13 Mayıs 2010 Perşembe

Tevhid;  Yüce Bir Ahlaka,
Şirk; Cahili Törelere
İstinad Eder

Atilla MORÇOL

            Müslüman toplumların içinde bulunduğu buhranın ve dolayısıyla tarihin gerisine düşmesinin temelinde ;yüce ahlaktan mahrumiyet,erdem ve fazileti terk,cahili değer yargılarını ve törelerini sahiplenme yatmaktadır. Yüce bir ahlaktan yoksunluk İslam Toplumlarını sürüleştirmiştir. Tevhid Toplumu ile Şirk temelli  toplum arasındaki  farkı,maalesef insanlara gösterebilme  şansına sahip değiliz. Bunun için ancak 1400 Yıl öncesine, Selam Yurdu  Medine i Fazılaya gitmemiz gerekiyor. Tevhid Toplumu; Vahyin nuzulü ile birlikte Rasulullah’ın gayretli örnekliği ve önderliği ile adeta dantel gibi örülmeye başlanmıştı. Tevhid Toplumunun inşaası,öncelikle insanın inşaasını gerekli kılmaktadır. Bireyin  Vahiyle inşaa edilmesi ile eş zamanlı olarak yepyeni bir cemiyyet inşaa edilmektedir.Bu nedenle Vahiy süreci 23 yıla yayılmıştır. Bu süreç içinde insanlar sadece İslamı kabul etmekle kalmadılar,Rasulullah’ın rehberliğinde yeni bir şahsiyet, yeni bir yaşam tarzı ve yeni bir ahlak inşasını gerçekleştirdiler. Böylece, Muqarrebun,Rahmaniyyun öncülüğünde  ıbadurrahmanlar dan oluşan Ümmet, cemiyeti dönüştürerek; Muvahhid bir toplum olan Ümmeti inşaa ettiler. Medine de Rasulullahın rehberliğinde ve yardımcıları olan Ashabının gayretleri ile olan budur. İslam’ın bu bireysel ve toplumsal inşaa ve ihya hareketini,beşeri ideoloji ve projelerden ayıran bu yönünün çok iyi anlaşılması gerekmektedir. İslam temelde; bireysel ve toplumsal inşaayı; gönüllülük,içtenlik,sadakatle,ihlas ve samimiyet temelinde yürütmek istemektedir.Ki bu yüce bir Ahlak (Kalem 4)  ve erdem ile mümkündür. Beşeri ideolojiler ise önderlerinin koyduğu ölçüler ile kanunun ve otorite ile toplumu inşaa etmeye çalışmaktadır. Bu da her yönüyle bir sera ürünü hükmündedir.
            Hayır biriktirenlerle servet biriktirenler; Camiide ayni safta bulunsalarda,Ahiret yurdunda ayni yerde bulunmayacaktır.İnsan fıtratını   yaratan Allah,onun neye ne kadar dayanabileceğini bildiğinden ibadetleri ve yükümlülükleri de ona göre vazetmiştir. Örneğin, infakın yani ihtiyaç fazlasının  zorunlu olarak Nizam gereği toplanmasını yada  ihtiyaç sahiplerine verilmesini emretmiş olsaydı toplumsal tepki ne olurdu? Rahatlıkla diyebilirizki; insanların çoğunluğu,kırkta bir zekatı bile gönül ferahlığı içinde vermezken,Nizamın kanun  gücü ile ihtiyaç fazlasını toplaması yada ihtiyaç sahiplerine verilmesini emretmesi; bu çoğunluğun İslamdan ayrılmasına,düşman olmasına yada kendini gizliyerek münafıkça bir yol izlemesine neden olabilecektir. Elindeki malın çoğunu kanun zoru ile mahrumlara,yoksullara vermek zorunda kalan bu inanlar, bunu her vesileyle başa kakacaklar, hatta vermek zorunda oldukları kesimlere düşmanlık güdeceklerdi. Oysa İslamın hedefi, sosyalizmde olduğu gibi kanun zoru ve otoriter devlet aygıtıyla eşitlik ve kardeşlik tesis etmek değildir. Bu zaten mümkünde değildir. Tarihte bu tür uygulamalar bunun mümkün olmadığını göstermiştir.  Ademevladının fıtratı, Yaradan tarafından bilindiğinden, gönülden teslimiyyet,taqva, sadakat temelli yol ve yöntem izlenmiştir. Hatta o kadar ki incitmeden vermek, riyaya bulaşmamak, ibadetin olmazsa olmaz bir şartı sayılmıştır. Allah, yardım ahlakının inşaasını dilemektedir. Böylece Darus Selamın temelleri atılacaktır. Vahyin ilk Süre ve Ayetlerinde;  sadaka,zekat,infaktan(mali ibadetler); Allah’a ve Ahirete imanla birlikte bahsedilmesi bu kadar önemli olması bu nedenledir. Ve bu önem kişinin bir yoksulun ihtiyaçlarını karşılamasından değil, bu salihatın kişinin Allah için kendini vakfetmesinin bir nişanesi olması hasebiyledir. Allah yarattığı Ademevladının Rahmaniyyun olmasını dilemektedir. Rahmana ait olma,kendini Allah’a adama,kurban etme. Allah’a adanmış bir nefis için mal ve mülkün hiçbir değeri ve anlamı yoktur. Mal ve mülk ancak hayr için sevilir ve istenir. Dünya malı dünyada kalır. Bir geçimlik, ihtiyaç karşılandıktan sonra mal ve mülk,ahiret yurdu için  hayrdan başka işe yararki!?
   Allah tebarek ve teala; tek bir ‘Ümmet’ olarak Müslümanların vahdaniyetini emretmektedir. Bu ‘Tevhid’ akidesinin  sosyal boyutudur.Toplumsal tevhid,Tevhid Akidesinin sosyal yansımasıdır.Aksi durum,yani parça parça bölünüp,hizipleşme ve  çekişme toplumsal şirktir. Bu nedenlede erdemli,tutarlı,şuurlu eylem ve ameller maalesef çok azdır. Toplumsal Tevhidin sonucu olan Ümmet;Müslümanların Allah’ın dininde kalıp, bu dinin atmosferinde/İkliminde  olgunlaşması için şart olan, rahim vasatı oluşturmaktadır. Allah ise inananların yegane Rabbidir. Ademevledları tek bir Ümmet iken, ilişkilerini, heva ve heveslerine uyarak  İslamın emrettiği ilkelerden gayrısıyla düzenlediler ve bölündüler:Cemaatlere,hiziplere,sınıflara. Her cemaat da ekonomik ve sosyal sınıflara bölünürek daha da  ayrıştılar. Kavmi ve kabilevi bağlar, servet ve zenginlik gibi ölçüler; akidevi bağların ve taqva ölçüsünün önüne geçti. Böyle olunca da Camiilerdeki cemaatle kılınan namazlar kardeşliği tesis edecek,sınıflaşmayı önleyecek fonksiyonunu yitirdi.Dini bir sosyal etkinlikte bile cahili protokol usulleri ve ilkeleri müslümanların ciddiyetle uyguladıkları adetler oldu.  Mekke döneminde nazil olan Mü’minun Süresi bu gerçeği şöyle anlatmaktadır: “52- "Ve işte bu sizin ümmetiniz bir tek ümmet ve ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının." (denildi). 53- Derken insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.54- Sen şimdi onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile başbaşa bırak!55- Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile,56- Kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz. Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar. 57- gerçekten, Rabb'lerine olan Haşyetleri’nden dolayı Saygı’yla korkanlar.58-  Rabb'lerinin Ayetleri’ne iman edenler,59-  Rabb'lerine Ortak koşmayanlar,60-  Ve Onlar gerçekten Rabb'lerine dönecekler diye, vermekte olduklarını Qalpler’i ürpererek verenler, 61-İşte Onlar Hayırlar’da yarışmaktadırlar ve Onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.”
Allah için sarfedilip hayr biriktirilmelidir.Servet değil.Allah Ademevladını yeryüzüne servet biriktirsin diye salmamıştır. Ancaak!Burada durup hassas bir saptama yapmak durumundayız.  İslam israfı,atıl ve gereksiz biriktirmeyi yasaklamakla birlikte bunun müeyyidesi olan cezayı dünya hayatında değil ahiret hayatında vermektedir. Mali ibadetlerden sadece zekat Sünni Mezheplerde % 2.5, Şia da % 20 olarak uygulanmakta ve devletin  , Merciyyetin zorunlu olarak tahsil ettiği vergilerdir. Bu ibadette; Zekatını tam olarak vermeyenlerin malvarlığının muhasarası gibi cezai uygulamalar söz konusudur. İnfak ve sadakada yaptırım uygulanmamakta, mü'minlerin önemli bir vasfı olarak sayılmakta ve büyük ecrin ahiret yurdunda verileceği müjdelenmektedir. Dünyada mükafaat yada cezadan bahsedilmemektedir. Böyle bir yöntem; imtihan vasatı  ve iradesi üzerine halef kılınan insanın kemalatı gereğidir. Aksi durumda kamu gücünden ve yasak ve ceza müeyyidesinden dolayı  ibadetler yapılıyor olacaktır. Oysaki taqwa ve sakınma, kişinin özgür iradesiyle Rabbine karşı duyduğu erdemli derin duygu ve ahlaktır. Gayba imanın delili, imana sadakatin göstergesidir. Sadakanın,sadakat anlamını da ihtiva etmesi bu açıdan ilginçtir.
            Erdemli, adil, kıst ve adaleti ayakta tutan,insanlık tarihine yön veren vasad ümmed için gerekli olan; Vahyin İnşaasına  tabii olmak, Rasulullah’ın örnekliği ile Vahyi ilkeler çerçevesinde dünyayı,insanı ve toplumu algılayacak Tevhidi  Dünya Görüşüne sahip olunmalı ve buna göre bir yaşam tarzı oluşturmak zorundayız. Bunun içinde güzel örneklikleri çoğalmak,olanı desteklemek, erdeme ve erdemliye sahip çıkmak,kardeşliği ve dayanışmayı sağlamak gerekmektedir. Tevhidi Dünya Görüşü ve İslami yaşam tarzı, Müslümanları; Ümmet bilincine ve erdemli bir medeniyet tasavvuruna götürecektir. Bunun için ilim ve hikmetle Davet şarttır. Dışlayıcı, ötekileştirici, çatışmacı, nezaketsiz ve kaba bir dil ve söylemden dikkatle kaçınmak gerekmektedir.Bundan sonrası da kolaydır! Hayatın akışı,nesillerin ihtiyacı,şartlar ve gereklilikler çerçevesinde, artık bundan sonrasında;  kervan yolda düzülecektir.

2 yorum:

  1. Zekatın farz olduğu ilk yıllarda zorunlu olarak devlet eli ile toplandığını biliyoruz.Hatta vermeyenlerle savaşaçak kadar.Hz.Ebu Bekir de Rasulullahın bu uygulamasını devem ettirdi hilafeti döneminde.Sonra ne olduda bu iş kişilerin vicdanına bırakıldı?Hz.Ömerin böyle bir uygulaması sonraki dönemlerde hiç inkıtaya uğradı mı?Lüzumu halinde Rasulullahın zekatla ilgili bu uygulamasına geri dönülebilir mi?Bu sorular bir anda aklıma geliverdi...

    YanıtlaSil
  2. Ahmed Ulvan
    Zekat'ın farziyeti Medine'de vukubuldu. Mekke'de Vahyin ilk döneminden itibaren İnfak iman edenlerin bir vasfı olarak nitelenmeye başlamıştır. Allah Ademi ve eşini servet yığsın diye yeryüzününe göndermedi. Adem ve Salih evladlarıda servet yığmadılar ve Ademevladının salih olanlarıda böyle davranmamaktadır. İslam'ın mülk anlayışı; Bakara 219,177, Tevbe 34-35 ve İsrafın yasaklığı çerçevesinde kolayca anlaşılır.Zenginlikte,yoksullukta imtihandır. Zengin ihtiyaç fazlasını yoksullukla mücadelede harcayacak,yoksul güzel bir sabırla ahiretini kazanmaya çabalayacaktır.

    YanıtlaSil