Sadakalar
Öncelikle Mü’minlerin Muhtaçları
İçindir!
Atilla Morçol/Konya;11.05.2012
Sadaka,kültürümüze
fıtır sadakası olarak küçük meblağlar olarak yerleşmiştir.Üç-beş kuruşu yada
5-10 lira lık tasadduklar “sadaka” olarak nitelendirilir toplumuzda. Oysa
İslamın ahirinde sadaka kök manasındaki sadakat anlamına uygun olarak
servetteki büyük paylarla, yani servetin tamamı, yarısı, üçte biri gibi yüksek
meblağları ifade eden bir anlamı vardı. İslamı seçen yada İslam Davetine icabet
eden Müslüman ilk iş olarak tabii ki Kelimei Tevhit sözleşmesinden sonra
verdiği sözün, yaptığı sözleşmenin ciddiyetini
öncelikle kendi nefsine gösterib arınmak için ve söz verdiği Rabbine
sadakatini göstermek için tutkuyla sahip olduklarından önemli bir meblağı
tasadduk ederdi. Toplanan bu sadalar Beytül Malda toplanır, görevliler
tarafından; fakirler, düşkünler, zekât toplayan
memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak)
köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolculara
harcanırdı.[1] Sahabe-i kiramdan Hz. Amr b. Camuh
(ra), Resûl-i Ekrem (sav)'e mallarını ne şekilde infak etmesinin gerektiğini ve
öncelikle kimlere vermesinin münasip olacağını sormuştur. Bunun üzerine Bakara
215 nci ayeti kerimesi nazil olmuştur. "Onlar hangi şeyi (ve kimlere)
infak edeceklerini sana sorarlar. De ki `Maldan vereceğiniz nafaka öncelikle
annenin, babanın, akrabanın, yetimlerin yoksulların ve ibn-i sebil in
(yolcunun, misafirin) hakkıdır. Her ne hayır işlerseniz, şüphesiz ki Allahû
Teâla (cc) onu çok iyi bilendir." Ayeti celilesi nazil olmuştur. Rasul-i
Ekrem de; Hz. Câbir (ra)'danarivayet edilen bir hadis-i şerif'te “ infak
hususunda,evvelâ kendinden başla (ihtiyacını karşıla)!. Şayet bir şey artarsa
âilene, âilenden de bir şey artarsa akrabana ver. Akrabana verdikten sonra bir
şey artarsa şöyle ve şöyle yap buyurdu. Ve `önünde, sağında ve solundaki
muhtaçlara ver!” diye işaret etti.[2]
Rasulullah sav bir gün Mescid-i
Nebevide;”herkes sadakasını versin!” buyurdu. Bir sahabi;”Ey Allahın
Resulü,buna gücü yetmezse!?” dedi.”Çalışsın kazansın ve sadakasını versin!”
buyurdu. “Çalışmaya da gücü yetmezse!”
dedi. “ diliyle hayrı teşvik etsin!” buyurdular.Bakara 177 ve Al-i İmran 92 de zikredilen Birr’i
müfessir alimler “Allah’ın rahmeti” “Allah’ın rızası” “Cennet” olarak tefsir
etmişlerdir ki çok sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda sarf etmek yani hesapsız
harcamak arınıp Allah’a yönelmenin,rızasını kazanmanın,rahmetullaha mazhar
olmanın,Cennete kavuşmanın şartı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çok sevilenden maksad,
kendi için biriktirilen ve özenle muhafaza edilen değerli şeyler (Hazine) dir.
Bunların ucundan,kıyından vermeği değil,tamamından büyük bir bölümünü,yani
verildikten sonra eski halinden eser kalmayan bir harcama kastedilmektedir.Ashabı
kiramda bunu “vermeği” böyle anlamış ve uygulamıştır.Vermek,harcamak
çömertlikle olur,çömertlik Allah’a yönelmeğe mani olan kir ve
paslardan,bağlardan arınmayı ilacıdır. Dünyevileşme sapkınlığı ancak cömertlikle,dünyevi olana değer vermeyerek, ahrete
yönelmekle mümkündür.Bu nedenle Muhtaçlara
harcamadıkça Birr’e ,erdeme ulaşılamayacağı Rabbimiz tarafından haber verilmektedir.“(Ey
Mü’minler) Kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için
harcamadıkça gerçek erdeme (Birr) ulaşmış olamazsınız. Ve her ne harcarsanız
kuşkusuz Allah ondan tamamiyle haberdardır.”[3]
Unutulmamalıdır ki kişinin kalbi
hazinesiyle beraberdir. İki hazineden başkası yoktur.Yani ya hayr hazinesi vardır kişinin kalbinde yada altın ve gümüş!Yani para ve servet.Biri
kişiyi Ahirete yöneltir diğeri ise dünyevileştirir.İnfak, para ve servet
tutkusunu kalpten söküp atar,onları değersizleştirir.Dünyevileşmenin
panzehiridir. Dünyaya bağını azaltır,Allah’a yönelmesini sağlar.
Sadakalar
bu minval üzere ihtiyaç sahiplerine dağıtılırken, Rabbimiz sadaka ve
infakta öncelikle; kendini vakfetmiş
mü’minlerin,Salihlerin gözetilmesini istemektedir. “(Sadakalar) kendilerini
Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir.
İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen
onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz
hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”[4]
Resûl-i
Ekrem (sav) ;”Asıl yoksul ortalıkta dolaşıp dilenen, kendisine bir-iki hurma
veya lokma yahut bir ekmek parçası verilen kimse değildir. Kendisine yetecek
kadar rızk bulamayan, hâli bilinmediği için sadaka da verilmeyen, kimseden de
bir şey talep etmeyendir.[5] Buyurmuştur.
Böyleleri
hemen yanıbaşımızda dostlarımız,arkadaşlarımız arasında çoktur.İstemeğe
utanırlar.Dertlerini açamazlar.Biz ise onların yanında
Afrikalara,Uzakdoğulara nekadar para
gönderdiğimizi,ne kadar “et dağıttığımızı” anlatırız. Şeytan “daha çok sevap”
yada “az verip cennette devasa mülk kazanma” aldatmasıyla dostlarımız arasında,komşularımızın
içinde,akrabalarımızdan ihtiyaç sahiplerini görmemizi engellemektedir.Nefsimizde
lanetullahi aleyhe yardımcı olmaktadır.Canım Onun bir geliri var,başını sokacak
bir evi,bisikleti,motoru var! Afrikada insanlar su bulamıyor,ekmek bulamıyor
diyerek varsa yoksa hiç tanımadığımız,belkide hiçbir zaman karşılaşmayacağımız
insanlara bir miktar yardım edince yükümlülükten kurtulacağımızı
zannetmekteyiz. Oysa öyle değil.Öncelikle etrafımızdaki muttaki mü’minleri
yoksulluğun esaretinden kurtararak onları ayakları üzerinde doğrultacak
çabalara yönelinmelidir.Kendimiz için istediğimizi kardeşlerimiz içinde
istemeliyiz. Kendimize reva görmediğimizi kardeşimize de reva görmemeliyiz.Alla’hın
verdiği nimet nasıl hoşumuza gidiyorsa ayni nimetin kendini hayır işine
vakfetmiş,ilim sahibi bir kardeşimizde de olması için fedakarlık ve cömertlik yapmamız
şarttır.Yaz kış demeden kentin en uzak bir semtinden bisikletle gidip gelerek
tefsir dersi veren alim bir zata Allah’ın verdiği servetten bir pay ayırarak;”alın
şu anahtarı ve ruhsatı kendi malınız gibi kullanın!” denmez? Yada “biz aramızda
topladık sana bir ev almayı görev bildik,şu tapusu,şu da anahtarı kardeşim!”
demez? Bu kardeşlik mükellefiyetinin, Allah Resulünün Medine’deki ilk
işlerinden biri olduğunu bilmeyen varmıdır? Bu hem dini bir gerekliliktir hem de
sosyolojik bir önceliktir. İman edenler bir cemiyette mademki bir cemaat olma
zorunluluğu var,aksi durumda yaşam tarzları asimilasyona uğrayacaktır ki
uğruyor,o halde sadakaların infakı
öncelikle yakınlarımızdaki mü’min
muhtaçlara yapılmalı,kalkındırılmalıdır.Ki dayanışma ,kardeşlik ve hep
birlikte ayni istikamette sevgiyle bir yürüyüş gerçekleştirilsin ve içinde
yaşadığmız topluma karşı şahidliğimizi yerine getirebilmiş olsun. Rasulullah
Müslüman cemaati;bir vücuda,mü’minleri de
vücudun azalarına benzeterek, bir
azada ki acının tüm vücudu etkileyeceğini haber vermektedir. Rasulullah
Efendimiz sahâbeden üç konuda biat almıştır. Birincisi namaz kılmak, ikincisi
zekât vermek, üçüncüsü de müslüman kardeşleri hakkında hayır düşünmek, hayır
dilemektir. O halde yaşadığımız toplumda hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı
sarılma mecburiyetimiz varsa ,içinde yaşadığımız topluma karşı bir şahitlik
görevimiz varsa sakalarda ve infakda
öncelik;hemen yanı başımızdaki ihtiyaç sahibi mü’min kardeşlerimizindir ve
hakkıdır.Etrafımıza karşı kardeşlik görevimizi yaparken de dünyanın bir başka ucunda acil yardım bekleyen Allah’ın kullarını da
unutmamak hem dini hem de insani
görevimiz olmalıdır.
Camilerde;”camilere,kuran
kurslarına yardım” denir,cemaatlerde cemaatin okuluna,bina inşaatına yardım
istenir de cemaatin aç ve yoksulu varmıdır,araştıran; Cami’nin hemen yanı
başına bir aş evi açsak nasıl olur diye düşünen hiç olmaz. Böyle olunca da
Müslümanlar arasında birlik ve kaynaşma, dayanışma ve tesanüt, kardeşlik gün
geçtikçe zaafa uğramaktadır.
İki
bahçe sahibinin kıssası bu açıdan bir daha okunmalıdır. Biri Allah’ı unutarak
Bahçe sahipliği ile müstağni kesilenleri[6] anlatır diğeri Allah’ı unutarak
üzerine müstahlef kılınan mal ve mülkten infakı unutanları.[7]
[1]
Tevbe 60 “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz
olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a
ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah
yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
[4]
2 Bakara 273
[5] İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, İst. 1401,
c. I, sh. 384. Ayrıca, Sahih-i Müslim, c. I, sh. 719; İmam-ı Mâlik, Muvatta, c.
II, sh. 924-925.
[6] 18 Keyf 32/44
[7] 68 Kalem 17/33
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder