14 Mayıs 2012 Pazartesi

İslam’da
Gönüllülük/Mali İbadetler/Takva/Arınma/Kurtuluş
İlişkisine Bir Bakış


            Atilla Morçol
                Konya;15.05.2012



            İslam’ın İbadetleri ve yükümlülükleri konusunda söz söylemeden önce altı çizilerek nazar ı dikkatte alınması gereken en önemli husus, Allah’ın Davetine icabette; hiçbir kimseye baskı, dayatma, zor kullanma, cezalandırma yetkisi verilmemiş olmasıdır. İnsan Davet karşısında özgür iradesi ile bir tercihte bulunur: Ya Daveti kabul eder ya da yüz çevirir. Hiçbir zorlama, baskı ve dayatma olmadan.  İbadetler konusunda da insan baskı ve zorla değil gönüllü olarak, kendi iradesi ile kulluğunu izhar etmesi esastır.  Kur’an da ki had cezaları;  insanların aralarındaki ilişkilerinde Allah’ın hududunun aşılarak nesli ve emniyeti bozucu, haksızlığa ve zulme yol açan konularda getirilmiştir. Başkasının malını çalmak, yani hırsızlık, zina, adam öldürme v.b.  Bunların dışında ne gayrimüslimlere din dayatması vardır nede Müslimlere zorla ibadet ettirme ve cezalandırma yetkisi kimseye verilmemiştir.Allah Vahiyle ve Elçisi aracılığı ile ortaya koyduğu emir ve yasakları konusunda yegane hesaba çekendir ve cezalandıracak olandır. Zira zor ve dayatma ile; gönüllü kulluk ve Allah’tan sakınma,takva olamayacağı malumdur. Allah kendisine yönelik namaz, oruç, zekât, infak, Hacc v.b.  ibadetlerde; had cezası buyurmamış, böyle bir yetkiyi kimseye de vermemiştir. Hesap gününde hesabın kendine ait olduğunu buyurmuştur. Hesap görücü makam, ancak Allah’a aittir. Peygamberler dâhil her kul hesab verici makamındadır. Devlet ancak imtihan vasatının özgür ortamının emniyetini sağlar, adaleti, kıstı (eşitlik) , nesli koruyucu, gözetici tedbirler alır, eğitim, sağlık, adli hizmetleri ülke kaynaklarını en verimli bir şekilde kullanarak sağlar. Kilisenin tanrıyı temsilen halka din, yaşam tarzı ve dünya görüşü dayatması gibi bir teokratik yapı İslam’da yoktur. Resulullah’ın pak örnekliği bunu göstermektedir. Gayrimüslimlere anlaşmalarına bağlı kalıp barışa sadakat göstermeleri durumunda dini inançlarını,yaşam tarzlarını sürdürmeleri konusunda özgürlük ve güvence İslam’ın ilkelerindendir.  Daha sonraları Raşid halifeler döneminde güvenlik endişesinden münferiden olmak üzere bazı uygulamalar olduysa da ana eksen; Resulullah’ın sünneti doğrultusunda cereyan etmiştir. Emevi’lerle birlikte Bizanstinist/teokratik uygulamalar hızla hayata egemen olmaya başlamış, fıkıh makinesi hızla çalışarak aynen kilise istibdat ve zorbalığını aratmayan uygulamalar Ümmete egemen olmaya başlamıştır. Din adına böyle bozuk, fasit bir yapıyı ve anlayışı savunmanın da bir manası yoktur.
           
