20 Şubat 2010 Cumartesi

Süre i Alaq



Rahman ve Rahim Olan Allah İsmiyle!

Atilla MORÇOL


            Mekke de ilk dönem nazil olan bir süredir. İlk beş ayeti,Kur’anın ilk vahyedilen   ayetleridir. Fatiha süresinin, ilk  nazil olan süre olduğu  görüşüne karşın, bu sürenin ilk beş ayetinden sonra nazil olduğu daha anlamlıdır. Zira “Yaradan Rabbin adıyla oku”  manasına gelen ayet  buna delalet etmektedir. Kulluk şuurunun bir göstergesi ve  gereği olarak her bir eyleme “Bismillahirrahmanirrahıym” diyerek başlamak,Yüce Yaradan’a olan  vefayı göstermektedir.Kaldıki Allah’ın ismiyle başlanmamış bir iş,Allah’a sunulmamış,yarım kalmış,ebter bir eylemdir.
            Süre i, Alaq; Yüce Yaradan’ın alaqa gösterip beşer toplulukları içinden bir elçi seçmesi ve Onu  Vahiyle beslemesi ile Tevhid eksenli yepyeni bir toplum modeli olan Ümmetin doğumunu gerçekleştirecek döllenmenin hikayeyi de içinde taşıması açısından ilginç ve önemli açılamlara sahiptir. 


                           ALAQ’IN MENQIBE’Sİ
  Alaq Okumaları’nın Menqıbe’si Wesiles’iyle Bir İktibas...
  Alaq Hücresi’nden İnsan’a...
  Alaq Okuması’ndan Tertil XIII’e Hayat’a..
              ‘Alaq Kelime’si Qur’ân’ın İlk Sûresi’nin Adı’dır. Qur’ân Tefsir ve Meâlleri’yle ilk tanıştığımdan beri neden Yaratıcımız’ın İlk Mesajları’nda Alaq’tan bahsedildiğini hep düşünmüşümdür. Alaq’ın ilk Sûre Oluş’u ve İlk Âyetler’de geçmesiyle Yaratıcımız bize bir Hatırlatma yapıyor  olmalıydı.
Tek Hücre’den
            Alaq Kelime olarak Arapça’da ‘Döllenmiş Hücre’nin Ana Rahmi’nde tutunan, yâni Embriyon Safhası’ndan önceki Hâli’ni İfâde eder. Asıl Mânâ’sı ‘Tutulan Şey’ Anlamı’ndadır. İnsan’ın Alaqtan yaratılması İnsan’ın Hayat’ın Başlangıcı’nda Tek Hücre Hâli’ndeki Döllenmiş Yumurta yani  Modern Adı’yla Embriyon’dan bir önceki Dönemi’dir. Sûre’nin İlk Âyet’i ‘Oku!’ Emri’ni verdikten sonra 2. Âyet’te ‘İnsan’ı bir Alaq’tan yarattı’ denilmektedir. O halde okuyan İnsan’a ve İnsanlar’a bir Örnek verilmek istenmektedir.
              Örnek’te; İnsan gibi Çeşitli Uzuvlar’a Sahip, Mükemmel bir yaratığın bir Tek Hücre’den yaratıldığı hatırlatılmaktadır. Aqıllar’a Durgunluk verecek Teknik Gelişmeler’in Mucitler’i, aynı zamanda yine Milyonlar’ca Kişi’yi bir anda öldürecek Nükleer Silahlar’ı bulan ve çalıştıranlar ve yine Dünya’da kendilerini yıkılmaz zanneden, Dünya’ya sahiplenmeye çalışan nice Güçlü Toplumlar’a Kafa tutan Devrimler’i başaranlar Tek bir Hücre’den yaratılmış İnsanlar’dır.
            Dünya’ya gelmiş geçmiş Bütün Büyük İşler’i başaranlar, Devrimler’i meydana getirenler, Dünyâ Savaşları’nı çıkaranlar, Dünya’yı yaşanmaz hale getiren Liderler, Dünya’yı Düzen’e koyan Önderler, Peygamberler hepsi bir Hücre’den meydana gelmişlerdir.
            Çağlar’ı değiştiren, Çağ’ın Öteleri’ne Mesaj taşıyan, Toplumlar’ı kuran ve yıkan nice Güçlü Devletler’e Kafa tutan Cemaatlar, Toplumlar bir Tek İnsan’la başlamışlardır. Bir Tek İnsan ama ne yapacağını bilen, ne yapması gerektiği kendisine wahyedilen bir Tek İnsan Çağı’nı ve Çağlar’ı değiştirmiş, nice Güçlü Toplum ve Dewletler’in kurulup yaşamasına Önder olmuşlardır.
     O İnsan kendisine İlk Mesaj wahyedildiği andan itibaren bir Alaq’tır. Aynen Anne Rahmi’nde Tam ve Gelişmiş bir İnsan olmaya proğlamlanmış bir Embriyon gibi. Bunu tam olarak kavrayabilmek Alaq’ın Anne Rahmi’ndeki Gelişim Seyri’ni incelememiz gerekmektedir.
Alaq ve Mükemmel Kopyeler’i…
     Embriyon Hali’ne gelmiş Döllenmiş ve Tek bir Hücre’den Meydana gelen Yumurta, önceleri kendine benzer Yeni Hücreler meydana getirerek çoğalmaya başlar. Bu yeni Meydana gelen Hücreler aynen İlk Hücre’ye benzerler. Hareket ve Çoğalma Mesaj’ı almakla ( Döllenme-Birleşme) başlamıştır. Çoğalma bir Geometrik Dizi Hâli’nde olduğundan önceleri Dikkat’e değer gibi gözükmese de bir Müddet sonra Olağanüstü bir Hız’a kavuşur.
     Peygamberler’e İlk Wahy’in Geliş’i, Çoğalma Proğramı’nın İlk Mesajı’dır. O Zaman’a kadar Toplum için pek de dikkati çekecek bir Nokta’da olmayan, ancak Fıtrat ve Karakter Sağlamlığı’na Sahip bu İnsanlar birdenbire Toplumlar’ı yerinden oynatacak, Evren’i değiştirecek bir Dawa’nın ve Tez’in Savunucular’ı olurlar. Önceleri tıpkı Alaq gibi kendilerine benzer İnsanlar (Mü’minler) yetiştirmeye ve çoğalmaya başlarlar. Çoğalma aynen Alaq’ta olduğu gibi Geometrik Dizi hali’ndedir. Önceleri 2-4 diye başlayan çoğalış daha sonra 32-64 gibi gitmeye başlar.
Alaq’ın Rahm’i: Dâru’l-Erkam
      Alaq’ın bu İlk Gelişim’i Anne’nin en İyi korunmuş ve en Gizli yerindedir. Alaq Yabancı bir Organizma’nın içindedir. Ancak Anne ile arasında bir Yiyecek ve Oksijen Alış-verişi vardır. Anne bazen bu Yeni Yaratığın Farqı’nda bile değildir. Ama o Yeni bir Kişilik taşıyan yepyeni, Genç, önünde Fırtınalar’la Dolu bir Yaşam’ı olan belki de Dünyâ’nın en Güçlü Toplumu’nu yönetecek bir İnsân’ın Başlangıcı’dır. Büyümesi Annesi’nin Organizması’nın aleyhinedir. Gerekli Oksijen’i ondan alır. Gerekli Besinler’i Kordonbağı Aracılığı’yla Anne’den, içinde bulunduğu Organizma’dan çeker. Anne bu Besinler’i dışardan almasa bile bu Yeni Embriyon Anne’nin Kemikleri’nden Kalsiyum’u (K), Kanı’ndan Demir’i (Fe), Karaciğeri’nden öbür Vitamin ve Mineraller’i çeker. Alaqın gelişmesi mecburen Anne’nin Rahmi’ndedir.
Peygamberler ve çoğalan Ashâb’ı aynen Alaq gibi Kâfir bir Toplum’un içinde gelişmeye başlarlar. Toplum kendine Has Düzen’i olan, Yönetim ve Sosyal Huquq’a Sahip, Mü’minler’e Yabancı bir Organizma’dır. Mü’minler Ayrı bir Şahsiyet’tirler. Ancak yine de Kâfir Toplum’un içinde yaşamaktadırlar. Onunla Ticâretler’i vardır. Geçimleri’ni o Toplum’dan el’de ederler. Kendilerine inansın, inanmasın Kan Bağı ile Bağlı Aqrabalar’ı vardır. O Toplum’un Huququ’na uymaları için Zorlamalar vardır. Ancak Embriyon  gelişmeye başlamıştır artık. Bu Gelişme, içinde yaşadıkları Cahilî Toplum’un aleyhinedir. Onu en güvendiği İnsanları’nı, en Zeki ve Aqıllıları’nı, en Cesurları’nı, en iyi Ahlaq’a Sahip olanlarını alarak kendini güçlendirir. Küfür Toplum’u ise, Kan kaybetmeye başlamıştır. Bu Emnriyon tıpkı Alaq gibi Toplum’un en Gizli yerindedir. Bazen bir Fir’awun Sarayı’nda, bazen bir Put Yapıcısı’nın Oğlu, bazen de Erkam bin Erkam’ın Evi’nde gizli gizli toplanan Mü’minler’dir onlar. Zaman’ı gelmeden Cahilî Toplum’dan ayrılmak isteseler de olmaz. Göbek Bağı’nı Doğum Waqti gelmeden kesemezler. Onun içinde yaşar ve Güç kazanırlar.
Alaq Hücresi’nin farqlılaşması, organlaşması
Çalışma Gruplar’ı (Âl-i Emr)
     Anne  Karn’ında Cenin, bir Müddet sonra Farqlı Hücreler meydana getirmek Sureti’yle çoğalmaya başlar, artık Çoğunun Eli, Ayağı, Qalb’i, Beyni, Gözler’i şekillenmeye başlamıştır. Hücreler Yeni Fonksiyonlar yüklenirler. Muazzam bir Organizma Faaliyet’i başlar, Hücreler Yeni Organlar’ı Meydana getirmek üzere örgütlenmeye başlamışlardır. Yeni Hücreler ayrı birer Hücre olmasına rağmen birbirlerine Bağlı’dır. Bir  Bütünlük içinde Ayrı Fonksiyonlar yüklenirler. Bu Bütün Yeni bir İnsan için Yeni bir Kişilik’tir. Bu arada Cenin Organlar’ı az çok oluştuğundan Dış Tepkiler’e Cewap vermeye ve Kişiliği’ni belli etmeye başlar.
     İlk Tekme’yi Annesi’nin Karnı’na atar. Anne bu Küçük Canlı’nın Farqı’ndadır artık.
     Mü’minler Peygamberler’e benzeyen İlk Hücreler’dir. Ancak bir Müddet sonra onlarda değişen Alaq Hücreler’i gibi Değişik Fonksiyonlar yüklenmeye, Organlar (Çalışma Gruplar’ı) Meydana getirmeye başlarlar. Kimi Tebliğ’e Maddî Güç sağlamak için Ticâret yapmaya, kimi Ezilen İnanmışlar’ı korumak için Mücâdele etmeye, kimi de Yeni Mü’minler kazanmak için Tebliğ’e çalışır. Ancak bu Çalışmalar  ve Mü’minler herbiri ayrı İnsan olmasına rağmen birbirlerine Bağlı’dır. Bir Bütünlük içinde çalışırlar. Peygamber’in Önderliği ve Disiplin’i altında aynı Hedef’e Doğru birlikte Hareket ederler. Bu arada yaşadıkları Toplum’a kendilerini belli edecek Ayrı bir Kişilikler’i olduğunu hatırlatacak İlk Tekme’yi vururlar. Peygamber ve İnananlar, Sayılar’ı 40 Civarı’nda olunca ‘Allâh Büyüktür’O’ndan başka İlâh yoktur’ Sloganları’yla Qabe’ye Yürüyüş’e geçerek Küfür Toplumu’na  İlk Tekme’yi atarlar. Artık Toplum Yeni Canlı’nın Farqı’ndadır.
Alaq’ın Zor Zamanlar’ı
Alaq için Kritik Günler başlamıştır. İçinde büyüdüğü Organizma’nın Sâhib’i bazen Doğası’na Aykırı olarak hoşlanmaz, kurtulmaya çalışır. Düşük meydana getirmeye çalışmaktadır. Doğum Belirli Gün’den önce Meydana gelirse Alaq yaşayamaz. Yeterince olgunlaşmamıştır, Güçsüz’dür. Hücreler’in teşkilatlanması kendi Ayaklar’ı üzerinde yaşayacakları kadar gelişmiş ve olgunlaşmış değildir. Aynı şekilde Gereğinden fazla belirlenen Gün’den fazla Rahim’de Gizli kalması da Ölüm meydana getirir. Ancak Yeni Bebek ortaya çıkmak, Kişiliği’ni göstermek, kendine Yeterli olmak zorunda’dır. İçinde yaşadığı Organizma yaşlanacak, çürüyecek, Alaq onun yerini alacak. Alaq artık Kordonu’nun kesilmesini istemektedir. Bu Doğum’la gerçekleşecektir.
Küfür Toplumu Mü’minler’in ilk Tekmesi’nden sonra onun Farqı’ndadır. O da Doğası’na Aykırı olarak Küçük İslâm Toplum’u Nüvesi’nden kurtulmak isterse Çatışma başlar, ancak Genç ve Diri Mü’min Toplum’u Küçük ve Güçsüz’dür. Güçler!i ile değil Sabır Silah’ı ile karşı koyma Eğilimi’ndedir. Kendisine yapılan Zulümeler’e aldırmaz, sabreder. Kuşatma ve Ablukalar’a karşı direnir. Birbirlerinin Malı’nı, Enerjisi’ni, Sabrı’nı paylaşırlar. Kendi Ayaklar’ı üstünde doğruluncaya kadar sabretmek Zorunda’dırlar. Bu arada Eski Düzen onları Ekonomik Abluka’ya alır, Kan Damarları’nı kesmek istemektedirler. Güçsüzleri’ne  İşkence yaparlar, onları Sapıklık’la, Bölücülük’le suçlarlar. Ataları’nın Dini’nden  dönmekle İtham ederler. Ama Küçücük Toplum Peygamberleri’nin  Önderliği’nde Yek Wucut olarak Kimliği’ni ortaya koymuştur. Onların Ayrı İbâdetler’i vardır. Onların İmânlar’ı Ayrı’dır. Onların Fiiller’i Farqlı’dır. Eski Câhili Toplum Faqirler’i, Miskinler’i ezer, onlarsa korurlar. Yerleşik Câhili Toplum Köleliği savunur ve uygular, onlarsa Hürriyetçi’dir. Câhilî Toplum Yanlış Geleneği savunur, Ataları’nın Dini’nden dönmezler, Mü’minler Haq’ı ve Adalet’i savunurlar. Kısacası Kişilik ve Kimlik Kaygısı’yla Değerler Çatışması başlamıştır. Câhilî Toplum onların Güçsüzlüğü’yle Alay eder.
Tenwir’in Kutlu Doğum’u
Belirlenen Waqit geldiğinde Yaratıcı tarafından verilen Müddet bittiğinde Doğum meydana gelir. Artık Câhilî Toplum’la Göbek Bağı’nı kopartıp kendi Ayaklar’ı üzerinde yaşamaya başlar. Kendi Toğlumu’nu kurmuştur artık. Alaq , el-İnsan olmuştur (İnsân-ı Kâmil) . Kendi Organizma’sı kendi Kurallar’ı ile işler. Saadet Çağ’ı başlamıştır (Medine-i Münewwere)[1]



