17 Mart 2010 Çarşamba

 
KAYSERİ OKULU
QISSALAR’IN WASATI
 
QISSALAR Wasatını işlerken şu üç dönemi dikkate almalıyız:
a-) Qıssalarda anlatılan olayların wuqu bulduğu döneme dair dikkate alınması gereken Wasat,
b-) Qur’an’da zikre değer bulunarak, Nuzul Wasatının tercihine uygun seçimlerin yapıldığı bu hikaye edişlerin aktarımı, sunumu ve öne çıkarılan hususları ile Nuzul Wasatı,
c-) Qıssalar Wasatının içine Efendimizin Hayatı, Mücadeleleri, Siyerini de ilave etmemiz gerekir. Riwayetlerin Tedvininden sonraki dönemlerde, bu kuruluş dönemi bizim için de bir Qıssa Wasatı hüviyetindedir.
Qıssa, Tarih, Menqıbe vb. kavramları nüanslar içinde kullanıyoruz. Türkçe’de Qıssa için Öykü, Hikaye, Mit, Efsane, İbret verici Menqibe, Masal gibi karşılıklar verilir. Tarih ise, yaşanmış şeyleri, Waqi olmuş gerçekleri anlatır. Ne var ki bu da tartışmalıdır. Çünkü Tarih yazımı, daha sonraki bir kurgu ile belli bir bakış açısını yansıtır. Sadece yalan söylemekle değil, gerçeğin bütününü söylememekle de Kurgu olmuş oluyor. Bununla beraber Tarih, Qıssa’ya göre Tarihsel bir Waqıayı dile getirme durumundadır.
Qur’an sözedilmeden “Qıssa” deyince, Hisse çıkarılacak bir anlatıyı, Ahlaq Dersi veren masalımsı bir Öyküyü kastederiz. Ancak Qur’an’da Qıssa dediğimizde, bunu Tarih anlamında kullanırız. Yani yaşanmış gerçekler olarak Tarihi bir Mewsuqiyetten bahsederiz. Genel Dildeki Kıssa yerine ise Qur’an, Darbı Mesel Tabirini kullanır. Mesela “Bahçe Sahibleri” Meseli böyledir. Onun Tarihi bir haqikatini aramak yerine, her yerde Vuquu mümkün ibretlik bir hikaye olarak ele alırsak yanılmış olmayız.
Masal, gerçek-üstü anlatımı, olağanüstülüğü, çocuksu ya da çocuklara anlatımı ihtiva eder. Qur’an’da böyle bir anlatım var mıdır? Gerçek-üstünden kasıt Olağanüstülük ise evet, Mucizeler böyledir. Gündelik dildeki Qıssalarda masala yer verilmez, ama Masallarda olağanüstülük sıradandır. Süleyman’ın Kuşları gibi Mucizelere Roman’da da rastlanmaz. Tabi ki Qur’an’da anlatılan Mucizeler gerçektir.
Bu karşılaştırmalardan şu sonucu çıkarıyoruz ki, en iyisi Qur’an ne demişse onu aynen muhafaza etmeliyiz. Qıssa deyince bunu gündelik dilin, “ibretlik hikayesine” indirgeyemeyiz. Cenabı Haq ne adla adlandırmışsa onu öyle anlamalıyız. Allah “Qıssa” anlatıyor, “Darbı Mesel” veriyor ve Peygamberlerde görülen Olağanüstülüklere “Ayet” diyor. Qur’an’ın dili özellikli bir konumda, dikkat ve yoğunlaşma gerektiren “Din Dilidir”. Onu öylece kabul etmeli ve Masal, Tarih, Kıssa diline irca etmemeliyiz.