            Dikkat edilmesi gereken bu hususlar ışığında; infak, zekât, sadaka gibi mali ibadetler ile biriktirme(kenz) ve servet edinme konusuna dönebiliriz. Kur’an  ve peygamberin  örneklik teşkil eden uygulamaları bize göstermektedir ki; mali ibadetlerde, biriktirme(kenz)  ve servet konusunda  Allah’ın hoşnut olacağı ve büyük bir ecirle mükafatlandıracağı en doğru yöntem, usul ve esaslar belirtilmiş, yapılmaması durumunda,  zor kullanma ve ceza  bu dünya için öngörülmemiştir. Zira Allah’a güvenilerek yapılması gereken mali ibadetlerin ve emaneten verilen servetin tasarrufu konusunda; özgür irade esastır ve gönül hoşnutluğu, içtenlik, rıza, samimiyet ve fedakârlık ruhu işin tabiatına en uygun yoldur. Bu durum, imtihan vasatı içinde olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Mü’minin kendini ispatlaması, erdeminin açığa çıkması ve gelişmesi, ahlakının vahiyle inşası için; zor kullanma, baskı ve beşeri korku yani yasal yaptırımların olmaması, salt insanın inisiyatifi ile mali ibadetlerin yapılması gerekirdi. Allah böyle isteyerek ayni zamanda insana büyük bir değer verdiğini ve güvendiğini göstermiştir. İnsana düşense, bu güven ve alakaya karşılık evvela Allah’a ve vaadine güvenmektir. Mali ibadetler, karşılığı ahiret yurdunda görülecek olan harcamalardır. İslamoğlu Hoca’nın  tabiriyle Allah için üç verişten  biridir.[1] Kenz ve zenginleşmenin tabiatı gereği müstağnileşme doğurduğu malumdur. Zira Allah’ın bir 7oo ve daha fazlası teklifine rağmen kişinin ihtiyaç fazlasını hala daha kenz etmesi, Allah’ın ziyadesiyle vereceğine adeta ihtiyaç duyulmadığını, gale alınmadığını ve kendi elindekinin kendine yettiği zannını göstermesi bakımından önemlidir. Ki müstağni kesilmekte budur. İşte buradaki sadakat, Allah’ın  ecrine, mükafatına, lütuflarına Ahiret yurdunda  şiddetle ihtiyaç duyulduğunun ispatıdır. Aksi durum, Ahiret yurdunda, Allah’ın lutfu ihsanına ihtiyaç duyulmayacağı anlamına gelir.

            İslam’ın; israf, kenz, tekasür, meta-ı gurur, şımarıklık, servet düşkünlüğü gibi kerih ve yasak kıldığı eylem ve tavırların hepsi, bir toplumda adaletsiz gelir dağılımı ve servetin belli ellerde birikmesini gayrimeşru kılmaktadır. Kenz “biriktirmek” ister zekâtı verilmiş olsun isterse verilmemiş, yapısı itibariyle insanı ifsat edici, yoldan çıkartıcı, dünyaya meylettirici, kalbi hayırdan alıkoyucu fonksiyonu olduğu malumdur. Kişinin kalbinin hazinesiyle birlikte olduğu unutulmamalıdır. Biriktirmek sapkın ve saptırıcı bir hastalıktır. Sadece zenginlere mahsus da değildir. Yoksulların bile biriktirdiğine (çöp)  şahit olmaktayız. “Neyi biriktirsinler ya Resulullah?” sorusuna Allah Resulünün;”Zikreden bir dil, huşu duyan kalp, Saliha eş” buyurduğu rivayet edilmektedir.   Kaldı ki servetin belli ellerde dolaşan bir metaya dönüşmesi, sınıfsallaşmaya neden olarak, Ümmetin mütecanis,ahenkli,bütüncül yapısını zaafa uğratması mukadderdir ki durum Vahiyle uyarıya konu edilmiştir. [2] Yani daha önemlisi şirke dayalı toplumlarda görülen zıtlıklar, çelişkiler, adaletsizlikler,ahensizlikler, Tevhidi toplumlarda olmamalıdır,olamazda. Vahyin infak,sadaka, zekat emir ve tavsiyeleri, biriktirme,kenz,israf,gösterişle ilgili yasaklarının temelinde; toplumsal alanda tevhidi sağlamaya matuf olduğu aşikardır.Bu nedenle, İslam toplumu; Vahyi ilkelerden hareketle özgün bir sosyo ekonomik yapı ortaya koymak zorundadır. Toplumsal tevhidin gerçekleşmiş  aşaması olan Ümmete ancak bu şekilde ulaşılabilinecektir. İlkel kapitalizmin tüm varyantlarını içinde barındıran bir sosyo ekonomik yapının asırlar boyu,  İslam’mış gibi tüm İslam toplumlarında uygulanıyor olması başlı başına bir faciadır. Ve bu facia ümmetin dokusunu ve dini hayatı içten içe yiyip bitiren bir kurt gibi kemirmektedir. Ümmetin saltanatı üzerinde bir ceset[3] hükmündedir.
             Buraya kadar vergi olarak zekât haricinde tüm mali ibadetler, diğer ibadetlerde olduğu gibi kişinin hür iradesine bırakılmış; mükâfatı da terki halinde cezası da ahirete bırakılmıştır. Yani dünya hayatında yapılması için kanun gücü ve zor kullanılması söz konusu olmamıştır. Bu durum insan evladının imtihan temelli yeryüzü serüveninin temel altyapısını oluşturmaktadır. Sosyalizmde olduğu gibi, servet edinmenin kanunla yasaklanması ve gelirin devlet gücüyle eşitlenmesi; Allah’ın yeryüzünü imtihan yurdu olarak yarattığı gerçeğini tekzip edip imtihan vasatını bozmak anlamına gelmektedir. Böyle bir anlayış; her yurttaşa devlet ve kanun gücüyle din dayatmaktan farksızdır. Bununla birlikte devlet mali ve para politikaları vasıtasıyla insanların servete yaklaşımlarını yönlendirebilir, toplumsal fayda lehine manipüle edebilir, kaynak dağıtımını yoksullar lehine kullanabilir ki buna sosyal devlet anlayışı denmektedir. İmtihan vasatının irade özgürlüğünü kısıtlamak, ortadan kaldırmak, devlet otoritesinin zoru ile mülkiyeti yasaklamak, geliri ve harcamaları karneye bağlamak topluma farklı bir din dayatmaktır. Sosyalist devlet ceberutluğuna karşılık sosyal devlet anlayışı; mali politikalarla, sosyal güvenlik uygulamaları ile bu gün Batı toplumlarında ideal bir seviyede olmasa da asgari hayat standardını insanca yaşama seviyesine getiren tedbirleri aldığı görülmektedir. Batıdaki sosyal devlet uygulamalarının; Arabistan, Pakistan, Irak, Libya v.b. İslam Ülkelerindeki sosyal adaletsizlikler, sosyal güvenlikten mahrum ve sefalet içinde yaşayan geniş halk kitlelerine karşılık oldukça iyi bir durumda olduğu görülmektedir.
           