Rahman ve Rahim Olan Allah İsmiyle!




          1-2- “Oku!Yaratan Rabbinin adıyla Oku! O,insanı döllenmiş yumurtadan yarattı!”
            Allah yaratan ve heran yaratmakta olan yegane Rabtır.O insanı döllenmiş bir yumurtadan üstün bir varlık olan insanı yaratmaktadır. O halde Yaradan Rabbinin adıyla Oku. Ve aydınlan! Okumak anlama, öğrenme, içselleştirme, özümseme niyeti ve gereği yapılan bilinçli bir eylemdir. Kur’an okumaya Allah’a sığınarak, O’nun  eşsiz adıyla başlamak gerek. "Kur'ân okumak istediğin zaman, Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerinden Allah'a sığın." (Nahl, 16/98)  
            Vücuttan şehvetle çıkan ve çıktığında da gusletmeyi gerektiren bir su ile aşılanmış yumurtadan (Alaq) vücuda getirilen insan, maddi boyutunun basitliğini görmeksizin istikbara pek meyilli olmuştur. Kibir ve istikbar onu yükseltmediği gibi aşağıların aşağısına indirdiği malumdur. Oysaki Allah insana özel bir alaka göstermiş, eşrefi mahlûkat olarak yaratmıştır. Beşer olarak dünyaya gelen âdemoğluna yüce Rabbimiz bu özel alakasını devam ettirmiş ve ettirmektedir. İnsan, Allah’ı veli edinmesi durumunda yükselecek insan ı kâmil makamını kazanacaktır. Eşrefi Mahlûkat yani mahlûkatın en şereflisi olmak, Âdemoğlu olarak doğmaktan menkul bir imtiyaz ya da sıfat değildir. Bundan kasıt beşerin  (Âdemoğlunun)  eşrefi mahlûkat olmaya istidat ve potansiyelinin olmasıdır. Zira beşer olarak yaratılan Âdemoğlunun pek azı müstesna çoğunun yüz çevirmeleri nedeniyle mükezzib olduğu aşikârdır.  Tüm canlıların küçük bir tohumdan yaratıldığını, uygun vasatı bulduğunda tohumun nasıl aşılandığı, aşılanma evrelerinin nasıl geliştiği etrafımızda farkında olmadan ya da gördüğümüz halde hikmetleri idrak edip anlayamadığımız hadiselere dikkat çekilmektedir. Rahmetin her yağışta ölü toprağı canlandırması gibi, yaradan Rabbin gönderdiği Vahiy; ölü bir toplum içinde elverişli gönülleri diriltecek ve toplum içinde bir kutlu doğumun zuhurunu sağlayacak bir alaqa dönüşecektir. Nitekim öyle de oldu. Mükerrem Şehir Mekke’de toplumun rahmine düşen Vahiy, Münevver Şehir Medine’de nur topu gibi bir Ümmet oluşturmuş, ilk Nüzulden daha  20  yıl  geçmemişken[2]  güçlü ve kibirli Mekke aristokrasisini yenilgiye uğratarak  Emin Beldeyi Darus – Selam’a  dönüştürmüştür.
        3-4-5- “Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle öğreten Rabbin enbüyük kerem sahibidir.”
            İttifakla bu ilk beş ayet Hıra’da Rasulullah’a Cibril as tarafından okunan ya da aktarılan ilk ayetlerdir. Tahmini olarak Miladi Temmuz ya da Ağustos 610 tarihine denk düşmektedir. Bir gece anîden Vahiy Meleği yanında belirdi ve ona “Oku!” dedi. Muhammed (s), ilkin gerçek bir metni okumasının istendiğini zannetti -ki ümmî olduğundan o talebi yerine getirmesi mümkün değildi. Bu nedenle “Ben okuyamam!” dedi. Bunun üzerine, kendi sözleriyle: “Melek beni yakaladı ve kendine çekti, öyle ki bütün gücüm kaybolup gitti; sonra beni bıraktı ve ‘Oku!’ dedi. Ben: ‘Okuyamam’ diye cevap verdim. Sonra beni yeniden yakaladı ve kendine çekti; sonra beni bıraktı ve dedi: ‘Oku!’ -ben [tekrar] cevap verdim: ‘Okuyamam ...’ Sonra beni üçüncü defa yakaladı ve kendine çekti ve tekrar bıraktı ve dedi: ‘Oku, Yaratan Rabbin adına -insanı bir yumurta hücresinden yaratan! Oku, çünkü Rabbin sonsuz kerem sahibidir...’” Böylece Muhammed (s), anî bir aydınlanma ile, “okumaya”, yani Allah'ın insana mesajını almaya ve anlamaya çağrıldığını farketti.[3] Oku ki Sana ve senden öncekilere bilmediklerini belleten O’dur.
            6- “İnsan tuğyan ediyor!”
            İnsan zenginleştikçe kimseye ihtiyacım yok demeye başlar. Zenginleşme, biriktirme/Tekasür dür. İhtiyaç fazlasını hazine gibi saklamak, hazine ye güvenmektir. İnsanların kalbi, hazinesinin yanındadır. Dünya hazinesine sahip olanlar dünyevileşir, müstağnileşir. Ahiret hazinesi (Hayr biriktirmek) sahibi olanların kalbi, ahiret yurdunun özlemi ile atar. Böyle olanların hayatlarına bakın hiçbirinin dünya nimetlerine iltifat etmediğini görürsünüz. Lakin Âdemoğlu, şeytanın iğvası ile[4] zenginlikle birlikte hiç ölmeyecekmiş gibi bir anlayışa sapmakta; gurur ve kibir ile şeytanı veli edinmeye yöneliyor ve Rabbine tuğyan ediyor. Oysaki o Rabbinin gösterdiği yol üzere yaşamak için yaratılmıştı. Kur’an, Allah’ın insana olan özel alakasını gösteren bir programdır. İnsan bu program sayesinde Allah’a yönelir ve kemale ulaşır. Mutlu ve mutmain bir nefse kavuşur. Allah’tan yüz çevirmek, insanı bu dünya dada bedbaht eder. Tuğyan eden Allah’tan kaçtığını zanneder. Tuğyan; suyun yatağından taşması gibi insanın da Rabbin meşru yolundan sapmasıdır. İstikbar, istizafı her ikisi de tuğyanı meydana getirir. Tanrılık iddiasına kalkan insanlar ve sahte tanrılara kulluk eden insanlar. İstikbar ve mustazaf. Her ikisi de olumsuzdur. Aktif ve pasif olarak insanlık mecrasından çıkmadır. Allah yinede mustazaflara lütfetmek istemektedir. Onları istikbarın istizafından, tasallutundan kurtarmayı ve yeryüzüne varis kılmayı dilemektedir.
            Aşırı zenginlik ve miskinlik hali istikbar ve mustazaf halidir. Kevser’e yönelenler ahireti kazanırlar. Tekasüre yönelenler ise tuğyana düşecektir. Kevser’e yönelenler dünyadan geçenlerdir. Tekasür ise dünyaperestliğe sebeptir.
            7- “Kendini müstağni görerek.”
            Müstağnilik ve gani yet Allah’a aittir.İnsan ise Allah’a muhtaçtır,fakr durumundadır. Allah’tan gelen hidayete ihtiyacı olmadığına inanan insan müstağnilik iddiasında bulunmuştur ki Allah’ın olana tecavüzdür. Büyük bir cürümdür. Allah’a karşı büyüklük iddiasıdır. Daha da ötesi inançsızlık halidir. Zira, zengin servetinin kendini halid kılacağı kuruntusuna inanmaya başlar. Allah’ın kendisine verdiğini unutur, gereği gibi tasarruf etmez, müsrif davranır. Müsrif davranış, müstağnilikten kaynaklanır. Allah’a karşı fakr halinde olanlar “işittik ve itaat ettik” derler. Allah’ın verdiklerini Allah için sarf ederler. Tuğyan edenler ise “isyan ettik” derler. Tuğyan ittika etmemektir. Aldırmamaktır. Allah yokmuş gibi davranarak elindekini kenze dönüştürme telaşına düşmektir. Ateistler ve agnostikler böyledir. Ateistler tanrı tanımazdır, agnostikler tanrı tanırlar ama dini atmosferin dışında durarak; ilahiyatın insan tarafından anlaşılamayacağı ve yaşanamayacağı görüşündedirler. Günümüz modern insanının çoğunlukla agnostik bir düşünce tarzına sahip olduğu bilinen bir gerçekliktir.
            8- “Elbette Rucu (Dönüş) Rabbinedir.”
            Rucu ahirete karşılıktır. Zira Ahiret esas anlamı ile Allah’a rucu etmektir. İnsan Kevser’e rucu ve Tekasüre rucu arasında iki yol ayrımında bulur kendini.  Kevser ruhu besler. Tekasür ise bedeni. Allah’a dönecek olan beden değil ruhtur. Tekasüre yönelenler bu nedenle Allah’a dönemezler.
          9- “Gördünmü nehyedeni?”
            Nehyeden, dokuzlu çete; istikbar, mütrefin. İnsanları Allah’a kulluktan nehyeder, engellemeye çalışır. İstizaf, istismar, isti’mar,[5] hümeze ve lümeze ile Allah’ın Halkını (Rabbin Nass) yakasını bırakmaz. Halkın tepesine tebelleş edip oturur. Kimdir bu dokuzlu Çete? Hakikati yalanlar, çirkinliklerinin sorgulanmasına tahammül göstermezler, alabildiğine yalanlarına şahit göstererek yemin ederler,aşağılık,kusur arayıcı,dedikoducu,iyiliği engelleyici,saldırgan,günaha dadanan,kaba ve haşin,şımarık,doymak bilmeyen kapitalist,”öncekilerin masalı” diyerek yüz çeviren mükezzib![6]  Saladtan, namazdan nehyedmek, yasaklamak, yasaklanan için büyük bir ezadır. İşkencedir. Allah’a karşı da bir meydan okuma, savaş başlatmadır. Nerden bakarsanız bakın dini yasaklamak, kulu rabbine ibadetten alıkoymak dehşet bir cürümdür. Rabbimiz, bu dehşetengiz olayı “gördün mü” nehye deni diyerek olayın vahametine vurgu yapıyor.
          10- “Kulu Salad etmekten!”
            Kulluk yüce bir görev ve makamdır. Allah’a karşı yapılır ve Allah’ın görevlendirmesidir. İnsanı Halife kılan bu kulluk bilincidir. Kemalata bununla erilir. Allah’ın teveccühüne muciptir. Rabbin insandan istediği salad (Namaz) yönelmektir. Rabbine teveccüh etmek yani. Dini Allah’a has kılmak. Namazla (Salah) yönelmek, Rabbine rücu etmek. Namaz Allah’a doğru yönelme iradesidir. Şuurlu ve ihlaslı namaz kişiyi kötülüklerden korur. Arındırır. Aksi durum “veyl olsun o namaz kılanlara!” aşağılanmasına maruz kalanların namazıdır ki, sahibine hiçbir fayda sağlamaz. Namazın dinin direği olması hasbiyle saladtan men; toplumsal anlamda, Allah’tan gelen Vahyi sosyal hayata müdahaleden  engellemedir. Halkı Müslüman olan ülkelerin birçoğunda yapılan budur. Çokça duyduğumuz ;  “din Allah’la kul arasındadır!” yada “Kamusal alanda başörtüsü ve mescit olamaz!”  veya ”Laiklik dini uygulamalara ve dini olana geçit vermez!”  söylemlerinin sahipleri ile, Allah’a kulluktan alıkoyan istikbar ayni “dokuzlu Çete” dir. Yani, “Bu öncekilerin masalı!” diyen mükezzibin!
          11- “Gördün mü eğer o Huda üzereyse!?”
            Hidayet, şaşırmamışlık; kervanın çölde en doğru istikameti tutturmasıdır. Kervandan geride kalana “dal” denir.  Eraeytellezi; anlıyor musun, görüyor musun, görüşün varmı manasınadır. Ya O Huda’ya yönelmiş, dosdoğru yol üzereyse! Mükezzibinin önemli vasfından biridir; kibir ve beğenmemek, kendi görüşünden başkasına değer vermemek. “Sen kim oluyorsun da yeni bir din teklif ediyorsun?” Yani. “Bu Ülkeye komünizm lazımsa onu ancak biz getiririz!”  istikbarı. Bin dört yüz yıl öncesi cahili istikbarla günümüz istikbarı arasında mahiyet farkının olmadığı ortadadır. Ayni mükezzeb sınıf. Velileri şeytan olunca, atalarından devraldıkları mirası tevarüs ettiriyorlar nesilden nesile.
            12- “Veya emrediyorsa Taqvayı!”
          
            Taqvayı emrediyorsa yani Allah’a karşı sorumluluk bilincini insanlara hatırlatıyorsa o kul, nasıl engellemeye çalışırsınız,Allah’a karşı cürüm işlemeye nasıl cüret edersiniz!? Bu ne büyük bir cehalettir. Allah’a karşı sorumluluk bilincine davetten daha faydalı, yararlı, kazançlı bir davet ne olabilir? Öylesine şerefli bir makamı ve büyük bir nimet yurdundan insanı ancak; sinsi, hünerli ve   şedit bir aldatıcı olan Şeytan ve şeytanın tedrisatından geçmiş şeytanın dostları, askerleri  gaflete düşürebilir.
        13- “Gördünmü ya şunu;tekzib etti ve tevella etti.”
            Allah’tan ve Resulü’nden yüz çevirip, tevella etmek, uzaklaşmak, şeytana ve şeytanın tezahürlerine yönelmekle ve onları veli edinmekle söz konusudur. Mükezzibin; Mevla, vasi olarak Allah’ı ve Resulü’nü ve müminleri görmemektedirler. O halde onlar şeytanları veli ediniyorlar ve apaçık düşmanlarının ayak izlerini takip ediyorlar. Oysa bu, büyük bir hüsrana yuvarlanıştır. Görüyor musun nasıl yüz çeviriyor, yalanlıyorlar.
          14- “Bilmiyorlarki Allah görüyor.”
            Bilmiyorlar, gaflet içindeler ki, Allah tüm yaptıklarını görmektedir. Her iyiliği ve her kötülüğü gözetleyip, kayıt altına almaktadır. O’na zerre miskal iyilik ya da kötülük sır değildir. O olup biten her şeyi bilmektedir. Defterleri açıldığında bitmiş ve tükenmiş bir umutsuzlukla; ”hiçbir şey eksik bırakılmamış, olduğu gibi tüm ayrıntılar yazılmış!” diyecekleri O gün iş işten geçmiş olacaktır.
        15- “Hayır eğer nihayet vermezse, nasiyesinden sürükleyeceğiz.”
Zenginliğinden kaynaklanan şımarıklığına ve müstağniliğini bırakmaz ve engellemeye bir son vermezse, ona alçaltıcı bir azap vardır.
            16- “Kezzab, hatakar nasiyesinden!”
            Mükezzibin, yalancı ve suçlu çehresinden yakalanır. Çirkin ahlakı onun çehresine sinmiştir. Onlar o çirkin, kara, nursuz çehrelerinden yakalanacaklar, hiçbir yere kaçamayacaklardır. Böylelerinin bu gün bile çehreleri; kalplerindeki inkârı, kötülüğü, ihaneti, hak düşmanlığını yansıttığına tanık olmaktayız. Çehrelerindeki bu olumsuz, itici alametler “yasakçıların”  karakteristik özelliklerini oluşturduğunu görmekteyiz.
          17- “Çağırsın nadiyesini (Taraftarlarını,hizbini,adamlarını)”
       
            Çağırsın bakalım taifesini. Hizbini, nadisini, avenesini, şurekasını.Herkesin kendi derdine düştüğü o Gün her nefis ne yapıp ettiğini bilecektir.
        18- “Çağıracağız Zebaniyeyi.”
           Nadiyesine karşılık Zebaniye! Azap görevlileri. İşleri ve görevleri,suçlu mükezzibine hak ettikleri elim azabı tattırmak olan görevliler.
        19- “Hayır itaat etme ona Secde et ve Qarin ol (yaklaş)”
            Sakın ha Ona itaat etme! İstikbar etmiş, şımarık zenginlere, istismarcı mükezzibine, cinayet kar, namazdan alıkoyan azgını dinleme! Rabbine yönel, hayra rağbet et. Rabbinin emrine boyun eğerek oku ve secdeyle yaklaş. İnsan Rabbe yönelerek,secde ve salad  ile ve  Salih amellerle7 her türlü dünyevi bağlardan arınarak  Rabbe rağbet yoluna girecektir. Secde et ve yaklaş. Zira "Kulun Rabbi’ne en yakın olduğu zaman secde halidir."


elhamdulillahirabbilalemiyn!



.....................................................................................




                    [1] Kemal Ersözlü, ALAQ’IN MENQIBE’Sİ; Kayseri.
[2] Hira’da Vuku bulan Vahyin ilk inzali,miladi temmuz yada Ağustos 610  tarihinde gerçekleşmiştir. Mekke’nin Darus- Selama dönüşümü ise miladi 11 Ocak 630 tarihidir.
[3] Merhum Muhammed Esed;Kur’an Mesajı;Alaq Süresi (Söz konusu hadis,Sahîh-i Buhârî'nin giriş bölümünü oluşturan Bed’u'l-vahy bölümünün üçüncü Hadisinden yapılmıştır. Bu Hadisin hemen hemen aynısı, Buhârî'nin başka iki yerinde daha ve Müslim, Neseî ve Tirmizî'de de geçmektedir.)
[4] Adem ve eşi Cennette özgürce tasarrufta bulunurken,şeytan vevese vererek onları Şecere i Huld’a yönelti. Vesvese vererek,Ademin ve Eşinin Sewadlarını açığa çıkarttı.Ademoğullarının yazgısıdır:Şeytan Ademoğullarını hep ayni yerden sokacaktır.Allah yokmuş gibi yaşayanlar sevadlarını açığa çıkarttıklarıdır. fakat bu bedbahtlar hiçbir şeyin farkında değiller.
[5] İstizaf ve İsti’mar:”İnsanı mesh eden,değiştiren,aslını bozan,yabancılaştıran,çirkinleştiren,mağlub edip ezen,bütün insani maddi ve manevi değerleri yok eden şey.İstizaf;insan ve insanlık karşıtı bütün sistemleri,insan hayatını felç eden bütün amilleri kapsamına alan bir kelime.İstibdat,isti’mar,emperyalizm,sömürü,köleleştirme,istismar,istihmar,eşekleştirme,ve bundan sonra halkdüşmanlarının ortaya çıkartacağı herşey!”
[6] 68 Kalem9 onlar senin [kendilerine] yumuşak davranmanı isterler ki kendileri de [sana] yumuşak davransınlar.10 Ayrıca,6 yemin edip duran alçağa uyma, 11 [yahut] iğrenç dedikodular yapan iftiracıya, 12 [yahut] iyiliğe mani olana, [yahut] günahkar zorbaya, 13 [yahut] ihtiraslarına esir olmuş zalime,7 ve bütün bunların ötesinde [hemcinslerine] hiçbir faydası dokunmayana.14 Onun mal-mülk ve çocuk sahibi olmasından mıdır 15 ki ne zaman mesajlarımız böyle birine iletildiyse, “Bunlar eski zaman hikayeleri!” demişti?
Bkz. Birr;2/177

15 Şubat 2010 Pazartesi

Benü Adem:Adem’in Evladlarına Yeryüzü Uyarıları!

Sure i A'raf'tan

Adem ve Eşine Cennet’teki Uyarıya Karşılık

Benü Adem:Adem’in Evladlarına Yeryüzü Uyarıları!



Atilla MORÇOL

   26-  “Ey Adem’in Çocukları, Biz Ayıp Yerler’inizi örtecek bir Elbise ve Sizi  süsleyecek bir Giyim sunduk. "Taqwa Giyimi"  daha Hayırlı’dır. Bunlar, Allah'ın Ayetleri’ndendir. Umulur ki öğüt alırlar.”

               “Direk İnsanlığa;”Beni Adem”;Ademoğulları (Ademin evladları!) olarak bir hitap;barındırdığı mesaj açısından da dikkat çekicidir.Beşer tarihi boyunca ve halen insani sorunlara kaynaklık eden sınıfçı,zümreci,asabiyetçi,ötekileştirici istizafa[1] ve isti’mara yol açan cahili politikaların,yöntem ve davranışların kol gezdiği bir vasatta, üzerinde durulmağa değerdir. Maddi yani görünür ayıp yerlerini örtecek bir libas  ve giyinme bilincini Allah beşere lutfetmiştir. Bunun yanında ve daha önemlisi, Ademoğullarının Ademden genetik olarak tevarüs ettikleri halid olma[2]  arzusunu örtecek taqwa libasınıda[3]   Allah Ademoğullarına bahşetti. Elbetteki Libası Taqwayı kuşanmak zordur. Aqabe Yokuşu[4] olarak (Beled Süresindeki iki yoldan zorlu yol,zorlu yokuş) belirtilen bu yol ve yöntem,İslam hayat tarzının altyapısını oluşturmaktadır. Libası Taqwayı kuşanabilmek; Tevhidi bir dünya görüşüne sahip olmayı gerektirir. Bunun üzerine Libası Taqwa ile Allah’ın razı olacağı bir hayat tarzı kendiliğinden  tesis edilmiş olur.Günümüzde Müslümanların Tevhidi bir dünya görüşü  ve buna bağlı İslam Yaşam Tarzı pratiklerindeki görülen zaafların temelinde, Libası Taqwayı bürünememekten kaynaklanan zaaflar olduğu görülmektedir.Şeytan ademoğullarına günahı ve haramı  süslü göstererek sewadlarını açığa çıkartmıştır. Bu noktada ademoğlu atası Adem aleyhisselam gibi "tevbe" edip Allah tan af dileyerek,kirden ricsten temizlenmesi ve akabinde libası taqwayı kuşanması gerekmektedir. Temizlenmeden,arınmadan,haramlara dalmışken yapılan ibadetlerin  ademoğluna  fayda vermemesinin sebebi budur. Müslümanların birbirleriyle güzel bir iletişim kuramamaları bundandır. Vahdetin önündeki en büyük engel;Libası Taqwayı kuşanamamaktır. Ademoğlunun sewadı (Kara nokta,ayıpyer,zaaf/aldanma noktası,yumuşak karın) açıktaykende doğru dürüst bir kulluk beklenemeyeceği gibi,yaptıkları amellerinde bir faydası olmayacaktır. bu nedenle tıpkı Adem as gibi tövbe edip,taqwa elbisesini kuşanarak Rabbimizin ve Halkın önüne çıkılması gerekir.Rabbimizin gösterdiği yol ve yöntem budur.
               Ademoğulları (Benü Adem!) hitabı, Veda Hutbesinde’de geçecektir. Bu hitap; renk,cins,bölge,aşiret,varsıllık ve benzeri tüm oligarşik farklılaşmaları, başta köleliği,istismarı ve istizafı mahkum edip iptal etmektedir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Ne beyazın siyaha üstünlüğü vardır nede arabın aceme!Hepiniz eşitsiniz. Allah indinde üstünlük Libası Taqwa iledir. Kim Allah’tan en çok sakınır üstün olan o’dur. Kalplerde olanı ancak Allah bildiğinden; müslümanlar arasında  “ben senden daha taqwalıyım!” iddiası  söz konusu olamaz.
               Libas,rıyşen (Süs,ziynet) temizlik ölçüsüne dikkat edilecektir.Asıl örten göz kapaklarıdır.Bu da taqwa ile harekete geçeceği açıktır.Asıl koruyucu budur. Şeytanın adamları yada kadınları, “teşhir” ediyorlar diye, onlara yönelmeyeceksin!Sewadını ortaya çıkartıp israf etmeyeceksin.Libası Takwayı kuşanarak gözlerini haramdan sakınacaksın. İşte Adem’in “Şecereyi Hult” serüveninin Ademoğullarına yani Bize anlattığı pratik budur. Zira harama her yöneliş,hesap gününden gafil olma,ölümsüzlüzlüğe sahip olma sanısıdır.

    27- “Ey Adem'in Çocukları, Şeytan, Anne ve Baba’nızın Ayıp Yerleri’ni kendilerine göstermek için, Onlar’ı Bahçe'den çıkardığı gibi sakın Sizi de çeldirmesin. O ve Taraftarlar’ı Sizleri görmektedir. Biz Şeytanları, inanmayanların Dostlar’ı yaptık. 

               Şeytanlar ve emrinde olanlar;iblisin Ademe yaklaştığı gibi sinsi ve aldatıcı yöntemlerle Ademoğullarına yaklaşacaklardır. Fısıldıyarak,tahrik ederek, Sewadlarını açığa çıkartacaklardır.Farketmediğiniz bir andan ve yönden; şeytan ve taraftarları Sizleri gözetlemektedir.Zira onların yegane işleri ayaklarınızı kaydırmak için çaba içinde olmalarıdır. Sewadlarınızı açığa çıkartarak,Ademoğullarını servet düşkünlüğüne,cinsel şehvete yöneltmektedir. Servet düşkünlüğü,birktirme,tüketim,lüks ve israf ile cinsel haramlarda Şeytan ve dostlarının Ademoğullarına ne tuzaklar kurdukları; sokaklarda,caddelerde,Tv lerde ve internet ortamlarında apaçık ortadadır. Ademoğullarının tüm bu tuzaklardan ancak Libası Taqwa ile korunacağı açıktır. Mükezzibiynin velisi Şeytandır.Aşağılık şeytanı veli edinenler elbetteki keni kendilerini aşağılığa mahkum etmişlerdir. Mü’minlerin Velisi ise Allah’tır. İzzet ve şeref Allah’a aittir. Allah’ı Veli edinenler elbetteki yükselir,izzet ve şeref bulur.

    28-“Onlar bir Fuhuş işlediklerinde: " Biz Atalarımızı böyle bulduk. Allah da  Bize bunu emretti." derler. De ki: " Allah, Fahşa’yı emretmez. Allah'a bilmediğiniz Şey’i  nasıl söylüyorsunuz?" 

               Hayat tarzları fahşa üzerine bina edilenler;”atalarımızın izi üzerine gidiyoruz.Bu en doğru yoldur.Kalbimiz temizdir.” Diyorlar. Oysa Allah Fahşayı yasaklamıştır.Ataları fahşayı emreden şeytana tapıyordu,böylece  kendileride şeytana tapıyorlar. Onlar Şeytanlarını takip ediyorlar ve şeytanlarını Allah zannediyorlar! Şeytanları onlara yaptıklarını nasılda güzel gösteriyor. Hidayeti arayana Allah doğru yolunu göstermiştir. Ağızlarıyla yalan söyleyenler şeytanlarının ayak izlerini takip ederek oyalanıp duracaklardır.

   29-“De ki: "Rabb'im Adalet’le davranmayı emretti. Her Mescid yanında Yüzler’inizi doğrultun ve Din’de O'nun içih Muhlisler olarak O'na Dua edin.  İlkin Sizi yarattığı gibi döneceksiniz." 

               Adalet Allah’ın emridir.Davud’a  as adaletle hükmetmesi[5] emredilirken aksi durumun hesap gününü unutmadan dolayı olduğu uyarısı adaletin itikadi bir boyutu olduğunu göstermektedir. Yüzlerin Allah’a doğrultulması,istikametin Allah’a doğru olduğunu göstermektedir. Her azasıyla insan Allah’a yönelirse muhlis olacak ve ancak muhlisin duası Allah katında karşılık bulacaktır.Ademoğlu; cıblak olarak yaratıldığı gibi,çıblak olarak O’na döndürülecektir. Bu dünyaya meyletmek,güvenmek,ebedi zannetmek yanılgısına düşmek hüsrana yuvarlanmaktır. Fıtrat dini; dünyada da Ahiret Yurdunda da saadet ve mutluluk vaadetmektedir.
              
30-“Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da Sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp Şeytanlar’ı Veli edinmişlerdi. Ve gerçekten Onlar’ı Mühtedi saymaktadırlar. “

               Hidayeti dileyene Allah hidayet verir. Israrla  şeytanın vesayetine giren ise sapıklığı hak eder. Allah’ı bırakıpta ki her şeylerini O’na boçlular ve Allah’ın huzuruna getirilip hesaba çekilecekken,şeytanın buyruğuna girmek büyük bir zulümdür. Buradaki “veli” kavramı türkçeye “dost” olarak aktarılması gerçek durumu  karşılamamaktadır. Veli edinmek,velayetine girmek,vesayetini yani amirliğini,temsiliyetini,kararlarını kabul etmek anlamınadır. Şeytanı veli edinenler,Allah’ın yasakladığı,haram kıldığı fahşayı,kendilerine helal kılanlardır.Şeytan  onların sewadlarını açığa çıkartarak, fahşayı tavsiye etmiş ve güzel göstermiştir.Onlarda nefislerine hoş geldiğinden ve hesap gününü de unuttuklarından fahşaya dalmışlardır.Böyle yapıncada şeytan onların evladlarına ve mallarına ortak olmuştur.Onlar mallarını ve çocuklarını şeytanının hizmetine sunmuşlar,şeytani bir yaşam tarzı için israf etmişlerdir.Nefislerini,evladlarını ve mallarını israf etmişlerdir.İsrafla daldıkları zevkler,eğlenceler,lüks yaşam,her istediğini elde etme müsrifleri ebedi kılacağını zannetmelerine neden olacak böylece şeytanının (la) tuzağında  bocalayıb duracaklardır.Hesap günü ise onlara aşağılayıcı bir azab vardır.Bizi yoldan çıkrttın demelerine karşılık velileri onlara,"hayır,ben sizi zorlamadım sadece fahşayı size güzel gösterdim sizde inandınız.zaten siz buna meyyaldiniz" şeklinde  cevap verecektir. İşte Allah insanları böylece uyarmaktadır,hesap gününde olacakları tablolar ve tasvirlerle açıklamaktadır ki; hüsranı yaşamamak için Ademin Evladları tedbir alsınlar diye.Kuran niyeti olanlar için hidayet kaynağıdır.

   31- “ Ey Ademoğulları, her Mescid yanında Ziynetler’inizi takının. Yiyin için ve israf etmeyin. Çünkü O,  İsraf edenler’i sevmez.”

               Bu ayette;Ademe ve eşi Havva’ya Cennetlerinde yapılmış uyarıya benzer bir durum söz konusu. Yeryüzünün üç hususiyeti Vahiyle insanın dikkatine sunuluyor: Gecici bir mekan, konaklama yurdu,ihtiyaçların giderilmesi,geçimlik. İnsan yeryüzünde kısa bir ömür denen süreyle misafirdir. Yeryüzü; insanının seyrü seferinde bir konaklama noktasıdır. Ahiret Yurdu içinde bir yararlanma yurdudur.Bu hududlar unutulduğunda  insan için tehlike başlıyor demektir. Şeytan bu gerçeklikten gaflete düşen insanı kolayca aldatarak, insanı  hiç ölmeyecekmiş gibi bir zanna yönelterek yeryüzünde ebediyyen kalacağı hülyasına sürüklemektedir. Cennette; israfa karşılık gelen, ‘yasak Ağaçtı’. Yer yüzünde ise;yasak ağaca karşılık; ‘yiyin,için ama israf etmeyin!’ emrindeki 'israf '. Mescid yanında ziynetlerinizi kuşanın. Ama Allah israf edenleri (Müsrifleri) sevmez. Ziynet rıyşen,üstünlük,gösteriş,farklılık sınırlarını aşmamalıdır. Bu bizatihi İslamın kerih gördüğü bir durumdur.Cahili yaşam tarzının istinat ettiği, toplumsal tezat yani çelişkiden doğan sapmalardır bunlar. Makul ölçülerde güzel ve temiz  libasların giyilmeside anlatılmaktadır. Bu anlatımın arkasında asıl dikkat edilmesi gereken,Mü’minlerin kuşanması gereken taqwa libasıdır. Güzel ahlak,ihlas,sevgi,muabbet,isar,kardeşlik ve  emredilen qıbleye gönülden ram olma durumudur. Böyle olursa, Qıble yönelenlerini güçlü kılar.[6] Birbirlerini seven,saygı duyan,dayanışma ve yardımlaşma duygularının kardeşlik hatta isar seviyesine çıktığı bir nicel olgunluk ümmetleşmeyi  oluşturacaktır. Evlerinizi qıble haline dönüştürün. Evlerinizde birbirinize sevgi saygı ve kardeşlik duyguları ile hep birlikte Allah’a yönelin. Allah’ın size gönderdiği Vahyi tertil edin. Bir evde bir aile ferdinin fire vermesi,o aileyi zaafa uğratır. Evleriniz cahiliyenin nufuz edemediği nadir alanlardır.Orada güçlenin,şuurlanın,bilgilenin.Cahili normların yoğun olarak yaşandığı ‘Dışarısı’ için daha donanımlı hale gelin. Söylemin gücü ve tutarlılığı dolayısıyla toplumda olumlu yankı bulması ilim ve hikmetle olduğu bilinen bir gerçekliktir.
               Adem ve Eşinin  Cennette, “ yiyin,için ama şu Ağaca yaklaşmayın” uyarısını hatırlarsak,onlara Cennette her nimetin tasarrufu helal kılınmıştı.Tasarrufta bulunmak helaldir. Bu dünya içinde böyledir. Allahın verdiği nimetlerden tasarruf etmek insana verilen bir haktır ve helaldir.İhtiyaç meşruiyetin sınırıdır. İhtiyaçtan fazlası yoksulun,mahrumun hakkıdır.İhtiyaç fazlasının atıl olarak saklanması,kaynak  israfıdır. Yerli yerince sarf edilmeyen kaynak israf edilmiş demektir. İsraf etmek, şeceri hult mesabesindedir ve yasaktır. Sarf helale,israf harama tekabul etmektedir.Adem yasak ağaca yönelerek israf etti.Unutulmaması gereken hayati ehemmiyete haiz konu;herkesin kendine mahsus 'israfı' olduğudur. Yani her Müslümanın 'Yasak Ağacı'  farklı farklıdır.Ve her kes Yasak Ağacına ne kadar yaklaşmıştır,yada ne kadar Libası Taqwayıa  bürünerek korunmuş olduğunun şahididir. Yeryüzünde geçici olma,ahiret yurdunun da ebediliği bilinci,iman edenlerin yeryüzünü bir faydalanma ve geçimlik yurdu olarak görmelerini gerektirir. Asıl yurd ahiret yurdu ise orada rahat etmek için yeryüzünün hayr toplama yurdu olarak görülmesi imanın bir gereğidir. Rasulullah'ın kendisi ve ailesi için kifayet miktarınca gecimlik talebi bu nedenledir.
               Hulasa, nimetleri yerli yerince kullanmak sarftır,aksi durum saçıp savurmak yada hiç kullanmadan atıl tutmak israftır. Her nefis israfına da şahiddir,takwasına sarılıp tasarrufunada şahidtir.
 
                                   elhamdulillahirabbilalemiyn!


[1]İstizaf ve İsti’mar:”İnsanı mesh eden,değiştiren,aslını bozan,yabancılaştıran,çirkinleştiren,mağlub edp ezen,bütün insani maddi ve manevi değerleri yok eden şey.İstizaf;insan ve insanlık karşıtı bütün sistemleri,insan hayatını felç eden bütün amilleri kapsamına alan bir kelime.İstibdat,isti’mar,emperyalizm,sömürü,köleleştirme,istismar,istihmar,eşekleştirme,ve bundan sonra halkdüşmanlarının ortaya çıkartacağı herşey!” Merhum Ali Şeriati Hacc.
[2] Ölümü ve hesap gününü unutarak, ölüsüzlüğe sahip olma arzu ve  kuruntusudur ve tüm sapmaların,günahların ,aldanışların ana zaaf noktasıdır.
[3] Waraqayı Cennet;Adem ve Havva şecereyi hulta yanaşması,halid olma arzularının ortaya çıkmasıyladır.Bu ayıbları,yani yasak ve nefsani arzularının açığa çıktığını görünce utandılar ve taqva varakları olan pişmanlık , üzüntü ve mahcubiyet ile bu ayıblarını örttüler.
[4] 90 Beled “   10-Ve ona iki YOLU göstermedikmi?! 11-Ama insan,AGABEYE yönelmedi.12-Bilirmisin nedir Agabe ?13-O kölelik ve istismarla mücadeledir,14-Yahut açlıkla ve yoksullukla mücadeledir,15-Yakını olan yetimi gözetmedir,16-Yahut toprağa bulanmış yoksulu doyurmaktır.17-Sonra iman edenlerden olmak ve sabrı ve merhameti tavsiye etmektir.18-İşte Akabeye yönelenlerdir Doğruluğa erişenler!

[5] 38Sad 26[Ve şöyle dedik:] “Ey Davud! Seni [bir Peygamber ve böylece] yeryüzündeki halifemiz kıldık: öyleyse insanlar arasında adaletle hükmet, boş arzu ve heveslere uyma, sonra onlar seni Allah yolundan saptırır: Allah yolundan sapanları ise, Hesap Günü'nü unuttuklarından dolayı şiddetli bir azap bekler!”         “
            Davud’a adaletle hükmetmesinin gerekliliği ve aksi durumun ciddi sonuçları açıklanır ve sosya ekonomik yapının adalet ve kıst üzere olması emredilir.Mülk belli kişiler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın. Herkes nasibince adil bir şekilde yararlansın.Allah bunun için yaratmıştır nimeti.

[6] Kıble ve Kabile ayni köktendir.Güç,dayanışma,yardımlaşma ifade eder. Ayni Qıbleye yönelmenin şuurlu bir eylem olması halinde,Qıble Ehli arasında doğacak olan güç ( enerji ) yeryüzü vasatında beşerin içinde vasad bir ümmed ortaya çıkartacaktır. Bu Ümmed yeryüzüne vaziyet edecek tüm beşer alemine şahidlik görevini ifa edecek,yeryüzü tevhid, adalet,eşitlik ve özgürlük yurduna; ” Darusselam ” a  dönüşecektir. Bu muzzam devrim için öncelikle Libası Taqwa’nın kuşanılması  şarttır.

12 Şubat 2010 Cuma

Yoksulluğu Tekrar Düşünmek


Yoksulluğu tekrar düşünmek


Atilla MORÇOL

            Savaş dönemleri dışında yoksulluk,sefalet ve açlık son yüz yıldır artık sorun olmak bir yana facia boyutlarına ulaşmıştır. Büyük ölçüde  İstismara dayalı mevcut uluslar arası ekonomik sistemin neden olduğu bu facianın yaralarının sarılması, Bahçe Sahiplerinin vicdanlarının uyanmasını bekleyemeyecek bir aciliyete sahiptir. Her gün yüzlerce insanın açlıktan öldüğü bir dünyada, bu faciaya bigane kalmak;vicdanla, erdemle, insanlık onuru ile bağdaşmayacağı açıktır. Yapılması gereken erdemli insanların imkanlarını,birikimlerini,potansiyellerini organize ederek bu yaraya merhem olmaktır. Çok şükür ki;Ülkemizde ve İslam Ülkelerinde hatta Batılı Ülkelerde yaşayan müslümanların kurduğu ‘Erdem Toplulukları’ İHH,Cansuyu, Islamic Society of Jabalia, Zamzam Foundation, Khubaib Foundation, Muslim Aid gibi uluslar arası boyutta yardım faaliyetlerini organize eden yüzlerce vakıf ve dernek olması,insanlık için  büyük bir kazanımdır.
            BM uzmanlarının  "Yoksulluğu tekrar düşünmek" başlıklı raporlarında, son küresel ekonomik/mali krizden önce bile dünyadaki yoksullukla ve açlıkla mücadelede mesafe alınamadığını,aksine söz konusu krizle birlikte milyonlarca insanın açlık sınırının altına düştüğü bilgisine yer veriliyor. Ayni Rapor; Sahra altı Afrikası'nda ve Asya'nın bazı bölgelerinde açlık ve yoksulluğun halen çok fazla olduğu, gıda fiyatlarındaki artış nedeniyle 100 milyondan fazla kişinin, ekonomik kriz nedeniyle 2008-2009'da 200 milyon kişinin daha yoksul hale geldiği vurgulandı. Yine,Afrika'da yaklaşık 388 milyon kişinin günde bir dolardan daha az parayla yaşadığı, bu kişilerin sayısının 1981'de 212 milyon olduğu,altı çizilen bilgiler arasında yer alıyor.
            Müslümanlar “mükezzibin” gibi davranamaz. Allah’ın verdiği nimetlerden ihtiyaçlarını israf ve tasarrufa riayet ederek gidermeleri haklarıdır ve helaldir. Ancaak,”ben zekatımı ödüyorum,sadakamı veriyorum,istediğim gibi,canımın çektiği şekilde kimseden geri kalmadan malımı  harcarım,tüketirim!” demek müslümana asla yakışmaz. Rasulü Ekrem’in sav ;” Komşusu aç iken, kimki  tok yatar; bizden değildir!”  uyarısı tam da bunu anlatmaktadır. Bu gün, dünyanın açlık ve sefaletin pençesinde inleyen bölgeleri ve halklarından haberdar olmak,onlara ulaşmak,yardım organizasyonlarına katkıda bulunmak,kalkınmalarına,kendi kendilerine yeterli olmalarına  yerdım etmek çok kolaylaşmıştır. Kimse; “bilmiyordum!”, “görmüyordum!”, “Nasıl yardım edelim,nasıl ulaştıralım?” gibi mazeretlerin arkasına sığınamaz. Mahrumların imdatlarına gece gündüz çare arayan, kendilerini yoksul,yoksun,mahrumlara adamış,genç fedailer; vakıflar ve dernekler altında büyük bir fedakarlık ve adanmışlıkla çalışıyor didiniyorlar. Açlıktan bitab düşmüş insanların İmdadına mükezzibinin pişkinliği ile duyarsız kalamayız. Az verip çok verdik edaları müslümana yakışmaz. Müslüman her israf harcamasının,lüksün ve gösteriş tüketiminin; açlıktan ayağa kalkamayacak olan onlarca miskini ayağa kaldıracağının bilincinde  olmalıdır. Yoksul,yoksun ve mahruman, Allah’ın Halkıdır. Allah bahçe sahiplerinden,nimet verdiklerinden; ebedi Cennet karşılığında,yoksulluktan bitab düşmüş mahrum halkına yardım edilmesini istiyor. Hatta bu yardımları; Allah’a verilmiş bir borç kabul ediyor. Unutulmamalı ki,bahçelerine yoksulları sokmayı düşünmeyenler,bu dünyada da hesabını öderler. Ahiret yurdunda ise; ancak ahidlerine sadakat gösterenlerin  girdiği ebedi Cennet’e, sokulmayarak dehşet verici bir hüsranla karşılaşmanında olduğu, hesap edilmelidir. Diyorlar ki ne zaman? Her an, belki bu dünyada ama ahiretteki baki ve kesin!
            Çok geç olmadan bir yardım kuruluşu ile irtibata geçerek vereceğimiz sadaka,Allah’a olan sadakatimizin şahidi olacak,bahçelerimize sokacağımız yoksullar,Allah’ın Cennet Bahçelerine girmemize vesile olacaktır. Vermeden ummak,vermeden almak,merhamet etmeden merhamet ummak aldanıştır.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Halife İnsan:Kimin Halefi?



Bismillahirrahmanirrahıym!
Halife İnsan:Kimin Halefi?
            «Hani Rabbin meleklere 'ben yeryüzünde bir halife yara­tacağım' demişti de melekler, 'Ya Rabbi sen yeryüzünde kar-gasalık çıkaracak kanlar dökecek birim mi yaratacaksm? Oysa biz seni Överek tesbih ediyor, takdis ediyoruz' dediler, Allah meleklere 'ben sizin bilmediklerinizi bilirim' dedi.
Allah Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra bütün nesne­leri meleklere göstererek, 'haydi eğer davanızda haklı iseniz bunların isimlerini bana söyleyin' dedi. Melekler 'Ya Rabbi, Sen yücesin, bizim Senin bize Öğrettiklerin dışında hiçbir bilgimiz yoktur, hiç şüphesiz Sen herşeyi bilirsin ve yaptığın yerindedir', dediler.
Allah Adem'e 'ey Adem bunlara o nesnelerin adlarını bil­dir' dedi. Adem, meleklere bütün nesnelerin isimlerini bildirin­ce Allah, Onlara: 'ben size göklerin ve yerin bütün gizliliklerini, ayrıca sizin bütün açığa vurduklarınızı ve içinizde sakladıkları­nızı bilirim dememiş miydim?' dedi.»[1]
            “Halife kelimesi, h-l-f (halefe) kökünden türemiştir. Halefe, geride kaldı, sonradan geldi anlamındadır. Halife, selefin yerini alan, sonradan gelen (nesil), istihlâf edilen, birinin yerine bırakılan demektir. Aynı zamanda bu kelimenin kapsamı içinde vekâlet ve yöneticilik de vardır. Hilâfet, halife olmak, halifelik, reislik, başkanlık, birinin yerine geçmek, onun adına iş yapmak ve onu temsil etmek anlamına gelir. Istılahta ise; "Hz. Peygamber (s.a.s.)'den sonra, Ona halef olarak mü'minlere emîr olmak" şeklinde tarif edilmiştir. Bey'at sonucu mü'minler adına tasarruf yetkisine sahip olan ve ahkâmın tatbikini sağlayan kimseye halife denir. 
Halife’nin çoğulu halâif ve hulefâ’dır. İstihlâf ise, birini halife (temsilci/ardçı) kılmak anlamındadır. H-l-f (halefe) kökünden türeyen kelimeler Kur'an'da çokça (127 yerde) geçer. Ama konumuzla direkt ilgili olarak halife kelimesi Kur'an'da 2 yerde (2/Bakara, 30 ve 38/Sâd, 26), halife'nin çoğulu halâif 4 yerde (6/En'âm, 165; 10/Yûnus, 14, 73; 35/Fâtır, 39), Hulefâ kelimesi de 3 yerde (7/A'râf, 69, 74; 27/Neml, 62) geçer. İstihlâf kelimesi ise Kur'an'da 4 ayette (6/En'âm, 133; 7/A'râf, 129; 11/Hûd, 57; 24/Nûr, 55) zikredilir. Yine konuyla dolaylı ilgili half kelimesinin de 2 ayette (7/A'râf, 169; 19/Meryem, 59) geçtiği görülmektedir. “[2] 
           Kur’anAdemle ilgili olarak ve Ademin Evlatları hakkında; 1- İnsan;'Eşref-i mahlukat’tır 2- İnsan;'Allah’ın halifesi’dir 3- İnsan;'Özgür irade sahibi’dir. Bu üç konu üzerinde düşünmeye değer konulardır ve 'İnsan' olmak,bu üç konuya Vahyin getirdiği açılımı yakalaybilmeye bağlıdır. İnsan eşrafi mahlukat oluşu;yeryüzü ve semavatta yaratılmışların içinde merkezdeki tek varlık oluşudur.İlahi Alaqaya birinci derecede mazhar olan İnsandır.Yeryüzü ve semavat İnsanın hizmetine sunulmuştur. İnsanın özgür irade sahibi olması bir vakıa ve imtihandır. İnsan kendi özgür iradesiyle tüm zorluklara ve tuzaklara rağmen iradesini Rabbinine has kılarsa; yüz akıyla imtihanı vermiş ve el İnsan olmuştur.İnsanın Allah'ın Halifesi oluşu;irade sahibi tek varlık olması ve esmasını temsile liyakatlı yaratılmasıdır.


Beşerden el İnsan’a
            İnsan irade sahibi,heva ve hevesleri ile nefsi olan bir varlık olarak yaratılmıştır.Daha Cennette iken onca nimete rağmen şeytanın bir iğvası ile “yasak meyveden” yiyerek Cennetten çıkartılmıştır. İnsan Halife olarak yaratılmıştır:” 'ben yeryüzünde bir halife yara­tacağım'”  Herşeyin Meliki,İlahı ve Rabbı Allah,Ademi İradesi üzerinde Halef kıldı. Allah Ademi ve Eşini Cennete yerleştirdi.Ve ” «Dedik ki: Ey Adem, sen ve eşin Cennet'e yerleşiniz, ora­nın yiyeceklerinden istediğinizi bol bol yiyiniz, Fakat şu ağaca yaklaşmayınız- Yoksa zalimlerden olursunuz.”  Derken bir gün veya bir zaman Şeytan onlara yaklaştı: fıtratlarının içinde saklı olan ebedilik ,sahip olma duygusunu onlara göstermek,hatırlatmak için  harekete geçip,  ikisine birden fısıldayarak: “Rabbiniz sizi bu ağaçtan ancak, melek olmanız veya burada ebedi olarak kalanlardan olmamanız için yasaklamıştır” dedi. Ve onlara: “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyen biriyim” diye de yemin etti.[3] Ve böylece onları yanıltıcı düşüncelerle yönlendirdi. “ Fakat o ikisi sözü geçen ağaçtan tattıklarında, birden utanç yerleri açılıp ortaya çıktı ve çıplaklıklarının farkına vardılar.Bu insanın Allah’tan gafil olduğu en büyük aldanış noktasıdır.Sahip olma  duygusu ve sahip olduğunun kendini ebedi kılması kuruntusu, Allah’a karşı insanın en büyük cürmüdür. Ve hemen hatalarını anladılar. Zira Adem Halife olarak yaratılmıştı ve O’na meleklerin dahi bilmediği “İsimler” öğretilmişti. İlim ve Hikmet sahibi olarak yaptıklarının ne manaya geldiğini bildiler. Şiddetle utandılar. Utançlarını Varakayı Cennet olarak zuhur eden takva örtüsü ile örterek Rablerinden mağfiret dilediler. İblis gibi davranamazlardı.Zira İblisten üstün yaratılmışlardı. Bunun üzerine, Rableri onlara şöyle seslendi: “Ben size o ağacı yasaklamamış mıydım? Ve şeytanın göze görünmese de size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?” Adem ilk sınavını kaybetti.Ama bu İblis karşısında yenilmiş anlamına gelmemektedir. Halef kılındığı iradesini Sahibinden gaflet ederek ebedileşme,sınırsız sahip olma arzusuyla kullanmış olmasına rağmen hatasını anladı ve mağfiret diledi.O’nun  Cennetten çıkartılması zaten gerekliydi. Zira Rabbi O’nu yeryüzü için yaratmıştı. Adem iradesini Allah’a teslim kılmak için yaratılmıştı.Kendi özgür iradesiyle Allah’ın koyduğu hudutlar içinde bir yaşam için yaratılmıştı.Bunu başaracak donanıma da sahipti. Adem kalbi bir pişmanlıkla Rabbinden af diledi.Kendi nefsine zulmettiğini itiraf etti.İblisin yaptığı gibi yapmadı. Gafur ve Rahim olan  Allah; Onu affetti ve  yeryüzüne   yerleştirdi.
             İnsanın Halife olarak yaratılması, iradesi üzerinde Halife kılınması,insanın tüm duygu,düşünce eylemlerinden oluşan ilişkilerini kapsayacak ve kuşatacak sonuçları olan bir durumdur.İnsan Halife olarak yaratılmamış olsaydı,bir tür melek,yada fıtri olarak nefsini kötülükten ve haramdan uzak tutmaya ayarlanmış bir tür olurdu,Allahu Alem.Zira kainatta şuurlu ve şuursuz,canlı ve cansız tüm yaratılmış varlık alemi (İnsan ve Cin hariç) Rabbin iradesine boyun eğer bir şekilde yaratılmıştır.Allah’ın iradesi dışında İnsandan başka hiçbir varlığa,bir irade ve kendi iradesi üzerinde hakim olma rolü verilmemiştir.Çünkü Allahın iradesi tüm kainatı kuşatmış, herşey O’nun koyduğu Sünnetullah ve Adetullah çervesinde olup/bitmekte,akıp/gitmektedir.İnsana gelince burada farklı bir durum vardır.Ve bu nedenlede Allah;“Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım!” buyurduğunda tüm Melekler hayrete düşmüşlerdir.Çünkü bu olağan bir durum değildir.Velevki daha önce de böyle bir varlık yaratılmış olsun,bu olağandışı durumu değiştirmemektedir.Buradaki olağan dışılık Allah’ın İradesinin dışında kendi iradesi olan ve bu iradesini özgürce ve hiçbir zorlama olmadan kullanabilecek bir türün yaratılmış olmasıdır.Yani İnsanın İradesi üzerinde Allah kendi adına insanı halef kılmasıdır.Davud Aleyhisselamı yeryüzüne “Halife“ kılması gibi.İnsanın İradesi üzerine halef kılınması ile insanın eşya üzerine yada bir ülke üzerine  halef kılınması arasında mahiyet farkı yoktur.Allah İnsan’ın İradesini kullanmada onu muhayyer bırakmıştır. Ama İnsanın iradesini kullanırken ondan Hak ve adalet ilkeleri ile kullanmasını beklemektedir.[4] Hak ile iradesini kullanacakmı,yoksa hevasına uyarak iblisin ayak izlerinimi takip edecek? Balçıktan yaratılan Adem;halife insan olarak tarih sahnesine çıkartıldı.Ademin çocukları ise,sudan yaratıldı ve beşer olarak yeryüzü sahnesinde yerini aldı. İradesi üzerinde Hak ile hükmetmesi durumunda el insan’a dönüşecek ve Ademin varisi olmaya hak kazanacaktır.[5] Hak ile iradesini kullanacakmı kullanmayacakmı,   Ancak insandırki,  Allah; İnsana Vahyederek,ona iki yolu gösterdi.[6] Bu iki yoldan hangisine yöneleceğine kendi iradesi ile insan karar verecekti.Çoğunlukla İnsan kolay yolu seçti, Aqabeye (Zor yola) yönelmedi.Bunlar Ashabı Me’şeme dir. Kolay yolu,nefsin istediği yönü seçenlerdir. Halife olarak yaratılma hikmetine uygun olarak İradesini Allah’a teslim edenler ise; Ashabı Meymene ve Sabigun[7] olarak  vasıflandırıldılar.Halife olarak yaradılış hikmetinin dışına çıkmayarak nefislerini zulümden koruyanlar ve Kurtuluşa erenler Bunlardır. Ashabı Meş’emenin yeri ise;Rablerine nankörlük etmeleri ve nefislerine zulmü bulaştırdıklarından  dolayı gidecekleri yer Haviyedir.
Hilafet Görev Bilincini Kuşanmaktır.
            Hilafetin görev fonksiyonu kulluk ve ibadetin boyutlarını aşar. İnsana verilen irade,duygu ve düşünce,merhamet ve yardımseverlik fonksiyonları ile Rabbin terbiyesinde Mugarrebun Mertebesine (Öncüler) ulaşması, Allahın Halife Yaratma Muradının gerçekleşmesi anlamına gelecektir. İnsanda Halife olma enerjisi ve yeteneği vardır,esfele safiliyne inme temayülü olduğu gibi.  İnsanın bu gün geldiği bilimsel seviye,Ona verilen bu yetenek sayesindedir. Tıbbi,elektronik,bilgisayar alanlarındaki son gelişmeler İnsanın Halife olarak ne denli farklı ve üstün donanımlara sahip olduğunu göstermektedir. Burada asıl sorun,insan enerji ve yeteneklerini kendi iradesiyle Hayrda mı yoksa şerdemi kullanacağı sorunudur. İradesini Hayr yönünde kullanması,İnsanı Halife kılar,Şer yönünde kullanması durumunda  ise esfelesafiliyn derecesine indirir. Bu Meleklerle İnsan arasındaki farktır. Halife insanın  meleklerden üstün olması bundandır.  Rasulullah Halife İnsana en güzel örnektir. Onda iman edenler için güzel örnekler olmasına dikkat çekilmesi, beşerden el insan olma seyrinde güzel bir örneklik oluşturmuş olmasıdır. Halife olma iradesini gösterenler Rasulullah gibi olma iradesini göstermek zorundadır.
            “Bizim nasıl Allah'ın muradı olduğumuzu anlamak için, Şeytan'ın neden secde etmeyi reddettiğini bilmemiz lazım. Bu aynı zamanda varoluş, anlam ve amaçla ilgili bizim hikâyemizdir.Kur'an bakış açısından gökler ve yer ve aralarındaki muazzam tabiat insan için ve insanın yararına yaratılmıştır (35/Fatır, 12-13). Dünya varlık âleminde biriciktir (35/Fatır, 27-28). Göklerin ve yerin boşa yaratıldığını ancak hakikati inkar edenler söyleyebilir (38/Sad, 27; 44/Duhan, 38-39.) Bugüne kadar sahip olduğumuz bilgilerden hareketle şöyle bir sonuca varmamız mümkün: Uzayda yer alan sistemler bizim içinde yer aldığımız Samanyolunu, Samanyolu Güneş sistemini ve Güneş sistemi de bizim dünyamızı bu kıvamda tutmak üzere fonksiyon görmektedirler. Uyduyuz, ama değerli bir inci gibi her türlü tehlikeye karşı kenarda-kıyıda saklanmak üzere böyle tutuluyoruz. Bütün bu sistemler "Allah'ın mülküdür"  ve belli bir vakte kadar bizim yararımıza çalışıyorlar [8]
            Bu yüzden namaz kılmayan Müslüman -ki Müslüman bittabi namaz kılar- Şeytan gibi Allah'ın azametini ve muradını ve insanın saygınlığını, yani aslında kendi asli misyonunu ve şerefli rolünü reddeden kimsedir. Namaz kılmamak Şeytan'ın suçuna iştirak etmek, Allah'ın muradına karşı olmak, onun tezini kanıtlamasına yardımcı olmak suretiyle kendimizi de inkar etmeye kalkışmak demektir.Tüm itaatsizlikler bu anlama gelmektedir. Adaleti ve kıstı ayakta tutmakta böyledir. Adaletsizlik şirktir. Adaletin ayakta tutulduğu bir vasatta ancak Tevhidden bahsedilebilinir. Bu yüzden şirk adaletsizliğin fasid hali, Adalet ise Tevhidin nimetidir.Ki büyük bir adaletsizlik ve zulüm dürki, El İnsana yakışmayan her düşünce ve eylem;şeytanı Allah karşısında haklı çıkartma anlamına gelmektedir.Oysa İnsanın itaatsizlik  için yaratılmış olduğunu kimse iddia etmemektedir.  Allah'a itaat adalettir.
            Fakat melekler bu konuda hiçbir şey bilmemektedirler. Çünkü sınırlı bir bilgi ile yaratılmışlardır. Bu bilgileri ile ancak Allah'ı överek tesbih edebilir, O'nu ibadetle kutsayabilir ve kendi özel şartlarında yaşayabilirler. Böylece Allah onlardan yeryüzündekileri tanımalarını istemekte ve önlerindeki cahilliği aydınlatmaya çalışmaktadır. Onlar ise bilgisiz­liklerini tam bir İtaat ve kutsama ile itiraf ediyorlar. Al­lah onların bu düşüncelerini daha da pekiştirmek amacıy­la Adem'den bildiklerini onlara Öğretmesini istiyor. Adem de  bunların  hepsini  onlara  öğretiyor.   Böylece  imandan kaynaklanan bilgi tamamlanıyor, deney yolu ile de ispat­lanmış oluyor ve bu bölüm, mutlak ilmi yalnız Allah'a ait olan, buna karşılık tüm yaratıklara da sınırlı bilgiyi ve­ren sürekli,  kapsamlı ilahi gerçekliği aşılamaya çalışan ayetle sona eriyor. Buna göre her yaratık bir görev için yaratılmıştır. Bu kez herkes   kendi   görevini   bilmelidir. Bilmediği zaman Allah'ın işlerine burnunu sokmamakdır. Allah'ın ona öğretmesini beklemelidir ya da hikmetini ve sırrını bilmese de her şeyin Allah'ın hikmetine göre mey­dana geldiğini kabul eden bîr huşu içinde hareket etme­lidir.[9]
Hulasa
            Allah’a itaatsizlik  Günahtır.Doğruluğun karşıtı  da sapıklıktır.Zulüm;Allah’ın yaratış hikmeti ve amacının dışına taşmaktır. Eylem ve düşünme olarak bu böyledir.İnsan itaatkar olsun diye yaratılmıştır. Ama isyana eğilimide vardır. İtaat meyli ve donanımı da, Asiliği ve tuğyanıda kendi eliyledir. Kolaya meyyal,zora ise iştahsızdır. Kanma,kandırılma konusunda insan zayıftır.Hatırlayacak olursak;Adem Cennette yaşaması için değil,Dünya da yaşaması için yaratılmıştır. İnsanlığı yeşertmek için. Adem’in ve eşi Havva nın yaratılıp yerleştirildiği Cennet,Ölümden  Hesap Gününden sonraki Cennet değildir. Orada, yeryüzündeki serüveninde en zayıf noktası konusunda tecrübi bir donanım elde etsin,bu zayıf noktasının apaçık düşmanının kullandığı zaafı olduğunu görsün murad edilmiştir. Adem hata yada farketmez bir günah işledi ve Cennetten Kovuldu. “Biriniz birinize düşman olarak oradan inin “ dendi. Adem “Tevbe “etti. Ve Allah’ta  Onu affetti. Onun günahı bilerek ve ısrarla işlenmiş bir günah değildi. Aldanarak işlemişti. Nihayetinde  o bir insandı ve günah işlemeye de temayüllü yaradılmıştı.Ve unutulmaması gereken bir hususta Allah Ademi Cennet için değil Yeryüzü (Dünya) için yaratmıştı. Adem öyle bir varlıktı ki o  aldanmaya mutlaka düşecekti. Öyle de oldu. Ve yaratılış maksadına uygun olarak Adem’in Yeryüzü serüveni başladı. İnsan’ın iblisle mücadelesi İlk Cennette başladı.Bu Ademin Yeryüzü serüveni boyunca Şeytan ve Güçleri ile İnsanlığın Mücadelesi tarihinin başlangıcıdır. Hakla Batılın Mücadelesi bu mücadeledir. Tüm Muvahhidlerin  şeytan ve şeytani güçlerle mücadelesi Kıyamete kadar sürecektir. Kıyamet tarihin,yeryüzü serüveninin  sonudur.
«De ki ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar; Çünkü o esirgeyen ve bağışlayandır.»[10]  
            Allah’ın Halife olarak yarattığı Adem’in, yaratılış serüveninin başında  İblis’in itaatsizliği,kovulmuşluğu ve Halife İnsanı yoldan saptırıcı ayartıcılığı ile karşılaşıyoruz. Ve  ilk Halife İnsan Adem’e hayatının başlangıcında esaslı bir  aldatma ile onların ayaklarını Cennetten nasıl kaydırdığını öğreniyoruz. İnsanın Halifeliği ile İblisle mücadele arasında sıkı bir ilişki olduğu muhakkak. Halife insan; iblisin tüm iğvalarına,kandırmalarına ,vesveselerine pirim vermeyen,kovulmuş iblisi ve yandaşları olan kişi,kurum ve kuruluşları tekzip edip gayrimeşruluğa mahkum etmekle yükümlüdür. Ve bu yükümlülük Onun Halifeliğini belirleyen önemli bir husustur ve Rabbin Nas tarafından verilmiş bir görevdir. Ademin balçıktan yaratılıp ona isimler öğretilerek Halifeleştirilmesine karşılık,Ademoğulları “atılmış bir sudan” belli bir dönem ana rahminde dünyaya hazırlanan bir beşer olarak yaratılmıştır. Beşer olarak yaratılan Ademoğulları, ilim ve hikmetle,Ademin varisi  el insana yükselmesi için bir seyrü suluk izlemesi gerekmiştir. Balçıktan yaratılmış Adem ile atılmış bir sudan yaratılmış Oğulları arasındaki farktır. Adem bizatihi Allah tarafından insanı kamil olarak yaratılmıştır. Oğulları ise şehvet suyundan beşer olarak yaratılmıştır. İradesiyle iki yol ayrımına bırakılmış; Allah’ın iradesine boyun eğib iradesini Allah’a teslim eden bereş,insan olmayı kendi eliyle kazanması murat edilmiştir. Böylece Ademoğlu Ademin varisi olmaya hak kazanacaktır.
            Hz.İmam Ali’nin ve hem de  İmam Sadık (Sa)  şöyle buyurdukları nakledilmiştir.:”Bil ki insanın yaratılış şekli, Allah’ın mahlukatına en büyük hüccetlerindendir; İnsan Allah’ın eliyle yazdığı kitaptır,Allah’ın hikmetiyle kurduğu bir şehirdir,alemlerin suretinin toplamıdır,levhi Mahfuzdan bir özettir,o her gaip olana şahittir, her hayra götüren dosdoğru yoldur ve cennet ve cehennem arasındaki yoldur.”
            “Neticede insan,Allah’ın yaratıklarına Halifesidir;ilahi surette yaratılmış varlıktır,beldelerinde tasarruf edendir,Allah’ın isimleri ve sıfatları ile süslenmiştir,Allah’ın mülk ve melekut aleminin hazinelerinde tasarruf hakkı vardır,ruhu ilahi alemlerden üflenmiştir,zahiri mülk ve melekut nüshasıdır,batını ise hiç ölmeyen hay olan Allah’ın hazinesidir.” [11]
            Makam ı  Nun; yaratılmışın çıkabileceği en son makam. Nun; Yüce Allah’ın zatında eriyen ,fani olan muheymin meleğinin halidir.Allah’ın cemali ve zatının tecelligatı karşısında derin bir “Hayranlık” anında donup kalan ve hayranlığı biteviye devam etmekte olan Müheymin Meleğinin sembolüdür. Nun üstü açık bir daireye benzediğinden,yukarı doğru iki ucu ile insanı andırır. Hayranlıktan donup kalan insanın “nun” gibi iç alemine dalması, Meleklerden de üstün Halife İnsanın ulaşacağı son menzildir. Nerden nereye? Çok cahil ve nankörlükten Makam ı Nun derecesine. Ademoğlunun kadim serüveni!
            Nun Makamına bir tek Ademin çıkması bile Halife olarak İnsanın yaratılmasına değerdir ve Allah’ın muradının gerçekleştiğini gösterir. Ve düşünün ki, Allah’a kullukta yarışan,çabalayan,didinen,canlarını veren,mallarını tüketen,dünyadan yüz çeviren milyonlarca insan ve  Nun Makamı….
            Hakikat Kitab’ın satırlarında yazılıdır.İmanla keşfedilir,Kalple özümsenir.Hal ile dışa vurulur.Şahitlik tam da budur.Bunun içinse başta hakikati kulluk için arama iradesi gerekir.İradesini kulluk bilincine odaklayan kişiyi Rabbi hidayetine yöneltir.Şeytanın musallat olamıyacağı,olsada yoldan çıkartamayacağı Halife İnsan,bu İnsandır.Nefsi mutmain.Allah ondan razıdır,o Rabbinden.
            İblisin tüm engellemelerine rağmen,beşerin çoğunluğunu; sıratı mustakıymden döndürmüş olsada,gaflete sürüklesede başta peygamberler,nebiler olmak üzere sayısız salih,mü’min Allah’ın muradı İlahisini gerçekleştirmiştir ve gerçekleştirmeye de devam etmektedir. Rahman ve Rahıym olan Allah yegane kudret sahibidir. Tüm yaratılmış O’nun azameti karşısında  boyun eğmiştir.
              
