22 Eylül 2015 Salı


Faruk Beşer

Faruk Beşer



Sünnet'i Kur'an-ı Kerim’le karşılaştırmak uygun olur mu?

 Eylül 20, 2015
Her bilimin, hatta her konunun doğru anlaşılabilmesi için önceden bilinmesi gereken öncülleri vardır. Buna metot da diyebilirsiniz. Bu durum elbette Kur'an-ı Kerim için de Sünnet için de geçerlidir.
Önce Sünnet'in Kur'an-ı Kerim'e göre yerini doğru belirlemeliyiz.

Dinin kaynağı vahiydir, Kur'an-ı Kerim'dir. Sünnet onun beyanı olmakla ancak mecazi anlamda kaynaktır. Beyan, hem sözlü hem de fiili açıklamadır. Sünnet Kur'an-ı Kerim'in alternatifi değildir.

Kur'an-ı Kerim Allah'ın kelamıdır, zamanlar üstüdür, statik değil dinamiktir yani canlıdır. Her an bir şeyler söyler, sürekli açılır, mûcizdir. Sünnet ya da Hadisler ise, onu söyleyen beşerin en yücesi olsa da bir beşer sözüdür. Şöyle demek yanlışsa beni uyarın: Hz. Peygamber Allah'a göre ne ise, Sünnet ya da Hadisler de Kur'an-ı Kerim'e göre odur.

Kur'an-ı Kerim'in tamamı tevatürle sabittir, Sünnet'in ise çok azı tevatürle gelmiştir. Tevatür, yani bir bilginin zorunlu bilgi oluşturacak, aksi düşünülemeyecek kadar çok kanalla gelmiş olması. Sünnet'in sahih olması ise ayrı bir şeydir. Ancak manası ile mütevatir olan Sünnet çoktur. Tevatür, zorunlu ve kesin bilgi, böyle olmayan ise zannî bilgi ifade eder. Süyutî el-İktirah adlı eserinde hadislerin nahve, yani Arapça'nın gramerine delil teşkil edemeyeceğini, çünkü hadislerin çoğunluğu itibariyle Hz. Peygamber'den sadır olan lafızlarla bize gelmediğini söyler. Bunun anlamı, eğer hadisler manalarıyla değil de aynen Hz. Peygamber'in ağzından çıkan lafızlarla gelmiş olsalardı elbette nahve delil olurlardı demektir.

Kur'an-ı Kerim'in hem bütün olarak, hem de ayet ayet korunması Allah'ın garantisi altındadır. Sünnet ise böyle değildir. Ama onun da bütün olarak korunmuş olması Kur'an-ı Kerim'in korunmuş olmasının bir gereğidir. Çünkü Sünnet olmadan Kur'an-ı Kerim korunmuş olamaz.

Kur'an-ı Kerim'in tamamı mutlak ve birinci derecede vahiydir, Sünnet öyle değildir. Ancak Sünnet'e takriri vahiy denebilir. Bunu açıkladık.

Kur'an-ı Kerim'in lafızları da bizzat Allah'a aittir, mûcizdir benzeri getirilemez, namazdaki kıraat ancak onlarla olur. Hadisi Şerifler ise bazı birimleriyle özlü ifadeler (cevamiu'l-kelim) ya da, zayıf bir Hadis'e göre Arabın en fasihine ait olsalar da mûciz değildirler, namazda kıraat yerine okunamazlar.

Kur'an-ı Kerim 'el-Kitap'tır, bazılarının zannettiği gibi sözlü kültürün bir ürünü sayılamaz, her bir kelimesi Kitab-ı Mübîn'de yazılıdır. İnsanlarla bir insan gibi konuşan, onların konumundan etkilenen birisinden sadır olmamıştır ki, ona sözlü kültür denebilsin. Oysa Sünnet'te bu özellik aranabilir.

Kur'an-ı Kerim zamanlar ve mekânlar üstüdür. İndirilmesi, Dili ve konu edindiği olaylar tarihsel olsa bile hükümleri âlemşümuldür. Sünnet'te ise kişiye, zamana ve mekâna has hükümler vardır. Ama Sünnet'te de esas olan, şahsa, zamana ve mekâna has olduğuna dair bir delil bulunmadıkça âlemşümul olmasıdır. Ancak Hadislerin çoğunun mana ile rivayet edildiklerini hesaba kattığımızda her bir Hadis'i lafzıyla âlemşümul sayarsak o lafzı tercih eden ravinin sözünü böyle saymış oluruz. Oysa aynı Hadis'in bir başka rivayeti daha farklı anlamlar içeriyor olabilir. Ayrıca Hadislerin tamamı birden toplanmamış ve korunmamış olması, tek tek her Hadis'i bilmemizin zorunlu olmadığını gösterir olmalıdır. Ama bir bütün olarak Sünnet'i bilmek ise gereklidir.

Kur'an-ı Kerim'i doğru anlamak için onun ayetlerinin iniş sebeplerini/sebeb-i nüzulü bilmek yardımcı olur. Ama Hadisler'i anlamak için onların söylenme sebebini ve ortamını/sebeb-i vürudunu bilmek zorunludur. Kardavî, Kur'an'ı anlamak için sebeb-i nüzulü bilmek lazım ise, Sünnet'i anlamak için sebebi vürudu bilmek elzemdir der.
Kur'an-ı Kerim de Sünnet de bütün olarak düşünülmediğinde doğru anlaşılamaz. Ancak Sünnet'te bu bütünlüğü hesaba katmak çok daha gereklidir.

Kur'an-ı Kerim'in lafızları mûciz olduğu için içerdiği anlamlar ve delalet yolları da çoktur, onun 'her bir ayetinin zahrı ve batnı' vardır. Sünnet böyle değildir. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim'in her bir kelimesi üzerinde tek tek durulup onun lafzından hareketle derunî manalar aranabilir, Allah neden şu kelimeyi değil de, bu kelimeyi seçti diye düşünülebilir. Ama bu Sünnet için genel anlamda doğru olamaz.

Sünnet Kur'an-ı Kerim'in beyanı olması bakımından Kur'an'a tabidir. Kur'an Sünnet'e tabi değildir. O halde Kur'an-ı Kerim'e muhalif sünnet düşünülemez.

Bunlar çoğu itibariyle bu fakire ait fikirlerdir, hatalı olma ihtimalleri vardır. O takdirde düşünmeyi tahrik etme gibi bir faydaları olabilir. Erbabına duyurmakla da tashih alma şansımız doğmuş olur.
Şimdi sıra Sünnet'in anlaşılması meselesine geldi.

6 Nisan 2015 Pazartesi


İsmail Hakkı Pekin: Büyükanıt'ı ve Başbuğ'u uyardım

02 Mart 2015 Pazartesi,

Balçiçek İlter’in konuğu; eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı, Vatan Partisi Genel Başkan Yrd. İsmail Hakkı Pekin


Balçiçek İLTER / PAZARTESİ SOHBETLERİ / HT GAZETE
İsmail Hakkı Pekin... “İnternet Andıcı’’ davasından 2011 yılında tutuklandığında, Ağustos 2007’den beri Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı’ydı. Ağustos 2013’e kadar cezaevinde kaldı. Davası Yargıtay 16. Daire’de sürüyor. İçerideyken emekli olan Pekin, şimdilerde Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nde genel başkan yardımcısı. Pekin ile Pazartesi Sohbeti’nin önemi büyük. Görev yaptığı dönemde ülkeyi sarsan olaylarla ilgili bu seviyede bir yetkili ilk kez konuşuyor.
-İstihbaratın başındasınız, sonra içeride...
Kabullenmek zor. Çok iyi bir mevkideydim. Geleceğim açıktı. Kuvvet komutanı olabilirdim. Genelkurmay Başkanlığı şansım bile vardı, terfi sırasına göre.
-Hayaliniz o muydu?
Genelkurmay Başkanı olma hayalim vardı.
-Siz kendi kendinize Zekeriya Öz’e ifade vermişsiniz...
Başka bir iş için oradaydım. “Gelmişken ifadenizi alalım’’ dedi, avukatsız ifade verdim. Yanlışmış tabii. İnsanları korkutmak ve ezmek isteyen biri. Tavrı öyleydi. Tepede oturuyor, elinde puro, “Bu sizin vazifeniz mi?”, korkunç bir üstten bakan tavır vs... Rahatsız oldum, ifade verdim.
-İnternet Andıcı Genelkurmay’ın görevi mi?
Evet. Üstelik bu andıç hem Ömer Dinçer’in hem de Başbakan’ın genelgeleriyle yapıldığını söyledim. İfademden 1 hafta sonra o genelgeler yürürlükten kaldırıldı.
‘İNTERNETTEN YAYIN GÖREVİNİ MGK VERDİ’
-Genelgede Başbakan size “İnternetten andıç yayınlayın” mı diyor yani?
İnternetten yayın yapmak için MGK veriyor görevi. Dini gruplara karşı, örneğin Fethullahçılara karşı “Şu şu önlemler alınacaktır ve şu yayınlar yapılacaktır” diye... Görevi alan Genelkurmay Başkanı da Bilgi Destek Dairesi’nde internet üzerinden bu yayınları yapıyor. Hem siyasi hem de Ermenilere karşı yayınlar var.
-Hangi Ermenilere karşı?
Asılsız Ermeni iddialarına karşı, Gülen ve Kuloğlu grubu vs. Bunlara karşı. ÇünküTSK personelini alıp eğitiyorlar. Oraya gidip gelenler var. Takip ediyoruz.
-Kim takip ediyor?
Başbakanlık Takip Komisyonu kurulmuş 28 Şubat’tan sonra ve yanında bizlerden de adamlar var, her ay toplantılar yapılıyor. Başında da Ömer Dinçer var. O toplantılarda, Milli Eğitim’de ve TSK’da neler olmuş, irticai faaliyetler var mı yok mu, orada konuşuluyor.
‘HATA DA YAPMIŞIMDIR AMA ŞEYHLERE BİAT EDENLER VARDI’
-Kararlar?
Bu toplantılarda kararlar alınıyor, yazılıyor ve ilgili yerlere götürülüyor. İlgili kurumlardan da cevap alınıyor. 2007’den sonra görev aldım. 2008’den itibaren bu toplantılar seyrelmeye başladı. Sonra kaldırıldı. 28 Şubat’la ilgili kararlar kaldırılmadığı halde toplantılar iptal edildi. 2009’dan sonra emniyetten ve MİT’ten Fethullah Gülen ve diğer cemaatlerle ilgili bilgiler gelmemeye başladı. Önce polis kesti, sonra MİT. O zamanlar Askeri Şûra’da bu tip adamları atma konusunda, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda Personel Daire Başkanlığı yaptım, Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı yaptım, yaklaşık 7 yıl bu tip adamları getirdim... Abdullah Gül ve Vecdi Gönül şerh koydular ama ona rağmen insanlar atıldı.
-“Bu tip adamlar” derken?
Gülen ya da başka cemaate girmiş, orada olduğu tespit edilmiş insanlar.
-Genelkurmay “muhafazakâr asker’’ ayrımını hakkaniyetli yaptı mı sizce?
Kurunun yanında yaş da yandı mı? Zaman zaman oldu. Açık, net.
-Siz hata yaptınız mı?
Yapmışımdır. Acayip ihbarlar alıyorduk. Adam cuma namazına gidiyor diye ihbar ediliyordu örneğin. Bunun dışında cemaat şeyhlerine biat edenler vardı.

"ÇİÇEK 'HAYIR' DEDİĞİNDE BİTTİ"
-Bir insan hem asker olup hem de bir cemaate üye olamaz mı?
Olamaz. Kendini o şeyhe adamıştır çünkü. Suçsuz insanlar da atılmış olabilir, “Her şey doğrudur” diyemem. TSK içine sızmış olayları biz kendimiz hallediyorduk ama dışarıdaki olayları MİT bize nasıl bildirirse o şekil algılıyoruz. MİT’in eğilimi neyse, o oluyor. Zaten ben 2007’den sonra işte “Şu kurmay albay Fethullahçıdır, bilgi verin!’’ diye yazıyorum, ama MİT’ten cevap alamıyorum.
‘TANER, ‘PAŞAM ARTIK BU İŞLE UĞRAŞMAYIN’ DEDİ’
-Yani 2008’den sonra siz atmak istiyorsunuz ama atamıyorsunuz...
Evet aynen öyle. Bilgi akışı kesildi. MİT Müsteşarı Emre Taner’e endişelerimi dile getirdim, “Bilgi alamıyorum” diye, “Çok uğraşıyorsun Fethullah Gülen ile, yaşlı bir adam, isterseniz tanıştırayım, zarar gelmez’’ dedi. Taraf Gazetesi çok üzerimize geliyordu, onun kaynağını bulmak için yine gittim. İçeriden de “hain’’ler vardı tabii.
-Taraf’ın haber kaynağını bulmak için mi? Siz mi karar verdiniz buna?
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ istedi, öyle gittim. Emre Taner “Paşam artık bu işle uğraşmayın, altından kalkamazsınız’’ dedi, aynen ilettim. 2008’de ilk tutuklamalardan hemen önce İlker Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olmasına 1.5 ay vardı, Büyükanıt’a çıktım, bazı duyumlar aldığımı söyledim. İlker Paşa’ya yönlendirdi beni, ona da gittim anlattım. “Bu konuya bizim mahkemeler baksın” dedim. “TSK yıpratılacak” dedim.
-Ne cevap aldınız?
Kabul etmedi. “Biz bakarsak farklı olur” dedi. Zaten o toplantıda 4 kişiydik. Bence Genelkurmay Başkanlığı engellenecek diye adım atmadı. Alınması gereken tedbir oydu. Biz kendi soruşturmamızı kendimiz başlatmalıydık. Hatta bana kızdı ısrar edince, kuvvet komutanı ve 2 kişi daha vardı, “Oylama yapalım o zaman” dedi. Ben kaybettim tabii. Başbuğ Paşa hem bu gidişatı engeleyebilirdi hem de halka daha iyi anlatabilirdi.
-Başbuğ ile sonra görüştünüz mü?
Başbuğ General’imle cezaevinde görüştük sonra, 2010’da beni önüm açılsın diye terfi ettirmemişlerdi, onu hatırlattı, “Senin de terfine mani olduk’’ dedi.
-Büyükanıt ve Dolmabahçe konusu hakkında bir fikriniz var mı?
Tahminim şu, kendisiyle ilgili değil, paraya pula değer vermez. Kendisiyle ilgili “Sen bunları koruyorsun ama bu adamlar senin kuyunu kazmışlar’’ gibi birtakım iddialar konulmuş olabilir. 2010 yılında önü kesilmeye çalışılmıştı ama yapılamadı. Rakipleri diğer orgeneraller vardı. Ya da 27 Nisan bildirisinden hemen önce nasıl bir Cumhurbaşkanı istediğine dair bir açıklama yayınlamıştı, onun sözü de verilmiş olabilir.
-27 Nisan muhtırası AKP’ye mi yaradı?
Evet. Cemil Çiçek “Hayır” dediği anda o iş bitmişti. Bir şey verdiğiniz zaman arkasını getireceksiniz.
-Darbe mi yapsaydınız yani?
Onu diyorum ya, “Hayır” denilince elinize silah alıp basacak mısınız yani? O muhtıra, AKP için değil de emekli orgeneralleri memnun etmek için yazıldı. Telkinler sonucu. Önce 2. başkan, ardından genel sekreter, basın halkla ilişkiler görür. Kimse mi söylemedi yanlış olacağını bu işin? Bakın bunlar eski refleksler, aynısını İlker Paşa’da da gördük, Trabzon’daki demeci anımsayın. Kızması, bağırması. Bunlar eski âdetler. TSK’nın eskiden bir caydırıcılığı vardı, insanlar korkuyordu darbe yaparlar diye. Ama artık öyle değil. Üstelik başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, siyasiler komuta kademesini tanıdılar, ne yapabileceğini ne yapamayacağını gördüler. Ayrıca ne ihtilali? İnsanların ihtiyaçları farklı. Kimseye yutturamazlar esip gürlemeyi. Kimse dikkate almadı, almaz.
-“İçeride hainler vardı” dediniz.
Evet her şey sızıyordu. Örneğin ben “katsayı’’ konusunda bir bilgi notu hazırlamışım, o bile sızdı.
-Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nın okullardaki katsayıyla ilgisi nedir onu anlamadım ben, sizin işiniz mi bu?
İşimiz değil tabii. Ama bilgi vermek de lazım. Bizim ana görevimiz stratejik istihbarat yapmaktır, ayrıca o dönemde terörle mücadele bizde olduğu için PKK ile ilgili bilgi toplamak.
-Katsayı var, cemaatler var, Ermeniler dediniz, bunları niye inceliyorsunuz peki?
Bunlar istihbarata karşı koymak kavramında incelenen durumlar.

‘BAŞBUĞ BİLE ENDİŞELENDİ KOLTUĞUNDAN!’
-Fişlemeler?
Eee yaptık tabii. Özellikle 28 Şubat döneminde. Okullardan bilgi geldi. Yanlıştı tabii. Fişleme bizim işimiz değil. MİT’in görevidir o. Biz polis, MİT ve Jandarma İstihbarat’tan, ateşelerden, Türkiye’de yaşayan yabancılardan bilgi alırız.
-İstihbarata karşı koyma boyutu nedir?
İç güvenlik açısından PKK, cemaatler falan incelenir.
-Herkesi inceliyorsunuz, olan bitenden haberdarsınız; TSK’ya yönelik tehditleri nasıl fark etmediniz?
Bu yaşananlar yılların birikimiydi. TSK’da çok büyük sorunlar vardı ve büyük bir kısmının üzeri örtüldü. Terörle mücadele, eğitim konusunda yanlışlarımız oldu. Erler, subaylar ve astsubaylarla ilgili yanlışlarımız var. Terörle mücadelede alınmayan malzemeler var.
‘TSK'DAKİ SORUNLARIN FARKINDAYDIM GELECEK KAYGISIYLA SUSTUM'
-Kol kırıldı yen içinde kaldı...
Öyle oldu. Şikâyetler çok birikti. Halının altına süpürüldü, bunlar cemaat ve içeridekilerce kullanıldı.
-“Başbuğ bile endişelendi koltuğundan” dediniz, dolayısıyla büyük bir koltuk kavgası var.
Evet var. İster istemez rütbe ve terfi konusunda herkes birbirini yedi, arkadan işler de çevrildi. Şikâyetler, ihbar mektupları gelir, insanların mezhep farkları ortaya atılır. Hepsi yapıldı. Aileler arasındaki sıkıntılar terfilere yansır.
-“Paşa eşleri etkilidir terfilerde” denilir, doğru mu?
Doğru. O onu beğenmez, bu bunu beğenmez. Eşler, generaller üzerinde etkili oldu. Bunların hepsi kırgınlıklar, sıkıntılar yarattı. Her şey liyakat prensibine göre yapılmadı ve insanlar küstüler. Yurtdışı görevlendirmelerinde de yanlış yapıldı ve birikti. TSK kendi kendini yıprattı. Çürümeler kopuş yarattı.
-O çürümenin ne kadarlık bir parçasıydınız siz bizzat?
Binbaşılığımdan beri işin farkındaydım.
-Neden içinde olmaya devam ettiniz?
Bir meslek seçmişim, ilerlemek istiyorum ve çoğunluğa uydum. Ses çıkaranların neler yaşadığını gördüm, önüm kesilirdi. Ve birçok yerde sustum. Susmak daha kolay galiba. Konuştuğunuz zaman cezalandırılırsınız. Gelecek kaygısı çok.
-Sustunuz, çürümenin parçası oldunuz, kendi deyiminizle fedakârlık yaptınız ama tutuklandınız. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı olarak neler hissettiniz?
40 yıllık bir hizmet. Üstelik ben Kıbrıs’ta paraşütle atladım, Güneydoğu’da savaştım. Bu ülke için savaştım ben. Önce uykularım kaçtı. Sonra yakalama kararı öncesi bir gece bütün dengem değişti. Doktorumuzu aradım Gülhane’de, 3 gün uyutuldum. Sonra 1 ay kaldım orada. Bir sinir tedavisi gördüm. O zamandan başladığım bütün sinir ilaçlarına devam ediyorum. Çok üzgünüm. Hain ve darbeci sıfatını yedim, çok ağırdı. Bazı ülkelerde insanlar intihar ediyor.

‘BAŞBUĞ PAŞA’MA KIRGINIM, YÖNETEMEDİLER BU KRİZİ’
-Siz öyle bir şey mi yaşadınız?
Hayır ama doktorumun tavsiyesiyle iki tabancamı da Genelkurmay’a teslim ettim. Cezaevinden çıktıktan sonra da hibe ettim. Bir asker için iyi bir duygu değil bu. Bir kılıç, bir silah önemlidir benim için, yıldızlar da öyle... Hiçbir üniformamı almadım. TSK’ya kırgın değilim. Ben bir balıkçının çocuğuyum ve bugünlere getirdi beni, okuttu, eğitti, 3 dil biliyorum. Çok iyi yerlerde çalıştım. Ama komuta kademesine kırgınım. Başbuğ Paşa’ma kırgınım. Yönetemediler bu krizi.
-Yaşananlar için “TSK’ya kumpas kuruldu” diyorsunuz. Peki ya “topraktan adeta fışkıran” mühimmatlar?
Onların hepsi polisin elindeki mühimmatlar. Biz zamanında, özellikle 1994’ten sonra çok yakın çalıştık polisle, özellikle Özel Harekât’la ben de Doğu Bayazıt’taydım. Onların mühimmatlarını biz Kara Kuvvetleri’nden ve jandarmadan verdik. Bombalar roketatarlar, lav silahı vs... Hatta havan da vardı.
-Kaydı yok mu bunların?
Aynı ikmal kademesinde olmadığımız için sarf ederek veririz. Sarf gözüküyor ama poliste. Büyük ihtimalle onlar, bunlar. Polis, aldığına dair belge vermiyor ki...

YARIN: Şah Fırat Operasyonu askeri açıdan doğru mu? - Uludere’de neler yaşandı? - İstihbaratçılar Türkiye’de neler yapıyor? - Silahlara veda çağrısından sonra ne olacak?

15 Mart 2015 Pazar


Muhhammed’in Kelamı
ABDÜLKERİM SURUŞ’LA BİR RÖPORTAJ
Röportajı Yapan: Michel Hoebink, Aralık 2007
(http://www.drsoroush.com/English/Interviews/E-INT-The%20Word%20of%20Mohammad.html’den çevrilmiştir.)
Çeviren:Esin Tezer
’Muhammed, Kurân’ı oluşturandır’’. Bu, ünlü İranlı reformcu Abdülkerim Suruş’un gelecek yılın başında yayımlanacak olan kitabı ‘Peygambere Özgü Deneyimin Genişlemesi’nde ne söylediği. Bu görüşle Suruş; bazı en radikal Müslüman reformcudan daha da ileri gidiyor. Zemzem’le olan bir röportajında kitabının önceden tadına varılmasını sağlıyor.
Abdülkerim Suruş, İran reform hareketinin entellektüel lideri olarak kabul edilmektedir. Başlangıçta Humeyni destekçisiydi. Genç İslam Cumhuriyeti’nde aralarında Humeyni’nin kültürel ve eğitimsel reform danışmanlığı da olmak üzere çeşitli resmi görevlerde bulundu. Fakat dini lider çok geçmeden bir despota dönünce, Suruş hayalkırıklığı içerisinde ayrıldı. 90’ların başından beri ‘İslam demokrasisi’ kavramını tartışmaya başlayan ‘cumhuriyetçi’ entellektüeller grubunun bir parçasıdır, fakat sonunda İslam devleti fikrinden tümüyle uzaklaşmıştır.
Suruş’un temel argümanı basittir: ‘Tüm insanların din anlayışı tarihsel ve hatalı olabilir’. Bu fikirle, İran’a özgü dine dayalı yönetimi basite indirgemektedir. Çünkü tüm insanların din anlayışı hatalı olabilir ise; şeriatı Tanrı’nın adıyla uygulamaya kimse hak iddia edemez, İran imam sınıfı bile.
’Peygambere Özgü Deneyimin Genişlemesi’ nde Suruş, dini bilginin hatalı olabilirliği üzerindeki görüşünün kısmen Kurân’a da uygulandığını açıkça belli etmektedir. Suruş, Nasr Hamid Ebu Zeyd ve Muhammed Arkun gibi düşünürlerle Kurân’a tarihsel yaklaşımı savunan küçük bir radikal reformcu gruba aittir. Ancak yeni kitabında pek çok radikal çalışma arkadaşından bir adım önde gitmektedir. Kurân’ın sadece hasıl olmuş tarihsel durumların bir ürünü değil; aynı zamanda tüm insan sınırlamalarıyla Peygamber Muhammed’in zihninin bir ürünü olduğunu iddia etmektedir. Suruş; bunu zaten ortaçağa ait çeşitli düşünürlerin ima ettiklerini, bu fikrin bir yenilik olmadığını söylemektedir.
RÖPORTAJ:
MICHEL HOEBINK: İnancını yitirmiş modern dünyamızda ‘vahiy’ gibi birşeye nasıl anlam kazandırabiliriz?
ABDÜLKERİM SURUŞ: Vahiy, bir ‘ilhamdır’. Peygamberlerinki daha yüksek düzeyde olsa da; o, şair ve mistiklerinkiyle aynı deneyimdir. Vahyi modern çağımızda şiir sanatının mecazını kullanarak anlayabiliriz. Müslüman bir filozofun dediği gibi ‘Vahiy’, daha yüksek bir şiir sanatıdır. Şiir sanatı, bilim veya filozofiden farklı olarak çalışan bir bilgi aracıdır. Şair kendisine dışarıdan gelen bir kaynak tarafından bilgilendirildiğini, birşey aldığını düşünür. Ve şiir sanatı, aynı vahiy gibi bir yetenektir. Bir şair insanlar için yeni ufukları açabilir. O, onların dünyayı farklı bir şekilde görmelerini sağlar.
MH: Sizin bakışınıza göre Kurân, zamanının ürünü olarak düşünülmeli. Bu, metnin üretiminde Peygamberin şahsının aktif ve hatta bütünü oluşturan bir rol oynadığı anlamına mı geliyor?
AS: Geleneksel beyana göre Peygamber sadece bir araçtı, o sadece Cebrail tarafından kendisine ulaştırılan bir mesajı bildirdi. Ancak benim görüşüme göre Peygamber, Kurân’ın üretiminde çok önemli bir rol oynadı. Şiir sanatının mecazı bunu açıklamak için bana yardım ediyor. Peygamber, tıpkı bir şair gibi dışarıdan gelen bir kuvvet tarafından ele geçirildiğini hisseder. Fakat aslında daha da iyidir: Aynı zamanda Peygamber kendisi herşeydir: Yaratıcı ve üretici. İlhamın dışarıdan mı yoksa içeriden mi geldiği sorusu ise gerçekten konuyla ilgili değildir, çünkü vahiy düzeyinde dışarısı veya içerisi arasında fark yoktur. İlham, Peygamberin ÖZÜNDEN gelmektedir. Her kişinin özü ilahidir, fakat Peygamber ilahiliğinin farkına varmış olduğu için diğer insanlardan ayrılır. O, potansiyelini gerçekleştirmiştir. Nefsi Tanrıyla TEK olmuştur. Bu noktada beni yanlış anlamayın: Tanrıyla olan bu ruhsal birleşme, Peygamberin Tanrı haline geldiği manasına gelmez. O, sınırlı ve onun durumuna uygun hale getirilmiş bir birleşmedir. O insan boyutudur, Tanrı’nın boyutu değil. Mistik şair Celaleddin Rumi (Mevlana Celaleddin Rumi) bu çelişkiyi şu sözlerle açıklar: ‘‘Peygamberin Tanrıyla olan birleşmesi aracılığıyla okyanus, bir kavanoza dökülmüştür.’’
Fakat Peygamber bir diğer şekilde vahyin oluşturucusudur da. Tanrıdan aldığı şey, vahyin içeriğidir. Bu içerik her nasılsa insanlara bu şekilde sunulamaz; çünkü o, onların anlayışının ve hatta kelimelerin ötesindedir. O, şekilsizdir ve Peygamberin kişiliğinin aktivitesi onu alınır yapmak için şekilsizi şekillendirmektir. Peygamber ilhamı bir şair gibi bildiği dilde, hakim olduğu stillerde, sahip olduğu imajlarda ve bilgide yeniden aktarır. Fakat kişiliği de metni şekillendirmede önemli bir rol oynar. Onun kişisel tarihi babası, annesi, çocukluğudur. Ve hatta ruh hali. Eğer Kurân’ı okuduysanız; Peygamberin kendini ifade etme şeklinde bazen çok sevinçli, son derece etkili ve güzel söz söylerken; bazı zamanlarda ise sıkılmış ve oldukça sıradan olduğunu hissedersiniz.Bütün bu şeyler Kurân’ın metninde etkisini bırakmıştır. Bu, vahyin tamamen insana ilişkin yönüdür.
MH: Öyleyse Kurân, insana ilişkin bir yöne sahip. Bu, Kurân hatalı olabilir manasına mı geliyor?
AS: Geleneksel bakışta vahiy hatalı olabilir. Fakat şimdilerde vahyin sadece Tanrının özellikleri, ölümden sonraki hayat ve ibadetin kuralları gibi bütünüyle dini hususlarda hatalı olabilirliğini düşünen yorumcular daha da fazla. Onlar vahyin maddesel dünyayla ve insan toplumuyla bağlantılı meselelerde yanlış olabileceğini kabul ediyorlar. Kurân’ın tarihsel olaylar, diğer dini gelenekler ve her tür pratik dünyevi konular hakkında ne söylediği mutlaka doğru olmak zorunda değil. Böyle yorumcular çoğu kez Kurân’daki bu tür hataların peygamberliğe zarar vermediğini, çünkü Peygamberin ‘zamanının insanlarının’ bilgisinin düzeyine ‘indiğini’ ve onlarla ‘zamanının lisanında’ konuştuğunu tartışıyorlar. Ben farklı bir görüşe sahibim. Peygamberin kendi daha iyi bilirken ‘zamanının lisanını’ konuştuğunu düşünmüyorum. O aslında söylediği şeylere inandı. O onun kendi lisanıydı, kendi bilgisiydi ve onun dünya, evren ve insanoğlunun genetiği hakkında etrafındaki insanlardan daha fazla bildiğini düşünmüyorum. Bugün sahip olduğumuz bilgiye sahip değildi. Ve bu, onun peygamberliğine zarar vermez; çünkü o bir peygamberdi, bir bilimadamı veya tarihçi değildi.
MH:Rumi gibi (Mevlana Celaleddin Rumi) ortaçağa ait filozoflardan, mistiklerden bahsediyorsunuz. Kurân üzerindeki görüşleriniz hangi kapsama göre İslam geleneğinde kaynağını buluyor?
AS: Benim pek çok görüşüm ortaçağa ait İslam düşüncesine dayanmaktadır.Bütün insanlarda farklı derecelerde bulunabilen peygamberliğin çok genel birşey olduğu düşüncesi hem Şii İslam’da hem de mistisizmde alışagelmiştir. Büyük Şii ilahiyatçı Şeyh Mufid, Şii imamları peygamberler olarak adlandırmamakta, fakat onlara peygamberler tarafından sahip olunan tüm özellikleri atfetmektedir. Ayrıca mistikler genellikle kendi deneyimlerinin o peygamberlerle aynı olduğuna inanmışlardır. Ve potansiyel olarak hatalı olabilir insan ürünü olan Kurân bilgisi, oluşturulan Kurân’ın Mutezile mezhebinde dolaylı olarak belirtilmektedir. Ortaçağa ait düşünürler böyle fikirleri çoğu kez açık veya sistematik bir tarzda ifade etmemişler, bunun yerine onları gelişigüzel kelamlar veya imalarda saklamaya eğilimli olmuşlardır. Onlar böyle düşüncelerle başa çıkamayan insanlar arasında karışıklık yaratmak istememişlerdir. Örneğin Rumi, (Mevlana Celaleddin Rumi) bir yerde Kurân’ın Peygamberin zihin hallerinin aynası olduğunu belirtir. Rumi’nin açıkça belirttiği şey; Peygamberin kişiliği, değişen ruh halleri ve onun daha kuvvetli ve daha zayıf anlarının Kurân’da yansıtılmasıdır. Rumi’nin oğlu daha da ileri gider.Kitaplarından birinde poligamiye (çok eşle evliliğe) Kurân’da izin verildiğine, çünkü Peygamberin kadınları sevdiğini iddia eder. Takipçilerine dört kadınla evlenmelerini söylemesinin nedeni buydu.
MH: Şii geleneği Kurân’ın insancıllığı üzerindeki düşüncelerinizi geliştirmek için size daha fazla özgürlük veriyor mu?
AS: Sünni İslam’ın, Mutezile’lerin rasyonelist okulunun ve Kurân’ın sonsuza kadar ve yaratılmamış olduğu prensibinin Eşari mezhebi tarafından kötü şekilde bozguna uğratıldığı iyi bilinmektedir. Fakat Şii İslam’da Mutezilelik her nasılsa hayatına devam etmiştir ve zengin filozofik gelenek için bir görgü temeli haline gelmiştir. Oluşturulan Kurân’ın Mutezile prensibi, Şii ilahiyatçılar arasında neredeyse karşı gelinmezdi. Bugün Sünni reformcular Şii görüşüne ve oluşturulmuş Kurân prensibini benimsemeye yakınlaşmaktadırlar. Ancak İran imam sınıfı, Şii geleneğinin filozofik kaynaklarını dini anlayışımıza yeni ufuklar açmak için kullanmada isteksizdir. Onlar dinin muhafazakar anlayışı üzerine güçlerini dayandırmışlardır ve peygamberliğin doğası gibi olan konular üzerindeki tartışmayı açarlarsa herşeyi kaybedebileceklerinin korkusunu yaşarlar.
MH: Çağdaş Müslümanlar için görüşlerinizin ve Kurân’ı ahlak kılavuzu olarak kullanma şeklinin sonuçları nelerdir?
AS: Kurân’ın insan bakışı dinin temel ve raslantısal özellikleri arasında ayrımsamayı mümkün kılar. Dinin bazı kısımları tarihsel ve kültürel olarak belirlenmiştir ve bugün artık güncel konularla ilgili değildir. Örneğin, Kurân’da saptanmış bedensel cezalandırmalarla olan durum budur. Eğer Peygamber başka bir kültürel ortamda yaşasaydı, o cezalandırmalar büyük olasılıkla onun mesajının bir parçası olmayacaktı.Bugün Müslümanların görevi zamanla Kurân’ın esas mesajını çevirmektir. O, bir atasözünü bir dilden bir diğerine çevirmek gibidir. Siz onu kelime kelime çevirmezsiniz. Aynı ruha sahip, aynı içeriğe sahip, fakat belki de aynı ifade tarzlı başka bir atasözü bulursunuz. Arapçada, ‘O hurmaları Basra’ya taşıyan biri gibidir’ dersiniz. Eğer onu İngilizceye çevirirseniz, ‘O Newcastle’a kömür taşıyor’ dersiniz. Kurân’ın tarihsel, insan bakışı bize bunu yapmaya izin vermektedir. Kurân’ın asıl itibariyle Tanrının oluşturulmamış, başı ve sonu olmayan bir kelâmı olduğu fikrinde ısrar ediyorsanız; kendinizi çözülemeyen bir ikilemde bulursunuz.
Michel Hoebink, Radyo Hollanda Dünyası’nın Arapça Departmanında çalışmaktadır. ‘‘Peygambere Özgü Deneyimin Genişlemesi’’ Brill, Leiden tarafından 2008’in başında yayımlanacaktır. Abdülkerim Suruş için İran’da çalışmak Cumhurbaşkanı Ahmedinejad yönetime geçtiğinden beri son derece güç hale gelmiştir. Bu nedenden dolayı, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Harvard, Princeton ve Berlin’deki Wissenschaftskolleg gibi batı üniversitelerinde öğretme davetlerini kabul etmiştir. Suruş; geçen akademik yılda Amsterdam’daki Açık Üniversite’de ve Hollanda, Leiden’daki Modern Dünyada İslam Çalışması Enstitüsü’nde konuk öğretim görevlisiydi.