            Peki, İslam’ın servete, kazanca ve bunların tasarrufuna ilişkin getirdiği yasaklar, sınırlamalar ve ilkeler nelerdir?  Vahiy öncelikle bize, dünya hayatının geçici bir mekân olduğunu ve imtihan için burada kısa bir ömür yaşanacağını haber vermektedir.[4] Dünya hayatı fani, ahiret yurdu ise bakidir. Bunun yanında İslam, biriktirmeyi çirkin bir davranış olarak görmekte ve kenzci ve tekasürcü anlayış ve tavırları yasaklamakta ve böyle davrananları elim bir ceza ile de uyarmaktadır.[5]  Biriktirme ve çoklukla övünme sapkınlığına getirilen yasakla birlikte, israfın yasaklanması[6] ve sadeliğin, temizliğin ve kanaatkârlığın peygamberin bizzat örnekliği ile bir mü’minin nasıl olması gerektiği gösterilmiştir. Vahyin gerek Mekki gerekse Medeni olmak üzere infak ve türevleri ile ilgili iki yüze yakın ayette zikredilen infak amulussalihatıyle, Allah; yoksulluğu ve mahrumiyeti kullarının eliyle ortadan kaldırmayı ve  insan olmayı yani erdemin  yaygınlaştırılmasını dilediğini göstermektedir. İnfak; arınmanın, gerçek Birr’e ulaşmanın, Allah’a yönelmenin şartı ve psikolojik isteklendirme alt yapısıdır ve fiilen böyle bir etkisi vardır. Zenginliğin ve servetin zehirli tüm olumsuz etkilerinden ki bunlar, israf, lüks, meta-ı gurur, kibir, şımarıklık, cimrilik, öğünme, gösteriş, yarış v.b afetlerdir, tek panzehiri; infak, sadelik ve tasarruftur.[7]   Allah’ın bahşettiği ve insanı üzerine müstahlef kıldığı Mal ve mülkten ne kadar infak edileceği de yine Kur’an-ı Kerim’de belirtilmiştir: İhtiyaçtan fazlası, fazlalık.[8] Müslüman Allah’ın verdiği nimetten yiyecek, içecek, ihtiyacını neyse israf etmeden belirleyecek ve fazlalığını yoksullarla, mahrumlarla bölüşecektir. Böylece İslam Toplumunda servet belli ellerde dönüp duran bir devlet olmamış (Bkz.Haşr 7)  zenginlikle şımarmış mütref bir sınıf oluşmasının önüne geçilmiş olacaktır. Yani toplum da, zenginlerin gönüllülüğü temelinde sosyal adalet ve ekonomik eşitlik gözetilerek kardeşlik ve tesanüt sağlanmış olacaktır. Bu toplumsal Tevhit dir. Toplumsal Tevhit ile Allah’ın vahdaniyeti bakınız Kur’an da iki farklı sürede geçen iki farklı ayette şöyle geçmektedir. Sure-i Enbiya’da; ”Gerçek şu ki Sizin bu Ümmet’iniz Tek bir Ümmet’tir. Ben de Sizin Rabb’inizim; öyleyse Bana İbadet ediniz.” Ve Süre-i Müminun’de ise ” Ve işte Sizin bu Ümmet’iniz bir Tek Ümmet’tir. Ben de Sizin Rabbinizim. Öyleyse Ben’den sakının.”  Ümmetleşmenin Tevhid akidesi ile ilişkisi olduğunu gösteren bu ayeti Celileler, tevhit akidesinin toplumsal boyutuna vurgu yapmaktadır. Kardeşliği, dayanışmayı, tesanütü tahrip eden sosyal adaletsizlik ve eşitsizliğin salt maddi bir boyutunun olmadığını göstermesi bakımından dikkat çekici ve ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

            Vahyin infak, sadak ve zekatla ilgili hassasiyeti yanında hatta daha da üzerinde durduğu husus; başa kakmadan, aşağılamadan, incitmeden en güzel bir şekilde bu amellerin yapılması gerektiğinin altının çizilmesidir. O kadar ki hiçbir ibadette namaz, Hacc, oruç gibi infak ve sadakada olduğu gibi edasında gösterilmesi gereken titizliğe vurgu yapılmamış olması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir ayrıntıdır.
Rasulullahın bir gün Mescidi Nebevide ahsabtan bir guruba hitaben; “Ey Ensar topluluğu! Siz cahiliye devrinde Allah’a kulluk yapmazken, üzerinize düşeni yapar, malınızı doğru yolda harcar, misafirlere ikramda bulunurdunuz. Fakat Allah size hak dini ve Resulünü gönderdikten sonra, artık mallarınızı biriktirmeye mi başladınız? Mallarınızdan infak ediniz. Zira insanların yırtıcı hayvanların ve kuşların yediği mallarınız sebebiyle size ecir verilecektir.” Bunun üzerini oradakiler dağıldılar ve herkes bahçesini çeviren duvarları yıkarak insanların ve hayvanların geçebileceği geçitler yaptılar.[9]
Rabbil Alemiyn, kendilerine dünya nimeti verilen zenginlere nasıl davranmaları gerektiğini öğütlerken,aksi davranışta bulunan müstağnileşen,mütreflere cezayı ahret yurduna tehir etmiştir. Zaten ceza ve mükâfat genel olarak hesaptan sonraya bırakılır tabiatı gereği. “Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiği şeye cimrilik edenler sakın onu kendilerine hayırlı sanmasınlar. Hayır, o, onlar için bir şerdir. Kıyamet gününde o kıskandıkları mal, boyunlarına tomruk edilecek. Kaldı ki, göklerin ve yerin mirası hep Allah'ındır ve Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. [10]"Allah yolunda harcayın; kendinizi tehlikeye atmayın." [11] Kurtuluşu nefsi cimrilikten kendi arzusuyla ve isteği ile sıyrılmayı başaranlara müjdelemektedir. "Nefsinin cimriliğinden korunanlar yok mu? İşte kurtulacaklar onlardır." [12]
"Kim cimrilik ederse, kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir; hiç kimseye ihtiyacı yoktur; siz ise fakirsiniz, O'na muhtaçsınız. Eğer (O'ndan ve Allah yolunda harcamaktan) yüz çevirirseniz, sizin yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi olmazlar." (47/Muhammed, 38)
"Kendileri cimrilik yapıp insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine lütfundan verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, nimetleri örten kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık." (4/Nisâ, 37)
İbn Abbas'tan nakledildiğine göre yukarıda söz konusu ettiğimiz âyet indiğinde sahâbîler zor durumda kaldı, ne yapacaklarını bilemez oldular. Hz. Ömer; "Ben bu sıkıntınızı gideririm" diyerek Peygamber (s.a.s)'e gitti. "Ey Allah'ın Rasûlü, bu âyet ashabına ağır geldi" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s); "Allah zekâtı, ancak arta kalan malı helal kılsın diye emretti" buyurdu. Bu arada Hz. Ömer "Allahu ekber!" dedi. Peygamber (s.a.s) sözlerine şöyle devam etti: "Kişinin kenz edeceği şeyin en hayırlısını söyleyeyim mi? Saliha kadındır; ona baktığı zaman kendisini sevindirir, ona bir şeyi emrettiği zaman kendisine itaat eder, hazır bulunmadığı durumlarda da mal ve namusunu korur" buyurdu.[13]