            Elhamdulillahirabbilalemiyn!


[1] Bakara 30/33
[2] Ahmet Kalkan;Günümüz Müfessirlerinden.Bkz.Kavram Tefsiri  Halife Maddesi.
[3]  Kalem Süresi 21-22
[4] 38/Sad;26"Ey Davud! Şüphesiz seni, yeryüzünde halife (hükümran, iktidar sahibi) kıldık. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma. Yoksa seni Allah yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır."
[5] Ademin durumu,neslinden gelen  Ademoğullarının durumu gibi değildir. Adem balçıktan yaratıldı.Ona Rabbi eşyanın isimlerini öğretti ve O,yaratılışın bizatihi öğretici seyri boyunca insanı kamil  olarak ayağa kalktı. Onun haline ilk konuşmaya başladığında melekler şaşkınlık geçirdiler ve zanlarından dolayı  Allah’tan özür dilediler. Ademoğlu Cedleri Adem gibi değildir. Şehvet anındaki sudan yaratıldılar ve ana rahminden  beşer olarak yeryüzüne avdet ettiler. Mükellefiyet yaşına geldiklerinde sorumlulukları başladı. İki yol’dan birine yöneldiler. Bu iki yoldur ki;biri, beşer olan ademoğlunu  el insana ulaştıracak,diğeri; beşer Ademoğlunu azıtıp saptırarak esvele safiliyne düşürecektir.
[6] 90 Beled 10: “Ve ona iki YOLU göstermedikmi?!”    
[7] 76 İnsan 5/"şüphesiz en iyiler,gerçek erdem sahipleri mizacı kâfur olan bir tastan içerler. Allah'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. O erdem sahipleri ki ahidlerine sadakat gösterirler ve şerli şiddeti yayılıp büyüyen bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler.Kendi kendilerine fıldaşarak 'Biz sizi ancak Allah'ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu sıkıntı ve dehşet dolu bir  Gün’de Rabbimize verielecek hesab yüreğimizi titretiyor.’ derler. Allah da O Günün şerrinden onları korur. Onlara aydınlık ve sevinç verir.Ve Onları sarsıcı sıkıntılara karşı sabrettikleri için kutlu bir bahçe ve ipekten giysiler ile  ödüllendirir.”
[8]  Ali Bulaç; günümüz İslam Mütefekkiri.
[9]  M.H.Fadallah;Min Vahyil Kur’an.
[10] Zümer 53
[11]  İmam Ruhullah