24 Mayıs 2010 Pazartesi

BÜYÜME İDEOLOJİSİ
Ali Bulaç
 24.04.2010 ; Zaman  Gazetesi
"Büyüme" maddi hayatın araç-gereç seviyesinde azami ölçülerde yeniden üretilerek biriktirilmesi, çoğaltılması, çeşitlendirilmesi ve tüketilmesi esasına dayalı bir iktisat ideolojisidir.
Modern ekonomik gelişme ve teknolojik ilerlemenin temel dinamiği bu ideolojinin işler halde tutulmasına bağlıdır. Büyüme, modern ekonominin hem gücü hem zaafıdır. Büyümeyi sağlamaya çalıştığınız sürece büyürsünüz, bundan vazgeçtiğiniz anda modern üretim yapısı ve piyasa durur. Kural basittir: "İltifat marifete tabidir, müşterisi olmayan mal zayidir." Bir ürüne müşteri olmuyorsanız, o ürünün üretilmesini gerektiren bir sebep de kalmaz.
İnsan bütün dünyayı ve hatta kâinatı temellük etmek ister. İblis, Adem'i, cennette iken dahi "sınırsız mülk ve ebedilik" vaadiyle kandırmıştı. Bizden istenen kanaatkâr, mütevazı ve temel ihtiyaçlara (tekmiliyat ve tahsiniyatı da gözeterek) cevap verecek bir ekonomik faaliyet modelidir. Aksi halde Efendimiz (sas)'in buyurduğu gibi "İnsanın Uhud Dağı kadar altını olsa, bir o kadar daha olmasını ister. İnsanın gözünü bir avuç toprak doyurur". Temel ihtiyaçları ve fizyolojik kapasitesi itibarıyla insan sınırlıdır. Midesi dolar, gözü doymaz. Büyüme ideolojisi insanın bu doymaz, açgözlü, istifçi ve muhteris yanını kışkırtarak ayakta durur. Ancak şu üç nokta önemlidir:
1) Büyümenin, fiziki mekân, maddi zemin ve ekolojik kapasite itibarıyla bir veçhesi var. Her maddi/fiziki hareket sınırlıdır. Ekonomi de maddi bir hareket olduğuna göre, büyümenin de sınırları olması gerekir. Birçok uzman ve aydına göre, kapitalist ekonominin fetişleştirdiği bugünkü ekonomik faaliyet, büyümeyi fiziki sınırlara getirip dayandırmıştır. Daha ötesi tehdit edicidir. Tehdit altına giren salt fiziki dünya değil, insanı da içine alan toplu halde canlı hayattır.
Bir apartmanı düşünün. Sürekli bir biçimde altını kazıyıp boşalttığınız takdirde günün birinde göçer, yüzlerce insan göçük altında kalır. Son iki yüz senedir artan bir hız ve genişleyen bir kapasite kullanımıyla yerin altındaki doğal kaynakları (petrol, doğalgaz, demir, kömür vs.) çekip çıkarıyoruz. Bunun deprem fırtınalarına yol açması mukadderdir. Belki de Efendimiz (sas) tam da bu çerçevede "kıyametin belirtilerinden biri olarak deprem fırtınaları"na işaret etmişti.
2) Büyümenin Batılı ve kuzeyli refah toplumlarına bakan bir yüzü de vardır ki, bu bize "kalkınma ve gelişme siyaseti" olarak döner. Batı-dışı toplumlar büyüme (kalkınma ve gelişme) ideolojisine taptıkça, zengin ülkelerin refahı artar, askerî, politik ve jeostratejik güçleri pekişir. Çünkü büyümenin ekonomik ve teknolojik formlarını onlar tayin ediyor, buluyor, bize öneriyor ve biz onların bir önceki aşamadaki "gelişme düzeyleri"ni yakalamaya çalışırken, onlar "daha ileri formlar" geliştiriyorlar. Onların önceki formları ve üretim tekelini ellerinde tuttukları eşzaman araç gereçleri bizi kendilerine pazar yaparak satıyorlar. Bizim hammadde kaynaklarımız ucuz, onların teknolojik ürünleri pahalıdır. Bizim kalkınma adına geleneksel eğitimimiz, toplum yapımız, aile anlayışımız modernleşmedikçe onların refahı artmaz, zenginliklerine zenginlik katılmaz. Kısaca bizim gibi toplumların "kalkınma programları ve gelişme projeleri" Batı'nın maddi refahını ve değişen yeni üretim süreçlerini artırma esasına dayanmaktadır. Yani biz kalkınma çabasını sürdürdükçe onlara bağımlı olmaya devam ediyoruz.
3) Büyüme, tabiatı gereği eşitsizdir ve eşitsizliklere dayanmaktadır. Başka bir ifade ile büyüme, adaletsizliğin rasyonelleşmesi ve kurumsallaşması sürecidir. Küreselleşme, kapitalist üretim, bölüşüm ve tüketim yapısının küre ölçeğine yayılmasını öngörmektedir ki, bunun sonucunda ülkeler, bölgeler ve sınıflar arasında derin eşitsizlikler yaşanmaktadır. Eşitsizliğin derinleştiği her adımda çatışma, savaş ve patlama potansiyelleri artmaktadır.
Muhafazakâr iktisatçılara sorum şu: Bu çerçevede anlattığımız büyüme süreçlerine sizin hiçbir itirazınız yok mu?

1 yorum:

  1. Dünyayı yegane gerçeklik kabul eden tüm ideolojiler; ki İslam’ın ‘cahiliyye’ olarak vasfettiği ‘modernizmi’ ortaklaşa oluşturmuşlardır, dünyaperest, tekasürcü, israfçı dünya görüşü ve yaşam tarzı ile insanlık tarihi boyunca yer yüzünü ve insanlığı buhrana ( kaosa ) sürüklemişlerdir. Modern Çağda ve gelinen noktada, kitle imha silahları, savaşlar, ahlaksızlık buhranı, gücün hegemonyası ile, medeni ve insani olmaktan bir yana iblisin iğvası ile ilkellik bataklığında, müntesiblerini biteviye debelenip durdurmaktadır. Ademevladının bu serüveni, Adem ve Eşinin Cennetteki ilk aldanışı ile başlar ve Ademin Varisi olamayan evladları, ayni aldanmayı nesiller boyu tevarüs ettirerek sürdüregelmişlerdir. Ademi yanıltan İblis; kulaklara fısıldıyarak O’nun ve evladlarının zaaf noktası olan ‘Şecer i Hult’ u her fırsatta açığa çıkartılmasına neden olmuştur. İşte bu ebedilik tutkusu; dünyaperest,tekasürcü, gösteriş ve israfçı ideoloji modernizmin; alt yapısını oluşturmuştur. Bu durum; ”mülkiyyet ebedilik duygusunu tetikler ve besler!” şeklinde de formüle edilebilir. ‘Büyüme’ Modernizmin ekonomik ideolojisinin temel doktrinidir. Büyümek için sürekli artan bir ‘talep’ e ihtiyaç vardır. Dünya halkları tükettikçe global sermaye büyüyecek buna karşılık; yoksulluk ve açlık kitlesel ve bölgesel boyutlara ulaşacaktır. Nitekim tarihte görülmemiş bir şekilde yoksulluk ve açlık son yüzyılda artarak neredeyse Dünya nüfusunun beşte biri seviyesine ulaşmıştır. Bu nedenle reklam ve propaganda ile ‘talep’ devamlı aktif tutulmakta, Bilim ve teknoloji ile yeni yeni suni ihtiyaçlar icat edilmekte ve türetilmektedir. Zira, ‘ Büyüme’ bu talebe bağlıdır. Talep olmazsa büyüme durur. Modern iktisadın temelleri, büyüme, karın maksimizesi, sermayedar sınıfın çıkarları ve refahı esas alınarak atılmıştır. Sözde modern iktisat bilimin (!) ‘İhtiyaçların sınırsız, kaynaklar ise sınırlıdır’ yalanının hiçbir ilmi temeli yoktur. Bu dogma üzerine bina edilmiş bir iktisad politikası,Modern Batı Oligarşisi’ ni Büyüme Doktrini ile sürekli beslemektedir. Batı kendi içinde de Büyüyenler ve küçülenleri yaşamaktadır. Gelişmiş Kuzeyle yoksul Güney arasındaki ekonomik tezat, Batılı toplumlar içinde de görülmektedir. Örneğin Kaliforniya Eyaleti gelişmiş/zengin Teksas karşısında Güney’in yoksulluğuna karşılık gelmektedir. Büyüme Doktrinine göre dizayn edilen uluslararası ekonomik sistem; israfçı, gösterişçi tüketimle büyümektedir. Bu tüketim Modern Batı Oligarşisini ve işbirliği içindeki geri kalmış ülke burjuvazisini zenginleştirirken, ayni ölçüde Dünya Halklarını yoksullaştırmaktadır. Büyüme Doktrini; Batı Oligarşisinin servetine servet katma işlevi görürken, taşeronları konumundaki üçüncü Dünya dediğimiz az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke oligarşisine de hizmetleri karşılığı hatırı sayılır bir komisyon ödeyerek, Dünya Halklarının yoksulluğuna mukabil gelecek bir zenginliği lutfetmektedir.
    Bu saadet zincirinden kurtuluş mümkünmüdür!? Elbette mümkündür.Ancak oldukça da zordur. Dünya Halklarının koşullandırılmış tüketimi kesmesi durumunda yada örgütlü ve planlı bir tüketim kültürünün yerleşmesi ile, Batı’nın Büyüme Doktrini çökecek, yalana dayalı ekonomik sistemleri işlevini kaybedecektir. En azından bir adet Laptop bilgisyara karşılık bir traktör buğday dönemi bitecektir. Böylesi bir kültür, modern kapitalizmin elinde sağmal inek konumunda olan Dünya Halklarını özgürlüğe kavuşturacaktır. İslam İktisadiyatı, insanlığa global istismar ve istikbardan kurtuluş yol ve yöntemini göstermektedir: Gelişmeye evet ama Büyümeye Hayır! Dünyaya sırtını çevirki, Dünya önüne serilsin! Dünyaya iltifat edip yönelen,dünyaya sermaye olur. Ahirete yönelenler için; dünya ahiretin sermayesi olur.İlahi Denklem böyle kurulmuştur. Merkantilist hurafe sadece hurafedir.

    YanıtlaSil