            Görüldüğü gibi,İslam davet safhasında da zorlamaya müsaade etmediği gibi vergi (zekat) dışında;sadaka,infak,karz-ı hasen ve kurban konusunda bir zorlama,sınırlama getirmemiştir.Önünü açık bırakmış,gönüllü olarak,içten gelerek ihlas ve samimiyetle bu ibadetlerin yerine getirilmesini tavsiye etmiştir. Zaten böyle olursa arınma ve Allah’a yönelme söz konusu olabilir. Aksi durumda hiç kimse gönül hoşnutluğu içinde  ne sadaka,ne infak,ne karzı hasen de bulunur.Sürünün en cılız hayanı seçilir,kurban edilir. Verilen büyük paralar yüreğe oturur,gönül hoşnutluğu ile verilmediği için hiçbir fayda hasıl etmez.Özgürlük ve gönüllülük esasını hem siyasal açıdan hem de mali ibadetler açısından  birde bu şekilde tefekkür etmek gerek.


[1] M.İslamoğlu infakı üç vermek yani Cihad etmek, Hicret etmek ve infak etmek olarak nitelendirmekte ve bu büyük amulusalihatların karşılığının ahrette verileceği açık bir şekilde belirtildiğinden,  Allah’a büyük bir güven duygusuyla yapıldığını belirtmektedir. Gerçektende hali hazırda elde olanın, gaibde karşılığını görmek maksadıyla verilmesi, büyük bir imanın, teslimiyetin ve sadakatin sonucu olabilir ancak.
[2] 59 Haşr 7-“Allah'ın o Qarye Halkı’ndan Elçisi'ne verdiği Fey, Allah'a, Elçisi'ne, Yakın Akrabalığı olanlar’a ve Yol’da kalmışlara ait’tir. Öyle ki Siz’den Zengin olanlar arasında dolaşan bir Devlet olmasın. Elçi Size ne verdiyse alın, Sizi neden sakındırırsa artık Ondan sakının ve Allah'tan ittika edin. Elbette Allah Azab’la sonuçlandırması pek Şiddetli olan’dır.”   
[3] 38 Sad / 34- Andolsun, biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Sonra tövbe edip bize yöneldi.
[4] 9 Tevbe 24De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticâret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”
[5] Bkz. Süre i Tekasür ve Tevbe 34-35
[6] Araf 31 “Yiyin, için, fakat israf etmeyin! Allahü teâlâ israf edenleri elbette sevmez.”
İsra 26,27”İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir”
 Enbiya 9 “Müsrifleri helak ettik.”
[7] Tasarruf Allahın rızasına uygun harcamaktır. Bu anlamda cimrilik israftır, lüks ve israf saçıp savurmaktır. 
[8] Bkz. 2/219  
[9]  Et-Terğib;4/156
              [10] 3 Ali İmran/180
[11] 2 Bakara/ 195
[12] 64 Teğâbün/ 16

[13] Ebû Dâvud, Zekât, 32

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder