10 Şubat 2012 Cuma

Ezber Bozmak İlim ve Hikmet İster!
Ve Tabii Cesaret!

 Atilla MORÇOL



7-8 Şubat 2012 tarihlerinde Facebook’ta bazı arkadaşlarla bir tevafuk  sonucu,”Allah’tan başkasından medet”  konusu ile “Ya Rabbi cismimi cehennemde o kadar büyüt ki başka insanlar cehennemde yer bulamasın!” kabilinden Eba Bekr ra nispet edilen  söz üzerinde, dilimizin döndüğü,muktesabatımızın elverdiği ölçüde tavsiyelerde bulunduk. Aşağıda bu tavsiyelerimiz ve karşı cevapları göreceksiniz.
Kimse ezberinin bozulmasına olgunlukla rıza göstermiyor. Konforunu bozmaya cesaret edemiyor. Azıcık bir düşünme zahmetine katlanmıyor. Adeta “biz böyle duydu,gördük.Herkesde böyle inanıyor.” Diyerek doğruya ve hakikata  aşk bir yana en ufak bir ilgisi bile olmadığını ortaya koyuyorlar.Kafa konforları bozulmasında istediği kadar batıl düşünceler doğru varsayılsın!Kimin umurunda?! Oysa Din tahayyüldür. Vahiy insanların önce kavramlarını sonra tahayyüllerini inşaa eder. Tevhid akidesinin nüvesi olan Allah,Rab,Melik,İlah gibi kavramlar ancak Vahiyle inşaa olmuştur. Unutmamak gerekir ki tüm peygamberler gibi, kendisine risalet görevi verilmesi ile birlikte ilk vahiylerle birlikte Rasulullah’ta sav  bu kavramları yerli yerine oturttu,vahiyle içeriğini doldurdu ve anladı. Dini tahayyülümüzün inşaası için bizde;örneğimiz Rasulullah gibi Vahye teslim olacağız.Vahyin inşaasına direnmeden,”ancak,ama, falancı da şöyle dedi” ve benzeri itirazlarda bulunmadan izin vereceğiz.
Bu durum geçmiş ümmetlerin aynıyla başına gelmiş bir afettir. Ve Rabbimiz son ümmet Muhahammed Ümmetini konunun önemine binaen uyarmaktadır.Tevbe Süresi 31. Ayeti kerimesinde;” Onlar, Allah'dan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa onlar bir olan Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir.” Buyurulmaktadır. Peki Yahudilerin “ahbarehum” yahudi din adamlarını,hristiyanların “ruhbanehum” hristiyan din adamlarını; “erbaben” Rabler edinmeleri nasıl olmuştur?Hatta ayette Meryem oğlu Mesihi de Rab edindikleri haber verilmektedir. Nasıl ve ne şekilde bu sapma tahakkuk etmiş?Bu iki ümmet başlangıçlarında Tevhid Akidesine sahipken hangi anlayış onları şirke bulaştırmış?Gelin onuda Rasulullah’tan örenelim!
Adiy bin Hâtem, Rasûlullah'ın
yanına girdi. Peygamberimiz şu âyeti okuyordu:
"Onlar, Allah'ı bırakıp
bilginlerini ve râhiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i
de... Oysa onlar, tek olan bir ilâh'a ibâdet etmekten başka bir şeyle
emrolunmadılar. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden
yücedir." (Tevbe: 9/31) Adiy:
"Ya Rasûlallah, hıristiyanlar
din adamlarına ibâdet etmiyorlar, onları rab ve ilâh edinmiyorlar ki" dedi.
Rasûlullah şöyle buyurdu:
"Onlara haramı helâl, helâlı
da haram yaptılar, onlar da uymadılar mı din adamlarına?" Adiy:
"Evet" dedi. Efendimiz buyurdu
ki:
"İşte bu, onlara ibâdettir."
(İmam Tırmızı nakletmiştir.)
Bu nedenledirki, Rasulullah;”
“Bana nisbet edilen her şeyi, ALLAH’ın kitabına arz ediniz;
ona uyarsa ben söylemişimdir, ona aykırı ise ben söylememişimdir.
 Ben, ancak ALLAH’ın kitabı’na muvafık olurum; zira ALLAH, beni, onunla hidayete erdirmiştir.”
 Buyurmuşlardır. (İbn Abdilberr, Camiu beyani’l-ilm ve fadlih,II,191,Beyrut 1978; Suat Yıldırım “Hadisleri Kur’an’la karşılaştırma Meselesinin kaynakları” s.105 )  
Bu konuda meşhur bir rivayette şöyledir;
Sevban (r.a) Rasulullan’ın (s.a.) şöyle buyurduğun rivayet etmiştir:
 “Dikkat edin! İslamın karşısına musibetler, hezimetler çıkacaktır.” Orada bulunanlar, “ O zaman biz ne yaparız, ya Rasulullah!” dediler. Bunun üzerine Rasulullah “Sözlerime, Kitab’la karşılaştırın. Kitab’a uygun olan benim sözümdür, ben söylemişimdir” 
buyurmuşlardır. (Süleyman bin Ahmed Taberani, El-Mü’cemü’l-kebir, II,94, Bağdat 1978; .Nureddin Heysemi, Mecmaü’z-zevaid ve menbeü’l-fevaid,Muttaki,I,70;1982 beyrut baskısı)
Aşağıdaki diyaloglar Facebook ta bir zikir videosunda “himmet yaa geyalani!” sözüne Vahiyden bir delille eleştirimize getirilen  reaksiyonel cevapların ilginçliğine binaen buraya alınmıştır. İlginçtir zira,Allah’tan gayrısından yardım,ölen insanların tasarrufunun hala devam ediyor olması ve onlardan yardım dilenmesi,Cehennem ve Cennet konusunda lakaytlığın kökenleri konularında ipuçları vermesi açısından önemlidir.
Rasulullahın "ey Rabbim! Ümmetim  bu Kur'anı mehçur bıraktı!"  (Bkz.Furkan 30)  dediklerinden olmamak için; Allah,Rab,Melik,İlah,Cennet,Cehennem,Dünya,Ahiret tahayyülünün Kur'an'la inşası izin verilmelidir.Ezber bozmakta bu olsa gerek!
·  M'Ali Uzun ‎"Himmet (Yardım) Geylani" diyor dönüyorlar. Şiilerde "yetiş ya ali!" "yetiş ya huseyn!" diyor. Oysa Fatiha süresinde 4. Ayette "Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız (ancak) senden yardım dileriz!" duyurulmaktadır. Kuran'la pratik arasındaki bu farklılık, İslam Dünyasının içinde bulunduğu kaousu açıklamağa yetiyor olmalıdır.