1926’da Taha Hüseyin “Cahiliyye Şiiri” üzerine yazdığı Kitab’ta, Qur’an Qıssalarının bütün olarak Darbı Mesel olduğu tezini savundu. Qıssa, Darbı Mesel ayırımını gereksiz buldu. İbrahim, Musa vs. isim verilse dahi onlar yaşamadılar ve her biri Darbı mesel kabilinden hikayelerdir dedi. Taha Hüseyin Müslüman kimliğini bırakmıyor. “Mümin olarak inanıyorum ama, İbrahim Musa yaşadı mı bilmiyorum, bilimsel olarak belge yok” diyor. Mühim olan Qıssa’dan Hisseyi çıkarmaktır, gerisi teferruattır diyor.
Taha Hüseyin’in öğrencilerinden Muhammed Halefullah 50 yıl önce bu tezi yine savunmuştu. “Esatirul Ewwelin” şeklinde Müşriklerin Qıssaları nitelendirmesine Qur’an itiraz etti ama, bu tamlamayı esas itibariyle Qur’an da kabul eder diyor.
Elbette bu görüşler isabetli değil. 1800’lerde Batı’da gelişmiş Kutsal Kitab Kritiklerinin bir uyarlaması olarak, bunlar savunulmuştur. Ehli Kitab, Bilim ile Kitablarını bağdaştıramamış. Aynı durumun bizde de olması gerekir mi? Tevrat, baştan sona Tarih Kitabı gibi, soyağacıyla, tarihi sıralamasıyla Adem’den itibaren tüm süreci aktarma iddiasındadır. Bu tarihsel bildirimler 5770 sene öncesinden yaradılışı başlatıyor ve Dünya Tarihini bununla sınırlıyor. Bu ise tarihsel belgelere, Bilimsel Anlayışa uymamaktadır. Qur’an öyle mi? Çok sınırlı tarihsel referanslar kullanmış, hep muhakeme, cedel, mantıq, aqıl yürütme durumlarına atıflar yapmıştır.
Qıssalarda geçen isimler 30’un altındadır. 3 farqlı isim olarak Muhammed ve Zeyd kendisiyle alakalı; üçüncüsü Ebu Leheb ise, bir künye olarak, yabancı bir isimdir. Zülkarneyn, Üzeyr ve Lokman hariç 25 Peygamber isminde şüphe yok. Bu üçü ise, Peygamber olmalarına dair işaretler olsa da Qur’an’dan kat’i delil olmadığı için peygamberlikleri belirsizdir.
Tevrata göre, Adem, ilk insan, başarısız bir örnek. Onun yüzünden ilk günah işlenmiş ve cezası ölümlü, hastalıklı dünya hayatı olmuş. Allah’a uzak, cehennemlik bir kötü örnekle başlamışız. Mazimiz tam bir kabus senaryosu. İsa’ya kadar Zati Günah ile tüm nesillere intikal etmiş bir kabus, günah ve şeytani alçalma durumu yaşanmış. Bu genetik devamlılığı aşma kabiliyeti, doğuştan günaha düçar insanın başarabileceği bir yetkinlik olmayınca, Tanrı, insan suretinde inkarne (tecessüm etmiş) olarak, tüm insanlığa keffareten Haç’ta işkenceler altında, “Günah’ın” borcunu ödemiş. Tevrat, İncil Okumalarının temelinde bu anlatım düzeneği sarsılmaz bir yer teşkil ediyor. Tevrat İncil okumalarının temelindeki bu paradigmaya karşılık Qur’an, bütünüyle farqlı bir tezin sahibidir.
FARQLAR
1- Tevratta günahsızlığı başarabilen bir tek Peygamber örneğine dahi rastlanmaz.
2- Qur’an Qıssalarında Peygamber olarak övülen ve örnek verilen kimi isimler, Tevrat’ta, işledikleri kötü fiiller bir tarafa Peygamber olarak da görülmez. (Adem, Davud, Süleyman vb.) oysa Qur’an her kimi Qıssa etmişse, o Ewwâb, Münîb, günahsız örneklerdir. Taban tabana farqlı anlatımlar var. Adem’i İbrahim’i Tevratta görüp te, aynı kişilerden bahsedildiği zannedilmemelidir. Qur’an’da anlatılan, tamamen farqlı özellikteki kişilerdir.
3- Tevrat’ta anılmayan kimi Peygamberler Qur’an’da geçer. Ad ve Semud Qavimlerinin Peygamberleri ve Qıssaları Tevratta geçmez. Arablarla ilgili bu Salih Peygamberleri unutulmaya bıraktıkları gibi, yine Arablarla ilgili İsmail Peygamberi de terke uğratmışlardır. Aslında Tevrat Metinlerinin bizzat kendisinde O’nun Peygamberliği itiraf edilmiş gözükse de (Peygamberlikle ilgili kullanılan “Bereket” kavramı İsmail a.s. için de geçer), yine de Onun Qıssası anlatılmaz. İstenmeyen çocuk, kovulmuş, atılmış, uzaklaştırılmış ve nisyana mahkum edilmiş bir Nesil olarak hikaye edilir.
Adem’in bir Hikmete binaen arza gelişini, Şeytanî bir Düşüş, alçalış, atılma, ve recmedilme olarak tasvir etmeleri gibi, İsmail’in durumunu da bir günah ve ceza olarak görürler. Tafdil edilen İshakîlerdir. Onlar Kerem, üstünlük ve seçilmişliği hak etmiş; İsmailoğulları ise, Hacerin (Taşın toprağın) çocukları olarak kovulmuştur. Şeytanın, (Taş’tan) Toprak’tan olan Adem’e karşı Kibirlenerek, “ben ondan hayırlıyım”, “ şu benden daha fazla İkram’a mazhar kıldığına bir bak” deyişindeki gibi, Kerem ve Fazlın sadece kendilerinin olduğunu iddia etmişler ve Hacerilerle ilgili İlahi takdiri Şeytani bir şekilde yorumlamışlardır. Aslında Tevrat anlatısında Adem Qıssası da Ademin tarafını tutan değil, Şeytanı tutan bir bakış açısıyla yansıtılmıştı.
İlkin, Düşüşü Şeytana değil, Adem’e layık görerek Şeytanın tarafını tutarlar. İkincisi, Şeytanı İnsan’a “Bilgi Ağacını” sunmuş Varlık olarak lanse ederler ve Tanrı’nın insandan bilgiyi kıskanmasına karşın, O’nun İnsana gerçek dost olduğu; ve İnsanın gerçekten iyiliğini isteyen asıl varlık olduğu imasında bulunmak suretiyle, Şeytanın tarafını tutarlar. Tevrat’a bu hikaye Grek Prometeus Efsanesinden sızmış olmalı. Burada oynanan Şeytanîliği, İshak ve İsmail’in soyunda da oynamak istemişlerdir. Kitabında Adem’e bunu yapan, fiiliyata gelince Hacerilere ötekini çoktan yapar.
4- Tevrat’ta anlatılıp ta Qur’an’da anlatılmayan çok sayıda Peygamber var. Müslümanlar onların da Peygamber olabileceğini kabul ederler, hatta kültürde, Danyal, Yuşa gibi isimler Peygamber olarak kabul de görmüştür. Qur’an’da sadece “Nebi” denilip ismi verilmeyen bazı Peygamberlerin Tevrattaki karşılığının kim olabileceği tartışılmıştır. İsmi verilmeyen bu Nebi’nin Samuel ya da Yuşa olabileceği hakkında fikirler öne sürülmüştür. Hezekiyal’ın Zülkifl olduğu söylenmiştir.
Bazı Peygamberlerde ise, İsim uyuşmaması vardır. Moşe diye geçen Peygambere Musa deriz. Yine, Hanok dediklerinin karşılığı, İdris’e (a.s) benziyor. İdris kelimesi, De re se kökünden, Ders vermeyi de ihtiva ettiği için birçok anlamlı bağlantıyı kurmamıza zemin hazırlıyor. İdris-Hanok benzeri bir biyoğrafiyi, Hermes isminde görürürüz. Mısır, Babil, Yunan kültüründe karşılaşılan bu isim Hermes Trismegustus (üç kere büyük Hermes) diye de anılır.
Mısır Hermesi, 7 Gökten bahseder. Gizli Tarikat, Sır Dini şeklinde Batıni ögelerle bezenmiştir. Nefsin basamaklarına benzer şekilde 1. basamak Nefsi Emareyi, 7. basamak ise İnsanı Kamili çağrıştırır. Böylece Yer’den Sema’ya rucu anlatılmış oluyor.
Tevrat’ta Nuh’un oğlu Sam’dan bahsedilir. Samiler olarak anılan, Babil, Asur, Fenike gibi Semitik ortak ata Orta Doğu civarında yerleşmiştir. Sami ortak atalardan birisi de İbrahim’in atası Eber (Hebrew) dir. Eberden gelen İbraniler içinde Hz. İbrahim ortaya çıkıyor. İbrahim’in İshak’dan gelen soyu, Yakub ile devam eder. Yakub, “İsrail” adıyla; Âli Yakub ise “İsrailoğulları” adıyla özdeşleşmiştir.
İsrailoğulları Hz. Yusuf zamanında Mısır’a gidiyor. Bu dönemin Mısır’ı Qur’an’da, Musa zamanındaki kavramlarla anlatılmaz. Mısır’da Firavun değil, Melik vardır. Belki Tek-Tanrıcı Hiksoslar dönemine tekabül etmektedir. Tevratta ise, bu dönemin tasvirinde Firavun ismi geçer.
Qur’an’da Musa 147 kez kullanılmış. Vahiy aldığı dağ Sina Dağı. Önce Mısır’da yaşadıktan sonra Medyen’de bulunmuşluğu da var. Medyen’de Şuayb Peygamber Qur’an’da geçer ancak, Hz. Musa zamanında mı belli değil. Tevratta ise Şuayb ismi hiç geçmez. Şuayb (a.s.) ile ilgili bir yer de Eyke’dir. Buranın Medyen’den ayrı bir yer mi olduğu, yoksa Medyen’de Şuayb zamanındaki halka verilen bir isim mi olduğu tartışılır.
Hz. Harun,  Hz. Musa’nın kardeşidir. Öz kardeş olabileceği gibi, din kardeşi de olabilir. Amca için “Baba” denilebildiği gibi (Azer, İsmail vb.), Kardeş denildiğinde de, zahiri anlam kastedilmemiş olabilir. Tevratta Miryam diye kız kardeşi de var. Qur’an’da ise, isim verilmeden “Uhti Musa” denilmiştir. Miryam, Meryem’e benzerliğinden dolayı, bir polemiğe de kaynaklık eder. Meryem Suresinde Hz. Meryem için “Harun’un kızkardeşi” ibaresi kullanılmış. Protestan Misyonerler derler ki, “Qur’an, Miryam ile Meryem’i karıştıran, kronolojiden habersiz bir kitabtır. Tevratta geçen Harun’un kız kardeşi Miryam’ı, tutup, Meryem ile alakalandırmıştır…”
 Halbu ki, bunun polemiğe alet edildiği ve bilerek saptırıldığı açıktır. Qur’an “Harun’un Kız kardeşi” ifadesini kullanarak, Hz. Meryem’in Harunsoylu olduğunu Hıristiyanların yüzlerine vurur. Böylece Hz. İsa’nın Yahuda’dan gelen Davud soylu olmadığı; aksine, Harun’dan gelen Kohenler, Mabed Görevlileri soyundan olduğu gerçeği hatırlatılmış oluyor. Hz. İsa’yı hiç alakası yok iken, Üvey Babası Yusuf üzerinden Davud’a bağlayan İncil Yazarları, bu silsileyi ısrarla vurgularlar. Böylece O’nun beklenen “O Peygamber” olduğu, Kral Peygamber olduğunu göz boyamasıyla kanıtlama iddiasındadırlar. Qur’an’da geçen bu ayrıntı, onların tüm çabalarının beyhudeliğini ifşa ediyor. Hz. İsa ile ilgili kurguladıkları tüm senaryoyu berhava ediyor.
“Arzda Davud’u Halife yaptık” şeklindeki Qur’an ibaresi, Adem’de kullanılan Halifeyi çağrıştırır. Hz. Davud Halife olmuştur, onun zamanındaki Melik ise Talut’tur. Davud’a Melik değil, Halifetullah vurgusunu yapan Qur’anın aksine, Tevrat Hz. Davud için Kral demeyi uygun görür. Kral denilerek Peygamberliğinin altı oyulan Tevrat vurgusuna itiraz edilmiş ve Halife’nin altı çizilmiş oluyor. Tabi ki O’nun “Zül Eyd- İktidar sahibi” oluşu bir başka şekilde ifade edilir. Ama ayrıntılar önemlidir.
Mesih (Meşiyah), İsa Peygamber için kullanılır. Zeytun Dağında, Zeyti Zeytundan yağını, ışığını almış, İsrailoğullarının son peygamberine atfen Mesih kullanılır. Kurtarıcı (Messiyanik) anlamlar Hz. İsa için hiç te uygun düşmüyor. Bilakis, ondan kısa bir süre sonra Beytül Muqaddes tahrib edilmiş, Yahudi ve Hıristiyanlar sürgünlere, işkencelere maruz kalmıştır.
Hz. İsa’ya “Kelime, Kelam” denmesi, inkarnasyona/tecessüme delalet etmez. Tanrı’nın insan suretinde tecessüm etmesi fikri ile, Qur’anda geçen “İsa’nın Kelamullah” olması arasında bir alaka yok. İsa’nın da konuşması Vahiy’dir. Kendinden değil, Allah’ın Kelamını, Vahyini konuştu diyoruz.
Bir de Qur’an’ın Nuzul Wasatı var. Siyerin hangi evresinde, İsa’nın, Musa’nın vb. Qıssaları, niçin tam da orda anlatılmıştır? Habeş Hicreti, Hıristiyan bir ülkeye (hem de ilk Hıristiyan olmakla, Hıristiyanlara ilk destek verenler olmakla övünen bir beldeye) hicret, esnasında Meryem Suresi iniyor. Müslümanlara da ilk destek veren yer Habeş olmuş oluyor.
Medine Yıllarında Necran Hıristiyanları ile tartışmalarda ortaya çıkan Nuzul Wasatı, farklı gerekçeleri barındırıyor. İsa’nın Müjdesi, İncili “Ahmed”tir. Peygamberimiz hakkındaki haberdir bilgisi, bu ortamda iniyor.
Peygamberimiz de bizim için artık bir Qıssa’dır. Nuzul döneminde henüz tarihten, Qıssa’dan bahsedemeyiz. Bu dönemde yaşananlar, hayatın kendisi idi. Bu gün için ise, Hz. Muhammed’ te, Qur’an da Qıssa’dır. İbrahim’de Usve olduğu gibi, Muhammed’te de Usve vardır.           
  Rasülüllahın Vahiy öncesi hayatı, Beşer oluşu, Sosyal durumu ve Dini hayatı, Risaletin evrenselliği, Namazı, Orucu, Ahlaqı, Ümmi Oluşu, Cesareti, Vazifeye bağlılığı, İftiralara mukavemeti, sabırlılığı… bu Vasat ta bizim için Qur’an’da anlatılan Qıssa olmuştur. Tertil Derslerinde bu Siyeri okuyoruz.  
          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder