28 Nisan 2010 Çarşamba



Kardeşlik Ahlakı
ve Adab ı Muaşeretsizliklerimiz!


Atilla MORÇOL
 

            Kur’an ı Azimüşşan hükümleri ile ve Nebevi Sünnetle sabittir ki, İslam; kardeşliğe, dayanışmaya,yardımlaşmaya ,sevgi ve saygıya  büyük önem vermektedir. Bunu her Müslüman  cocukluğundan itibaren  Camilerde,cemaatlerde; dinler,öğrenir. Bu nedenle burada konuyla ilgili ayetlerden ve sünnetten delil getirmeye gerek duymuyorum. Ancak Rasulullah’ın 1400 yıl öteden gelen feryadını hatırlatmadan da geçemiyeceğim: O iman edenlerin örneği olan Allah’ın Rasulü daha nübüvvetin başlarında ; ” Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Eyy!Allah’ın kulları kardeş olunuz!”  çağrısında bulunuyordu tabilerine.
            Her Muvahhidin başta nefsine ve çevresine soracağı;”Cahili bir toplumda yaşayan Muvahhidler olarak; örneklik teşkil edecek bir kardeşlik,dayanışma,yardımlaşma,sevgi ve saygı temelli ilişkiler ahlakı inşaa edebildikmi?” sorusuna, verilecek cevap;maalesef olumsuzdur. Herkes kardeşliğin,dayanışma, yardımlaşma,sevgi ve saygının  ne kadar gerekli olduğunu ve Dinin de bunu emrettiğini,örneğimiz Rasulullah’ın bunu bizzat yaşadığı,ahlak edindiği ve emrettiğini bilir. Ama bilindiği halde de maalesef  bu ‘bilgi’ dilimize,eylemlerimize,tavır ve davranışlarımıza  yansımaz. Ahlak haline gelmez. Neden? Çünkü; bu bilgi ve bu bilgiye iman; ‘Ahlaka’ dönüşmemiş, dönüştürülememiştir. Çünkü kardeşlik ahlakı;diğergamlığı,fedakarlığı,sorumluluğu,eylemi zorunlu kılar. Esnediğimiz zaman  yanımızda yabancı varsa elimizi ağzımıza kapatırız da yalnızken esnediğimizde  buna gerek duymayız. İslamın Adab ı Muaşeret kurallarını ahlak edinmek; yalnızken de  elini ağzına  kapatmayı gerektirir. İnsanın keyifsiz olduğu bir zamanda; bir kardeşinin düğününe, hasta ziyaretine,taziyeye gitme zorunda kendini hissetmesidir Ahlak. Kardeşlik; acı ve kederin paylaşılması, sevinc ve çoşkunun  birlikte tadılması ile gerçekleşir. Dayanışma,yardımlaşma ,sevgi ve saygı ile kardeşlik tahakkuk eder. Ama bir kardeşine  küçük bir hediye ile,şehrin bir ucuna gidecek vasıta ve zamanı çok gören bir cimrilikle kardeşlik olmaz. Hayrı engelleyen böyle bir cimrilik işin içine girince;”vaktim olmadı,işim çoktu,unuttum!” ucuzculuğu ile mazeretler peş peşe sıralanmaktadır.
             Peki  madem bu böyledirde neden Müslümanlar birbirlerini samimi olarak sevmezler,saygı göstermezler, yardımlaşmazlar,dayanışma içinde olmazlar?! Mesela  Dini bir vakfın lokaline selam vererek girersin,bir resmiyet bir kibir, bir soğukluk! Neredeyse; “niye geldin arkadaş!”  havası. Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar hesabı neredeyse! Bir sohbete katılırsın; insanlar birbirlerine  şişinme ve büyüklenme pozları ile  neredeyse tenezzül edipte birlikte oturmayı bile çok  görecek davranışlar. Yeni geleni geldiğine bin pişman eden soğuk davranışlar. Bereket versin bir iki Adam çıkıyorda vaziyeti kurtarıyor.
            Şimdi  hayat içinde tespit ettiğimiz,kardeşliğe,dayanışmaya,yardımlaşmaya ,sevgi ve saygıya  dair adabı muaşeret kuralları ihlallerini madde madde görelim.
-         Bir vakıfta,bir dernek yada sohbet toplantısında karşılıklı diyaloglarda konuşan orada başka kimse yokmuş gibi sadece nufuzlu olana,hocaya hitap edilmesi, tenezzül edip bir kere bile dönüp sağındaki solundaki insanlara bakılmaması ve bunun özellikle yapılmasına  özen gösterilmesi, tipik bir şişinme ve böbürlenme olarak adabı muaşeretin ihlal edilmesi, kardeşlik hukukunun çiğnenmesidir ki zulümdür. Allah zalimleri sevmez!
-         Ziyaretine gidersin,makamına,işyerine,vakıftaki,dernekteki çalışma ofisine...bir defada ayağa kalk gelenlerle musafaha et! Hele hele ilk defa gördüğün misafire karşı  hörmetli ol!  Hak getire! Ne kaybedersin!?
-         Bayram olur,ev ziyareti yapılmaz, yaşlı genç bilinmez, yaşlıya saygı nedir ,nasıldır  bihaber.Hastaya bir telefon dahi edilmez.
-         İnsanlara dini öğretme adına envai türlü alaka,saygı,ilgi kırla gider. Ama yetişmiş,taqwalı,bilgili,ahlaklı insanların değeri bilinmez. Kendi nefsi unutulur. Herşeyi eniyi bilen ve düşünen zannedilir, emri bil mar’ruf  kibir kayasına toslar.
-     Kardeşler arası ilişkilerde,diyaloglarda;herkes kendini melek gibi,hatasız,eksizksiz,en doğruyu bilen ve uygulayan görür,bilerek yada bilmeyerek hata yapabileceği,yanlış bilgiye ve düşünceye sahip olunabileceği hiç düşünülmez,karşısındaki kardeşlik ve diyalog adına nelere katlanmak zorunda kaldığı gözardı edilerek, bir davranışından dolayı saygı,nezaket kuralları ayaklar altına alınır,kardeşlik hukuku pervasızca çiğnenir.
-         Filistindeki,Afrikadaki daha başka uzak diyarlardaki müslümanların dertlerine hassasiyet gösterilir ama burnunun dibindeki bir mü’minin ne düğününe bir destek çıkılır,ne hastasına bir yardım gözetilir.Hatta yokmuş gibi davranılınır.Açmısın tokmusun,nerdesin,neyin var  sorulmaz, gözetilmez.
-         Yaşlı olanlar gençlere sevgi ve muabbet göstermez,gençlerde yaşlı olanlara sevgi ve saygı duymazlar. İslamın yaşlılara hörmetli davranmayı tavsiyeleri (Saçı sakalı ağarmış yaşlı Müslüman'a saygı gösterip ikram etmek, Allah'a saygıdandır. Ebu Davud, "Edeb," 23) göz ardı edilir. Sanki Kur’an başkalarına anlatılmak içinmiş gibi bir yaklaşımla herkes kendini unutur. Kimsin,nerdensin, ne iş yaparsın,tanışalım,anlaşalım,görüşelim…kimsenin umurunda değil!
-         İş ve ticaret, ziyaretleşmemenin, arayıp sormamanın, dostlara,arkadaşlara vakit ayırmamanın mazareti olmuş. Sanki iş ve ticaretten dolayı biribirimize olan yükümlülüklerimize zaman kalmaması meşru bir mazeretmişte  bu nedenle “görüşemiyor” muşuz. Yani sen işimden ve ticaretimden daha önemli değilsin, önce işim,ticaretim vakit kalırsa görüşelim! Ucuzculuğu ve uyanıklığı, görgüsüzlüğü ve  kabalığı.
- Kur'an Dersinin müdavimleri bile biribirlerine  bigane! Sanki Allah; o öğrenmek için gelip  bir iki saati bir arada geçirdikleri Kur'an da, insanları biribirlerine veli kılmamış, inananlar kardeştir dememiş gibi  bir pervasızlık, müstağnilik ve kibir!
                        Kur’an  Rasulullah için (KALEM : 4 - Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin. ) der. Rasulullah;birlikte oturduğu kimselerin her biriyle ilgilenir, farklı muamele ettiği izlenimi vermezdi. İhtiyacını gidermesi için onunla oturan veya onu ayakta tutan kimseye karşı bile  sabırlı olur, o kişi ayrılmadıkça kendisi onu terk edip ayrılmazdı. "Ashabını özler, (göremediği zaman) sorardı. İnsanların durumlarının nasıl olduğunu, işlerinin ne alemde olduğunu merak ederdi. Güzele güzel, çirkine çirkin derdi. Yanlışı düzeltir kimsenin hatırına  yanlışa göz yummazdı. Daima doğruların yanındaydı, yanlışı kabul etmezdi. Gelen yabancıların aşırı ve mantık dışı davranışlarını sabırla karşılardı. Ashab bazen buna kızarlardı da o onları teskin eder, şöyler derdi: "böyle kimseleri gördüğünüzde onu irşad edin!" buyururdu. İnsanları birbirine sevdirecek, birbirlerine kaynaştıracak şeyleri konuşurdu. Onları ürkütmez, kaçırmazdı. İleri gelen kimselerle de sade vatandaşlarla da eşit şekilde konuşurdu.nadirattanda olsa böyle davrandığında  Rabbi  tarafından uyarılırdı. Onlardan hiçbir şeyi saklamazdı.Eba Zer ra;” Bir gün Peygamberimizin yanına gittim. Bir divanda oturuyordu. Kalktı beni kucakladı. Bu kucaklaması gerçekten pek içtendi.” Der. Sahabelerinin rahatsızlıkları ile de yakından ilgilenirdi. Rasulullah;” Ziyaretleşin, hediyeleşin. Çünkü ziyaret sevgiyi perçinler, hediye de kalpteki kötü duyguları söker atar!”  yada “Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, birbirinize çirkin sözler söylemeyiniz, birbirinize sırtlarınızı dönmeyiniz, kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Allah'ın kulları kardeşler olunuz!” buyurur.O buyurur ki; " Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim ”.
                        O halde her kes her nefis Rasulullahın neresinde,nekadar yakınında, Peygamberinin ahlakına ne kadar sahip  olduğunu sorgulamalı, tefekkür etmeli,O’nun kardeşlik ahlakına ne kadar sahip olduğunu kritik etmelidir. Kardeşlik ahlakını;Vahyi direktifler ve Rasulullah’ın örnekliğinde  inşaa etmelidir. Eğer Allah'ın hoşnutluğunu kazanacak bir kardeşlik ahlakını  Rasulullahın örnekliğinde ve Vahyin direktifleriyle inşaa edemezsek, Müslümanlar olarak  felaha kavuşmamız  mümkün olmayacaktır.

25 Nisan 2010 Pazar

Şehadet Kavramı Üzerine
          Hikmet Zeyveli
          Nida Dergisi, sayı 60 
         Kurân'da geçen "şehâdet" kelimesi, günümüzde, "Allah yolunda katlolunanlar" anlamına mahkûm edilmiştir. Oysa iyi bir tahlille, bu kelimenin daha kapsamlı bir mânâya delalet ettiği ortaya çıkmaktadır.
Bu hususu, meşhur müfessir Fahruddîn er-Râzî (v. 606 H)'nin tef­sirinden iki alıntı yaparak işlemeğe çalışacağız.
Râzî, Nisa sûresinin:
"Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle beraberdir. Onlar da ne güzel arkadaştır! (69)
Ayetinin tefsirinde şöyle der:
"Şehâdet" kelimesinin "kâfirler tarafından katledilmiş kişi"ye hasredilmesi caiz değildir. Bunun birkaç sebebi var:
1. Bu âyet "şehâdet" mertebesinin dinde yüce bir mertebe ol­duğunu ifade ediyor. Halbuki (mücerred) bir insanın kâfirler tarafından öldürülmesi şeref arttırıcı bir durum olamaz. Çün­kü böyle bir öldürülme, bir fâsık veya Allah katında değeri olmayan bir kimse için de sözkonusu olabilir.
2. Mü'minler "Yâ Rabbi, bize şehâdet nasib et!" diye dua ediyorlardı. Eğer "şehâdet" bir kâfirin kendisini katletmesi şek­linde anlaşılırsa, bunlar Allah'tan, kâfirlerin kendilerini öl­dürmelerini taleb etmiş olurlardı -ki bu caiz değildir. Zira, bir kâfirin kendisini öldürmesini talep etmek küfürdür. Allah'­tan, "küfür" olacak bir şeyi talep etmek nasıl caiz görülebilir?
3. Hz. Peygamber'in "Karın sancısından ölen de, suda boğulan da şehiddir" buyurmuş olduğu bilindiğine göre, "şehâdet"in sadece (düşman silahıyla) öldürülmekten ibaret olmadığı anlaşılır.
"Şehîd" ism-i faildir ve "şâhid" anlamına gelir. Bu anlamda "şehîd", Allah'ın dininin doğruluğuna şehadet eden kimsedir: Bu bazan sözle, tebliğle; bazan da kılıçla, mızrakla olur. O halde "şühedâ", adaletle ayakta duranlardır (adaletle hükme­denlerdir). Bunlar, Allah Taalâ'nın Âl-i İmran: 18 âyetiyle işa­ret ettiği "el-qâimîne bi'l-qist"olanlardır:
Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına şâhiddir. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle şâhiddir (ki O'ndan başka tanrı yoktur).
Allah yolunda katlolunanlara da; Allah'ın dininin hak olduğu­na, onun dışındaki her yolun batıl olduğuna tanıklık için canını feda ettiği cihetle "şehîd" denmiştir."(1)
Râzî, "Allah yolunda katlolunanlar"i öven iki âyetten(2) biri olan:
Allah yolunda öldürülenlere (katl kelimesiyle), "ölüler" (emvât kelimesiyle) demeyin; hayır, onlar diridirler, ama siz anlamıyorsunuz. (Bakara: 154) âyeti münasebetiyle de şunları söyler:
Müşrikler diyorlardı ki: "Muhammed'in ashabı, O'nun uğrunda kendilerini öldürüyorlar, kendilerini feda ederek bu dünyadan bir fayda temin edemeden hayatlarını boşu boşuna yitiriyorlar" (...) Allah Taalâ:
"Sizler de kâfirlerin dediği gibi "Onlar artık 'emvât' (ya­ni "hiçler"), (bir daha) dirilmeyecekler ve dünyada katlan­dıkları bu fedakârlıklarının karşılığını görmeyecekler" de­meyin. Biliniz ki onlar diridirler -yani dirilecekler; (dünya­daki bu fedakârlıklarının) karşılığını görerek ni'metlere erişecekler."
buyurmaktadır.
Râzî, burada "diridirler" (ahyâun) ifadesinin "dirilecekler" an­lamında kullanıldığının, benzeri âyetlerden (3) kolayca çıkarılabileceği­ni ifade eder. Ve bu yorumun el-Kâ'bî ve Ebu Müslim el-Isfehânî'nin tercihi olduğunu hatırlatır.
Aynı yorum tarzının, Ebu'l-Qâsım Abdurrahmân b. İshaq ez-Zeccâcî (v. 340 h.)'nin "Iştiqâqu Esmâi'llâh" isimli eserinde de tercih edildiğini görüyoruz. ez-Zeccâcî; Esmâu'l-husnâ'dan "eş-Şehîd" maddesini işlerken, aynı âyet (2:154) münasebetiyle şöyle yazar:
Müşrikler "Muhammed'in ashabı O'nun uğrunda bu savaşta(4) kendilerini öldürüyorlar; heba olup gidiyorlar. (Yazık!)" di­yorlardı. Allah, böyle diyenlere o öldürülenlerin gerçekte yok olmadıklarını, kendi hükmünde hayatta olduklarını ve gele­cekte diriltilerek cennetinde ebedi kalacaklarını bildirmekte­dir.(5)
 Biraz Tefekkür:
Râzî ve Zeccâcî'den yaptığımız nakillerden aşağıdaki hususları elde edebiliyoruz:
 ●"Şehîd" sıfatı, sadece, "kâfirler tarafından katledilmiş kişi"lere, hasredilemez. Allah yolunda hayatını vakfetmiş, hayatı ile di­nine şahitlik (tanıklık) etmiş her mü'min-müslim kişi için kullanılabilir. Kur'ân'da mutlak olarak ifade edilen ve Râzî'nin yukarıda tartışma konusu ettiği Nisâ:69 âyetindeki "şühedâ" kelimesinin dışındaki bütün "şehîd" ve "şühedâ" kelimelerinde "şahid" mânâsına geldiği açıkça görülmektedir.
Allah'dan düşmanın silahıyla ölmesini dilemek caiz değildir. An­cak, genel anlamı içerisinde "şehîdlik" dilemek meşru ve caiz­dir.
Asli manâsıyla peygamberlerin hepsine ve hayatları müslümanların hüsn-ü şehâdetine mazhar olmuş her müslümana (Hz. Ebu Bekr gibi) -normal bir ölümle de ölmüş olsalar- "şehîd" demek caizdir. Bu hükmümüzle, Allah yolunda katlolunmuş müslümanların "şehîd" olduklarını inkâr etmiş olmuyoruz. Elbette onlar, o uğurda hayatlarını noktalayan inananlar olarak daha üstün bir "şehîdlik" örneği vermişlerdir. Fakat en yüce şehîd el­bette Hz. Peygamber'dir.
Şehidlerden bahsedildiği kabul edilen 2:154, 3:169 âyetlerinden hareketle, onların, kelimenin zahir anlamıyla ölmemiş oldukla­rını, diri olup aramızda dolaştıklarını söylemek doğru değildir. Buradaki "dirilik", "Rableri katında" ifadesi de gözönüne alındığında, ancak mecaza hamledilebilir,ya da "ba's" ola­rak kabul edilebilir. Dikkat edilirse, her iki âyette de "şehîd" kelimesi geçmez. Ayet­lerde "katlolunma" kabul edilmekte, ancak bu katlolunmanın, (ba'se inanmayanların sandıkları gibi) bir "yok" oluş veya "he­ba" oluş şeklinde anlaşılmaması gereği vurgulanmaktadır. Bu nüansla "yuqtelu" ve "emvât" kelimeleri kullanılmıştır. Bunun idrâkinde olan eski tarihçiler de -hiçbir saygısızlık kaygısı duy­madan- "(Hz.) Osman'ın Katledilmesi" şeklinde başlıklar atabil­mişler; Bedir şehidi bir sahabe için "Qutile bedren = Bedr'de katlolundu" ifadesini kullanabilmişlerdir. "Şehide Bedren" ifa­desini ise "Bedr'e katıldı" mânâsında kullanmışlardır.
Bu anlamıyla başka ideolojilerin de "şehîd"lerinden sözetmek mümkündür. Ancak ideolojilerin "bâtıl" olduğu söylenebilir.
…………………………………………………………………………………
(1) Râzî, Tefsir, 4/69 âyetinin tefsirinde
(2) 2/154; 3/169
(3) 82/13'deki ve 18/29'daki “ehâta”; 4/145'deki ve 22/56'daki ifadelerinin hep gelecek za­man sigasıyla karşılandıklarını örnek olarak verir.
(4) Burada kastedilen Bedir Savaşı'dır. Bu savaşta Ensar'dan bazı gençlerin ölmesi üzerine münafıklar yukarıdaki ifadelerle Medineli'leri tahrik ediyorlardı.
(5) A.g.e., s. 133.

15 Nisan 2010 Perşembe

Ve Sizler de Üç Sınıf olduğunuz zaman!





                           1- Muqarrebun;Önde Gidenler,Öncüler/Rahmaniyyun;Rahmana ait olanlar,Rahmana vakfolanlar.
                           2- Ashab ı Yemin (Ashab ı Meymene) Ebrar
                           3- Ashab I Şimal (Meş’eme)-Mükezzibun-Kefer i Fecere






056.07-      Ve Sizler de Üç Sınıf olduğunuz zaman;
056.08-      İşte o Meymene Ashâbı, ne Ashâb-ı Meymene!
Ashabı Meymene,ashab-ı Yemin, İyiler,Ibadurrahmanlar,Ebrarlar olarak  geçer Kur’anda..
056.09-         Meş'eme Ashâbı, ne Meş'eme Ashâbı!
Bunlar kötülerdir.Ashab-ı Şimal.Mükezzibiyn, yalanlayanlar,yüz çevirenler.Kefer i Fecere.
056.10-      Yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncüler’dir.
İşte olunası seçilmişler ve öncü talihliler,kazandıkça kazanmış olanlar,gıbta edildikçe gıbta edilenler,zoru başardıkça başaranlar,Allah’ın verdikçe verdikleri mesut ve bahtiyar kulları bunlardır.
056.11-      İşte Onlar Muqarreb’dir.[1]

Ey Talib!
Ademoğlu üç sınıfa ayrılacağı gün,hangi sınıfta olacağınının  muhasebesini yaptınmı!? İyilerdenmisin yoksa kötülerin arasındamısın? Nerede  olduğun seni muhakkak ilgilendiriyor ve endişelendiriyordur. Durumunun muhakemesini yapmalı,eksikliklerin varsa ikmal etmeli,hatalar varsa af dileyib terketmelisin!. Bu gün A’raf tasın.Rabbil Alemiyn; A’raftakiler üzerinden, Dünyadakilere Cennet Ashabının ve Cehennem ehlinin halini tasvir etmekte bir tablo olarak nazarına sunmaktadır.Yarın ya iyilerin yanında olacaksın yada hüsranla karşılaşıp kötülerin yanında kendini bulacaksın.Bu dünyada nerede duruyorsan,  hesap Günündeki A'raf'ta da ayni yerde,konumda,sınıfta yerini alacaksın. Yeryüzü ayni zamanda bir A'raf.Ebedi hayat rehberimiz Kur'an-ı Azimüşşan Ademevladlarına nasihat ve uyarıları sadedinde;beşerin itikad ve amelleri çerçevesinde Ahiret Yurdunda insanların üç sınıf olacağını haber vermektedir : “Ve Sizler de Üç Sınıf olduğunuz zaman.[2]
Buyurulmaktadır.Bu üç sınıftan birinci ve ikinciler iyilerden üçüncüsü ise kötülerden oluşmaktadır.
          A)  Muqarrabun yani öncüler. Eimmetül Huda iyilerin imamları.Sabigun.Kendilerini Kurban edenler,(Grb) adayanlardır: Humeyni ra,Şeyh Said ra, Ömer Muhtar ra, Şeyh Ahmed Yasin ra, Şehid Abdulazizi Rantisi,Şehid Seyyid Kutup ra,Şehid Abbas Musavi ra ve isimlerini sayamadığımız yolumuzu aydınlatan daha niceleri gibi kendilerini Rablerine kurban eden  son yüzyılın tanınmış hidayet rehberleridirler.Birçoğu geçmiş ümmedlerdendir.Sabıgunu evveliyn.Birazı sonrakilerdendir.Onlar ne kadar da azdırlar.   
B) İyiler:Ashab-ı Yemin. Ashab-ı Meymene’de denmektedir Ibadurrahmanlar. Afganistan’da,Filistin’de,Bosna’da,Tahmili Körfez Savaşında canlarını Rablerine kurban eden muvahhidler bu sınıfı oluştururlar.Birkısmı önceki ümmedlerden bir kısmı da sonrakilerdendir.  
              C)Ashab-ı Şimal, Şimal Ashâbı!  yada Ashab-ı Meş’eme.  Bunlar kötüler,günahkarlar,mükezzibin,habis karakterlilerdir.Öncekilerden de sonrakilerdende çoğunluktur.[3] Bu sınıfın en azılıları da istikbar eden,küfrün önderleri denilen; eimmetül küfr’dür.
Şimdi sırasıyla bu üç insan sınıfının hususiyetlerini,Davete icabetleri karşılığında karşılaştıkları ilahi lutufları yada yüz çevirmelerinden dolayı elim azap sahnelerini Vahyin penceresinden görmeye çalışalım.
A)Muqarrebun;Kendilerini Qurban Edenler:
Vakıa Süresinde bu sınıf şöyle anlatılır;
“10- Yarışıp öne geçenler de öne geçmiş öncüler’dir.
Hayrda yarıştılar,fedakarlıkta yarıştılar,mallarıyla canlarıyla Rablerinin rızasını kazanmak için ceht ettiler.
056.11-      İşte Onlar Muqarreb’dir.
Onlar Muqarrebtirler.Nefislerini Allah’a  feda eden fedailerdir. Onlar Rablerine kendilerini Kurban olarak sunanlar, nefsi mutmainlerdendir. Allah onlardan razı onlar Rablerinden razı olarak Cennete girenlerdir.[4]
Muqarrebunla ilgili  anlatımlara Mutaffifin Süresinde devam edilir;
” 083.18-      Hayır, Ebrâr'ın Kitabı İlliyin'dedir.19-   İlliyin'in ne olduğunu İdrak ettin mi?20-Merkum bir Kitap’tır.21-    Ona Muqarreb olanlar Şahid’dirler. 22-Gerçek şu ki, Ebrâr, elbette Ni’metler içindedirler.23-Tahtlar üzerinde seyretmektedirler.24-      Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde tanırsın.[5]
Muqarreblere Rablerinin Lutfu olarak verilen nimetler:
anlatılır:
056.12-Ni’metler’le donatılmış Bahçeler'de.13-  Muqarrebunun çoğu geçmiş ümmetlerdendir.14-   Birazı da Sonrakiler’den.15-İşlenmiş Tahtlar üzerindedirler.16-Üstlerinde Karşılıklı olarak yaslanmışlardır.17-Çevrelerinde Ölümsüzlüğe ulaşmış Gençler dolaşır.18- Kaynağı’ndan Testiler, İbrikler ve Kadehler,19-  Ki bundan ne Başlar’ı ağrır ne de kendilerinden geçip Aqıllar’ı çelinir.20- Arzulayıp seçecekleri Meyveler,21- Canları’nın çektiği Kuşeti,22-  Ve İri Gözlü Huriler,23- Sanki Saklı İnciler gibi.24-Yapmakta olduklarına Karşılık olmak üzere.25-Orada  ne Boş Söz işitirler, ne de Günah’a sokma.056.26- Yalnızca bir Söz: Selam, Selam.”

Yine Mutaffifin Süresinde ise; bu nimetlere devamla, şöyle zikredilir;
083.24-Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde tanırsın.25-Onlar’a Mühürlü, katıksız bir Şarap’tan içirilir.26-ki onun sonu Misk’tir. Öyleyse, Değerli Şeyler’e ulaşmak için (can atanlar) bu (cennet içkisi)ni hedeflesinler.27-Onun Karışımı Tesnim'dendir.28-Bir (nimetin) Kaynak ki, Muqarrebler O’ndan içer.

Muqarrebuna lutfedilen nimetlerin harkuladeliği Onların yüzlerindeki hoşnutluktan anlaşılır.Onlara kişiye özel,katışıksız bir şaraptan ikram edilir. İçiminin sonu hatemu u misktir.Onun karşımı tesnimdendir.Muqarreblerin içtiği bir kaynaktan.İşte yarışacaksanız bunun için yarışın.Yarışmaya değer olan ancak budur.Hayrda yarışla kazanılacak olan ödül budur. Bu ödül ancak hayrda yarışanlara ve hayr  biriktirenlere sunulucaktır.

B)Ashab-I Yemin ;İyiler;Ashab-I Meymene
Ashab-ı yemin yada ashab-ı meymene ilgili olarak;Furqan Süresindeki anlatımlarda;
025 .63-      O Rahmân'ın Kulları, Arz’da alçak gönüllü olarak yürürler ve Cahiller kendilerine muhatap oldukları zaman da "Selam" derler.64-Onlar, Rabb'lerine secde ederek ve Qıyama durarak gecelerler.,65-Onlar: "Rabb'imiz Cehennem Azab’ını bizden geri çevir, gerçek şu ki, onun Azab’ı ödenmesi kaçınılmaz bir Borç " derler.66-"Elbette o ne Kötü bir Karargah ve ne Kötü bir Konaklama Yeri’dir."67-Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar,  orta bir yol tutarlar..68- Allah ile beraber bir İlah'a dua etmezler. Allah'ın haram kıldığı Can’ı Haqsız yere öldürmezler ve Zina etmezler….”

Buyurulmaktadır.
Vakıa Süresindeki anlatımları şöyledir;
056.27-      Yemin Ashâbı, ne Ashâb-ı Yemin!.28-Yüklü Dallar’ı bükülmüş Kiraz,29-      Üstüste dizili Meyveleri sarkmış Muz Ağaçları,.30- Yayılıp uzanmış Gölgeler,31-      Durmaksızın akan Su,.32-Ve bir çok Meyveler arasında,.33- Eksilmeyen, yasaklanmayan,34-      Yüksekler’e kurulmuş Döşekler.35-Gerçek şu ki: Biz Onları yeni bir inşa ile inşa ettik. 36-      Onları hep Bakireler kıldık.37-Eşleri’ne Sevgi ile Tutkun, hep Yaşıt,.38-Yemin Ashabı olanlar için..39- Birçoğu Geçmişler’den.40-      Bir çoğu da Sonrakiler’den.
Ashabı Yemin le yani Ebrar/ iyilerle ilgili olarak Mutaffifin Süresindeki anlatımlar ise şöyledir:
083.18-      Hayır, Ebrâr'ın Kitabı İlliyin'dedir. 19-İlliyin'in ne olduğunu İdrak ettin mi?.20-Merkum bir Kitap’tır..21- Ona Muqarreb olanlar Şahid’dirler..22-Gerçek şu ki, Ebrâr, elbette Ni’metler içindedirler.23-Tahtlar üzerinde seyretmektedirler.24-      Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde tanırsın. .25-Onlar’a Mühürlü, Katıksız bir Şarap’tan içirilir. .26-Ki onun sonu Misk’tir. Öyleyse, Değerli Şeyler’e ulaşmak için (can atanlar) bu (cennet içkisi)ni hedeflesinler..27-  Onun Karışımı Tesnim'dendir. 083.28-Bir (nimetin) Kaynak ki, Muqarrebler O’ndan içer.
Süre i İnsan da Ebrar/iyiler öyle anlatılırki, Ebrar'a sunulan nimetler,büyük bir cehte ve sabretmeye değer olduğunu göstermektedir.
76/05- Elbette ki Ebrar/İyiler, Karışımı Kafur olan bir Kadeh’ten içerler.06-Allah'ın Kulları’nın kendisinden içtikleri bir Kaynak. Onu diledikleri Yer’e fışkırtır.

.07- Adakları’nı yerine getirirler ve Şerr’i Yaygın bir Gün’den korkarlar.08-Kendileri, Ona karşı duydukları Sevgi’ye rağmen (malı), Yoksul’a, Yetim’e ve Esir’e yedirirler.09- "Biz Size, ancak Allah'ın Yüzü için yedirmekteyiz. Siz’den ne bir Karşılık istiyoruz, ne de bir Teşekkür." (derler)10- "Çünkü Biz, Asık Suratlı, Zorlu bir Gün için Rabb'imizden korkmaktayız."11- Artık Allah'da, Onları böyle bir Gün’ün Şerr’inden korur ve Onlara  bir Aydınlık ve bir Sevinç verir.12-Ve Onları sabretmeleri dolayısıyla Cennet/Bahçe’yle ve İpek’le ödüllendirir.13-Orada, Tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Ne bir Güneş ve ne de Dondurucu bir Soğuk görürler.14-Gölgeler’i Yakın ve  devşirilmeleri kolay mı kolay (rızıklar).15- Çevreleri’nde Gümüş Billur Kaplar, Kupalar dolaştırılır.16- Gümüş Billur Kaplar, Onları belli bir Ölçü’yle tespit etmişlerdir.17-Orada Karışım’ı Zencefil olan bir Kadeh’den içirilir.18- Selsebil olarak adlandırılan bir Pınar.19-   Çevrelerinde Ebedî  Gençler dolaşır. Onları gördüğünde Saçılmış bir İnci sanırsın.20- Nereye baksan, bir Ni’met ve Büyük bir Mülk görürsün.21-Üzerinde Hafif İpek ve Ağır işlenmiş Atlas olan Yeşil Giysiler. Gümüş’ten Bilezikler’le bezenmişlerdir. Rabb’leri Onlara Tertemiz bir Meşrubat içirmiştir.22-  Bu, Sizin için bir Ödül’dür. Çabalarınız Teşekkür’e değer.

  
C)Ashab-ı Şimal;Ashab-ı Meş’eme:Mükezzibin.
Vakıa Süresinde;
056.41- Şimal Ashâbı, ne Şimal Ashâbı!.42-Hücreler’e işleyen Kavurucu bir Sıcaklık ve Kaynar Su,.43- Ve Kapkara Duman’dan olan bir Gölge içindedirler.44-  Ki o, ne Serin’dir, ne de Kerim..45- Çünkü Onlar, bundan önce Varlıkla şımartılmış olanlar’dı.46- Onlar, Büyük Günah üzerinde Israrlı davrananlar’dı.47-ve derlerdi ki: "Biz öldüğümüz, Toprak ve Kemik olduğumuz da mı, gerçekten Biz mi diriltilecek mişiz?"48- "Önceden geçmiş Atalarımız da mı?".49-De ki: "Elbette, Öncekiler de ve Sonrakiler de.".50-"Bilinen bir Gün’ün belli vaktinde elbette toplanacaklardır." 51- Sonra gerçekten Siz, ey Sapık olan Yalanlayıcılar,.52-Elbette  Zakkumolan bir Ağaç’tan yiyeceksiniz.53- Böylece Karınlar’ı O’ndan dolduracaksınız.54-    Onun üzerine de alabildiğine Kaynar Su’dan içeceksiniz.55- Üstelik içtikce susayan Hasta Develer’in İçişi gibi içeceksiniz.56- İşte bu, Onların Din Günü'nde Şölenleri’dir.57-Sizleri Biz yarattık, yine de Tasdiq etmeyecek misiniz? 58-Şimdi dökmekte olduğunuz Meni’yi gördünüz mü? 59- Onu Sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan Bizler miyiz? 60-Sizin aranızda Ölüm’ü Taqdir edenler Biziz  ve Biz önüne geçilecek olanlar değiliz.61- Benzerlerinizi getirip değiştirme ve Sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde inşa etme konusunda,.62- Andolsun İlk İnşa’yı bildiniz, ama Öğüt almanız gerekmez mi?.63- Şimdi ekmekte olduğunuz’u gördünüz mü?.64- Onu Sizler mi bitiriyorsunuz yoksa bitirmekte olanlar Biz miyiz?.65- Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten Onu birer Ot Kırıntısı kılardık, böylelikle şaşırırdınız.66- "Doğrusu Biz, Ağır bir Sonuç altına girip zorlandık,"67- "Hayır, Biz büsbütün Yoksun bırakıldık.".68-şimdi Siz, içmekte olduğunuz Su’yu gördünüz mü?69- Onu Sizler mi Bulut’tan indiriyorsunuz, yoksa indirmekte olanlar Biz miyiz?70- Eğer dilemiş olsaydık Onu Tuzlu kılardık, ama şükretmeniz gerekmez mi?71-   Şimdi yakmakta olduğunuz Ateş'i gördünüz mü?72- Onun Ağacı’nı Sizler mi inşa ediyorsunuz yoksa onu İnşa eden Bizler miyiz?73- Biz Onu hem bir Öğüt ve Hatırlatma, hem de İhtiyacı olanlar’a bir Meta kıldık.....................056.92-Ve eğer O Yalanlayan Sapıklar’dan ise,93-Artık alabildiğine Kaynar Su’dan bir Şölen vardır.94- Ve Çılgınca yanan Ateş'e bir Atılma da.95-     Elbette bu Kesin Bilgi ifade eden bir Gerçek’tir.96- Öyleyse Rabb'ini Yüce İsm’iyle tesbih et." buyurulmaktadır.
Mutaffifin Süresinde ise Ashabı Şimalle ilgili anlatımlar
083.07-Hayır, Fâcir olanlar’ın Kitabı şüphesiz Siccin'dedir. .08- siccin'in ne olduğunu İdraq ettin mi?.09-  Merkum (yazılı) bir Kitap’tır.10- O Gün, way haline Yalanlayanlar’ın.11- Ki Onlar, Din Günü'nü yalanlamaktadırlar.12-      Oysa O'nu Sınır tanımaz Saldırgan, oldukca Günahkar olandan başkası yalanlamaz.13- Ona Ayetlerimiz okunduğu zaman, "Geçmişlerin Masalları " dedi. 14-  Bilakis. Onların kazanmakta oldukları, Qalpler’i üstünde Pas tutmuştur. 15- Hayır, gerçekten Onlar Rabb'lerinden perdelenmişlerdir. 16-  sonra Onlar, kuşkusuz/kesinlikle  Cahim'e yollanacaklardır.17- sonra Onlara, "İşte Sizin yalanlamakta olduğunuz budur." denilmektedir.
A’raf Süresi
Bahçe ve Ateş Halqları: 40-47
007.40-Şüphesiz Ayetlerimiz’i yalanlayanlar ve Onlar’a karşı Büyüklenenler, Onlar için Göğün Kapıları açılmaz ve Deve de İğne Deliği’nden geçinceye kadar  Bahçe’ye giremezler. Biz Suçlular’ı böyle cezalandırırız."

Allah’ın Ayetlerinden yüz çevirenler ve Allah’a,O’nun Rasullerine, Kitaplarına,Halkına karşı büyüklenip kibirlenenler için artık göğün kapıları açılmaz ve deve de iğne deliğinden geçemiyeceğine göre Cennete giremiyecekleri hükme bağlanmıştır. Cehennem Mükezzibinin kaderidir artık.Onlar kendi  tercihleri ile bu kaderi hak etti.Cehennemden yataklar ve yorganlar içinde,boğazları yırtan zakkum ve kaynamış irin onların paylarına düşüenlerden sadece bir kaçı!Onlar kendi kendilerine,kendi elleriyle  böylece zulmettiler bu aşağılayıcı azabı hak etmiş oldular. Yeryüzünde henüz hayattta olan Mü’minler için Araf halidir bu. Rabbimiz Cehennemi,Ateş Ashabını böylece bize Tablolar halinde seyrettirmektedir. Cenneti ve Cennet ehlini de ayni şekilde  mü’minlere tasvir etmektedir. Yani olup biten neredeyse gözlerimiz önünde cereyan etmektedir adeta. Ders alıp Hak’ka uyanlar kurtulacak,gafletten silkelenemeyenlerinse kaybedecekleri bir serüven bu!
007.41- Onlar için Cehennem’den Yataklar ve üstlerine de Örtüler vardır. Biz Zulmedenler’i böyle cezalandırırız.
007.42- İnananlar ve Salih Çalışmalar’da bulunanlar -ki Biz hiç kimseye Gücü’nden fazlasını yüklemeyiz-  Onlar da Bahçe'nin Arkadaşları’dır. Onda Sonsuz olarak kalacaklardır.

İman edip salih amellerde bulunanlarsa Bahçe’nin Ashabıdır. Onlara güçlerinin üzerinde de yük yüklenmemiştir. Onlar ciddiyetle yükümlülüklerini yerine getiren,Rablerinden ıttiqa eden,dinlerini ciddiye alan sağlam adamlardır.Hayatlarında laubalilik görülmeyen,boş ve faydasız olan şeylere de bulaşmayan sorumluluklarını müdrik,ciddiyet sahibi,vakarlı kişilerdir. Üzerlerine rics bulaştırmamaya dikkat eden,bulaşırsa da Rablerinden mağfiret diliyerek temizleyen sağduyu sahibi neferlerdir. Müslümanların inançlarıyla uyum içinde olmayan bir yaşam tarzı içinde bocalamaları,salih ameller ve pratikler noktasındaki zaafiyetleri;ortaya koyulan yaşam pratiklerinin Vahiyle doğru dürüst bir kritiğinin yapılamaması,ciddiyetsizlik ve kalitesizlikten kaynaklanmaktadır.Bunun temelindede, dünya ile ilişkilerin Vahiy bağlamında inşa edilememesi bulunmaktadır.
007.43-Biz Onların Göğüsleri’nde Kin’den ne varsa çekip aldık. Altlarından da Irmaklar akar. Derler ki:" Bizi buna ulaştıran Allah'a Hamd olsun. Eğer Allah Bize hidayet vermeseydi Biz Doğru’ya erişmeyecektik. Andolsun, Rabbimiz’in Elçiler'i Haqq ile geldiler." Onlar’a: "İşte bu, yapmakta olduklarınıza Karşılık olarak Mirascı olduğunuz Bahçe'dir" diye seslenilecek.

Kişi ne kazandığına görmek için, ellerine baksın! Cennet kişinin elleriyle kazanımıdır.Elleriyle  Hayr biriktiren Cenneti kazanır. Servet biriktirense  ateşi hak eder.
007.44-Bahçe Ashabı, Ateş Ashabı’na seslenirler: "Bize Rabb'imizin wadettiği gerçekleşti, Size de Rabb'inizin wadettiği gerçekleşti mi?" Onlar da: "Evet" derler. Sonra içlerinden biri seslenir: "Allah'ın Laneti Zalimler’in üzerine olsun."
007.45- "Ki Onlar Allah'ın Yolu’ndan alıkoyanlar, onda Çarpıklık arayanlar ve Onlar Ahiret'i tanımayanlardır."
007.46- İki Taraf arasında bir Engel ve A’raf üstünde (Sur’un Burçları üzerinde)  de hepsini yüzlerinden tanıyan Adamlar vardır. Bahçe’ye gireceklere: "Selam size" derler, ki bunlar,  henüz girmeyen ama girmeyi umanlardır.

Hesap Günü İnsanlar bölük bölük,sınıf sınıftır. Kimileri Cennet’e girmiştirler,kimileri de Ateştedirler. Kimileri de daha henüz A’rafta  sırasını beklemektedirler.Yüksek burçlar üzerindeki görevliler;yüzlerindeki nurdan ve işaretten (alınlardaki secde izi)  tanıdıkları mü’minlere “Selam selam size” derler.
007.47-Gözler’i Cehennem Ashabı’ndan yana çevrilince: "Rabb'imiz, Bizi Zalimler Topluluğu’yla birlikte kılma" derler.
         A'raf’taki Tartışmalar: 48-53
007.48-      A'raf üstündeki Adamlar, kendilerini Yüzleri’nden tanıdıkları Adamlar’a seslenip derler: "Ne toplamış olmanız, ne de büyüklenmeniz Size Yarar sağlamadı."

Yine A’raf üzerindeki görevliler ayni şekilde yüzlerinden tanıdıkları adamlara (Mükezzibin yüzlerinde nurdan ve secde izinden eser yoktur. Onların yüzleri dünyada olduğu gibi somurtkan,kara kaya gibi soğuktur.) dünyada kenz edip biriktirdiğiniz ve yoksul ve mahrumların haklarını/paylarını mülkiyetinize geçirmeniz size bir fayda sağlamadı.Dünyadaki büyüklenmenizde bakın boşunaydı. Şimdi buradasınız ve kendi ellerinizle kendinizi aşağılayıcı bir azaba mahkum ettiniz. Aşağıladığınız ve haklarından mahrum bıraktığınız,bahçelerinizin yakınından bile geçmelerine izin vermediğiniz  o yoksul,mahrum mü’minlere ise;onlar korkmayacak ve mahzunda olmayacaklardır. Onlara; ”girin Bahçelere;selam, selam sizlere!” denecektir.Herkes ektiğini biçecek,ettiğini bulacaktır.
007.49-Kendilerine Allah'ın bir Rahmet eriştirmeyeceğine Yemin ettiğiniz Kimseler bunlar mıydı? Girin Bahçe'ye. Sizin için hiçbir Korku yok’tur ve Siz Mahzun da olmayacaksınız."
007.50-Ateş Ashabı, Bahçe Ashabı’na seslenir: " Bize biraz Su’dan ya da Allah'ın Size verdiği Rızıq’tan aktarın."
Derler ki: "Doğrusu Allah, bunları Küfredenler’e haram kıldı."

Dünyada Allah’ın insanlık için yarattığı nimetleri nasıl mahrumlara haram kıldıysanız,bu sefer burada mü’minlere lutfedilen nimetler de günahkar mücrimler olarak size haram kılınmıştır.O mücrimler dinlerini oyun ve eğlence edinmişlerdi.Olsada olur olmasada olur babından. Dünya hayatı onları ayartmış,dünyaperest kılmıştı.Bu hayatın sonu yok zannettiler ve bu zanlarına gerçekmiş gibi iman ettiler. Ahiret hayatının olacağına ve hesaba çekileceklerini unutmuşlar yada hiç inanmamışlardı.Böyle olunca Allah’ta onları O Gün unutacak(!) tır.
007.51-Onlar, Dinleri’ni bir Eğlence ve Oyun edinmişlerdi ve Dünya Hayatı Onlar’ı aldatmıştı. Onlar, bu Günleri’yle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim Ayetlerimiz’i tanımadıkları gibi Biz de Bugün Onlar’ı unutacağız.
007.52-Andolsun, Biz Onlar’a bir Kitap getirdik, inanacak bir Qawm’e bir Hidayet  ve Rahmet olmak üzere bir Bilgi’ye dayanarak O’nu Çeşitli Biçimler’de tafsilatlandırdık.
007.53- Onlar, O’nun Te'wili’ne bakmazlar mı? Te'wili’nin geleceği Gün, daha önce O'nu unutanlar, derler ki: "Gerçekten Rabbimiz’in Elçileri Bize Haqq'ı getirmişlerdi. Artık Bize şefaat edecek yok mu? Veya Geri çevrilsek de işlediklerimizden başkasını yapsak." Kendilerini Hüsran’a uğrattılar. Uydurdukları Şeyler de onlar’dan uzaklaşmıştır.

Allah’tan niyazda bulunurken muqarrebsınıftan,Ebrardan olmayı  temenni etmeliyiz. Ibadurrahmanlar Rablerinden;    "Rabb'imiz, bize Eşlerimiz’den ve Soyumuz’dan Göz aydınlığı olacak armağan ver ve bizi Taqwa Sahipleri’ne Önder kıl," diyenlerdir.” Şeklinde niyazda bulunurlar.İbrahim ve İsmail Aleyhisselamın dualarında olduğu gibi;
002.128-"Rabb'imiz! İkimizi sana teslim olmuş kıl ve Zürriyetimiz’den da sana teslim olmuş bir Ümmet. Bize Menâsıq’ı göster ve Tewbemiz’i qabul et. Elbette Sen Tewwab'sın ve Rahim'sin."
002.129-"Rabb'imiz! İçlerinden onlara bir Elçi ba'set, onlara Ayetleri’ni tilawet etsin, Kitab'ı ve Hikmet'i öğretsin ve onları arındırsın. Elbette Sen Aziz'sin, Hakim'sin."[6]

Ey Ademin Evladları!Size hiçbir faydası olmayacak gelip gecici şeyler peşinde koşuşup yarışa tutuşmayın.Eğer gerçekten akleden bir kavim iseniz,yarışacağınız şey hayr olmalıdır. Hayrda yarışanlara verilen ebedi nimetler dünyadakiler gibi değildir.Yarışmaya değer olan Ahiret Yurdundaki nimet ve saadet dolu Bahçelerdir. Ya yatak ve yorganı Haviye olan Cehennem azabı!? Yiyecek olarak kaynar bir irin ve boğazı yırtarak geçen zakkum! Bu elim azab; fahşadan teberri etmeye değmezmi!? Fıtrata sadaqat göstermeye yetmezmi? Evet akleden ve düşünenler için bunların her biri Allah'tan sakınmaya,azmetmeye  değer konulardır.
83.22-Gerçek şu ki, Ebrâr, elbette Ni’metler içindedirler.23-Tahtlar üzerinde seyretmektedirler.24-Ni’met’in Parıltısı’nı Sen Onların yüzlerinde tanırsın. 25-Onlar’a Mühürlü, Katıksız bir Şarap’tan içirilir.26-Ki onun sonu Misk’tir. Öyleyse, Değerli Şeyler’e ulaşmak için (can atanlar) bu (cennet içkisi)ni hedeflesinler.27- Onun Karışımı Tesnim'dendir.28-Bir (nimetin) Kaynak ki, Muqarrebler O’ndan içer.[7]

Ey Talib!
 Her hayattaki insana olduğu gibi,Rabbin; sana gayb aleminden uyarıcı haberler,tablolar ve tasvirler lutfetmektedir.Ki Cennetin muhteşem ve harkulade güzelliği,çekiciliği ve cazibesini grüp salihatlara sarılasınız,cehenneminde dehşet verici azabına şahit olup fahşayı,kötülüğü terk edesiniz. Dünya bir nevi A’raf  konumunda. Geri dönme pişmanlığı daha henüz söz konusu değildir. Cehennemin elim azabından kurtuluş imkanı ve fırsatı henüz elimizdedir. Cennet Bizi beklemektedir. Yeterki Rabbine yönelme iradesini ortaya koyabilesin.Kişiye özel,mühürlü ve hatemuhu misk olan,şereflilere özel kadehlerde ikram edilecek bu nimet; azmetmeğe ve sabretmeğe değerdir.İşte yarışanlar bunun için yarışsın.Ne diye vaktinizi ve emeğinizi ölümle heba olacak ve ondan sonra da hiçbir fayda da sağlamayacak şeyler peşinde israf ediyorsunuz? İradenizi ve vaktinizi israf etmeyiniz. Mü’minler ömürlerini ve iradelerini tasarruf ederler. Tasarruf Rabbin öğrettiği ve istediği gibi davranmaktır. İsrafsa apaçık düşman olan şeytanın weswesesine uymak ve harcamaktır.Basiret sahibi ıbadurrahmanlar; dünyevi bağlardan kurtulmuş, Rabbe yönelmiş; bu hayatın sonunu hatemuhu misk kılmıştır. Görebilmek ve yaşayabilmek iradesi ve azmi ile Rabbimizin bir an dahi bizi bize bırakmaması,Ibadurrahmanlar olarak finali tamamlamayı nasip etmesi  dileğiyle.

Hülasa
Rabbül Alemiyn insanları açık açık uyarmakta,yol götermektedir.  Beşeriyet  Ahiret Yurdunda üç sınıf olacaktır. İman edenler,iyiler:Bunlarda iki kısımdır:Muqarrebun, çoğunlukla  geçmiş ümmetlerden,pek azı sonrakilerden.Diğeri Ashabı yemin. İyiler/Ebrar; Dünyadayken Allah'a ve Rasulüne iman etmişlerdir.Gayba inanır,Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri açıktan ve gizli olarak sarf ederler.Namazı ikame eder,zekatlarını verirler.haramlardan sakınırlar,hayırda yarışırlar.[8] Yaşam tarzları İslamın ilke ve kurallarına göredir.Dünya görüşleri Vahiyle oluşmuştur. Allah için severler,Allah için buğz ederler.Ahiret Yurdunda mükafat olarak onlara, Cennet ve hesapsız nimetler sunulacaktır.
Kötüler;Mükezzibin:Bunlar bedbahlardır. Dünyada Allah yokmuş gibi yaşarlardı.Ne haramı bilirlerdi,ne sevabı!Dünyaya,nefsani arzulara,zevk ve eğlencelere,moda,müzik,spora daldıkça dalarlar,Allahı unuturlardı.İstikbarın Modern laik yaşam tarzını kendilerine seçmişlerdi. Kimisi diliylede inkar eder,kimisi bizde inanıyoruz derlerdi.Ama Allah'ı hayatlarına karıştırmazlardı.Heva ve hevesleri ne emrediyorsa yerine getirirlerdi.Onlar böyle yaşayınca;yaptıklarına karşılık Allah ta onları Cehennemde unutacaktır.


Elhamdulillahirabbilalemiyn!




[1] Ayet mealleri; Kayseri Ulumul Hikme Okulu; Kemal Ersözlü’nün çalışmalarından alınmıştır.
[2] 56 Süre i Vakıa.
[3] 012.Süre i Yusuf 103-   “ Sen Şiddetle arzu etsen bile İnsanlar’ın Çoğu inanacak değildir.”

[4] 089. « Süre i Fecr 27- « Ey Tatmin olan Kişilik! 28-  Artık dön Rabb'ine, Hoşnut edici ve Hoşnut olunmuş olarak.  29-      Artık gir Kullarım’ın arasına, 30-  Gir Bahçem’e. »
[6] 2 Süre i Bakara
[7] 83 Süre i Mutaffifin
[8] 2 Bakara 177

5 Nisan 2010 Pazartesi

Vahiyle İnşa Edilen Selam Yurdu:Medine i Fazıla-2


Ali’nin Feryadını Anlamak


Atilla MORÇOL


 Ali’nin feryadına; Ammar bin Yasir’den, Abu Zer’den, Huzeyfe İbnül Yemani, Miktad bin Esved, Selman, Malik Eşter gibi bir avuç Peygamber Dostundan cevap gelir. Hüseyn ise Kerbela’da yapayalnız bırakılır!Neden!?Ali’nin ve Huseyn’in işaret ettiği fitne neden gerekli cevabı toplumdan alamıyordu? Oysa İmam Ali ve Huseyn ra;toplum tarafından peygamber evladı olarak görülüyor,ilim konusunda da tartışmasız bir konumları olduğuna inanılıyordu.Tüm rivayetler;İslam Toplumunun ekseriyeti tarafından “haklı” bulunduğunu,endişelerinin paylaşıldığını gösteriyor olmasına rağmen yine de yalnız bırakılıyorlardı! Bu ilginçtir ve analiz edilmeye değer bir konudur. Risaletin ilk yıllarından beri inşaa edilip, süregelen infak ahlakı ve züht; yerini biriktirme ahlakına, servet tutkusuna ve refah/ lükse düşkünlüğüne bırakıyordu.Bu bireylerin kendi tercihi çerçevesinde bireysel bir etkiye sahip toplum içinde lokal bir travma olsaydı buna kimsenin belki bir diyeceği olmazdı.Ama bu durum, İslam Toplumunun Ümmet dokusunu tehdit eden ve hızla yayılan bir virüstü ve derhal tecrit edilerek bertaraf edilmeliydi.Cahiliyenin aristokrat sınıfı,İslam Toplumu içinde yeni konumları ile,Kuran’ın hükümlerini değiştirmeye,infak ahlakından,servet biriktirmeye,israfa,refah içinde bir yaşama doğru savrulmaya ve kötü örneklikleri ile de halkı ifsada başlamışlardı.İnfak ahlakının ağır yüküne karşılık, tekasürün aldatıcı tatlı cazibesi tercih edilir olmuştu.Üstelik bunu Beytülmal üzerinden ve Kamu yetkilerini istismar yoluyla yapmaya başlamışlardı.Medine’deyken arpa çorbası ile karınlarını doyurup mutlu olanlar,Valiliklerini Bizansın ve Kisranın Saraylarına çevirdiler.Örneğin,Mısırın Yeşil Sarayı böyledir.İçindeki lüks,sefahat ve ihtişam;hem içindekileri ifsat etti hem de Toplumun tamah ederek savrulmasına neden oldu.Eski Düzenin aristokratları bir taraftan  yeniden zenginleşiyor bir yandan da  siyasi ve dolayısıyla askeri  gücü ele geçirmeye başlıyorlardı.Dünya nimetlerinin aldatıcı cazibesine bir avuç Adam’dan başka herkes kapılıp gitti.Mal tutkusu ve servet düşkünlüğünün yegane ilacı,infak ahlakıydı. Bu ahlak; gerçek arınmaya, Allah’a yönelmeye, ihlâs, takva ve sakınmaya götüren yoldu. Bu unutulduğunda, Ümmetin; adalet, eşitlik, kardeşlik çehresi ortadan kalktı. Güçlünün zayıfı ezdiği, istismarın egemen olduğu, tezatlar ve yanlışlıklarla hercümerç bir topluma dönüştü Ümmet. İşte bu duruma feryat etmişti; Ali ve Huseyn! Ve mal düşkünlüğü, servet tutkusu nedenleri ile yalnız bırakıldılar. Zira Ali (RA) “kim Beytülmalden haksız almışsa,onu eşine nikah mihri yapmış olsa da alıp Beytülmale katacağım” demişti.Unutulmaması ve üzerinde hassasiyetle durulması gereken husus,Asrı Saadet Toplumunda insanların saygınlığı;Kur’ana ve Rasulullah’a itaatteki hassasiyetine bağlı idi.Bu Allah’ın koyduğu bir değer yargısıydı.Cahiliye döneminin kölesi Bilal,toplumun en saygınları arasındadır.Bir başka köle Salim bin Huzeyfe’yi,Kuba’da Muhacirlere imamlık yaparken görüyoruz.Rasulullah şöyle der;”Hepiniz (hangi kavimden,meslekten,zenginlik yada fakirlik fark etmez) Allah önünde bir tarağın dişleri gibi eşit konumdasınız.Efdaliyet takva iledir.Hanginiz daha çok ittika ediyor,üstün olan o dur.” Medine de saygınlığın yegâne ölçüsü; dine olan sadakatti. Öyle ki ilk olmak, Resulullah’ın övgüsüne mazhar olmak, Bedir’e katılanlardan olmak saygı,sevgi ve hürmet nedeniydi.Zenginlik,şan,şöhret,kavmiyetin bir değeri har biyesi yoktu Ümmet nezdinde. İnsanı Kamil; üstün ve saygın kabul edilmeye başladığında, o toplum Tevhidi bir topluma dönüşüyor demektir. Öylede oldu. Risaletin 23 Yıllık mücadelesi ile oluşan Tevhidi İslam Toplumu; Ümmet: Vahyin inşaa ettiği bir takva, züht, kıst üzerine kurulmuş bir toplumdu. Bu süreçte ve sonuçta İnfak Ahlakının çok büyük etkisi vardı. En değerli şeyler; mallar ve canlar Allah yolunda sarf ediliyorsa, dünyevi makamların, servetlerin, şan ve şöhret ve kavmi asabiyetin ne önemi vardı, ne değeri. Allah’ın rızası için hayatlarını adayan, kurban eden insanlar; Medine-i Münevvere yi oluşturdular. Saadet Asrı bu fedakârlık ruhu ile oluştu. Ne zaman ki İnfak ahlakından biriktirme ahlakına sapma baş gösterdi, işler ters gitmeye başladı. isardan yüz çevirip menfaatler ön plana çıkmaya, tesanüt bozulmaya, kardeşlik ve dayanışma ifsada başladı. Bu süreçle birlikte baş gösteren sınıfçı, saltanatçı, gösterişçi anlayışla birlikte, zenginlik; saygınlık nedeni olarak kabul görmeye başladı. Rasulullah sanki bu süreci görerek;”Hilafet benden sonra 30 yıldır, sonra ısırıcı meliklik dönemi başlar!” demişti. Öyle de oldu. Zira bu süreç sosyo ekonomik, siyasi yapıyı saltana dönüştüreceği sosyal kanunlar gereği idi. İmam Ali (RA) bu süreci durdurmaya çalıştı, gayret gösterdi ise de nafile. Bir kere nefiste olanlar değişmiş,bozulma süreci başlamıştı. Ne kadar zenginlik o kadar saygı ve hürmet, cahili anlayışı toplumdaki erdemleri bir bir yok ediyordu. Böylesi bir vasatta ebetteki Ali’nin ve Huseyn’in “çığlığı” bir yankı bulamayacaktı. Öylede oldu. Ama mağlup olurken batılı ebediyen mahkûm ederek bir yıldız gibi kayıp gittiler.

Vahiyle İnşa Edilen Selam Yurdu:İslam Milleti/Medine i Fazıla -1-



Vahiyle İnşa Edilen Selam Yurdu:
İslam Milleti/Medine i Fazıla



         Atilla MORÇOL
 


         
Mekke Hıra’da  Vahyin nüzulü ile başlayan son Risalet serüveni boyunca;Vahiyle adım adım,ilmek ilmek inşa olunan  Ibadurrahmanların [1] bir ümmet oluşturma gayretlerine şahid olmaktayız Rasulullah’ın rehberliğinde.Ümmetleşme çabalarının; Vahiy temelli ve takva eksenli bir çaba olduğu açıktır.Zaten ancak Allah’a yönelmenin yegane yolu da Vahiy temelli bir inşadan ve takvadan ibaret olduğu malumdur.İşte Allah Rasulü Vahyin ilahi Davet yöntemi gereği Mekke’de ve Medine’de  Ümmetin nüvesini teşkil eden ıbadurrahmanları yetiştirmiştir.Takvalı,güçlü,erdemli,sağlıklı,faziletli bir Cemiyet oluşturulması,elbette ki İslam davasının geleceği için hayati ehemmiyette olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

 Kardeşlik konusunda sınıfta kalmış sözde bir İslam Toplumunun, tebliğ önünde büyük bir engel oluşturduğu  ve düşmanları karşısında  ezik  ve yenik olacağı malumdur.Bu gün görülen şey budur. Dolayısıyla, beşere; İslam’ı tebliğin sağlıklı ve müspet sonucu için güzel bir örneklik ortaya koyulması şarttır. İşte Rasulullah bir taraftan dini ibadi konuları anlatırken bir taraftan da ayni şekilde özgün bir İslam Milleti (Ümmet)  inşaası için gayret sarf ediyordu. Allah’ın razı olacağı,standardı yüksek bir kulluk bilinci ve pratiği için; Müslümanların yüksek kardeşlik şuuruna ve ahlakına sahip olması ,olmazsa olmaz bir gereklilik idi. Düşününüz ki, toplumsal açıdan; evlilik, komşuluk, akrabalık vb ilişkilerde, alış-veriş,işçi-işveren ilişkileri gibi ticari hayatta,Allah’ın hudutlarını gözetme noktasındaki  olabilirlik büyük ölçüde kardeşlik,hakkaniyet,merhamet gibi erdemli hasletlerden,bu hasletlerin ahlak ,huy,tavır edinilmesinden kaynaklanacaktır. Bu erdemler Allah’tan sakınma ahlakıyla birleştiğinde, İslam Milletinin Tevhidi altyapısı oluşmuş, inşa edilmiş olacaktır. Bu nedenle Kur’an; “ Müminler ancak kardeştirler..."[2] Buyururken, Rasulullah’sa sav; "Sizden biriniz kendi nefsi için isteyip arzu ettiğini mümin kardeşi içinde arzu edip istemedikçe mümin olamaz" ve "Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz" diye feryat etmektedir.
Hicretten yaklaşık beş ay sonra, Rasulullah sav Medinel'i Müslümanlarla (Ensar) hicret eden Mekkeli Müslümanları (Muhacir) bir araya topladı 45’i Muhacirden, 45’i de Ensar’dan olmak üzere 90 kişiyi kardeş ilan etti. Bu  uygulama dinin temel altyapısını fiilen hayata kazandıracak bir uygulamadır. İslam’ın temeli olan kardeşliğin toplumda asıl oluşunu perçinlemektir. Ki bu kardeşliğin "lafta" değil özde ve fiiliyatta  olması gerektiğini göstermiştir. Peygamber Efendimizin kurduğu bu kardeşlik müessesesi maddî-manevî yardımlaşma ve birbirlerine varis olma esasına dayanıyordu. Kur’an bu kardeşliği şöyle tasvir etmektedir; “"Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı kalplerinde yerleştirmiş olanlara gelince, onlar, kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler, kim nefsinin ihtiraslarından korunur ise, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir"[3]
           Allah; Müslümanlardan, birbirlerini nefislerine tercih eden, yardımlaşan, seven, kulluk bilinci etrafında bütünleşmiş bir cemiyet oluşturulmasını dilemektedir. İslam Milleti öyle bir cemiyettir ki; isar esastır, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma, kanaat, hayırda yarış cemiyet hayatında kendini her yerde ve her an hissettiren gösteren hasletlerdir. Rasulullah 23 Yıllık Risaleti boyunca hep bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır ve bizatihi Vahiy de bu ideal toplum modelini inşaa etmeyi hedeflemiştir. Zira bu olmadan; gerçek bir Allah’a yöneliş, kulluk olamayacağı bilinmektedir. Dünyevi ve maddi bağların engelleyici etkilerinden ancak bu erdem ve hasletlerle kurtulunabileceği aşikârdır. Allah İslam Milletinin toplumsal, sosyal ilişkilerini kulluk ve akide ile ilişkilendirerek nasıl olması gerektiği bakın nasıl açıklıyor; “ Allah'a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmayın. Anne Baba’ya Yakın Aqraba’ya, Yetimler’e, Yoksullar’a, Yakın Komşu’ya, Uzak Komşu’ya yanınızdaki Arkadaş’a, Yolda kalmışa ve Sağ Elleriniz’in Malik olduklarına güzellik’le davranın. Allah her Büyüklük taslayıp Böbürleneni sevmez. Onlar Cimrilik’te bulunurlar. İnsanlara da Cimriliği emrederler ve Allah’ın Fazlı’ndan kendilerine verdiğini Gizli tutarlar. Biz o Kafirler’e Aşağılatıcı bir Azab hazırlamışızdır. Ve onlar Mallar’ını İnsanlar’a gösteriş olsun diye infaq ederler. Allah'a ve Son Gün'e de inanmazlar. Şeytan kime Arkadaş olursa, artık o ne Kötü bir Arkadaş’tır. Allah'a ve Son Gün'e inanarak Allah'ın kendilerine verdiği Rızıq’dan infaq etselerdi aleyhlerine mi olurdu? Allah onları iyi Bilen'dir. Gerçek şu ki Allah Zerr’e Ağırlığı kadar Haqsızlık yapmaz. Bir İyilik olursa onu kat kat kılar ve kendi yanından pek Büyük bir Ecr verir.Her Ümmet’ten bir Şahid getirdiğimiz ve onların da üzerine Seni Şahid olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak? O Gün küfredip de Elçi'ye İsyan edenler, yerle bir olmayı severek isteyecekler. Oysa Allah'tan hiçbir Söz’ü gizleyemezler.”[4] (en-Nisa/36-42)”

      İslam; akide ile sosyal ilişkiler arasında birebir bir bağ kurar. Kendi nefsin için istediğini kardeşin, komşun içinde isteyeceksin buyurmaktadır. Aksi durumda iman edilmiş olunmayacağı uyarısında bulunmaktadır. Ya da birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, böyle olunca da Cennete giremezsiniz buyrulmaktadır.[5]  Müslüman kardeşler arası yardımlaşma ve dayanışma ise Allah’ın yardımı ve korumasına neden olarak gösterilmektedir.[6]
Bir ihtiyaca mebni olarak elde tutulmayan yani ihtiyaç olmayan paralar, paraya çevrilmesi kolay mal ve mülk, kişiyi Allah’a yönelmekten alı koyar.  Rasulullah bu konuda Ümmeti uyarmak için güzel örneklikler ortaya koymuştur: Ebu Sirvea Ukbe b. el-Hâris (r.a) şöyle anlatır:Medine'de Hz. Peygamber'in (s.a) arkasında ikindi namazını kılmıştım. Selam verdikten sonra hemen ayağa kalkarak, cemaatin omuzları üzerinden atlayıp, zevcelerinden birinin evine gitti. Halk, onun acele kalkıp gitmesin­den endişe etti. Bir müddet sonra çıkıp geldi. Onun çabuk hareketi karşısın­da halkın şaşırdığını görünce şöyle buyurdu: "Evimizde bir miktar dinar ve dirhem olduğunu hatırladım. Bunun beni Allah'a yönelmekten alıkoymasın­dan hoşlanmadım da onun hemen dağıtılmasını emrettim".[7]
          Evet görülmektedir ki; vahiyle ve Resulullah’ın gayreti ile Medine’de inşaa edilen, tüm inananlar için örnek olan İslam Ümmetinin (Milletinin)  temelinde  kardeşlik, isar, yardımlaşma, dayanışma, sevgi önemli bir yer tutmaktadır. Böylece ticarette hırs ve ihtirasın önü alınmış, ilişkilerde hakkaniyet ve adalet gözetilmiş, kimse kimsenin kalbini kırma cesaretini kolayca gösterememiş, olmuşsa da derhal helallik dileme yoluna gidilmiştir. Kimse  komşusu açken tok yatma cesareti gösterememiş böylece taqva ve sakınma temelli bir İslam Milleti inşaa edilmiştir.
            Kardeşlik, sevgi ve merhamet temelli ilişkiler ve anlayışlar çerçevesinde inşaa edilen bu cemiyette; cahiliyeden farklı bir ticaret, farklı bir mülkiyet, farklı bir işçi/işveren ilişkisi hâsılı farklı bir Dünya anlayışı ile kendine özgü bir dünya görüşü ve yaşam tarzı ortaya koyulmuştur. Dinin inşaa ettiği yaşam biçimi her yönden ve her noktada cahiliyeden farklı bir kültür ve medeniyet ortaya çıkarttı. Kardeşlik temelli ve insan merkezli bir dünya kuruldu. Emri bil ma’ruf nehyi anil münker, tüm bireylerin; hak, adalet, kıst, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi temelli sosyo ekonomik-kültürel yapıyı korumada ahlak edindikleri bir ilke olmuştu.
Bu nizam Rasulullah’tan sonra 30 yıl kadar daha devam etti. O’nun da sağlığında işaret buyurduğu gibi ısırıcı, zalim sultanlar dönemi başladı. Tüm sistem felç oldu.Dünyevileşme biriktirme ile başladı.İki dirhemin bile Allah'ın Elçisini Allah'a yönelmede engel olma endişesi (Takva) ne sürüklemesi karşısında takipçilerinin mal yığma ve sefahata dalmaları durumunda nelerin başlarına geldiğine  hep şahit olduk ve bu günde şahid olmaktayız.Takva ve yardımlaşma duygusu köreldiğinde  Kardeşliğin yerini düşmanlık aldı. Yardımlaşma, dayanışma terk edilir oldu. Menfaatler ön plana çıktı.Servet biriktirmek,zenginlik  Efdaliyet konusu oldu. Sistem rayından çıktı. Bu günkü tüm sapmaların ve sorunların temlinde; o gün Nizamın rayından çıkışıyla başlayan sapmaların rolü olduğu ve ayni sapmaları yaşadığımız bir gerçektir.
Yeniden fabrika ayarlarına dönmeden,Vahiyle inşaa olmadan,Vahiyle arınıp,temizlenmeden ne Rabbe yönelmek mümkündür ne de adam olmak!Dünya ahiret yurdunun tarlasıdır.Dünyada  insanlığa hakkın şahitliğini gösteremeyenler Ahiret yurdunda kurtuluşa eremezler. 



[1] 25 Furkan “63-      O Rahmân'ın Kulları, Arz’da alçak gönüllü olarak yürürler ve Cahiller kendilerine muhatap oldukları zaman da "Selam" derler. 64-  Onlar, Rabb'lerine secde ederek ve Qıyama durarak gecelerler., 65-   Onlar: "Rabb'imiz Cehennem Azab’ını bizden geri çevir, gerçek şu ki, onun Azab’ı ödenmesi kaçınılmaz bir Borç " derler. 66-"Elbette o ne Kötü bir Karargâh ve ne Kötü bir Konaklama Yeri’dir."67- Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar,  orta bir yol tutarlar.68- Allah ile beraber bir İlah'a dua etmezler. Allah'ın haram kıldığı Can’ı Haqsız yere öldürmezler ve Zina etmezler. Bunları yapan Ağır Ceza ile karşılaşır.”
[2] 49 Hucurat 10- “Mü'minler ancak Kardeş’dirler, öyleyse Kardeşleriniz’in arasını ıslah edin ve Allah'tan sakının, umulur ki esirgenirsiniz.”
         [3] 59 Haşr 9
[4] 4 En-Nisa 36/42
[5] Sahih i Müslim;Rasulullah buyurmaktadır;“Sizden hiç biriniz kendi nefsi için dilediğini (dinî kardeşi için de — Yahut komşusu için de — dilemedikçe (tam) îman etmiş olamaz.”  Yada “«Siz imân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) imân etmiş olmazsınız. Ben size bir şey göstereyim mi; onu yaparsanız se­vişirsiniz? Aranızda selâmı ifşa edin”


[6] Riyazüs Salihin;Buhari ve Müslim’de geçmektedir. İbn Ömer'den (ra) Rasûlüllah'ın (sa) söyle buyurduğu rivayet edil­miştir: "Müslüman müslümanın (din) kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu düş­mana terk etmez. Kim (din) kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim bir müslümandan dünya sıkıntısını giderirse, Al­lah da buna karşılık ondan kıyamet gününün sıkıntılarından bir sıkıntıyı gi­derir. Kim bir müslümanın ayıbını gizlerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter."
[7] Riyazüs Salihin,Buhari ve Müslüm’de rivayet etmişlerdir.