30 Kasım 2010 Salı

YAHUDİ İSLAMCILAR
Salim Meriç

     ( Dinlerin  Servetle ilgili görüşleri ile  Bu Dinlerin müntesiplerinin geldiği noktada  ilginç  benzerliklere ilginç yorumlar! )

28.11.2010


Protestanlığın ve Kapitalizmin Avrupa ve Amerika toplumlarına kimler tarafından nasıl ve niçin aşılandıklarını incelediğinizde karşınızda Judaizm’i bulacaksınız.
Protestanlık, 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda doğmuştur. Martin Luther’in 1517 yılında Wittenberg Kilisesinin kapısına 95 maddelik o meşhur protesto yazısını asmasıyla, Hristiyan dünyasındaki en büyük bölünmenin temelleri atılmıştır. Luther bu 95 maddelik tezde bütün reformist görüşlerinin özünü işlemektedir. Esas itibariyle savunduğu düşünce; Papalığın otoritesini reddetmek, onun yerine Kutsal Kitap’ın yani (Eski Ahit) Tevrat’ın tek dini otorite olduğunu göstermekti. Protestan hristiyanlar sadece incil’i değil ayrıyetten Yahudiliğin Kutsal kitabı (Eski Ahit) Tevrat’ıda okumaktadırlar.
(The Catolic Encylopedia, Protestantism, Robert Appleton Company, Newyork 1911, Vol.9, Bib; Gans Henry, p. 112-113.) http://www.newadvent.org/cathen/09438b.htm
Martin Luther, reform hareketleri başlamadan önce Yahudilikle, Tevrat ve İbranice'yle ilgileniyordu. Bu ilgisini ilk olarak "Jesus Christ Was Born A Jew" (İsa Mesih bir Yahudi Olarak Doğdu) adlı kitabında gösterdi. Luther'in Yahudilerle ilgili olarak söyledikleri onun bu ilgisini açıkça gösteriyor:"Yahudiler bizim Tanrımızın akrabaları, kuzenleri ve kardeşleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarında Yahudi desinler." (Leon Poliakov, Richard Howard, History of Anti-Semitism, University of Pennsylvania Press, 2003, Vol. I, p. 225.)
Protestanlık aslına bakarsak Hristiyanlıktan daha çok Yahudi mezhebi gibidir. Protestan teolojisinin kurucuları, Eski Ahit (Tevrat)’ın hükümlerinin hiçbir yoruma tabi tutulmadan doğrudan kabul edilmesi prensibini benimsediler. Protestanlar İncil’den öncelikli olarak Tevrat okuyacaklar ve dünya görüşlerini Tevratın hükümlerine göre şekillendireceklerdi. Bu Eski Ahit'in yalnızca "bu dünya"yı önemseyen düşüncesine geri dönülmesi, ruha değil maddeye yönelinmesi ve öteki dünyanın (ahiretin) öneminin unutulması ve faizin yaygınlaşması gibi büyük sonuçlar doğurdu. Ortaçağ Katolik Kilisesi'nin faizi kesin olarak yasaklıyor olması, faiz sisteminin çok fazla yayılmasına engel oluyordu. XVI. yüzyılda Avrupa'da doğan Tevratı kabul eden Protestanlar, bu konuda çok farklı bir yaklaşım getirdi. Avrupa’da artık faiz meşrulaşarak tefeciliğin ve modern banka sisteminin gelişmesinin de önünü açmış oldu. Buda kapitalizmin de doğuşu anlamına geliyordu.
Bir insanın bütün kabiliyeti ve enerjisi ile para kazanmasının gerekli olduğunu Benjamin Franklin'in Genç Bir Tüccar'a Öğüt'ünde (Advice to a Young Tradesman) açıkladığına Max Weber işaret ediyor. Benjamin Franklin'e göre para ihtiyaçları karşılamak veya gelecekte harcanmak üzere kazanılmamalıdır. Aksine para kazanma başlı başına bir amaç olmalıdır. Başka deyimle, para kazanmak için, para kazanılmalıdır. Franklin'in üzerinde durduğu nokta, para sevgisi değil, para kazanma zorunluluğudur. Kendi tezini doğrulamak için Franklin, Tevrat'tan da iktibasta bulunmakta ve Süleyman'ın Meselleri Kitabında yer alan «İşinde gayretli adamı görüyor musun? O kralların önünde durabilir. (Tevrat - Süleymanın Özdeyişleri, Bap. 22/29) sözünü belirtmektedir. Weber, para sevgisinin değil, para kazanma zorunluluğunun Franklin'in öğretisinde başlıca rolü oynadığını ve modern kapitalizm ile geçmiş zamanlardaki kapitalizm şekilleri arasındaki temel farklılığın para kazanma zorunluluğunun insanlara aşılanmasında belirdiğini ifade ediyor. (Fullerton, Kemper, Calvinism and Capitalism: an Explanation of the Weber Thesis, editör: Green, Robert W. Boston 1959, p. 8.)

Katoliklerce "gizli-yahudi" olarak tanımlanan Martin Luther, hem Katolik Kilisesine ölümcül bir darbe vurmuş, hem de geliştirdigi dini doktrin için asıl kaynak olarak Tevrat'ı benimsemiş, Yahudilerin "seçilmiş halk" olduklarını kabul etmişti. Luther'in Roma Katolikliğine getirdiği yıkıcı darbe ilk olarak Yahudiler tarafından benimsenmişti. (Encylopedia Judaica, Protestans, Thomson Gale, Keter Publishing House, Jerusalem 1971, Vol. 16, p. 632.)

Yahudilerle Protestanlar arasında kurulan yakın ilişki 20. yüzyılda da Siyonistler ile Protestan gruplar arasında aynı sadakatle devam etmektedir. Nitekim bu protestan gruplar batıda Hristiyan Siyonistler olarak anılmaktadır. Protestanlıkla birlikte başlayan "yahudileşme", aynı zamanda batıdaki "Hıristiyan Siyonizmi'nin de çıkış noktasıdır. Regina Sharif Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History (Yahudi-Olmayan Siyonizm ve Batı Tarihindeki Kökenleri) adlı kitabında, 16. yüzyılın ortasında doğan Protestanlığın güçlü bir Siyonist gelenek doğurduğunu bildirmektedir. Sharif, Eski Ahit'teki yahudileri öven bölümlerinin Katoliklerce göz ardı edilmişken Protestanlar tarafından ön plana çıkarılmış olmasına dikkat çekerek şöyle demektedir: "Yahudi yeniden doğuşu ve yahudilerin Filistin'e dönüşü kavramlarını gündeme getiren Protestanlık, daimi ve etkili bir 'non-Jewish' Siyonist gelenek başlattı." (Regina Sharif, Non-Jewish Zionism: Its Roots in Western History, Zed Press, London 1983, p. 10-11.)

Protestanlığın, yahudi önde gelenlerine büyük bir stratejik yarar getirdiği kesindir. Ortaçağda Kabalacı Yahudiler, Protestanlık sayesinde, Eski Ahit kehanetlerine en az kendileri kadar bağlı olan ve bu nedenle de Mesih Planı'na gönülden destek olacak önemli bir müttefik elde etmişlerdir.
Ermenilerin, Tanzimat Fermanından sonra ABD ve İngiltere tarafından Protestanlaştırılmalarını ve bu yüzyıllık süren protestanlaşma sürecinde misyonerlik faaliyetlerinin Ermeniler üzerinde çalışıldığını gözden kaçırmayalım. (Ermeni Protestan Kilisesinin Yüzüncü Yıldönümü 1850–1950, Akın Matbaası, İstanbul 1950, s. 122–123.) Peki bugün misyonerlik faaliyetleri yürüten ev kiliselerin ve toplulukların Protestan oluşlarını, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren ABD ve İngiltere’nin Türkiye’deki Ermenileri Protestanlaştırmaya çalıştıklarını ve bu faaliyetler doğrultusunda okullar açtıklarını, faaliyetler yürüttüklerini neye göre değerlendirebiliriz acaba? Ermenilerin Protestanlaştırılmaları İsrail ve ABD için bir stratejidir. Nitekim Ermeniler içinde de Yahudi orijinli bir unsurun 2 bin 700 yıldır varlığını sürdürdüğü Pakraduniler (Bagratuni/Bagratids) adı verilen ve asırlarca Ermeni toplumunu yöneten bu gizli (Kripto) Yahudi asıllı cemaatin hikayesini, Ermeni cemaatinden Levon Panos Dabağyan’ın, 2006 yılında Aksiyon Dergisinde vermiş olduğu röportajından dinlemiştik. Dabağyan, Pakradunilerin Ermenilerden farklı bir yaşam sürdüklerini, geleneklerini devam ettirdiklerini, domuz eti yemediklerini ve çocuklarına İbrani isimler verdiklerini bildirmektedir. (Aksiyon Dergisi/Mustafa Aydın Ermenileri Yöneten Yahudiler, 03/04/2006) Ermenilerin Protestanlaştırılması bu bağlamda düşündüğümüzde Pakraduniler için müthiş bir gizlenme yolu olduğu açıktır. Protestan görünen Pakradunilerin 1915 Ermeni olaylarındaki konumlarının da artık araştırılması ve tartışılması gerekmektedir.
KAPİTALİZM, PROTESTANLIK VE YAHUDİLİK ÜÇGENİ
Katolik dünyası, dindar Müslümanlar gibidir. Katolikler de tüketim konusunda, kültür konusunda, gelenek konusunda Müslümanlara benzerler. Bazı Avrupa ülkelerinde Ka¬tolikler davranışları ile sanki isim değiştirmiş Müslümanlar gibi bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. İşte bu yaşam tarzı uluslararası kapitalizmin işine gelmez. On¬lar için iyi din Protestanlıktır. Yani para kazan ne kadar kazanırsan o kadar iyisin, Hıristiyanlık inancın da bu¬nun bir kenarında dursun. Batı kapitalizmi için Hıristi¬yanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk değil, Eski Ahite (Tevrat’ı) kabul etmiş Protestanlıktır. Çünkü Protestan felsefe kapitalizmin hizmetindedir. Burada asıl amaç insanları Hıristiyan Ortodoks ya da Katolik yapmak değil, Protestan yapmaktır. Amerika Birleşik Devletleri'nde Protestanlık ve Yahudiliğin adı Ka¬pitalizm, Püritenlik ise İngiliz Yahudiliğidir.
Onun için tarih boyunca Katolik ve Ortodoks Hristiyanlığa karşı yapılan şer kampanyalarının arkasında bu süreç vardır. Yani Amerikan finans kapitali (mali sermaye) ve onlarla işbirliği içinde olanlar, kapitalin hareket alanını kontrol etmeye çalışıyorlar. Katolizmi, Ortodoksluğu ve İslamı, Amerikan finans kapitalizminin hesaplarına uygun tüketim toplumu yaratma önünde engel görüyorlar. Büyük Ortadoğu Projesi de bu çerçevede dü¬şünülmelidir. Ne diyorlar? demokrasi, serbest pazar..Ne içindir bu? Kapitalizmin önünde İslam engel, Kato¬liklik engel, Ortodoksluk engel. O zaman Türkiye ve Ortadoğuyu Yahudi geleneklerine yakın İslamcılıkla, Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerininde Protestanlıkla terbiye etmek lazımdır. İşte bugün Kapitalizm mantığıyla, İslama ve Katolikliğe karşı psikolojik saldırı yapılıyor. Hıristiyanlık dini, yoksulluğa, keşişçiliğe, çileciliğe övgü yaparken, Yahudilik zenginliğe, akılcılığa övgü yapmaktadır. Yine Hıristiyanlar için reklam günahken, Yahudilerde reklam serbesttir. Diğer taraftan Yahudilerin çok para sahibi olması dinen teşvik edilmektedir. “Altın ve gümüş ayağın sağlam basmasını sağlar,” “zenginlik ve güç kalbi coşturur”, “dindar kişi parayı vücudundan çok sever, sevmelidir.” Hıristiyan öğretisi ve kilisenin yoksulluğu yücelttiği gözönüne alındığında, yoksulluğu sayesinde cennete gitmeye çalışan Hıristiyan ile altın ve gümüş toplamayı cennete gitmenin aracı olarak gören Yahudi arasındaki zihniyet ayrılığının ekonomik alandaki etkisi farklı olacaktır ve olmuştur.
Karl Marx, 1844'te yazdığı Yahudilik ve Kapitalist Zihniyet adlı makalesinde, Avrupa'nın yaşadığı bu dini dönüşümden asıl karlı çıkanın yahudiler olduğuna dikkat çekerken de şunları belirtmişti;
“Yahudi sadece mali güç kazanmak yoluyla değil, fakat aynı zamanda o yüzden ve ondan ayrı olarak paranın bir dünya gücü haline gelmesi ve pratik yahudi ruhunun hıristiyan milletlerin pratik ruhu haline gelmesi yoluyla kendini yahudice bir tarzda kurtarmıştır. Yahudiler, hıristiyanların yahudileşmesi ölçüsünde kendilerini kurtarmışlardır.” Kapitalistleşme ve yahudileşme arasındaki ilişkinin altını çizen Marx, "Para İsrail'in kıskanç Tanrısıdır. Yahudi tanrısı dünyevileştirilip dünyanın tanrısı haline getirildi." Marx, Protestan ve Püriten geleneğinin kapitalizmle olan ilişkisinden bahsederken de, Hıristiyanlık'ın Reformla birlikte yaşadığı büyük değişimin yönünü şöyle belirliyordu: "Hıristiyanlık Yahudilik'ten doğdu. Şimdi ise Yahudilik'e geri dönmüştür.” (M. Özel, Kapitalizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik. Kapitalizm ve Din (1. Baskı) içinde (9-34). Alternatif Üniversite. İstanbul 1993, s. 14.)
Katolik ve Ortodoks Hristiyanlık’ın temel misyonunda dünyada mal mülk zenginlik elde etmek değil, ahiret üzerine dayanan ve dünyevi zenginlikten uzak olan inanışı İncil’de şu şekilde tarif edilmektedir;
İsa öğrencilerine dediki ; “Zengin kişi göklerin hükümranlığına güçlükle girecektir. Yine size derim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi zengin kişinin Tanrı’nın hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” (İncil - Matta 19 / 23-24)
İsa gözlerini öğrencilerine kaldırarak; “Ne mutlu siz yoksullara!” dedi. “Çünkü Tanrı’nın hükümranlığı sizindir. Ama vay halinize, ey zenginler, Çünkü tesellinizi almış bulunuyorsunuz. (İncil - Luka 6 / 21,24)
“Bir başkan İsa’ya, İyi Öğretmen, sonsuz yaşamı (ahireti) miras almak için ne yapmalıyım? diye sordu. “İsa’da ona “Bir şeyin eksik kalıyor” dedi. Varını yoğunu sat, yoksullara dağıt. Böylelikle göklerde varlığın olacaktır. Sonra da ardım sıra gel.” Adam bunu duyunca yüreği tasayla doldu. Çünkü çok zengindi. İsa onun tepkisini görünce, “Parası bol kişilerin Tanrı hükümranlığına girmesi ne denli güçtür!” dedi. “Devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bireyin Tanrı hükümranlığına girmesinden daha kolaydır.” (İncil - Luka 18 / 18,22,23,24,25)
“Ne mutlu yoksulluk ruhuna sahip olanlara”, “gururlu kişi dünyevi krallıkları, yoksulluk ruhuna sahip kişi de Göklerin Egemenliğini arar.” (Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, 1893 Filmcilik Ltd. Şti. s. 577.)
Katoliklerin ve Protestanların farklı özelliklere sahip olduğu red edilemez bir gerçektir. Genel anlamda Weber, Katolikler ve Protestanlar arasındaki ayrımı şu cümlesiyle ortaya koymaktadır;
Katolik.. daha sakindir; daha az kazanma güdüsü ile donatılmıştır, çok az bir geliri de olsa, olanaklı en emin yaşam biçimini, sonunda ona onur ve zenginlik getirebilecek tehlikeli, heyecanlı bir yaşam biçimine tercih eder. Atasözü, şakayla karışık, ya iyi yiyin ya da rahat uyuyun der. Buna göre Protestanlar çok iyi yerlerken Katolikler rahat uyumak isterler. (Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çeviri; Z. Gürata ,Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, s. 35.)
Protestan ahlakı, kapitalist ruhu beslemiştir. Zamanla bu süreç tersine işleyecektir. Protestan ahlakı zamanla kapitalist ruhtan etkilenerek değişime uğrayacaktır. Protestan etiğinin etkili olması ve sekülerleşmenin bu etikte bu kadar başarılı olmasının sebebi, bireyin en derininde yatan güdülenmelere yoğunlaşmış olmasıdır. (R. Schroeder, Max Weber ve Kültür Sosyolojisi, çeviri; M. Küçük, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1996, s. 17.)
Sabri Fehmi Ülgenere göre, kapitalizmin oluşumunu Protestanlıktan çok daha önceleri ortaya çıktığını söylemektedir. Ülgener’e göre Protestanlık, burjuvanın dinsel yorumu şekillendirmesinden ortaya çıkmıştır. Yani Ülgener’in söylemek istediği şey insanlar Protestan oldukları için kapitalist olmaları değil, kapitalist olduklarından dolayı Protestan olmalarıdır. (A. Rıza Zorlu, Sabri Fehmi Ülgeneri Okumak, Küreselleşme ve Zihniyet Dünyamız (1. Baskı) içinde (242- 261). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s.36)
YAHUDİLİKTE FAİZ VE ZENGİNLİK
Nitekim Haham Benjamin Blech “Yahudilikte Yoksulluk ve Zenginlik konusunu” şöyle açıklamaktadır; Yahudilikte zenginlik caiz bir düştür. Paran varsa, akıllı ve yakışıklısındır. Para insanın birçok mitzva (emiri) yerine getirmesini sağlar. Hristiyanlık yoksulluk yeminini idealleştirir. Yahudilikte yoksulluk övgüye değer bulunmaz. Yahudi varlık edinmeye çalışmalıdır. Haham Benjamin Blech Yahudilikteki Ahiret kavramına ise şu şekilde bir açıklama getirmektedir; Hristiyanlık, İsa’nın şu sözlerini vurgular: “Krallığım bu dünyada değildir.” Fakat Yahudilikte Tanrı insanlara “Krallığım bu dünyadadır” der. Bu dünyada hayatınızı iyi yaşayın; sonrası sizi şimdiden ilgilendirmez. (Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, çev. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş. İstanbul 2003. s. 87.90-91.) Görüldüğü üzere Yahudilikteki ahiret kavramıda diğer ilahi dinlere kıyasla çok zayıf kalmaktadır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Yahudilik yeryüzünde zenginlik ve yeryüzü hakimiyeti hedefindedir. Katoliklik, Ortodoksluk ve İslamiyet bunun tam tersidir. Nitekim her iki dinin en önemli mihenk taşı ahirete olan inançtır. Katolik, Ortodoks ve İslamda kurulacak olan düzen dünyada değil ahirettedir.
Yahudilikte yoksulluk, insanı dünyadan uzaklaştıran ve tüm amaca ulaşmaktan alıkoyan günah olarak görülür. (Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, A.g.e. s. 94.)
Yahudi kaynaklarını, Torayı ve Talmud’u inceleyen birisi olarak sizlere şunları söyleyebilirimki “Çok para kazanmanın kutsallığı”, “zenginlik” ve çalışmanın ibadetten üstün olduğunu Talmud’un Mişna bölümünde sık sık vurgulanır.
Tanrı, üstünde yaşadığımız dünya küresini yarattığı vakit, canlı varlıkların ve bilhassa insanların, yaşamlarını sürdürebilmeleri için uğraşmaları / çalışmaları gerektiği prensibini koymuştur. Kutsal kitaplarda dünyamız " olam amaase ", " çalışma dünyası " diye adlandırılır. Tanah'ta, İyov kitabında şöyle yazılıdır: " Adam le-amal yulad " ( İyov 5/7) " İnsan, çalışmak için dünyaya gelmiştir. " (Talmud - Mişna 5 Perek 3,/ Pirke Avot, Rabi Eliyau Kohen, s. 116. Mişna Yahudilikte Medeni ve Ceza Hukuk'u olan Talmud'un ilk bölümüdür. )
Allah, Kuran’da; Ben İnsanları ve Cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi 51/56) diyerek ibadeti çalışmaktan öncelikli kılmıştır. Yahudilikte ise bu durum tam tersidir.
Kapitalizmin ham maddesi olan faiz, Tora (Tevrat) kaynaklıdır. Tora’da faiz konusu şöyle bildirilmektedir; “Kardeşine ister para faizi, ister yiyecek faizi olsun, faiz alınan başka herhangi bir şeyin faizi olsun faiz vermeyeceksiniz. Yabancıya faiz verebilirsin, ama kardeşine faiz veremezsin.” (Tora/Devarim, Ki Tetse, Bap. 23/20-21)
Hahamlar Yahudilikte faiz verilmesi konusundaki bu ayeti Tora’da şu şekilde açıklamaktadırlar; Tora “yabancıya faiz karşılığı para ver” kelimesini emir kipinde açıklamıştır. Ama kardeşiniz olan Ben-i İsrail’e Faiz veremezsinizde alamazsınızda. Faiz, her ne kadar ihtiyacı olan kişiye bir yük anlamına geliyorsa da, birçok durumda o kişi bu yükü memnuniyetle kabul edecektir. Faiz konusu canlı ekonominin en önemli etkeni olmuştur. Tora faiz almayı bir hırsızlık olarak görmemektedir. Tora faizi insanlık çapında yasaklamış değildir. (Tora/Devarim, Ki Tetse, Bap. 23/20-21, Rabilerin Faiz Konusundaki Açıklamaları.) Talmud’da ise faiz konusu şu şekilde açıklanmaktadır; Yahudiler arasında faizin hem verilmesi hemde alınması yasaktır. Ama yabancıya faiz verebilirsiniz. (Babil Talmudu/Baba Metsia 75b. Şifre 262.)
Ortaçağ’dan günümüze ekonominin can damarı olan faiz, görüldüğü üzere meşrutiyetini Tevrat’tan almaktadır. Faiz’i büyük günah sayan Katolik Avrupa toplumlarına faiz, Protestanlık vasıtasıyla kabul ettirilmiş ve tarihten günümüze kadar yaygınlaştırılmıştır. Protestanlıkta Yahudilikte faizi, kulllanmanın meşruluğunu Tevrattan almaktadır. Nitekim bu durum Katoliklikte ve İslam’da günahtır. Bu açıdan Kapitalizmin tarih sahnesine çıkışını ve yaygınlaşmasını incelemek istediğinizde Weber’in ve Sombart’ın tespitlerinden yola çıkaraktan Tora ve Talmud’un iyice incelenmesi gerekmektedir.
WERNER SOMBART’IN KAPİTALİZM VE YAHUDİLİK TEZLERİ
Alman İktisatçı Prof. Dr. Werner Sombart, Kapitalist ruhunu, Weber’in tersine lüks ve harcama şevkinde aramıştır. Sombart kapitalist ruhun ilham aldığı kaynağı, din ve felsefe olarak göstermiştir. Werner Sombart, Yahudiler ve Modern Kapitalizm adlı eserinde püritan ahlakın özünün Yahudi dininden kaynaklandığına ve Avrupa’da kapitalizmin ilk aşamasında ve kolonileşme sürecinde Yahudi sermayesinin önemine dikkat çekmekteydi. Yahudilerin kendilerine has karakteristikleri sayesinde kapitalizmin bu kadar gelişme kaydettiğini söylemektedir. Sombart’a göre kapitalizmi üreten Protestanlık değil, Yahudilik’tir. Sombart, din ve felsefenin kapitalizmin ruhunu beslediğini hatta dinin çok eski tarihlerde bile bu şekilde toplumsal hayatı etkilediğini ve (Eski Ahit) Tevrat’ın kapitalist bir ruha sahip olduğunu vurgulamaktadır. Sombart’ın düşüncesine göre kapitalizmin bu hale gelmesinde Yahudilerin payı çok büyüktür. Sombart, kapitalist zihniyetin oluşmasında dinin önemli bir yeri olduğunu vurgulamaktadır ve kapitalizmin çıkış noktasının Yahudilik olduğunu savunmaktadır. Weber’in savunduğu kapitalizmin hareket noktasının Protestanlık olduğu düşüncesini hiçbir zaman kabul etmemiştir. Sombart, Yahudiliğin izinden Protestanlığın gittiğini söylemektedir. Sombart’a göre kısaca püritanizm, Yahudilikten doğmuştur. Sombart Weber’den farklı olarak kapitalizmin doğuşunda ve gelişmesinde Yahudilerin önemli bir yeri olduğunu düşünmektedir. Sombart Yahudi ve Hıristiyanlar arasında karşılaştırmalar yapmış, ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Sombart’a göre gizli Hıristiyanlık yoktur ama gizli Yahudilik vardır. (Tarihte bunun Amerika ve İspanyadaki benzerine Konversoluk, Osmanlıda ve günümüzde ise Sabetayizm diyoruz.) Çünkü Yahudilik dinlerini gizli sürdürülebilecek kadar bağlayıcıdır. Sombart, püritenciliğin görüşlerinin Yahudi görüşleriyle bağdaştığını ifade etmekte, hatta Yahudi dini, Püritenlikten önce olduğu için Püritenliğinde Yahudilikten geldiğini söylemektedir. Yahudilerde yabancıya faizle para verilmekte fakat kendi halkından kişilere faizle borç para
vermesi kutsal kitabına göre uygun değildi. Zenginliğin Yahudilerin dininde önemli bir yeri vardır. Zenginliklerin Tanrının onları kutsaması olarak nitelendirirler.
(Werner Sombart, Kapitalizm ve Yahudiler, çev. Sabri Gürse, İleri Yayınları, İstanbul 2005, s. 19.) * (Werner Sombart, Kapitalizm Öncesi İktisadi Görüş. Kapitalizm ve Din, M. Özel çev.) M. Özel, 1.Baskı, Alternatif Üniversite, İstanbul 1993, s. 35- 45.)
Weber'in mantığı kullanılarak kapitalist müteşebbisler arasında Yahudilerin sayısının az olmadığı, bu sebeple Yahudilik ahlâkı ile kapitalizm arasında bir ilişkinin bulunması gerekebileceği savunulabilir. Bütün bu örnekler Weber'in temelde bir yanlışlığa düştüğünün kanıtı olabilir.
MAX WEBER’İN TEZLERİ
Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu isimli eserinde ortaya konan ve kapitalizmin hızla yaygınlaşmasını ve kökleşmesini Protestanlıkla ilintilendiren yaklaşımı batılı entelektüeller tarafından çok daha önce dillendirilmiştir. Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eseriyle, 20. yüzyıl başlarında ilk bakışta birbiriyle bağdaşmaz gözüken kapitalist zihniyet ile dinin ilişkisi üzerinde durmuş ve Protestanlığın Kapitalizmin gelişmesinde en önemli unsur olduğunu savunmuştur. Kapitalistleşmeyi yaratan en önemli etki Protestan inancının değerleridir. Çünkü Protestanlık, kapitalizmi doğuracak rasyonalizme sahiptir. Diğer toplumlarda kapitalizmin ortaya çıkmamasının nedenlerinden birisi de, o toplumların kültürlerinde ya da dinlerinde “çok kazanma” etiğinin olmamasıdır. Weber, bu şekilde toplumsal değerlere bağlı fikir akımlarının toplumsal değişimi gerçekleştirdiğinin savunmaktadır. Weber, kapitalizmin oluşumunda Protestanlığa içerdiği asketik/Püriten yapıdan dolayı önemli bir rol atfetmiş, Protestanlığın geliştirdiği ahlak sisteminin kapitalizmin doğmasına yol açtığını ifade etmiştir. Bir anlamda Protestan ahlakı kapitalizmin ruhunu oluşturmaktadır. Protestan ahlakına göre, insanlar ebedi kurtuluşa ulaşmak için, Tanrı’nın şanını artırmayı, bunun içinse sürekli çalışmayı hedeflemelidirler. Meslek uğraşısı, insanlara verilen tek ödevdir. Kazanç peşinde koşma, tüketimin sınırlandırılmasıyla birleştiğinde ortaya önemli bir sermaye birikimi çıkmaktadır. Bu birikimin yeniden üretim için kullanılması Weber’in kapitalizmin ruhu olarak adlandırdığı yaşam biçimini ifade etmektedir.
Max Weber’in İslam hakkındaki düşüncelerinde Weber, İslam’ın patrimonyal yapıya sahip olduğunu ve bu yüzden rasyonel kapitalizmin gereklerini yerine getiremeyeceğini savunduğu görülmüştür. Weber’e göre İslam dini, esnek yapısından dolayı İslam toplumları tarafından
çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Bununla birlikte, çileci ve bu dünyacı bir özellik taşıyan Protestan ahlakının tersine hazcı ve öbür dünyacı bir özellik taşıyan İslam’ın Weber’e göre kapitalist düzeni destekler bir özellik taşıması mümkün değildir.
Weber, İslamiyet’in ekonomik sisteme uzaklığını göstermeye çalışırken, ayrıca İslam’ın öbür dünyacı özelliğine de değinmektedir. İslam püriten düşüncesinin her iki dünyanın değerlendirmesi vardır ve bu dünyada mümin yaptıklarından öbür dünyada hesaba çekilecektir. (Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, çev; Z. Gürata çev.Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, s. 150 -200.) * (Max Weber, Modern Kapitalizmin Gelişmesinde Din ve Diğer Faktörler. Kapitalizm ve Din (M. Özel çev.). (1. Baskı) İstanbul 1993, Alternatif Üniversite, s. 47-62.)
Max Weber’de Sombart gibi Yahudilik dinini, kapitalizmin gerçekleşmesinde önemli bir özellik olarak görür. Yine Sombart’tan farklı olarak kapitalizmin oluşumu ve gelişiminde Protestan ahlakının önemli bir yeri olduğunu ifade etmektedir.
Katoliklerin mesajlarında açıkça fakirlik ve yoksulluk övülmektedir. Bu söylem Hıristiyan dünya görüşünü oluşturmaktadır. Batı medeniyetinin maddi zenginliğe erişmesinin “Reform” sonrası ve Protestan Hıristiyanlıkla beraber olması tesadüf değildir. Toplumların ekonomik gelişimleri incelenirken ne kadar Protestan özellikleri gösterdiği ya da bu ahlaka ne kadar olduğu konusu önemlidir. Çünkü bugün bu durum İslam toplumları içinde de söz konusudur. İslam toplumlarının kapitalist dünyadaki paylarını incelerken Protestan ahlakı ve Protestanlığı oluşturan Yahudi ahlakını dair benzerliklerini de göre önünde bulundurmalıyız.
İSLAM’DA ZENGİNLİK
İslamiyet’te özel mülkiyet hakkı tanınmaktadır. Ancak, bu hakkın, milli gelirin bölüşümünde adil bir dağılıma götürülmesi de esastır. İslam, sebepsiz zenginleşmeyi, adaletsiz gelir dağılımını ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu kabul etmemektedir. Hz.Peygamber, peygamberliğinin yanında dünyevi yönleri bulunan devlet başkanlığı, komutanlık, hakimlik, muallimlik görevlerini yapmasına rağmen şaşalı ve depdebeli bir hayat sürmemiş, israf ve lüksden uzak, sade ve mütevazi bir yaşantıyı tercih ederek ümmetine örnek olmuştu.
Hz. Peygamber bu sosyal yapıyı olabildiğince “Adil Paylaşılan” bir zemine taşımaya çalıştı. Mevcut sınıfları, çatışan gruplar değil, diyalog içindeki taraflar olabilmeleri için gerekli düzenlemeler yaptı. Bu
düzenlemelerin insanlık tarihinde gerçekleşmiş en erken ve ileri düzenlemeler olduğu bir çok çağdaş bilim adamı tarafından da kabul ve taktir edilmiştir. (Roger Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği, trc; Cemal Aydın, İstanbul 1995, s. 11-22.)
Hadislerin zühd başlığı altında yer alan rivayetlere bakıldığında, tam anlamıyla bir “fakir” taraftarı söylemin Hz. Peygamber’in hadislerine hakim olduğu görülmektedir.
Fakirlik benim övünç vesilemdir, ben onunla övünürüm. (Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Kitâbu’z-Zühdi’l-Kebir, Dâru’l-Cinan, Beyrut 1987, s.102.)
Ümmetin en hayırlıları fakirlerdir. Onların cennete en çabuk yerleşenleri de zayıflardır. (Gazali, Ebu Hamid, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut tsz., IV, 194.)
Hz. Peygamber bir hadisi şerifinde; Sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum. (Buhari, Rikak, B. 7, Cizye, B. 1, Megazi, B. 12; Müslim, Zühd, H.No: 6.)
“Her ümmetin bir fitnesi vardır, ümmetimin fitnesi de maldır”. (Tirmizi, Zühd, 26, (IV, s. 569)
Hz. Ömer ra. buyuruyorki; Bir gün Peygamber efendimiz (sav)’min huzuruna geldim. Peygamberi üzerinde örtü bulunmayan bir hasır üzerinde yattığını gördüm. Bu yüzden hasırdan dolayı vücudunda derin izler meydana gelmişti. Baş tarafında ise içi hurma lifleriyle dolu yastık vardı. Evde bulunan eşyaların tamamının tabakalanmamış üç deri ve bir köşede duran bir avuç arpadan ibaret olduğunu gördüm. Şöyle bir içeriye baktım evde bunlardan başka birşey göremedim. Bu durumu görünce ağlamaya başladım. Resullah sav. dediki niçin ağlıyorsun buyurdu ? Ya Rasulllah niçin ağlamayayım şu hasırın izleri mübarek bedeninizin üzerinde yer etmiş. Evin bütün eşyaları karşımdakiler dedim. Sonra şunları söylemeye devam ettim; Ya Rasulullah dua ediniz ki ümmetinize biraz bolluk verilsin. Şu Roma ve Farslar kafir olmalarına, Allaha ibadet etmemelerine rağmen bu kadar bolluk içinde olsun Kayser ve Kisra bağlar ve nehirler arasında yaşasınlar da sen Allahın Rasulü ve onun seçkin kulu olarak bu durumda mı olasın dedim.. Peygamber a.s, Hz. Ömer’in bu sözünü duyunca hemen doğruldu ve ona şöyle dedi. “Ey Ömer sen hala anlamadın mı? Sen hala bu konuda tereddüt mü ediyorsun öyleyse dinle. Ahiret bolluğu dünya bolluğundan daha hayırlıdır. Rahatlık ve güzel şeyler kafirlere bu dünyada verildi. Bizimkisi ise ahirettedir”. Bu söz üzerine Hz. Ömer, ya Rasulallah benim için istiğfar ediniz çünki ben gerçekten hata yaptım dedi.. (Muhammed Zekeriya Kandehlevi, Fezail-i Ama’l, Hiyakatü’s Sahabe, tercüme; Hayri Demirci, Gülistan Neşriyat, İstanbul 1995, s. 39.)
İşte Allahın rasulunün hayatı böyleydi..Bizim İslamcılarımızın yaşantıları ise Firavunlar gibi. Bunlar dinden konuşup, dünyayı istiyorlar. Bunların derdi de, hedefi de dünya.. Mal, mülk, mevki ve makam isteği içinde eriyip gitmektedirler.
Birtakım İslamcılar o kadar ileri gittiler ki, "Hz. Muhammed zamanımızda yaşasaydı en lüks jipe binerdi" diyecek kadar zıvanadan çıktılar. Türkiye'deki genel çılgınlıktan, islami kesim de payını almıştır. Müslümanlar Ümmet şuurunu yitirmişler, cemaat asabiyeti bataklığına batmıştır.Eline para geçen kesim lüks, israf, sefahat deryasına gark olmuştur. ( M. Şevket Eygi, Çılgın Toplum, 08. Aralık 2009, Milli Gazete )
“Dünya hayatı bir oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir.“Mal, çoluk-çocuk hepsi dünya hayatını süsleridir, (En-am 6/32) asıl gerçek olan Allah katındaki Salih amellerdir. (Kehf 18/46)
Kapitalizmi en sert eleştiren yazarlardan biri Seyyid Kutub’tur. Ona göre kapitalist düzen, insanların üstün değerlerini, ahlak ve vicdanlarını bozmuş, adalet anlayışını alt üst etmiş, devlet ve halk arasındaki dayanışmayı ortadan kaldırmış, sıkıntıları çoğaltmış, huzuru yok etmiştir. (Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 10-19.)
İslam’ın tavsiyesi, üretim ile ticari hayat ve son derece etkin, büyük ölçüde sosyal refah ve adil bir gelir dağılımının sağlanmasıdır. İslam’ın esas amacı, sosyal statülerine bakmaksızın herkese ekonomik sahada fırsat eşitliği sağlamaktır. Bu da mülk edinme hürriyetinden farklıdır. İslami bir ekonomide ise temel hedef insandır, insanın ve bütün toplumun dünyada refahını, ahirette (kurtuluşunu) sağlamaktır. Bunun yolu ise, ferdi zenginlik yerine, toplum sosyal refahını gerçekleştirmekten geçer. Hatta amaç serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmaktır. Şu halde İslam’da esas servetin dağılmasıdır. Müslüman çalışıp kazanacak, fakat hedefi, serveti yığıp biriktirmek değil, sosyal refahı sağlayacak şekilde dağıtmak olmalıdır. Yani İslam’da paranın akışkanlığı vardır, bu akışkanlığı kesersen para bir yerde birikir, biriken para biriktireni zenginleştirirken diğerlerini de fakirleştirir.
İslam tarihinde, fakir kitleler varken, servet yığmanın tehlikelerine karşı uyaran, İslami sadeliğe, eşitlik ve adalete çağıran kimseler de vardır. Bunu ilk olarak savunan, sahabe Ebu Zer el-Gıffari’dir. Ona göre bir Müslüman’ın, ailesinin temel ihtiyaçlarından fazla mala sahip olması şeriata aykırıdır. (Abdulaziz Duri, İslam İktisat Tarihine Giriş, (Tercüme; Sabri Orman) Endülüs Yay., İstanbul 1991, s. 31.)
İslam’da zenginlik kınanmamış, aksine servet sahibi kişilerin bu zenginliklerini toplum yararına kullanmaları tavsiye edilmiştir. Ayrıca, İslam’da biriken sermaye konusunda, ihtiyaç fazlası nakdi servet hoş görülmemiş, bunların yatırım ve harcamaya dönüşmesi teşvik edilmiştir. (Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat, DİB Yay. 275, İlmi Eserler: 48, Ankara 1996, s. 110.)
Kuran-ı Kerimde şöyle denilmektedir; “sizleri halife kıldığı (yönetiminize verdiği) mallardan infak edin” (Furkan Suresi, 24/133; Zariyat, 51/19.) bu nedenle, insanlar onları kendi, bencil ve keyfi tutumlarına göre değil, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda harcamaları, yani infak etmeleri, insanların refah ve saadeti ile sosyo-ekonomik adaletin sağlanacağı bir tarzda kullanmaları esastır.
Yahudi geleneklerini benimsemiş İslamcıların dine bakış açılarına en güzel örneklerden birisi de Fazlur Rahmanın demeçleridir; Üretim yapmakla ve servet üretmekle meşgul olan bir Müslüman, neticede Allah’a hizmet ediyor demektir. Peygamberimiz, fakirliğin neredeyse imanı reddetmeye (küfre) götürdüğünü söylemiştir. (Fazlur Rahman, “İslam’ın İktisat İlkeleri” İslamiyat, C. V (2002), Sayı: 2, s. 141.) Fazlur Rahmanın bu demeçleri, gerçekte Tevrat ve Talmud ile bire bir örtüşmektedir. Nitekim onun gibi düşünen Müslümanların sayısı da günümüzde çok fazladır.
İslam’da üretimin ihtiyaç duyulan sahalardan başka yöne kaydırılması, lüks tüketim maddelerinin üretimine yatırım yapılması, kaynak israfı olarak değerlendirilmiş, uygun görülmemiştir. İktisatçı Abdurrrahman el-Maliki’ye göre; İslam, tespit etmiş olduğu Hukuki düzenlemelere uymayan anonim şirketlerin kuruluşunu kabul etmemektedir. Tröst ve kartel amaçlı birçok anonim şirketin tek çatı altında bir araya getirilmesini de yasaklamıştır. Çünkü İslam’a göre şirketler, vakıf ve vasiyet gibi münferit bir irade türünden bir işlem değil, alış-veriş ve icare gibi akitler gurubundandır. Bunun için şirkette, şirket ortaklarının doğrudan doğruya, bizzat şirketin işleyişinde yer almaları (Muşareke akdi) veya doğrudan doğruya bedenen şirkete ortak olan kimse ile mallarını ortak kılmaları (Mudarebe akdi) gerekir. Bu tür bir ortaklık ise tabiatı icabı büyük miktarda sermaye birikimine imkan tanımaz. Bu nedenle İslam’daki şirket hükümlerine göre kurulan bir şirket, büyük fabrikalar kurabilecek devasa sermaye birikimine imkan tanımadığı için bu güç ancak devlette bulunacaktır. (Abdurrahman El-Maliki, İdeal Ekonomi Politikası, Türkçesi: Muhammet Hanifi Yağmur, Ta-Ha Yay., Ankara 1997, s. 111-112.)
İslam'da tekelleşmenin bozucu etkileri önlenmek istenmiştir. Kuran'da malın zenginler arasında dolaşan bir “devlet” yani bir güç olmaması gerektiği belirtilmektedir. Ekonomik hayatta özel sektör aşırı büyürse, Kuran’ın bu emri gerçekleşmez. Çünkü sermaye faktörü tekellerin elinde çoğu zaman üretici rantlarına yol açarak tüketiciyi sömürülme alanında bırakmaktadır. İslam daha başlangıçta aşırı büyümenin kaynağı olacak bu aşırı büyümeyi ve sömürüyü durdurmuştur.
KAPİTALİST İSLAMCILAR
AKP’nin kapitalist politikaları benimsemesi, MÜSİAD’a destek vermesi, çevredeki işadamlarını merkeze taşımayı hedeflemesi İslami sermayenin gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır.
Milliyet gazetesi yazarı Eylem Türk’ün MÜSİAD eski başkanlarından Ali Bayramoğlu ile yaptığı görüşmede Bayramoğlu, AKP’nin ekonomik programlarını hazırlarken MÜSİAD’ın raporlarından ciddi şeklide yararlandığını, bu raporların AKP’ye ışık tuttuğunu ifade etmekte ve bu konuda “ Bir anlamda AKP’nin ampulünü biz yaktık” yorumunda bulunmaktadır. (Eylem Türk, Milliyet, 6.04.2004)
28 Şubat süreci, her ne kadar siyasal ve ekonomik olarak İslamcı kesimin önüne bir set çekmiş gibi algılansa da, 2000’li yıllara gelindiğinde, düşünüldüğünün aksine bu kesimin söz konusu alanlarda oldukça önemli gelişme kaydettiği gözlemlenmektedir. AKP, kadrolarıyla ve kullandığı dille, Türkiye’de 1980’lerden sonra kapitalizme karşı en önemli direniş noktalarından biri olan İslamcılığın sistem tarafından emilmesini sağladı.
Para dergisinin Kasım 1995 sayısında, Türkiye'deki en zengin İslamcı işadamlarının bağlı bulundukları Nurcu ve Nakşi cemaatleri arasında hem Türkiye'de hem de yurt dışında yaşanan ekonomik rekabetin ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkarılmıştır. (Işınbark, A. ve Tahiroğlu, G. “İki Cemaatin Ekonomisi”. Para. Sayı: 114, s. 18-25)
Utah Üniversitesi'nden Profesör Hakan Yavuz, Türkiye'nin geçirdiği dönüşümü 'Türkiye'de İslami kesim Protestanlaşıyor ve İslamsız bir İslam oluşuyor' şeklinde yorumlamakta ve şunları eklemektedir; “İslamsız bir İslam görüntüsü ortaya çıkıyor. Yani, ahlak, etik, hak-hukuk değerlerinden soyutlanmış bir İslam. Tamamıyla şekle dayalı ve tüketim araçları haline dönüşen bir İslam var. Bugün Türkiye'de İslami semboller alınıp, satılır hale gelmiş, yer edinmek için kullanılır vaziyete dönüşmüş. Burada ise, Protestanlaşmaya yol açıyor. Bunlar modern süreçleri ele geçirdiklerini iddia ediyorlar ve başarılılar. Medya, finans, eğitim sektörü... Hepsinde güçlendiler. Ancak bunlar modernitenin içine girdikçe, modernite de bunların içine giriyor. Modernite, dini yeniden şekillendiriyor. Burada, kazanan kapitalizmin mantığı.” (Şenay Yıldız’ın Röportajı, Türkiyede kaybeden Gülen Cemaati, 25 Temmuz 2010 - Akşam )
Erbakan, Versace kravatları takmakta, Diyanet Vakfı yöneticilerinin hacca giderken kullandığı araba, 120 bin dolarlık bir Chevrolet Chevy One GMS'dir. (Oran, B. ve Aktoprak, E. “RP’den AKP’ye Kabuk Değiştiren Türkiye (2)”. Radikal. 14.06.2006) MÜSİAD kurucularından Ali Bayramoğlu, moda yüzünden İtalyan ayakkabı giydiğinden ve metroseksüel olduğundan bahsetmektedir. (Eylem Türk, 06.04.2004 / Milliyet)
Son zamanlarda ise, Tayyip Erdoğan’ın ve Abdullah Gül’ün kızlarının zengin, pahalı, düğünleri, düğünlerden sonra kaldıkları ve dünyanın en romantik otelleri arasında gösterilen mekanlar, Emine Erdoğan’ın İslamcı kesim tarafından takip edilen giysi modası, Hayrunnisa Gül’ün Cumhurbaşkanı eşi olma yolunda türbanının modernleştirilme girişimleri, tüketimdeki değişimler için birer örnektir.
İslamcı kesim, kapitalist sistemin içine girdikçe tüketim kültürünü değiştirmekte, para ile ilişkileri ölçüsünde tüketim kalıplarını lükse yönlendirmekteler. Her ne kadar kapitalizmin tüketim çılgınlığı İslam’ın sadeliğinin karşısında yer alsa da, kapitalist sisteme ayak uyduran İslamcılar bunun farkında değil gibi görünmektedirler. İslamcı düşünceden bir kısım insan, kendilerini farklı görmek, farklı yaşamak, elde ettikleri nimetleri bu farklılıklarda kullanmak gibi düşüncelerle farklı bir sınıf oluşturuyorlar. Yazlık ve kışlık evlerinin eşya ve dekorunda, yaptıkları düğün merasimlerinde, çeşitli toplantılarında, günlük yaşamlarında görülmemiş bir lüks ve israf sergilemekte, bu hususta laik sosyeteden geri kalmamaktadırlar.
Gazeteci yazar Ali Bulaç’ın AKP iktidara geldikten sonra tüketimi gösterişe döken, her gün kıyafet değiştiren, ciplerle dolaşan, sonradan görme, kısa yoldan zengin olmuş, hiçbir ilkesi, değeri kalmamış bu kesimi “Müslüman magandalar” olarak adlandırmıştır. (Ali Bulaç, Sevda Alkan ile Röportajı, Haftalık Dergisi. Mayıs 2006)
Parayla tanışan, tanışmakla yetinmeyip ilişkilerini derinleştiren dindarlar, hızla sisteme katılmaya çabalamışlardır. Bir yandan Prof. Arif Ersoy’un sözleriyle “herkes harıl harıl kapitalizme uygun ayet bulma telaşına girmiş diğer yandan ekonomik güç, bir üstünlük aracı olarak İslami çevrelerde yeniden üretilmiştir. (Can Dündar, 12.03.1997 / Milliyet)
Müslüman kişi, kazanmış olduğu bu malda sınırsız harcama yetkisine sahip değildir. İslam’da lüks bir hayat sürmeye meyilli ve tutkun olmak ya da malıyla gösterişte bulunmak hoş karşılanmamıştır. İslâm, kendilerini toplumdan soyutlayan bir aristokratlar sınıfının oluşmasına ve göze batan harcamalarına manevi müeyyidelerle olduğu kadar, yönetim tarafından alınacak tedbirlerle de müsamaha etmez. Gerekli cezai (yaptırım) tedbirlerini alır. Sıddıki’nin ifadesiyle ölçü; “bireyler yaşadıkları toplumun harcama ortalamalarından fazla uzaklaşmamalı ve buna da izin verilmemelidir. (Sıddıki, Muhammed Necatullah, İslam Ekonomi Düşünesi, Tercüme; Yaşar Kaplan, Bir Yay. İstanbul 1984, s. 61.)
Ey müminler, Allah’dan korkun ve (cahiliyette işlediğiniz) faiz hesabından arta kalanı bırakın (almayın), eğer gerçek müminler iseniz. Eğer tövbe eder faizden vazgeçerseniz ana paranız sizindir. Yok, eğer bu faizi terk etmezseniz bilin ki, Allah’a ve peygamberinize karşı harbe girmişsiniz. Eğer riba almaktan tevbe ederseniz ana paranız sizindir; ve böylece ne zâlim olursunuz, ne de zulme uğramış bulunursunuz. (Bakara Suresi, 2/278-279 Ali Fikri Yavuz’un Meali) Bakara suresi’nin 278-279 ayeti kerimelerinde geçen faiz kelimesi, Diyanet İşleri Bak. mealinden tutun bir çok meal’de bile faiz kelimesi geçmemektedir. Buyrun karşılaştırın. (http://www.kuranmeali.org/kuran_meali.aspx?suresi=bakara&ayet=279)
Diyanetin niçin mealinde faiz kelimesini kullanmadığını yazının ilerleyen bölümde göreceksiniz.
İslam ekonomisini, diğer sistemlerden ve özellikle kapitalist ekonomiden ayıran temel özelliklerinden biri olarak “faiz yasağı”dır. İslam, kazancın ve mülkiyetin temelinde sadece emek aramaktadır. (Seyid Kutub, İslam Kapitalizm Çatışması, Arslan Yayınları, İstanbul 1993, s. 55.)
Faiz insanlarda para düşkünlüğü ve zengin olma arzusu yaratır. Faiz, yoksullardan zenginlere kaynak aktarımı yapmaktadır. Faiz insanların enerjilerini üretken girişimlere harcamalarından alıkoymaktadır. (T.Kuran, İslam'ın Ekonomik Yüzleri, İletişim Yayınları, İstanbul 2002, s. 27.)
Marksist sosyolog Maxime Rodinson, 20. yy.da, Müslüman ülkelerde, faiz oranlarının açıkça görüldüğü, hesaplandığı, modern tekniğe dayanan kurumların ve bankaların faizle ödünç vermeye dayanan işlemleri açıkça yaptıkları bir iktisadi sistemin varlığına işaret etmektedir. (Maxime Rodinson, İslam ve Kapitalizm (çev. F. Topaçoğlu). İstanbul 2002, Akyüz Yayıncılık, s. 184.)
Faiz yasağı İslam İktisadi hayatının temellerinden birisidir. Gelin Türkiye’deki İslamcılarımız faizi meşru saymışlar ve faizi kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir.









Şimdi bu İslamcıların, Yahudi felsefesiyle ne farkı var ? Onlarda faizi ve zenginleşmeyi meşru görüyor ve yaşıyorlar, bu kapitalist İslamcılar da. Burada bunların yüzlerce örneğini veririm sizlere.
Faizi kullanan, sebepsiz zenginleşen, lüks yaşantılar içindeki İslamcılar, fikri anlamda ve yaşayışları itibariyle Judaize olmuşlardır. Bunların kapitalist Yahudilerden hiçbir farkları yoktur. Para ve sermaye dağılımlarını incelediğimizde faize ve sermayeye bakış açıları ve zihniyetleri tamamiyle Tevratiktir.
Tevrat ahlakının bütün özelliklerini taşımaktadırlar. Bunlar, peygamberin hayat prensiblerinin tam zıttı bir hayat yaşamaktadırlar. Bunların gözünde, aynı batı kapitalizmini oluşturan Protestanlık, Protestanlığı oluşturan Yahudilikteki gibi para kazanan, parası olan, sermaye sahibi insanlar itibarlı kabul edilmekte ve sözleri dinlenilmektedir. Yani Protestanlar, Yahudiler ve İslamcı kapitalistler aynı zihniyete, aynı ahlaka ve aynı düşüncelere sahiptirler. Bu üçünün buluştuğu nokta, zenginleşerek dünya’da güç elde edilmesidir. Kapitalist İslamcıların yaşadıkları İslam modeli, şu ana kadar incelediğimiz İslami kaynakların hiçbirine uymamaktadır.
Son 15 yılda Diyanetin Fetvalarını incelediğimizde Diyanetin faiz karşısındaki tutumu tamamiyle Judaize’dir. Nitekim camilere toplanılan yardımlar, vakıflara ve diğer kurslar için toplanan yardımları da göz önüne aldığımızda bu durumun Ortaçağ Engizisyonundan hiçbir farkı yoktur.
Yıllardır Diyanetin ve İlahiyat Fakültelerinin Judaize edildiğini konuşabilir miyiz?
Diyanet ve İlahiyat Fakültelerinin, Judaik zihniyet ve düşüncelerin etkisinde olduklarını söyleyebilir miyiz? Tabii ki söyleyebiliriz. Judaizm sadece bir inanç değil görünmeyen bir ideolojidir. Judaizm karşıtı olsanız bile içinde olduğunuzun farkında bile değilsinizdir. İşte diyanetin de ilahiyatçıların da içinde bulundukları durum budur. Şimdi İslamcı kesimin Sabetayizm konusunun üzerine neden gitmediklerini ve neden bu konular hakkındaki çalışmalara karşı çıktıklarını anlıyorsunuzdur sanırım.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Yoksullara Yardım Yada Sorumluluktan Kaçış!

Atilla MORÇOL



            Yapılan işler, ahlak merkezli olarak tahakkuk etmeyince iş tabii olmaktan çıkıyor suni bir hal alıyor. Böyle olunca da ifrat ve tefrite kaymak  beklenen bir sonuç oluyor.  “Ne yapmalıyız!?” a aranan cevap;  soruyu soranların kendi iç dünyalarından ve ahlaki yapılarından  değilde;  Uzakdoğunun  yoksulları yada Afrikanın aç, sefil insanlarına “yardım” fikrine gelip dayandığında, hayatında bir kez  yoksul müridinin kapısını bayramlarda, düğünlerde, hastalıkta açıp onurlandırmayan, onlara destek vermeyen, yardım için kapılarını çalmayan   Hocalar, Hocaefendiler, İslami  Vakıf, dernek  yöneticileri; ellerinde et poşetleri afrikanın ,pakistan, Bangaldeşin, kırsalında  yoksul  peşinde kendini parçalamaya kadar vardırmaktalar işi!
            Düşününki toplumda islami düşünceyi ve  islam ahlakını geliştirmek, yaygınlaştırmak , yardımlaşma, dayanışma duygularını pekiştirmek olan  İslami Vakıf yöneticileri, vakfın müdavimleri arasındaki yoksulları görmesin, hastası olanları ziyaret etmesin, düğünde, cenazede  müdavimlerinin evini ziyaret edip onurlandırmasın, destek ve yardımcı olmasın!? Bu Bayların;”Yoksul” deyince akıllarına  Afrika , “Kardeş” deyincede pakistan  geliyor olmalı! İyi hoş buna da bir diyeceğimiz yok! lakin bildiğiniz, tanıdığınız, her gün gözünüzün önünde olan  bir kardeşinizin nasıl olurda ihtiyaç içinde olduğunu bilmezsiniz!? Her Bayramda  o Afrika ülkesi Senin, bu  uzakdoğu diyarı benim dercesine halktan toplanan paralarla hiç tanımadığınız, bir dahada  karşılaşma imkanınız bile olmayacak insanlara; inançlı, fasık, facir ne olduğunu bilemediğiniz topluluklara büyük meblağları taşırken nasıl olurda ve hangi dini,ahlaki,insani  dayanağa istinat ederek  Cemaatinizdeki,Vakfınızdaki, semtinizdeki,şehrinizdeki, ülkenizdeki  yoksul,mahruman mü’minleri görmezden gelirsiniz!? “(Yapacağınız infaklar)Kendilerini Allah Yolu’nda adayan Faqirler içindir ki, Onlar, Arz’da dolaşmaya Güç yetiremezler. İffetleri’nden dolayı Cahil olan, Onlar’ı Zengin sanır. Sen Onlar’ı Yüzleri’nden tanırsın. Yüzsüzlük ederek İnsanlar’dan istemezler. Hayır’dan her ne infaq ederseniz, elbette Allah onu bilir.” (Baqara 273) buyurduğunu nasıl olurda bilmeyiz, bilmezlikten geliriz, gözardı ederiz !? Rabbimizin Mekke Vasatında  Mü’mini Mü’mine varis ve vasi  kıldığını nasıl olurda unuturuz!?   Kardeşliğin şahidliği misyonumuza ne oldu? Böyle bir davamız yokmu zannediliyor. Ne kadar kolay teslim olduk mordernizmin bireyselciliğine!
            Yanıbaşındaki “dava arkadaşına” karşı yükümlülüklerini, sorumlulukların ahlak edinmemiş olanların hangi amaçla ve hangi maksadla, tanımadığı insanlara mü’min, fasık,facir ayrımı yapmadan “yardım” adı altında merhamet ve sorumluluk gösteriyor olması  trajikomik bir ironi oluşturuyor.  Cemaat, Vakıf ve Dernek olarak bir araya gelen  müslümanların bu işlerde önayak olan öncülerinin üzerine düşen öncelikli yükümlülük; kendi  cemaatlerindeki, vakıflarındaki, derneklerindeki öncelikle yoksul,fakir,kimsesiz  mensuplarını bir takvime bağlayıb iki üç aile olarak evlerinde ziyaret etmek, bazı sohbet toplantılarını  bu kardeşlerinin evlerinde gerçekleştirmek olmalıdır. Her ay üç dört aile bu tür ziyaretlerle onurlandırılmalı, evleri şenlendirilmeli, yalnızlıkları giderilmeli, moral destek ve güven verilmelidir. Düşününki her vilayette 15-20 İslami STK vardır ve bunların yöneticileri, hocaları,şeyhleri  her ay 4 aileyi ziyaret etse, ayda 80 aileye  moral destek,özgüven, umut,yalnız değiliz duygusu verilmiş olurki değişim ve dönüşümde getireceği dinamizmi hayal etmek dahi zordur.
             Kadeşlerin biribirlerini gözetip kollaması, destekleyib yardımlaşması salihatı Yurtdışına yardım faaliyetlerinden elbetteki daha az kolay değildir. lakin Müslümanları diriltecek olan, cemaatleşmeye vesile olacak olan, toplumda örnekliğimizi gösterecek olan da budur. Yeterki kardeşlik ahlakını, infak ve salih amel ahlakını Vahiyle inşaa edebilelim!

16 Kasım 2010 Salı

HACC; Karuniler İçin Değil Muhsinler İçindir!

Atilla MORÇOL

                        Hacc ı mebrur, taqwa iledir. Ve muhsinlerin,Allahtan ittiqa edenlerin Haccıdır.Onlar;Bu Kutsal Yolculuğu hayatları boyunca hep özlediler ve bu özlem yaşam tarzlarında belirleyici olduğu gibi döndükten sonra da Allah'ın rızasını gözetip, O'nun rızasına uyugun bir yaşam tarzını ahlak edinmiş mü'minlerdir. Elbetteki böyle bir mü'min Allah'ın kendisini müstahlef kıldığı nimet üzerindeki tasarrufu; israf değil tasarruf olacaktır.Yegane malik olan Allah'ın rızasına  ve muradına uygun  hareket edecektir. Aksi durum israftır ve Allah müsrifleri sevmez.
                        Suudiler HAC’cı  “inanç turizmine” mutassıblarda turistik geziye dönüştürünce;  bir tarafta ihtişam, gösteriş, lüks ve israf içinde güya Allah’a ibadet yapıyormuş gibi davranan müsrifler, diğer tarafta  Rablerine kulluk edebilmek için maddi ve manevi zorluklara rağmen huşu içinde, Hac vazifesini  mütevazi şartlarda ifaya çabalayan  sadıklar ve muttaqilerden müteşekkil iki farklı dünya çıkıyor 0rtaya.
         Mescidi haram’ın hemen yanıbaşında Karuni silueti ile adeta  Kabe’nin mütevaziliğine nispet ederek pis pis sırıtan Clock Tower Royal Otel yada 485 metrelik saat kulesi ile Abraj al-Bait Projesi ve hemen yanıbaşındaki türdeşlerinde  konaklayan konforperest Hacı adayları, Cuma Namazlarını bile  kaldıkları otellerin lobilerinde yada suit odalarında eda(!) etmelerinin rahatlığını yaşıyorlar paraları sayesinde. Birde Say ve  tavaf için raylı bir sistem ne kadar iyi olurdu bu lüks ve rahatlığın üzerine kimbilir!
     2010 yılı Hac Mevsiminde  Mukaddes Toprakları, resmi rakamlarla 2.5 milyon Hacı ziyaret ediyor. Umre için gelip Hac ‘cı da  eda etmek için  yasadışı  ikamet edenleri de sayarsak yaklaşık beş milyon Hacı 1,5-2 ay Mekke ve Medinede  konakladı demektir. Umre için her dönem 200 ila bir milyon Hacı yı da göz önüne alırsak; Kabe Ziyaretleri  muazzam bir gelir kaynağı  Suudi Sermayesi için.
     Turizimcilere göre genellikle Faslı, Tunuslu, Türk, İngiliz, Cezayirli ve Güney Afrikalılar rahat ve lüksü seviyor ve Kabe’nin heman yanındaki bu mağrur otellerin müdavimleri bu ülkelerin hacılarından oluşuyor. Tabii ki  Pakistan ve Hindistanın racaları ile Arap dünyasının zenginleri de  bu otellerin müşteri portföyünde (!)  yerlerini alıyor olmaları sır olmasa gerek. Bu super star lüks otellerde 24 saat uşak hizmeti, geceliği 6.000 dolarlık suit odalar, 250-300 dolarlık çikolata paketleri, İtalyan dondurması gelato partileri; İslamın tevazu, sadelik ve  tasarrufa dayalı dünya görüşü ve yaşam tarzı  ile  çelişsede kimin umurunda  Afrikaaki açlık ve ilaçsızlıktan insan ömrünün 40 yıl olduğu. 'Komşusu açken tok yatan bizden değildir' desede İbrahimin Torunu  Muhammed Mustafa sav;  Kabe’ye inad  ihtişam içinde göğe yükselen bu lüks ve israf ehlinin umurundamı açlık ve sefaletten ölen çocuklar. Yada beş yıldır  siyonist rejimin ablukasındaki Gazze halkı! Allah’ın onlarca  infak ayetini birileri hatırlattığında  sanki bir koro şefi eşliğinde hep bir ağızdan “ bizdemi yoksul olalım” vaveylasına ne demeli?!  İstakoz yiyerek serin mermerlerde ihramıyla  istirahat etmeyi yada ikiyüz çeşit yemeğin önünde tuzla  taama başlamayı  taqva zanneden bu lüks ehli için yapacak bir şey yok! Lakin  müslüman alimlerin bu ifsad olmuş, müfsid  güruh karşısında lal kesilmesi yokmu işte  asıl muvahhidleri kahreden budur!


15 Kasım 2010 Pazartesi

Sadıklardan ve Muttaqilerden Olmak; İnfakladır!

Atilla MORÇOL

          Allah’ın verdiği mal ve nimetten infak etmeden sadıklardan, muttaqilerden olunamayacağı,infakın Allah’a yönelmeye engel olan dünyevi bağlardan arınma olduğu Vahyin bildirdiği bir gerçekliktir.[1] Kişinin Kalbinin biriktirdiği hazinesiyle birlikte olduğu malumdur. Hazinesi parasal dünyevi servet olanların kalbi; ya cüzdanında, ya kasasında yada banka hesabında olacaktır. Böyle birinin,  Allah’a yönelmesi de muttaqilerden ve sadıqlardan olmasıda muhaldir. Hazinesi hayr olan ancak Allah’a teveccüh edip yönelebilir.Ancak böyle birisi Allah’ın verdiğini  muhtaçlarla paylaşma  özverisinde bulunabilir. Başta örneğimiz olan Rasulullah sav olmak üzere tüm  Enbiyanın saa ve Salihiynin ra dünya görüşü ve yaşam tarzının; Allah’ın üzerlerine müstahlef kıldığı  mal ve nimeti, O’nun cc  yoksul  ve muhtaç kulları ile paylaşmaktan ibaret olduğu her kesin malumudur. İhtiyaç fazlasının atıl  bırakılarak kenz edilmesi, ihtiyaç sahibi yoksulları ne haliniz varsa görün anlamına gelir ki Rasulullah sav;” Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir!” buyurarak akidevi bir tehlikeye dikkat çekmiştir. Düşününki refah  içinde yüzen zenginlerin fazlalıklarını kenz etmelerine karşılık  yoksulluğun dayanılmaz sıkıntılarıyla boğuşan kitlelerden  bir kişinin bile sırf bu duyarsızlık nedeniyle islamdan soğuması yada irtidat etmesi, tüm zenginlerin ahiretlerini riske atacak   günah olarak yeteceği ortadadır. 
     Allah, Ademevladından Kendisine kulluk etmelerini onlar üzerine bir görev olarak yazmış, Onlarında geçimliğini rızık olarak üzerine almıştır. Rızqı veren Allahtır. Ki insanlar ihtiyaçlarını karşılasın. İnsanın temel ihtiyaçları; Yiyecek, içecek,barınma,giyinme, güvenlik, sağlık ve  eğitimdir. Bu temel ihtiyaçları Allah her can için, akidesine bakmaksızın yaratmıştır.Ve Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır! Ademevladı Allah’ın tüm insanlar için yarattığı mal ve rızqı; düzenlediği sosyo ekonomik yapı ile öylesine kötü  bölüştürmüş,öylesine adaletsiz bir gelir dağılımını gerçekleştirmiştir ki; becerikli,kurnaz,zeki olanlar haddinden fazla malı ve rızkı kapmış, kalenderler bu paylaşımdan karnını doyuracak kadarını  bile alamamıştır.
Malikiyyet İddiası Tevhidle Bağdaşmaz!

Mal ve mülk Allahındır. Onu dilediğine verir. Verdiğinden ise nasıl tasarruf edeceğini bekler. Vahiyle ve Rasulullahın  örnekliği ile israf edilmemesi, cimri olunmaması, biriktirilmemesi, sadaka,zekat,infak edilerek muhtaçlarla paylaşılması salih bir amel olarak zikredilerek emr ve tavsiyelerde bulunulmuş ve Rasulullah’ta bu emr ve tavsiyeleri yaşayarak  göstermiştir. Hiç kimse; “infak farz değildir. İhtiyaç fazlası infak edilsede edilmeyerek  biriktirilsede farketmez, insane muttailerden ve sadıklardan olabilir, gerçek birre erebilir diyemez. Bu  Vahiyle bildirlene ve Rasulullahın örnekliğine aykırı bir iddia olur. İnfakın müeyyidesi yok diyenler, farz değil tavsiyedir diyenler bu noktayı gözardı ediyorlar. Anlaşılalan o ki bu noktada hayat tarzı ne ise yani kişilerin mülkle ilişkisi nasılsa öyle yorumlar yapılmaktadır. Bu her dönemde böyle olmuştur ve böyle de olacaktır.      
Meyl edilen mal, ademevladı için cetin bir imtihan unsuru olmuştur. Cahiliyye; edindiği serveti, kimseye koklatmamak için  Mülkiyet  denilen dokunulmazlık  ve kutsallık duvarı örmüştür etrafına. Bahçe duvarları, tarla çitleri bu amaca matuftur;”benimdir kimse giremez!”  Cahiliye düşüncesi, mal ve servetlerine kimseyi ortak etmez, yoksullarında  bir hakkı olduğuna asla yanaşmazlar. Tutkuyla bağlandıkları malları diledikleri gibi israf[2]  etmeleri konusunda tavizsizdirler:  “Mallarımız konusunda dilediğimiz gibi hareket edemeyeceğimizi sana namazın mı emrediyor ey Şuayb?”[3]   Cahileyenin mülkle ilişkisi, inançlarına ve dünya görüşüne muafıktır. Buna  diyeceğimiz ancak,  “Allah Hidayet nasip etsin!”  temennisidir. Zira  inkarcı bir kafa ve kalpten bu beklenir. Allah’ın verdiği rızık üzerinde “tanrı” gibi mülükiyyet iddiasının ve  bu yönde bir  kullanımın  bir küfür olduğu bilinmelidir.[4] Allah İnfak edin, küfredenlerden olmayın buyurmaktadır. Zira böyle bir iddia Allah’ın  olana tecavüzdür. Bu, tek dünyalı bir dünya görüşü için normaldirde. Bizi asıl ilgilendiren  Müslümanların  servet/mülkiyet  anlayışı, ellerindeki mal ve nimet üzerinde yoksul,ihtiyaç sahiplerinin ne kadar hakkı olduğu  konusundaki, Kur’anla ve Rasulullah’ın  örnekliği ile  taban tabana zıt anlayıştır.Dünyanın gelip geçiciliğini bilen ve  Ahiretin ise ebedi olduğuna inanan  bir zihin; nasıl olurda kısta dayalı olmayan, hile,aldatma, sömürü ve  istismara dayalı sosyo ekonomik yapınında marifetiyle servet sahibi olsun, serveti biriktirmek suretiyle   hakkı olanları bundan mahrum bıraksın!?
Allah Kimseyi Aç ve Biilaç Koymaz!
Allah Kimseyi aç,açık, barınaksız komaz.Açlık ve ilaçsızlıktan ölümler ise Allah’tan değil habis ruhlu  mahlukların düzenlediği dünyevi nizamlar,anlayışlar ve siyasetler nedeniyledir.Birileri hkkından ve ihtiyacından fazlasını “benimdir” diyerek saklar kenz ederse olacağı budur. Bu bir hastalıktır. Kimisi çöp  biriktirir  kimiside servet! Biriktirme olunca birilerininde aç ve sefil kalacağı kaçınılmaz olacaktır. Zira  Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.[5] Verdiği rızqı gasp edip  sahibine vermeyenler, açlıktan ölümlerin müsebbibleridir. Allah’ın “Hesapsız rızık vermesi” Karun’un adalet ve kıstın olmadığı bir vasatta zorbalık yaparak mal toplamasını, hazine  biriktirmesini kapsamaz. Karun ve onun gibiler Allah’ın ve dolayısyla Nas’ın olan rızqı el çabukluğu ve kurnazlıkla ele geçirmesi ve bu mülk üzerinde  malikiyyet iddiasında bulunmasıdır ki, Allah bunu şirk koşma ve küfür olarak nitelemektedir.[6] Allah’ın Kur’anda bir yerde  “Rızkı kısar” buyurması; kullarını aç sefil bırakır manasına asla gelmez! Zira Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. Allah her canın rızkını asli ihtiyaçlarını giderecek kadarını yaratmıştır. Rızık veren Allah’a yakışan da budur. Allah ganidir,rızqı bol olandır, adalet sahibidir.
İslam Alimi Fahreddin Razi Tefsirül Kebir’inde “Rızık verenlerin En Hayırlısı” nı tefsir sadedinde aşağıdaki değerlendirmeyi yapmıştır.

Rızık Verenlerin En Hayırlısı

 “Rızık vermede hayırlı olmak ise, şu hususlarda olur:
a) Vereceği şeyi, ihtiyaç zamanından geri bırakmamak.
b)  İhtiyaç miktarından az vermemek.
c) Vereceği şeyi, hesaba tabi tutarak azaltmamak.
d) Verdiği şeyi, karşılık istemek suretiyle bozup bulandırmamak.

