18 Temmuz 2012 Çarşamba


İslamcı bir düşünürün şok tahlili 


Mustafa ÖZCAN/Dünya Bülteni/18.03.2011

Geçenlerde e-mail adresim üzerinden sorgulama kipinde garip bir mesaj aldım. Mesaj sahibi galiba kendi kendini vasi atayarak, Müslüman Kardeşler ve benzeri İslami hareketlerle alakalı içten analizlerimizden rahatsız olmuş ve İslami hareketlerin selametini bizi susturmakta buluyor. Herhalde biz yazmadıkça İslami hareketler sağlıklı kalacak! Bu tipler, hezimet dönemlerinde pek ortalıkta görünmezken, nedense güçlü görüntülü zamanlarda ortaya çıkarlar ve sonrasında yeniden gözden kaybolurlar. Biz mihnet dönemlerinde sıkıntı çekerken onlar sonrasında vekil olur. İslamcılar gündem kaçağı olduklarında bu arkadaşlar da Kaddafi’nin tabiriyle uykuya yatıyorlar. Ardından, son Arap Devriminde olduğu gibi hareket olduğunda ise mangalda kül bırakmıyor ve her şeyi kendilerine mal ediyorlar. Tanımadığım ve hiç bir derinliği olmayan bu zevatın irticali mesajlarını muhatap ve kaale almadım ama yine ısrarla ve sistematik bir biçimde rahatsız edici bir iki mesaj daha attılar.
İslamcıları eleştirmek neden rahatsız edici oluyor? Kendi yanlışlarımızı tahlil ve bunlardan ders çıkarmak neden rahatsız edici olsun? Aksine bunlar bizim için içtimai bir muhasebe hatta yenilenme anımızdır. Bir defa böyle kendini bilmezlerin şunu bilmeleri gerekir: İslam Müslümanlardan ibaret değildir. İslam ruh ise Müslümanlık bedendir. Ruh çürümez ve beden ise çürür, yaşlanır ve yeniden toprak olur. Müslümanlar İslam’ın kendisi değildir ve yanlış yaptıkça tarih sahnesinden çekilir ve zamanla elenir ve yerlerini başka güçler ve asabiyetler alır. İslam aynı kalmakla birlikte Allah, Müslümanları yeniler ve bazılarını eler ve bazılarını da üstün kılar. Hüküm yed-i kudretindedir.
Şeytanla Adem Aleyhisselam’ın farkı, şeytanın kesinlikle geri adım atmaması ve suçunu üstlenmemesidir.  Müslüman ise Adem Aleyhisselam’ın yolunun varisidir ve tevbe ile kendisini yeniler. Suçunu ve kabahatini üstlenir. Yenilenmeyen ise kadavra olur. Tarih içinde din ile siyaset arasında bir ayrım olmuştur. Elbette zaman zaman bunun tamiri ve aradaki mesafenin kaldırıldığı dönemler de yaşanmıştır.  Tamir matlup iken bu tamiri mümkün kılan doğru yöntemdir.  İsabetli yöntemi bulamayanlar siyaset ile dinin arasını daha da açar.
*
İdeolojileri ayakta tutan adalettir.  Adaletin ideolojiden ayrılması ideolojiyi de yıkar. Adaletin kalmadığı yerde ideoloji güce mahkum olur ve inhiraf eder. Felsefesi mugalata haline gelir. Adaletin temini ise düşmanı alt etmekle olmaz bilakis gücünü ve kendini frenlemekle mümkün olur. Maalesef bu hususlarda İslamcılık deneyimleri neredeyse dibe vurmuştur. Bundan dolayı son dönemlerde İslamcılık tümden olmasa bile en azından bazı İslamcılar veya İslami hareketler çözümün değil sorunun bir parçası haline gelmiştir. Zira oturduğu zemin yanlıştır. Yanlış zemin ise doğru üretmez.
Mısır’daki gelişmeler sırasında Mısır Devriminin ne İran ne de Sudan İnkaz Devrimine benzeyeceğini söylemiştik. Zira, İran’da Ayetullah Humeyni gibi karizmatik bir lider ortaya çıkmış ve ulema sınıfıyla ittifak yapmıştır. Daha doğrusu kurumsal ulema devrimi ve liderini desteklemiştir. Mısır’da ise Hasan el Benna’dan beri İhvan’ın başında karizmatik bir lider olmadığı gibi hareketin en zayıf ilişkisi olduğu kesim de ulemadır veya Ezher çevresidir.  Mısır’daki değişimin Sudan’a benzemeyeceğini de öngörmüştük. Zira, Turabi yine karizmatik ve teorisyen bir kişilik olarak askerle ittifak yaparak bir darbe gerçekleştirmiştir. Mısır’da ise Sudan gibi İhvan, orduya sızarak bir darbe üzerinden ülkeyi ele geçirme politikası gütmemiştir. Zira, bunun acı sonuçlarını 1952 darbesiyle yaşamışlardır. Dolayısıyla, yaşadıkları deneyimlerle olgun bir aşamaya gelmişlerdir. Bundan böyle de Mısır halkının İslami değerlerin ötesinde tutunacağı bir dalı ve dayanağı yoktur. Lakin bu, cemaat olarak Mısır’ı İhvan’ın yönetmesini doğru bulduğumuz anlamına gelmez. Önemli olan İhvan’ın da içinde olduğu kesimlerin İslami hakem kılmaları veya değerlerinin hakim olmasına çalışmalarıdır. Aksi takdirde, zümre hakimiyeti veya oligarşik bir yapı üzerinden ulaşılan bir İslami sistem ters sonuçlar verecektir. İran ve Sudan bunun en çarpıcı örnekleridir.
*
Sudan’ın bölünmesi sırasında bir Filistinli arkadaş Beşir’in Güneylilerin hakkından geleceğini öngörmüştü. Ona göre rejim her yönüyle  sağlam ve hazırlıklıydı. Halbuki, şunu kabul etmemiz gerekir, gerçekten de bugün Sudan gibi bir ülkeyi yönetmek kolay değildir. Şartları itibarıyla çok zordur. Beşir gibi zevatın karşılaştığı  bütün seçenekler zordur. Lakin yine de Nifaşa Anlaşması gibi anlaşmalar belki de ülkeyi bölünme sürecine taşıdı.  Ve bölünme şöyle veya böyle İslamcıların elinde patladı. Sudanlı İslamcılar -en azından iktidarı ellerinde tutanlar- bundaki sorumluluklarını reddedemezler.
Filistinli arkadaş –Halit Refik Karay’ın, Mine’l bab ile’l mihrap isimli eserinde mütareke dönemi kayıkçılarını anlattığı kısımdaki gibi- İslamcıların her şeye kadir olduklarına inanıyordu. Halbuki Beşir arkadaşın anlattığının tam tersine bölünmeyi önleyecek hiçbir şey yapamadığı gibi bunu yeni bir zafer ve yeni bir devrim olarak takdim etti. 
İslamcılar zamanla iktidarda tutunma pahasına kendi temellerine ve değerlerine yabancılaştılar. Lakin bununla birlikte bazıları burunlarından kıl da aldırmıyor. Cine 5’te bir ara Mısır’ı tartışırken Ayşe Böhürler, Sudan’ı diğer Arap rejimlerinden ayırdı.  Sudan’ın diğer Arap ülkelerine ve Beşir’in de Arap liderlerine benzemediğini söyledi. Bu sosyolojik açıdan doğru olsa bile siyasi açıdan pek de doğru değil. Bütün Arap liderleri aynı jeopolitik havzada yaşıyor ve aynı potada buluşuyorlar. Aynı siyasi havayı teneffüs ediyorlar. Rejimlerinin karakterini dönüşümsüz iktidar modeli, güvenlik politikaları tayin ediyor. Sudan da bunun dışında değil. Burada Turabi ile Beşir ikilemi arasına hapsolmak da meseleye dar bir alandan bakmak olur. Esasında onlar için söylenecek söz: Al birini vur ötekine olacaktır.
14 Mart (2011)tarihli El Kuds el Arabi gazetesinde Al Arabia dergisinin eski yazarlarından Sudanlı Abdulvahhab el Efendi ‘  Sudan’da reform vakti geçti, devrim vakti gelip çattı mı?’ başlıklı yazısında Sudan’ın da yol ayrımında olduğunu ve bir siyasi tsunami yaşayacağını öngörüyor. Ona göre, çok cezri tedbirler alınmazsa yani reformlar yapılmazsa ülke, Somali veya Libya yıkım seçeneklerinden birisiyle karşılaşabilir. Ona göre, 20 yılı aşan İnkaz rejiminin İslam imajına verdiği zarar ziyan tahminlerin ötesindedir. İslamcılar ehemi mühime tercih noktasındaki hatalarından ve aculcülüklerinden dolayı alt yapı hizmetleri yerine üst yapı hizmetlerine yöneldiler veya himmetlerini siyasete hasrettiler. Ruhi ve ahlaki terbiyelerine dikkat etmediler. Ele talkın verirken söylediklerinin tersini yaptılar.
Enerjilerini hayatı kuşatan altyapı hizmetleri yerine dönüştürücü olarak gördükleri üst yapıya hasrettiler ve harcadılar. Bu noktada, hem hesap hem de yöntem hatası yaptılar. Kendilerini totaliter düşüncelerin cazibesine kaptırdılar. Bunun sonucunda üst yapıyı ele geçirdikleri halde toplumu dönüştüremediler aksine kendileri değiştiler İktidar yolunda değiştirme iradesini kaybederek, değiştiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder