verileceği müjdelenmektedir. Dünyada mükafaat yada cezadan bahsedilmemektedir. Böyle bir yöntem; imtihan vasatı  ve iradesi üzerine halef kılınan insanın kemalatı gereğidir. Aksi durumda kamu gücünden ve yasak ve ceza müeyyidesinden dolayı  ibadetler yapılıyor olacaktır. Oysaki taqwa ve sakınma, kişinin özgür iradesiyle Rabbine karşı duyduğu erdemli derin duygu ve ahlaktır. Gayba imanın delili, imana sadakatin göstergesidir. Sadakanın,sadakat anlamını da ihtiva etmesi bu açıdan ilginçtir.
            Erdemli, adil, kıst ve adaleti ayakta tutan,insanlık tarihine yön veren vasad ümmed için gerekli olan; Vahyin İnşaasına  tabii olmak, Rasulullah’ın örnekliği ile Vahyi ilkeler çerçevesinde dünyayı,insanı ve toplumu algılayacak Tevhidi  Dünya Görüşüne sahip olunmalı ve buna göre bir yaşam tarzı oluşturmak zorundayız. Bunun içinde güzel örneklikleri çoğalmak,olanı desteklemek, erdeme ve erdemliye sahip çıkmak,kardeşliği ve dayanışmayı sağlamak gerekmektedir. Tevhidi Dünya Görüşü ve İslami yaşam tarzı, Müslümanları; Ümmet bilincine ve erdemli bir medeniyet tasavvuruna götürecektir. Bunun için ilim ve hikmetle Davet şarttır. Dışlayıcı, ötekileştirici, çatışmacı, nezaketsiz ve kaba bir dil ve söylemden dikkatle kaçınmak gerekmektedir.Bundan sonrası da kolaydır! Hayatın akışı,nesillerin ihtiyacı,şartlar ve gereklilikler çerçevesinde, artık bundan sonrasında;  kervan yolda düzülecektir.

9 Mayıs 2010 Pazar

İslam;
Sosyalizmden de Kapitalizmden de 
Beridir! 