      İşte Allah Teâlâ, böyle bir rızık verendir. Bunlardan birincisine gelince; Allah'ın alîm ve kadîr oluşundan; ikincisi; Allah'ın, ganî ve rızkı bol oluşundan; üçüncüsü; Allah'ın kerîm oluşundandır ki, Cenâb-ı Hak bu hususu, "Dilediği kimseleri hesapsız olarak rızıklandırmıştır" (Al-i imran, 27) ifadesiyle beyan etmiştir. Bu İfadeden kastedilen şey, bizim az önce söylediğimiz şey olup, "Allah onu, hesaba tâbi tutmadan, helâl rızıkla rızıktandırır, bol bol nzık verir" demektir. Dördüncüsüne gelince, bu da Allah'ın yüce, ulu olmasından dolayıdır. Çünkü karşılığı, aşağıda olan, yukarda olandan talep eder. Baksana, en yüce olanın (Üstte olanın) en aşağıda olana karşı yaptığı hibe ve yardım, herhangi bir karşılık ve bedeli gerektirmez. [7]

             Görüldüğü gibi, Allah; ihtiyaç miktarından az vererek  kullarını açlığa ve sefalete, hatta açlıktan ölümlere neden olacak bir sonucu murat etmediğidir. Açlık ve sefalet, yoksulluk, açlıktan  ve ilaçsızlıktan  ölümler Allah’ın takdir ettiği bir yazgı değil, sömürgeci istikbari güclerin sömürü ve istismarından kaynaklanan ve bu güclerin dünyada adalet ve kıst düşmanı bir sosyo ekonomik yapı düzenleyib egemen kılmalarından kaynaklanan Fravni Sistemlerdin bir sonucudur. Bu tıpkı Allah’ın yarattığı ve yine Allah’ın  öldürme hakkı olan canı, haksız ve haddi tecavüz ederek  katilin öldürmesi gibidir. Allah Adalet sahibidir ve rızqı tüm insanlar için yaratmıştır. Bu adaletsiz, çarpık paylaşım; İnsanların açgözlülüğü ile düzenledikleri kısta[8]  dayanmayan  sosyo ekonomik yapı nedeniyle,  kurnaz ve becerikli olanların  ihtiyacından fazlasını ele geçirip  kenz etmesinden ve Allah’ın olan  mal üzerinde malikiyyet iddiasından  kaynaklanmaktadır.

  İnfak konusunda Allah’ın emir değil de tavsiyeleri olduğunu var sayalım! Allah cc;  tavsiye ve teşviklerine uyulacakların en hayırlısıdır. Allah’ın her tavsiyesi gibi  infakla ilgili tavsiyelerine de gönülden uyanlara Allah hesapsız ecir ve nimet sunacağını vaadediyor. Allahın tavsiyelerine uyanlar; sadıklara ve muttaqilere vadedilen ilahi nimetlerden  yararlanır, bu tavsiyelerden yüz çevirenler ise  ilahi rızıqlardan  mahrum kalır. Bahçesini yoksullara açmayanlara, cennet konusunda çömert davranılmayacağı aşikardır.

İnfaq konusu İslamın en hassas ibadetlerindendir.Sadece vermek değil, verirken  töhmet altında bırakmadan, utandırmadan, kırmadan, başa kakmadan, kibirlenmeden,şımarmadan  verilmesi gerektiğinden, bahsetmektedir Vahiy. Aksi durumda  yalçın bir kayanın üzerindeki toprağın, bir sağanakta kayıb gitmesi misali yapılan hayrında kaybolup gideceğini ikaz etmektedir Rabbimiz.Bu itibarla infak; kemale ermiş bir ahlak sahibinin gönül hoşnutluğu ile nezaket ve muabbet içinde yaptığı harcamadır. İnfakın, ihtiyaç fazlasının Allah yolunda sarfedilmesi noktasında farzmıdır değilmidir suallerinin bir anlamı yoktur. İnfak,ihtiyaç fazlası yada Allah’ın verdiği rızqı Allah yolunda sarfetmek; mü’minlerin vasıflarından oluşu önemlidir.[9] Allah Yolunda (Fiisebilillah) üç vermekten biri oluşu[10]

İnfak farz  yada Tavsiyemidir!?

İnfak,sadaka,zekat; mü’minlerin, sadıkların ve muttaqilerin vasıfları olarak Kur’anda bir çok ayetle  sayıldığı sabitttir. Bu nedenle  İnfkın farz, vacip,sünnet olup olmadığını tartışmak çokta anlamlı değildir. Kaldıki;
Allah insanları, İslama  elçileri vasıtasıyla Davet etmiş,icbar etmemiştir. Zorlamamıştır. İnsanlara, özgürce, gönül hoşluğu içinde  bu Davete uymaları durumunda büyük bir ecir vaadederek teşvik etmiş, aksi durumda ise Cehennem Ateşi ile de tehdit etmiştir. Kişinin kendi iradesiyle  Davete icabet etmesi, kulluk bilinci ve görevi ile uyum içinde olacaktır. Zorla kulluk imtihan vasatına  muafık düşmemektedir.  Işte bunun gibi Allah; müslümanlara,mü’minlere infak konusunda da tavsiyelerde, teşviklerde bulunmaktadır. Allah’ın tavsiyesine mü’min olan; canı gönülden ve seve seve uyacaktır. Tavsiyesine uyan  Allah’ın vaadettiği  ecre kavuşacak, uymayanlar ise  Allah’ın vaadetiği nimetlerden  mahrum kalacaktır. Birre[11] ulaşarak sadıklardan ve muttaqilerden olmanın koşulu; canın yongası(!)  olan Mal’ı; Yakınlar’a, Yetimler’e, Yoksullar’a , Yoloğlu’na, Dilenen’e ve Köleler’e vermekten geçtiği apaçık Beyanla herkesin malumudur. İnfak etmemenin müeyyidesinin; sadıklara ve muttaqkilere verilen cennet nimetlerinden mahrumiyyet olduğunu anlamak içinde alim olmaya gerek yoktur. Kaldıki Tevbe 34 ve 35 ayetlerinde bahse konu biriktirme/kenz başlı başına  elim bir azab müeyyidesinden bahsetmektedir. Biriktirme infaktan kaçınma olduğuna gore infak etmeyerek biriktirmek elim bir azabı gerektiren bir davranıştır. Bu itibarla “infak etmemenin müeyyidesi yoktur” demek doğru değildir. Vahiyle çelişmektedir. İnfak azaltır, cimrilikse biriktirme nedenidir. İnfak tasarruftur, biriktirmekse israf! Allah müsrifleri sevmez.[12] Yani infak etmeden muttaki ve sadık olunamıyacağı hatta infakın usul ve esaslarına bile riayetsizliğin, yapılan iyiliği boşa çıkartacağı Kur’anda uzun uzun anlatılır.
            Dolayısıyla; sonuçları itibariyle, infak/ihtiyaç fazlasının  tasadduku, insanların İman edip İslama giriş saiklerini gerçekleştirmeye matuf olmazsa olmaz salih amellerdendir. Bu salih ameli farz değil diye  gerektiği gibi işlememek; muttaqilerden ve sadıklardan olamamaya  neden olacağından, hüsranla karşılaşmak bu amelin işlenmemesinin müeyyidesi olarak karşımıza çıkmaktadır.


[1] 2 Baqara 177 “Yüzleriniz’i Doğu’dan ve Batı’dan yana çevirmeniz Birr değildir. Ama Birr, Allah'a, Ahiret Günü'ne, Melekler’e, Kitab'a ve Nebiler’e iman eden, ona olan Sevgileri’ne rağmen, Mal’ı Yakınlar’a, Yetimler’e, Yoksullar’a , Yoloğlu’na, Dilenen’e ve Köleler’e veren, Salat’ı kılan, Zekat’ı veren ve ahidleştiklerinde Ahidleri’ne Wefa gösterenler ile Zor’da, Hastalık’ta ve Savaş’ın kızıştığı Zamanlar’da Sabredenler (inkidir). İşte bunlar Sadıqlar’dır ve bunlardır Müttaqî olanlar.”
 9 Tevbe 103 “Onlar’ın Mallar’ından Sadaqa al, bununla Onlar’ı temizlemiş olursun. Onlar’a Salat et( teşvik et). Doğrusu, Senin Salat’ın, onlar için bir Sukunet’tir. Allah İşiten'dir, Bilen'dir.
[2] Allah’ın verdiği mal ve mülkü  O’nun  rızasına uygun  harcamaya tasarruf, hilafına harcamaya israf denir. Velevki Allah’ın hilafına  biriktirmekte bir  israftır.
[3]  Hud 87
[4] 2 Baqara 254 “Ey İman edenler, onda hiç bir Alış Verişin, hiç bir Dostluğun ve hiçbir Şefaat’ın olmadığı Gün gelmezden önce, size Rızıq olarak verdiklerimizden infaq edin. Kafirler, Onlar Zulmedenler’dir.”
[5]  Hac 58
[6] 36 Yasin 47 "Size Allah'ın  verdiği  Rızıqlar’dan infaq edin," denilince de İnkarcılar İnananlar’a "Allah'ın eğer dilemiş olsa Allah'ın yedirebileceği kimseyi Biz mi yedirecek mişiz? Gerçekten Siz düpedüz bir Şaşkın’sınız."
[7]  Fahredtin Razi; Tefsirül Kebir /Sebe Süresi.
[8]  Kıst:Toplumda nimet eşitliğini değilse bile en azından insanların asli ihtiyaçlarını karşılayacak  düzenlemeleri yapan ve gerekli tedbirleri alan sosyo ekonomik yapı kurma iradesi ve hassasiyeti.
[9] 2 Baqara 3 “Ki onlar, Gayb’a inanırlar, Salat’ı iqame ederler  ve kendilerine Rızıq olarak verdiklerimizden İnfaq ederler.”
[10] Fiisebilillah cihad, fiisebilillah Hicret, fiisebiliilah infak etmek. Allah Yolunda can vermek, Allah Yolunda  Yurdtan geçmek, Allah Yolunda  meyledilen malı vermek.
[11] 2/Baqara 177 “Yüzleriniz’i Doğu’dan ve Batı’dan yana çevirmeniz Birr değildir…..”
[12]  6 En’am 141 “Asmalı ve Asmasız Bahçeleri, Hurmaları ve Tadları farqlı Ekinleri, Zeytinleri ve Narları birbirine benzer ve benzemez yaratan O'dur. Ürün verdiğinde Ürünü’nden yiyin ve Hasad Günü de Haqqını verin. Çünkü O, İsraf edenleri sevmez.”