Şenol Özbek Bu dinin özüyle ilgili bir alan veya tartışma değil ki.. Ve mecburiyet alanına isnat etmiyor.. Kimse dönmek zorunda değil.. Bir tercih.. Bırakın dönmek isteyen dönsün.. :)

M'Ali Uzun Doğru Şenol Bey! Bizde sadece Vahiyle çelişkisini gösterdik:) Kendileri bilir!

Fikriye Boğazkesen ewt.syn SEyfettin ben esk li yunusemre mah ikamet. her gün yunus emre parkında seyrü sefer. dini islâm . hotozsuz = tepeli müslümanlardanım ve sizler gibi -bn müslümanım başka da yok felsefesi güdenlerden hiiç değilim. tez konum da yunus emre idi. syn sallabaş)))))

Şenol Özbek Yaw bu videoda zuhur eden şey İslam'ın veya İmanın şartlarındandır diyen hiç olmamış zaten.. :) Orada bir kapı.. İsteyen girer, istemeyen girmez... :)

Dil-ruba Emine Genç la ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minezzalimin

(Senden başka hiçbir ilah yoktur sen bütün noksanlıklardan münezzehsin muhakkak ki ben nefsime zulm edenlerden oldum).............

Tatoğuz Hüseyin Şenocak ‎"Ey mü'minler!
"Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukca yolunuzu hiç şasırmazsınız.
O emanetler, Allah'in kitabi Kur-ân-ı Kerim ve Peygamberin (a.s.m) sünnetidir. Peygamberimiz(S.A.V)in Veda Hutbesinden

Bu tartışma büyür :) Ve Müslümanlar 1400 yıldır yanılıyordu, Yaşar ile Zekeriya geldi felaha erdiler noktasına varır :) Bu işlerde anlamadığım şu: İmamı Azama uyma.. İmamı Rabbani'nin dediklerini de kaale alma.. Eee başka? Sen direk Kurana bak.. Bakayım da anlamadığım yerler var, ne yapacam? Ben sana anlatırım.. Benden de bir şey anlamazsan, Yaşar ile Zekeriya'ya kulak ver.. İyi de arkadaş, ben birine kulak vereceksem, İmamı Azama, İmamı rabbaniye kulak vermek istiyorum.. Niye sana kulak vereyim.. Uzundur bu işler uzun :)

Ertan Yazici şu dış mihraklarda brifing almış din adamlarının listesi yayınlansada rahatlasak! bu bilgilerin var olduğu söyleniyor neden yayınlanmıyor olabilir acaba?

Ve bu mantığın.. Ve bu diyalektiğin.. Ve bu algının arkasında yatan, görünmeyen plandaki bir iftirayı burada deşifre etmiş olayım: İmamı Azamlar, İmamı Şafiler, İmamı Hambeller, İmamı Malikiler, İmamı Yusuflar, İmamı Rabbaniler Kuranı kaale almadan, sünnete bakmadan, bunları göz ardı ederek o hükümlere vardılar gibi derin bir iftira yatar bu algının içinde.. Yaşar ya da Zekeriya gibilerinin tezlerini Kuran hükümlerine dayanan tezler zannetmek, o büyüklerin tezlerini ise Kuran ile ilişkili olmaktan çıkarmak bu dinin önündeki yaşayan en büyük fitnedir.. Vesselammm...

Ertan Yazici cemaar taraftarları, sadece yaşar ve beyazdan oluşmuyor. daha ne ilginç tipler var komutanım.. aynı ergenekoncu yahut kripto tuhaf isimliler gibi, isimleri bile ele veriyor kamilleri, hepsi özel hazırlanmış isimler sanki.

Ertan Yazici gün geçmiyor 1433 yıllık gelmiş tarihi zirveler ve geçirdiği evrelerin dışında ilginç lawrens mezhepleri ve tuhaf yeni tip çıkmasın..her biri ayrı bir noktada nokta atışı yapıyorlar. bir şeyi sulandırıyor, bozuyor, yahut atıp tutuyorlar 99 doğru arasından. hepsi bir şeye saldırsa dünya fitne ve olumsuzluk türetiliyor bir takım mihraklarca..

Şenol Özbek Ashabı Kiramın bir kısmı ile de görüşmüş.. Boş eli ile deveyi kendisine doğru çağırdığı tespit edilen insanı dahi hadis nakil cetvelinden çıkarmış olan insanlar sahih veya sahih olmayan hadisleri çözmemiş de, 1400 yıl sonra, Yaşar ve Zekeriya diye birileri çıkmış onlar çözecekmiş.. Bu usul, bu ümmete embesil muamelesi yapmaktan başka nedir Allah aşkına?

M'Ali Uzun fıkıh ile,tasavvuf arasında, birincisinin re’y ve içtihada, ikincisinin ise taklide dayalı yapıları sebebiyle hemen hemen teşekkül devirlerinden itibaren başlayan farklı yapılanmaları,çatışmaları ve farklılıkları Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Fıkıh ile tasavvuf arasında süregelen bu farklılıklar sınırlı olmayıp, bunun ötesinde, kelam – tasavvuf ve hadis -tasavvuf ilişkilerinde de kendini göstermiştir. Literatürde zâhir - bâtın çatışması olarak bilinen durum Fıkhın,Kelamın,Hadisin Vahye ve Sünnete istinat etmesine karşılık,Tasavvufun; Yunan ve Hind sufizminden büyük ölçüde etkilenmesiyle ortaya çıktığını biliyoruz. Mezhep İmamları Ne Ebu Hanife,ne İmam Şafi,ne Ahmed bin Hanbel nede İmam Maliki'nin Allah hepsinden razı olsun, herhangibir tasavvufa intisablı olmadığı bilinmektedir. Ezber bozmak zor bir zenaattır. Kimse ezberim yanlışmış diyemiyor maalesef! Kuran Ayeti ortaya koyuyoruz kırk dereden su getiriliyor:) Selamlar!

‎1400 yil once inmis kuran ayetini ortaya koyabilmek icin 1400 yil geriye sarmak lazim bandi...burdan taa oraya ziplayarak ortaya koyulmus ayetler sadece iddia sahibinin iddiasi geregi konusturulmaktan baska ise yaramaz...sonra da herkes bugun oldugu gibi elinde bir ayetle geziniyor..bisey de diyemiyo tabii insan cunku ayete karsi cikmis oluyosunuz:))..usulsuz luk vusulsuzluge kavusturuyor..zirt pirt ayet okuyup konusma yapan insandan korkun cunku kurani konusturuyor ..

Şenol Özbek Caferi Sadık'la geçen o iki yıl olmasaydı Numan helak olurdu.. (İmamı Azam Ebu Hanife)

Tatoğuz Hüseyin Şenocak Kardeşlikler, şu zengin yorumlardan anlıyorum ki,islamiyet konusunda edinimlerimiz,algılarımız ve birikimlerimiz farklı.Ancak daha önceki Nefsaniyetçilere itibar etmediğim gibi,zekeriya ve yaşar gibi sonradan türemelerede itibar edecek değilim.Allah hepimizi gerçek doğruya yöneltsin,gerçek doğrusuyla yaşatsın.Amin.

Yusuf DAĞ ‎"Yarabbi, benim vücudumu cehennemine at ve orada o kadar büyüt ki orada daha başka hiç bir kuluna yer kalmasın." buyuran bir Sıddık-i Ekber'in dini üzerine olup ta kör gözümüz ile okuyup, kıt aklımız ile yorumladığımız bir ayet meali sonucu farklı düşünen kardeşlerimizi cehenneme göndermeye meraklı, hevesli, istekli arkadaşlara dua ediyorum... Allah sizin gönlünüze insaf duygusu versin...

M'Ali Uzun Allah kafirleri,fasık ve facirleri cezalandırmak için elim ve ebedi bir azab yurdu yaratsında Eba Bekr Ra cehennem ehline olan şefkat ve merhametinden "Allahım sen beni cehenneme gönder falan filan..." desin! Yapmayın be arkadaşlar değil Eba Bekr Ra azıcık iman etmiş bir müslüman bile KORKAR Rabbinden böyle bir laf edemez!

Yusuf DAĞ İnsanoğlu işte böyledir, herkesi kendi gibi zanneder... Bu tür ifadeleri sahabe-i Kiram Efendilerimiz değil, Onların (r.a) ayaklarının tozu olamayacak bir çok Allah Dostları bile ifade buyurmuştur. Bediüzzamanın "Milletimin imanını selamette görürsem cehennem ateşinde yanmaya razıyım." ifadesi herkesin malumudur... İşte diyorumya: kıt idrak, kıt akıl, kıt yorum... (hakaret olarak algılanmasın-sınırlı demek istedim.)

İkide bir "yaşar" ve "zekeriya"dan bahsedilmesine de bir anlam veremiyorum! Bu iki cahil ve Belam kılıklı adamdan Rabbime sığınırım!Mü'minlerin vasıflarından biri de Kur'an da mealen şöyle geçer;"onlar sözü işitir doğru olanına ittiba eder!" Rasulullah buyurmuştur ki;"benden size bir rivayet ulaştığında onu Kur'ana götürün; eğer Kur'ana uyuyorsa alın,kabul edin, uymuyorsa reddedin!" Elbetteki Geçmiş Ulemanın eserlerinden yararlanacağız. Amma Vahyi öncelikle anlamaya çalışacağız. Anladıkçada doğru ile yanlışı biribirinden ayırt edebilme firaseti ve basiretine kavuşacağız. Zira HİDAYET kaynağı olan Kur'andır, O Beyyinedir,Furkandır,apaçık Beyandır. Herkese selam ve sevgiler...

Bu tür ifadeler mübalağalı teşbihler yada anlatımlar olsa gerek! Rasulullah'tan bu tür sözler varid değildir.Ezberinizi Kur'anla test etmenizi öneririm. Peygamberler hariç herkes hata edebilir. Ben size Allah'ın kitabından ayetleri ve Rasulullah'ı örnek gösteriyorum sizse şu kişi bu kişi diyorsunuz!Ya o kişiler bu sözleri ile maksadı aşmış olamazlarmı? Ehli sünnet akaidine göre masum olanlar ancak Peygmberlerdir.Peygamberler dışında herkes hata,yanlış yapabilir."Kıt idrak" diyeceğinize birazcık idrakinizi zorlayınız.

Şenol Özbek Abicim Yaşar ve Zekeriya bizim idolümüz :)

Yusuf DAĞ Yapma Şenol Abi: emekli olalı epey oldu galiba:))) Yanlış anlaşılmasın. 95'te İzmir Bornovada askerliğimi yapmıştımda... Alay komutanımız İslam dinini daha iyi anlayabilmemiz için Yaşar beyin kitabını tavsiye ediyordu içtimada elinde sallayarak...

Yusuf DAĞ Bir de Abi; Kur'an ı ve Peygamber Efendimizi bizden daha iyi anladığını idda eden arkadaşları ne yapacaz? Meşhur HARİCİLER bunlara en uygun örnekti değil mi Abi? Yoksa ben mi yanlış biliyorum?

Şöyle güzel güzel yazışalım, kırmadan, dökmeden. Benzer düşünceler ifade ediliyor, nüans farkları var, buda sorun değil, yeterki diğer tarafı tekfir etmeyelim. Said Havvadan okuduğum bir ifadede; bir miktar ilim tahsil etmiş, biraz kıtap okumuş gençler son zamanlarda ömrünü İslamı anlamaya adamış kimselere itibar edilmesini sakıncalı buluyorlar! az ilimle kendilerinde gördükleri bu hakkı, ömrünü vakfetmiş insanla tanımamak ne ile izah edilebilir. İlavete Azimeti tercih eden Eba zerin yolu ile, görüşlerden kolay yolu tercih eden İbni Mesud arasında farklar olmasıda doğaldır. İşte ifrat ve Tefrit ölçüsü, sulh çizgisi.

Şenol Özbek Bu yorumlarda tefrik yok tercih var :)

Seyfettin Sesli Ben bu Kemalistlerle, Selef tefkirci kafaların Tarikat ve Tasavvuf düşmanlıklarındaki kardeşliklerine hastayım. Allah kardeşliklerini daim etsin. 2 cihanda bir ve beraber etsin. Madem Veliullahın şefaati onlar için küfür ,Allah herkesi sevdiğiyle beraber etsin Ahir zamanda. Ece Temelkuranların ve İhsan eliaçıkların dostluk ve kardeşliğinden sana sığınırım rabbim

M'Ali Uzun Kardeşler kimseyi suçladığımız,küçümsediğimiz yok!Lütfen doğru anlamaya çalışın!Aklınıza yatmadı diye hemen ötekileştirmeye,yaftalamaya,suçlamaya şucubucu demeğe ne gerek var? Bir alimin bir sözünü eleştirdiğimizde isabet ederiz yada etmeyiz dinen caiz olan bir şeydir.Yeterki nezaket kuralları içinde,hakaret etmeden olsun. Yoksa bizim bilmediğimiz alimler eleştirilmez,lafının üzerin laf söylenmez diye Allah'ın bir emrimi var!? Bir görüşünü kabul etmeyiz yada eleştiririz ama yüz görüşünüde kabul ederiz.Eminimki sizlerle %99 konuda hemde en hayati konularla hemfikirken şu basit konulardaki farklı yaklaşımımızdan dolayı hemen selefi yaptınız,harici yaptınız,tekfirci,kemalist yaptınız:) Şurada iki konuyla ilgili görüşümü bildirdim, nerden anladınız öyle olduğumu? Yapmayın Allah aşkına! Gerek EBa Bekr ra atfedilen o söz ve gerekse Üstad'ın söylediği bilinen benzer sözü gerçekten söylemişlermi,söylemişlerse ne için ,ne maksatla,hangi şartlarda söylenmiş olduğunu keşke bilebilsek!Ama bu sözleri azıcık analiz etseniz maksadı aşan sözler olduğunu anlarsınız. Benim tanıdığım Eba Bekr de Saidi Nurside böyle bir söz söylemez diyorum. Nedeni nide siz araştırın bulacağınızdan eminim.Bir ip ucu;Allah merhametlilerin en merhametlisidir! Cehennemi de Allah kafirler,fasıklar,facirlerle dolduracağını beyan etmişken! İkincisi "medet ya Şeyhim,medet ya Ali!" gibi Allah'tan başkasından ve hemde hayatta olmayan kişilerden yardım dilemek Kur'an naslarıyla sabittirki Tevhid Akidesiyle bağdaşmaz. Rasuli Ekrem sav Kızı Fatıma ranh; "Ey kızım Fatıma baban Peygamber diye sakın güvenme..." diye nasihatı sabittir.Allah varken ve şah damarımızdan bile bize daha yakınken; akli ve nakli delillerle sabittir ki Yardım ancak şanı yüze Allah'tan dilenir. İnsanlara RAB olmaya layık olan ancak ALLAH'TIR! Selam ve sevgiler sunarım.

            İşte böyle! Siz sahi geleneklilerden misiniz yoksa gelenekçilerden misiniz? Eğer gelenekçilerdenseniz ezberlerinizi Vahiyle test edin derim!


4 Şubat 2012 Cumartesi

B İ R H A S B İ H A L Konya / 01.02.2012


B   İ   R   H   A   S   B   İ   H   A   L
Konya / 01.02.2012

İnfak ile zekât ‘ı öncelikle biri birinden ayrılması gerekmektedir.Öyledir de. Bakara Süresi 177 . ayette bunu açıkça görmekteyiz. “sevdiği maldan harcar,namazı kılar,zekatı verir..” buyurularak infakla,zekatın farkı ortaya koyulmaktadır.  Her ne kadar zekât infakın dâhilinde bir konuma sahip olsa da bu ikisini biri birinin alternatifi ya da aynısı olarak görmek, tam da 1/40 la yetinmeyi daha doğrusu Rabbimizin mü’minlerden beklediği ile müminlerin pratiği arasındaki bu muazzam uçuruma kılıf hazırlanmış ve mevcut fasit yapı meşrulaştırılmış olacaktır. Çoğunlukla olduğu gibi bu konuda da unutulan yada göz ardı edilen Rasulullah’ın sav Rabbine kavuşacağı güne kadar; biriktirmediği,mal ve mülk sahibi olmayı aklından bile geçirmediği,Allah’ın bahşettiği nimeti büyük bir isar örneği göstererek sadaka, zekat ve infakla, muhtaçların ihtiyacını giderme amacında olmasıdır.”

İnfak Üzerine Mülahazalar
İnfakla ilgili ayetler ve bu ayetleri en güzel ve en doğru şekilde hayata geçiren Rasulullah’ın örnekliği göstermektedir ki; bu gün Müslümanlara emanet edilen mülkle ilişkileri ile Allah’ın Müslümanlardan istediği davranış arasında devasa bir fark vardır. Yani Allah’ın istediği ile Müslümanların pratiği arasında ki uçurum göründüğünden daha  derindir.! Pratikle Kitap arasındaki bu devasa fark; şu anlama geliyor; Müslümanlar insanlığa şahitlik yapamıyor.(Hac 78)
İnfak ile zekât ‘ı öncelikle biri birinden ayrılması gerekmektedir.Öyledir de. Bakara Süresi 177 . ayette bunu açıkça görmekteyiz. “sevdiği maldan harcar,namazı kılar,zekatı verir..” buyurularak infakla,zekatın farkı ortaya koyulmaktadır.  Her ne kadar zekât infakın dâhilinde bir konuma sahip olsa da bu ikisini biri birinin alternatifi ya da aynısı olarak görmek, tam da 1/40 la yetinmeyi daha doğrusu Rabbimizin mü’minlerden beklediği ile müminlerin pratiği arasındaki bu muazzam uçuruma kılıf hazırlanmış ve mevcut fasit yapı meşrulaştırılmış olacaktır. Çoğunlukla olduğu gibi bu konuda da unutulan yada göz ardı edilen Rasulullah’ın sav Rabbine kavuşacağı güne kadar; biriktirmediği,mal ve mülk sahibi olmayı aklından bile geçirmediği,Allah’ın bahşettiği nimeti büyük bir isar örneği göstererek sadaka, zekat ve infakla, muhtaçların ihtiyacını giderme amacında olmasıdır.
İnfakla ilgili hikmetin anlaşılmasında kendinden çokça istifade ettiğim, saygı ve sevgi duyduğum bir Hocaefendi  infakla ilgili ortaya koyduğu tarif ilginçtir. İlginçliği de; hem  cimrilerin ve hem de cömertlerin, bu tarifte kendilerine yer bulmasından kaynaklanmaktadır.  Bu Dost aynen şu değerlendirmelerde bulunuyor;”Kur’an tüm diğer yükümlülüklerde olduğu gibi  infak konusunda da aşamalı (tedrici) bir yol takip etti. Fakat infak konusundaki aşamalılık ilkesi,diğer konulardakinin tam tersi bir süreç izledi.Namaz,oruç,cihad emirleri,içki ve faiz yasağı gibi bir çok yükümlülükte azdan çoğa doğru bir seyir izleyen tedric süreci, infak konusunda tam trsine çoktan aza doğru bir seyir izledi.Kanaatimizce bu  İslam Cemaatinin ilk dönemlerindeki zaruret durumuyla izah edilebilecek bir şeydi.Tabii ki buradan şu genel hükmü çıkarmak  hiçte yanlış olmayacaktır.Şartların zorlaştığı benzer dönemlerde,infakta da  zekatta olduğu gibi oranlı ve sınırlı bir miktardan oransız ve sınırsız bir verme seferberliğine dönülebilir.Bu söylediklerimizin delili ise  Bakara Süresinin 219. Ayetinde mevcuttur.Bakara Süresinin 3. Ayetinde iman ve namazın hemen ardından zikredilen infak,mü’minlere yeni bir mükellefiyet  yüklüyordu.Rabbimiz, ‘neden infak edelim?’  diye soran mü’minlere;’Bağışlanabilen her şeyden! (infak edin)’  buyurdu. Çoğunluk bu ayetteki (2/219) el-afv’ı ‘ihtiyaçtan artan’  ile tefsir ettiler. Bu durumda infak emri ilk başlarda ihtiyaçtan arta kalanı vermek anlamına geliyordu. Medine’deki İslam Cemaati güçlendikçe bu yükümlülük sınırlandırıldı. İnfakın zorunlu olanı zekât adını aldı. Zekât miktarı Hz. Peygamber tarafından zaman zaman yeniden düzenlendi. Hayvanlarda cinse göre adet üzerinden, para ve ticari emtiada ise oran üzerinden tespit edildi. En sonunda 1/40 oranında istikrar buldu.” Ayni ifadeler ve konuya bakışı Hocaefendi’nin Kuran Çalışmasında da geçmektedir.
Bu açıklamalar; zekâtı (1/40) verilmek kaydıyla her türlü kenz/biriktirmenin yolu açılmakta, infak zekâta indirgenmek gibi anlamaya müsaittir. Zekâtını veren infakı yapsa da olur yapmasa da olur manasına gelir mi bu açıklamalar?. Ama şu kesin ki Hoca efendi, İnfak ve zekatla ilgili açıklamalarına Tevbe Süresi 34 ve 35 nci ayetlerini, Nahl Süresi 71,Bakara Süresi 177 (Hem infak hemde zekat ayrı ayrı zikredilmektedir.) Tekasür Süresi,Haşr Süresi 7 ayetlerini hiç dahil etmemiştir. Bu ayetler olmaksızın infak üzerine söylenecek söz eksiktir, sorunludur.
Gerçekten Mekki Süre ve ayetlerle, sahip olunanlardan infak edilmesi ve böylece gerçek kurtuluşa, saadete erişebilineceği ikaz edilip müjdeler verilirken Medine döneminin ilk yarısında kırkta bir zekâta mı dönüştü infak? Kırkta birlik bir fedakârlık o muazzam arınmaya, temizlenmeye, dünyevi bağlardan kurtulmaya, dünyayı değil ahireti tercihe yeter mi zannedilmektedir.  Böylemidir sahi!? İnfakla zekât ayni şey midir? Sınırsız ve hesapsız infak salihatı azala azala 1/40 a mı inmiştir!? Yoksa farkında olmadan, daha Rasulullah zamanında mü’minlerin mal ve mülkle imtihanı sonucu baş gösteren sapma, Rasulullah’ın tasarrufu ile % 2,5  (1/40) olarak ve zekat adı altında asgari olarak devlet tarafından toplanmaya başlandı. Hz.Ali ra kırkta bir için,cimrilerin zekatı demesi bundan olsa gerektir. Öyle anlaşılıyor ki, zekâtın verilmesi ile ilgili bir çok ayet vardır ve lakin şu ayetle zekât farz kılındığına dair bir ayet telaffuz edilmemektedir. Hicri 2 yılda zekat yada infak konusundaki gevşeklik,kaçınma nedeniyle olsa gerek infak zorunlu bir yapıya büründürülerek Zekat olarak tanımlandı. İnfak ve zekatın nasıl uygulanacağı yada Müslümanların mal ve mülkle işikisinin nasıl olması gerektiği konusundaki ideal örnek Rasulullah’ın sünnetinin olacağı tartışmasızdır. Rasulullah sadece zekatla yetinmemiş, Kendisi ve ehli beyti ve ashabından birçokları ömürleri boyunca tüm Müslümanlara ve insanlığa zühtün,isarın,çömertliğin şahikalarını göstermişlerdir. Nebiallah’ın; “bana bakmayın siz, ben peygamberim. Sizin için kırkta bir den fazlası yoktur!’ manasına gelecek bir tavsiyesine rastlamaktayız. Bununla birlikte bu uygulama  infakla zekâtı farklılaştırmıştır. Zekât infak içinde bir şubedir. Fıtr sadakası gibi. Zekât bizzat Hazine tarafından, yani hz.Peygamberin sav tayin ettiği zekât amilleri tarafından toplanıyordu. İnfakta ise böyle bir zorunluluk olmadığı malumdur. İnfak daha çok zenginler tarafından bizzat yoksullara, kölelere, onların ihtiyaçları ve özgürlüğü için harcanıyordu. Toplumsal tesanütün sağlanması, kardeşlik ve dayanışma içinde ümmetleşmeyi sağlama gibi bir fonksiyonu olduğu aşikârdır. Tıpkı Muhacir’lerin Ensar’la kardeş kılınmasında duygusal bir kardeşlik değil ellerindeki nimeti kardeşçe bölüşmeyi isteyen bir kardeşlik örneği sergilenmiştir..
   İnfak,  kişinin dünyevileşmesini önleyen, israfa, lüks ve şatafata yönelmesine mani olan, dünya ile bağı olması gereken noktaya çeken, ahrete özlemi ve yönelmeyi güçlendiren bir fonksiyona sahip bir salihattır. Kişinin kalbinin hazinesiyle beraber olduğu gerçeğini anlamadan infakı anlayamayız. İnfak fani olanı değersiz kılan bir ibadettir. Ebedi âlemde gerekli olacak gerçek değer, hayr hazinesi biriktirmeye kişiyi yönlendirmektedir.
İnfak öyle bir salihattır ki; kişinin tevhit akidesini formatlayıp, istikamete soktuğu gibi, toplumsal tevhidi de ayni şekilde hizaya çekip İslam toplumu oluşturmada önemli etkiye sahiptir. Hz. Ali ra;”Bir eve yoksulluk bir kapıdan girerse iman öteki kapıdan çıkar!” sözü ile bu anlamda infakın bu boyutuna dikkat çekmektedir. İnfak, İslam Davetini bile anlamlı ve etkili kılan bir salihattır. O nedenle tedriciliği söz konusu değildir. Hele de bu günün dünyasında 1/40 tan bahsetmek bile başlı başına bir cimrilik göstergesidir. Davut as kıssasında ki, o bir koyun sahibi yoksulun 99 koyun sahibi aç gözlü cimri “kardeşini”  şikâyetinde;(38 Sad /23” Biri: "İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken: Onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi" diye anlattı. İki kardeş arasındaki bu adaletsizlik, servet biriktiren, tekasür sahiplerine bir atıf olduğunu düşünüyorum. Yani o tekasürcü/kenzci/biriktiren cimrinin 99 koyunu olduğu halde hala iştiha ile biriktirmeye devam etmesi, yoksulun elindeki o bir koyunun da elinden alınması anlamına gelmektedir. Bura da zorla, gaspla bu işin yapılıp yapılmaması olayı meşru yada gayrimeşru kılmayı gerektirmiyor,böyle bir bölüşümün varlığı ve bu bölüşümü doğuran “yapı” bizatihi gayrimeşrudur.Yani, toplumda ve global dünya da; ticareti,ticaret hukuku adaletsizlik,istismar ve sömürü  üzerine kurarsanız hatta siz kurmasanız bile hazır bulduğunuz bu “tezgah” üzerinde habire semirirken biriktirdiklerinizden 1/40 verseniz yada  40 da 30 verseniz ne olur?. Eğer ki,40 da 10 sizin mütrefiyn (Şımarık zenginler, her zengin şımarıktır. Zenginliğin şımarıklığından korunmanın tek yolu zühttür. Züht ve isar üzere olanlar müstesna. Onlarda ne kadar azdır. Ve onlar ellerindeki emanetten ihtiyaçları olanı tüketir, gerisini infak ederler.) sınıfına girmenize yetiyorsa, gerektiği gibi infak etmemişsiniz demektir. İnfakla sadece yoksulların karınlarının doyurulması yada kölelerin ve esirlerin özgürlüğüne kavuşturulması değil (Bizim coğrafyamızda çok belirgin örnekleri olmasa da bir çok İslam topraklarında  yoksulluktan kaynaklanan köleci ilişkiler hala vardır ve kız çocukları  üretim aracı olarak görülür ve köle gibi satılır ve alınır,köle gibi acımasızca çalıştırılır.) toplumun yoksul kesimlerinin, yoksulluktan kurtulmasını esas alır.Nahl Süresi  71 bu anlama gelmektedir.” Allah lütufta bulunarak, servette, bir kısmınızı diğerlerine üstün kıldı. Lütfa lâyık görülerek üstün kılınanlar, sahip oldukları rızık ve servetten meşrû şekilde sahip oldukları, üzerlerinde meşrû hakları ve otoriteleri, kendileriyle düzgün insanî münasebetleri olan köle, cariye ve hizmetkârlara ve işyerlerinde çalışan sözleşmeli işçilerine kâfi miktarda vermiyorlar. Verseler, o rızkın kullanımında eşit hâle gelecekler. Eşit şekilde kullanmaları söz konusu iken, bile bile Allah'ın ihsan ettiği nimeti inkâr mı ediyorlar? Nankörlük mü ediyorlar?”(Ahmet Tekin meali) Yani toplumda Müslümanların kardeşçe dayanışma içinde olması tevhid akidesinin toplumsal boyutu için gereklidir. Hatta gayri Müslim olmasına bile bakılmadan yoksulların yoksulluk boyunduruğundan kurtulması için maddi fedakârlığa, hayr ve hasenata yönelme zarureti vardır. Aksi durumda yoksul kesimlere ki bu gün yeryüzünde açlık sınırında 1,5 milyar insan vardır ve bunların büyük çoğunluğu da müslümandır, dinin en önemli rüknü anlamını ve manasını yitirecek, Müslüman yoksulların ise dinden soğumalarına ve uzaklaşmalarına neden olunacaktır. Bu hesabı verilemeyecek bir vebaldir ve o nedenle de Allah cc; “Allahın nimetini inkâr ediyorlar” buyurarak ikaz etmektedir. Bir kişinin hidayetine vesile olmanın karşılığı bir vadi dolusu yüklü kızıl develerden ne kadar kıymetliyse; bir kişinin yoksulluk nedeniyle inkâra sürüklenmesine duyarsız kalmakta o denli hüsran demektir. Biriktirmenin (Kenz) ne anlama geldiği ve nasıl bir cezayı gerektirdiği Tevbe Süresinde 34. “ Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! 35. (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!"  Böylece anlatılmaktadır.
 Bu hükme “zekâtı verilmek kaydıyla”  diye getirilecek bir yorum ve istisna; biriktirme/kenz/tekasür fiillerini meşrulaştırmaz. Söz konusu ayetlerde zekâtı verilen ya da verilmeyen biriktirme değil “biriktirmenin” kendisi mahkûm edilmektedir. Kaldı ki Yahudilerde de bir şekilde “zekât” ibadeti olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla mevzubahis olan zekâtı verilip verilmemesi değil, zekâtı verilse bile üzerinde durulan ve azaba müstahak olan konu; biriktirilip, Allah’ın rızası doğrultusunda tasarruf edilmemesi, bilakis biriktirilerek israf edilmesidir. Biriktirilenin Allah’a ait olduğunun unutulması, Allah’ın olan bu biriktirilen mal ve mülkün, altın ve paranın; Allah’ın yoksul ve muhtaç kullarına sarf edilmesini dilediğinin göz ardı edilmesidir.
 İnfak;nifakın, dünyaya meylin, cimriliğin, ahireti unutma,dünyaya dalmanın daha doğrusu Yahudileşme ve Hristiyanlaşmanın  panzehiri olması hasebiyle yani kirden,pasdan,masiyetten,heva ve heveslerden,kerahat ve günahlardan arınma,temizlenme ve Allah’a yönelme,kalplerde Allah,rasulullah,ahiret ve hayr sevgisi yerleştirmenin biricik yol ve yöntemi olarak bir salihattır. Karşılığını Ahiret Yurdunda umarak ve Allah’a güvenerek vermenin,kalpte sadece Ahiret sevgisi ve Hayr hazinesi biriktirmenin yolu infak salihatıyla mümkündür. Bu açıdan infak, sadece yoksul ve muhtaçların ihtiyaçlarını karşılamak değil,asıl muhtaçlığın idrak edilmesini ve ebedi kurtuluş için lazım olanın elde edilmesinde en önemli ve etkili bir salihattır.
Failleri Yanlış Yerde Arayan  Sazanlar!
 Gerçekten de bir plan dâhilinde, bir taraftan Yargı üzerinden diğer taraftan ordu üzerinden iktidarın altı oyulmağa çalışılıyor. Hirant Dink Davasının,  akıl almaz bir şekilde sonuçlanması dikkat çekici ve manidardır. Ayni şekilde ondan önce de Türk Hava Kuvvetleri uçakları tarafından Uludere sınır ötesinde kaçakçılık yapan ve hemen hepsi korucu ailelere mensup 35 gencin feci bir şekilde bombalanarak katledilmesi ile harekete geçirilen kitlelerin kimliği, sloganları ve yanlış adreste olayların müsebbiplerini arama aculluğu dikkate alındığında bir bit yeniği olduğu açıkça görülmektedir. Tıpkı Susurluk Olayını Erbakan Hükümetine fatura edilmesi gibi. Akşamları “bir dakika karanlık” eylemleri Susurluk Skandalını yani devlet içindeki derin yasadışı yapılanmaların deşifre edilmesi ve bu yapı olması gerekirken Erbakan Hükümeti aleyhtarlığına döndürüldü. Bunda vesayetçi rejimin iradesi inkâr edilemez. Askerden çok asker medya da buna alabildiğine destek vermişti.
Dink Davasını ve Karanlık Uludere Olayını ordu içinde ve Yargıda yuvalanmış ve halen büyük davalarla yargı aşamasında olan yasadışı yapının yani Ergenekon yapılanmasının artıkları ve uzantıları tarafından ifa edildiği düşünülmesi gerekirken;  hemencecik Devletin yasal ve tek meşru yüzü olan iktidarı, başbakanı sorumlu ilan edilmesi bir  “bityeniği”  şüphesini de başka açıdan uyandırmaktadır. Hele de bu kampanyanın; bir araya gelmesi mümkün olmayan Türkçü, Kürtçü, vesayetçi, Ergenekoncu, laikçi, Kemalist kesimler tarafından yürütülmesi, "Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" eylemlerini hatırlatmaktadır. Nitekim 28 Şubat sürecinde bu eylemlerin hatırı sayılır bir rolü olduğu herkesin malumudur. Devlet içinde örgütlenen bir yasadışı yapı, Susurluk’ta ifşa olmuşken, Vesayetçi Yapı bu olayı örtbas etmiş, doğan tepkileri, meşru Erbakan hükümeti aleyhtarlığına tahvil etmiştir.Yani derin devlet karşıtı olarak başlayan bir eylem,bir “fasa fiso” yada “mum söndü..”  gibi talihsiz beyanlar bahane edilerek Hükümet karşıtlığına manupüle edilmiş,onca “sazan” da bu zokayı yutmuştur.
Kim ne derse desin Uludere Olayı Kandil’in işine yaramıştır ve Kandil ve vesayetindeki yapılar bu olayı alabildiğine istismar etmişlerdir. Oysa bu olayda hayatlarını kaybeden gençler; pkk nın hedef tahtasındaki bir numaralı düşman unsurlar olan “korucu”  ailelerin çocukları olduğu göz ardı edilmektedir. Nitekim bu Olayla birlikte güvenlik güçlerinin bölgedeki operasyonlarında frene basıldığı malumdur.Ömrünü Kürt sorununa vakfeden Kemal Burkay’da Uludere olayının tipik bir “derin devlet operasyonu” olduğunu açıklamıştır. Dink Davası kararı ise, her şeyden önce Ergenekon Davasını etkisizleştirmeğe matuf eylem ve söylemlere malzeme olacak cinstendir. “Ergenekon’u bulsam gide cem üye ola cam!” diyen ana muhalefet lideri ;”Parasız eğitim isteyen öğrencileri örgüt üyesi yapanlar, Hrant Dink'i öldürenleri örgütsüz yargılıyorlar. Bu AKP'nin adaletidir'' dedi. Yani “akp yargıyı ele geçirdi, muhaliflerini tutukluyor, Ergenekon bahane!” demek istiyor. Bu süreçte,  Darbe gibi tüm medeni dünyada en iğrenç ve ağır suç sayılan bir eylemin baş sanıklarının tutuksuz yargılanmaları için ne denli duygu sömürüsü yaptıklarını hep birlikte gördük.
Demokratikleşme  ve vesayetten kurtulma gayretleri,  vesayetçi yapının (hem kürt vesayeti hem de türk vesayetinin) ittifakı ile terör ve  Gladiovari operasyonlarla  akamete uğratılmak istenmektedir.Tıpkı Susurluk Olayında olduğu gibi, Ergenekon işi  eylem ve oluşumlar; Türkiyeyi demokratikleştirme ve hukuk içine çekme iradesi gösteren ve bu yolda çok değerli değişim ve dönüşüme imza atmış iktidarı yıpratma aracı olarak istismar edilmektedir.Aman dikkat!

Ermeni Sorunu  Her Açıdan Tartışılmalıdır
Gerçektende artık arşivleri açalım, tarihçiler araştırsın tezi anlamını iyice yitirdi.Hoş bunun bir anlamı hiç olmadı ya neyse.Adnan Beyin dediği gibi büyük bir "hata" diyelim,bir avuç ermeni çetelerin yaptıklarından dolayı tüm Ermeni Halkını çocuk,yaşlı,kadın,hasta demeden,öz yurtlarından kopartıp sürgüne göndermek aklın alabileceği,vicdanın kabul edeceği bir şey değil. Tek bir ULUS yaratma projesinin ürünü bir facia. Tıpkı Dersim gibi, tıpkı Rum mübadelesi gibi. Türkiye’de yaşayan herkes türktür ya da Türkiye Türklerindir anlayışı bu projenin ürünüdür. Ulusçu, nasyonal sosyalist toplum mühendisliği operasyonudur. İki boyutu vardır. Ermeni ayrılıkçı parti ve örgütlerin başlattığı ve Türk tarafının karşılık verdiği karşılıklı katliamlar,ikincisi ayrılıkçı parti ve örgütlerle hiç ilgisi olmayan Ermeni Halkın tehciri.
Geçmişi kurcalamaktan ziyade bu gün ne yapılmalıdır? İktidar tıpkı kürt açılımında olduğu gibi bir ermeni açılımı ile kamuoyunda bir tartışma ortamını başlatmalıdır. Tabii öncelikle soykırım demese bile büyük bir facia olduğunu kabul ederek. Ve sorumlularının yargılanması ve olayın her yönüyle açığa çıkartılması için uluslararası bir mahkeme dâhil vatanlarından tehcir edilen bu insanlara yeniden vatandaşlık hakkı verilmesi, mağduriyetlerinin giderilmesi için ilk adımın daha fazla zaman geçirilmeden Türkiye tarafından atılması bir zarurettir. Bu gün itibariyle 20 ye yakın ülke “soykırımı” tanımış durumdadır. Amerika bu gün “katliam”  dese de ileriki yıllarda “soykırım” demeyeceğini kimse garanti edemez. Dolayısıyla Türkiye’yi zorla masaya oturtulmasına fırsat verilmeden İktidar’ın acilen köhne,inatçı,hikmetsiz tepkilerini terk etme zamanı gelmiştir.
Fransa’da ki Soykırımı inkar yasası; artık sona gelindiğini anlamamız gerektiğini göstermektedir. Bunu iyi okumalıyız. İnatla inkâr bir şeyi değiştirmiyor. Tarihi seyri değiştirmek Türkiyenin bu politikasıyla ve tezleriyle mümkün değildir. Tarih; gerçekler ve hakkaniyetler ekseninde akmaktadır. Türkiye “inkârla” öz vatanlarından koparılan Ermenilerin Dramını görmek ve anlamak zorundadır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde bu sorun geçilmez bir engel olarak durdukça,Medeni dünyada söz sahibi bir ülke hayal olacaktır. “Tehcire” tabi tutulan Ermeni sayısı; Osmanlı arşivlerine dayanan rakamlara göre; 413.067 Ermeni, ABD resmî kaynaklarına göre, 486.000, Catholic Encyclopedia'ya göre, 600.000, Salahi Sonyel'e göre ise 700.000 olarak geçmektedir. Karşılıklı mukateleler de  ölen Ermeni ve Türkler ise ayrı bir konudur.
Vakit geçirilmeden öncelikle Ermeni Diasporasını muhatap olarak tanımalı, mağduriyetlerin maddi ve manevi olarak tazmini noktasında Türkiye’ye yakışır bir çözüm paketi ortaya koyulmalıdır. Geçmişteki kirli hesapların ve karanlık ilişkilerin, Ulusçu, tektipçi, dayatmacı, zalim kıyımların savunması hem mümkün değildir hem bize yakışmaz.


Ey Müslümanlar Müslüman Olun!
Nijerya'da şeriat kurallarını uygulamak isteyen Boko Haram örgütü, ülkenin ikinci büyük kenti Kano'da geçen cuma girişilen ve asıl olarak emniyet binalarını hedef alan bir dizi saldırıda, en az 185 kişiyi öldürmüştü. Boko Haram örgütü; eğitim, silah ve patlayıcı desteğini El Kaide örgütünden aldığı biliniyor. Düşünün ki bir eylemde 185 insan katlediliyor. Masum ve suçlu ayırt etmeden! Kaldı ki kim kimi suçlu addedecek? Buna kimin hakkı var?
Aşırılığın Müslümanlar tarafından sorgulanma ve mahkûm edilme zamanı çoktan geldi ve geçmektedir. Böylesi bir vahşet in İslam Diniyle bağdaşmadığı ortadadır.  Bu münferit bir olay değil,çok yaygın olarak özellikle aşırılığı ile maruf  tekfirci  neoselefi  grupların; şiddet ve terörü  dini/siyasi bir araç olarak uyguladığını görmekteyiz. Bu guruplar  dini bir kisveye büründürdükleri şiddet ve terörü;hem gayrimüslimlere,hemde şii müslümanlara ve sünni  tarikatlara karşı acımasız bir şekilde uygulamakta,çocuk,kadın,yaşlı demeden Allah’ın şiddetle yasakladığı  öldürme fiilini pervasızca işlediklerine şahid olmaktayız. Bu cinayetkarlığın bir yönüdür. Diğer bir yönü ise din adına işlenen bu cinayetkarlıklara karşın;  İslam dünyasının dini mercilerinden,aydınlarından ve sivil toplum kuruluşlarından hatırı sayılır bir tepki gelmemesidir. Yani  ,   fetişleştirdikleri Devletleşme amacı ve antiemperyalizm  adına;aşırılığı,şiddet ve terörü dini bir kılıfla siyasi/dini  araç edinen maceracı  gurupların aziz İslam’ın hiçbir ilkesiyle bağdaşmayan kanlı ve cinayetkar eylemlerine karşılık büyük bir suskunluk ;İslamı ve müslümanları  beşeriyet  karşısında mahkum etmektedir. Müslümanların insanlara  hakkın şahidi olması yükümlülüğünü kendiliğinden iptal etmektdir.
Konuya ilgisine binaen,soğuk savaş döneminin dış politika söylemi ile o döneme has çerek asırlık şiddet,ötekileştirme, kin  ve düşmanlık içerikli sloganların hala revaçta tutulmasıda bu bağlamda  İslam Daveti önüne kendi ellerimizle bir set çektiğimizi anlamalıyız. Emperyalizmin  devasa savaş gücüne rağmen  hedef ülkelerde gerçekleştirdiği operasyonlar öncesi , meşruiyet arayışında  olduğunu  ve barış,demokrasi,insan hakları ve hukuk adına  bu operasyonlara giriştiğini dünya kamuoyuna anlatma çabaları ilginçtir. Batıl bir ideolojik yapının  imajı için gerekli hassasiyeti gösterdiği bir dünya da müslümanların,İslami stk  ve  müslüman siyasetçilerin kimliklerini,daveti ve şahitliklerini söylemleriyle etkisizleştirmeye,lekelemeye hakları yoktur,bilakis böyle  davranışların zulüm olacağı açıktır.
Bu itibarla genç müslüman aktivistlere tavsiyemiz,beğenmediklerini hiçte saklama gereği bile duymadıkları “ağabeylerinin”  soğuk savaş döneminde 25-30 yıl önce  ürettikleri muhalefet tarzını,muhalefet dilini,  sloganları, protesto şekillerini  çağın gereklerine ve değerlerine göre yeniden üretmeleri gerekmektedir. Artık meydanlarda bayrak yakmalar,kahrolsunlu sloganlar, öfkeyle bağırıp çağırmaların geride kalma zamanı gelmiştir. Genç nesil; çağının şartlarına,değerlerine ve gereklerine göre;sevgi,barış,özgürlük,insan hakları  temelinde muhalefeti ve davetini ortaya koyma yollarını bulmalıdır.
Modası geçmiş,işlevini yitirmiş,müslümanın ve islamın imajını nahoş gösteren usullerle Davet yapılmaz ve İslama Hizmet edilmez!