Atilla MORÇOL



                          İslam; Yeryüzünü imtihan yurdu; yani Ahiret Yurdunun tarlası olarak nitelendirir. Gerçekten de dünya hayatını İslam bir oyun ve eğlence olarak görmektedir. Geçici bir alan. Tuulu emel bu nedenle saptırıcıdır. Baki olan hayat, ahiret yurdundadır. ve Oradaki ebedi mutlulukta ebedi hüsranda; ömür denen dünya hayatının kısa bir zaman diliminde ahlak-ı hasene ve ahlak-ı seyyiesinin karşılığı olacaktır. Ahiret yurdu,taqwa ölçüsünde, gönülden işlediğimiz , amulussalihatın  biçileceği bir hasat yurdudur. Dinde zorlamanın olmaması bundandır. Beşeri sistemlerle İslam’ın öngördüğü sosyo ekonomik  yapı arasındaki temel farklardan biridir bu. Kapitalizm ve sosyalizmin;  ahiret yurdu,cennet ve cehennem telakkisi yoktur.Yani tek dünyalı sistemlerdir hepsi.Yeryüzünü imtihan yurdu olarak ta görmezler. Sadece bu fark bile İslam'ın; Kapitalizmden de Sosyalizmden de beri olmasına yeter nedenlerdir.. Bazı benzerliklerin olması, sadece beşere hitap ettiklerinden dolayıdır ki bunun üzerine hiçbirşey bina edilmez.İslam AHLAK dinidir. İbadet ahlakı,kardeşlik ahlakı,ahiret ahlakı ve tabi konumuzla ilgili olarak servet ahlakı. Bahçe sahiplerini hatırlayın.Gerek Sure i Kalem'de ve gerekse Sure i Keyf'te zikredilen "Bahçe Sahiplerini hatırlayın. Sahip olma,yararlanma ahlakı olmayanların sınavı nasıl kaybettiklerine dikkat çekilmektedir. Kabil’in Habili haksız yere katli ile başlayan insanlık tarihi; insani olanla ve İslam yolunun yolcuları Peygamberler,salihler ve sadık takipçileri ile insanlıktan ve İslamdan inhiraf etmiş,bozulmuş,kokuşmuş yol ve yöntemlerin salikleri arasındaki  çelişki,çatışma ve mücadelenin tamamıdır. Yani Allah’ın ekseninde olanlarla,Şeytanın ekseninde olanlar arasındaki farklılaşma; insanlık tarihini oluşturmuştur.Ademin Cennetten çıkartılışının nedeni neyse,yeryüzündeki  bu farklılaşmanın temelinde de ayni neden yatar:  Seceri Hult. Ebedilik tutkusu. Ölümü unutma. Geçimliğe ve tasarrufa razı olmama, israf etme hastalığı. İmtihandan gaflet. Başta peygamberler,salihler ve sadık takipçileri bu  gerçeği gördüklerinden,dünya nimetlerinden bir geçimlik kadarını tasarruf etmişler,fazlasını fisebilillah mahrumlara tasadduk etmişlerdir. Mülk ahlakı da diyebileceğimiz olgu,Allah'ın verdiği nimeti nasıl tasarruf etmesi noktasında İman edenleri ahlaken bağlamaktadır. Rasulullah'ın sav "ben güzel ahlakı ikmal için geldim!"  sözü, bir ucundan da nimet ve mülkün tasarrufu ile ilgilidir. Biriktirme,infak konusunu Ahlak bağlamında ele almak gerekiyor.
                     Kardeşlik ahlakına,iman ahlakına,gayba iman ahlakına sahip olmayan ham softaların İnfakı,sadakayı,karzı haseni,biriktirmeyi anlaması çok zordur. İnsanların çoğu maalesef  servetle ilişkinin meşru sınırlarını bilmiyorlar. Nefiste devreye girince; kapitalist gibi tüketme,israf,gösteriş,lüks ve konfor karşımıza çıkıyor.Bir kısım zenginde inhiraf ederek şeytanın (la) eksenine girerek; biriktirmeye,israfa ve konfora  yönelmiş; bu yöneliş onlara ölümü unutturmuş,şımartmış,kibir ve müstağniliği ahlak edinmelerine neden olmuştur. Bunun karşılığı da Ahiret yurdunda hüsran olarak kişinin karşısına çıkmaktadır. İslam, sosyalizm ve kapitalizm gibi beşeri sistemlerde olduğundan farklı olarak, bireyin topluma karşı ve bireyin bireye karşı hak ve yükümlülüklerini kanun gücüyle tanzim etmez.Hele hele Allah’a karşı taqva1 ve sakınmayı kanun gücüyle zorunlu hale getirmiyor İslam.   Konumuzla ilgili olarak  yani mülkle ilgili asgari  mali vergi olan Zekatı kanun gücüyle tahsil etme dışında,  ihtiyaç fazlasının infakına (Baqara 219)  ilişkin bir yaptırımsal zorunluluk getirmemiştir. Biriktirme ile ilgili olarakta; zekatı ve sadakası verildikten sonra  servet biriktirmeye dünya hayatında bir ceza öngörmemiştir. Ancak infak etmeye büyük ecir vaadederek hiçbir baskı ve tehdit altında bırakmadan kişiyi hayr işlemeye teşvik ederken, elim bir azab tehdidi ile altını ve parayı biriktirmeden de men etmiştir.(Tevbe 34-35) Bütün bu uyarı ve teşviklerle; biriktirmeyi ve israfı gayrimeşru kılmış, tasarrufu (geçimlik,Allah'ın istediği gibi harcama)  meşru, infakı ise salih amel ilan etmiştir.Bir ahlak oluşturmaya ve bu ahlak üzerinden, insanın servetle imtihanını vermesi sağlanmak murad edilmiştir. O nedenle İslam; zekatını verdikten sonra biriktirenleri kınamamıza izin vermekle birlikte ‘onların yakasına yapışın mal varlığına el  koyun!’ dememektedir. Bunların akibetleri hesap gününe bırakılmıştır.
                 Bu itibarla, İslam’la sosyalizm arasında benzerlik aramak beyhudedir,ebter bir yaklaşımdır. Altın madendir,bakırında öyle olması bakırı altıngillerden yapmaz! ‘Müslümanım’ diyen zenginleri,konfor sahiblerini,  insani ve ilmi çercevede eleştirebiliriz,onlara marufu tavsiye edebilir,İslamın bu konuda emrettiği yol ve yöntemi,kişinin menfaatine olanın ne olduğunu anlatabiliriz. Ama asla onları ‘ötekileştirecek’ bir yol ve yöntemi ve söylemi kullanamayız. Hele hele bu konuda esaslı bir kırılmanın yaşandığı Rasulullah’tan sonraki yıllardan itibaren şekillenmeye başlanmış bir dini anlayış egemenken. İlim ve hikmetle “namazlı zenginlerimize”(!)  İslamın öngördüğü mülk insan ilişkisini, anlayışını  ortaya koymalıyız. Doğru yol ve yöntem budur. Beşeri ideolojilerin jargonu ile İslamı anlatmaya kalkmak en azından  hafifliktir.


1 Taqwa:İnsanın; Allaha karşı kusur işleyeceği korkusu ve endişesi ile ibadetlerinde hassasiyet ve ciddiyet göstermesi ve  Allah Rızasını gözetmeyi huy ve ahlak edinmesidir.