11 Ocak 2010 Pazartesi

İslam İktisadı Üzerine


İslam İktisadı Üzerine  

Atilla MORÇOL



İktisadi Hayat


            İktisadi hayat  iki temel üzerinde ceryan etmektedir:1-Üretim faaliyetleri 2-Bölüşüm .Modern iktisat bilimi,üretim şeklini, üretim araçlarının mülkiyetinin kimin elinde olduğuna göre belirlemektedir. Üretim araçları müteşebbis/sermayedarın mülkiyetinde olduğu ekonomik modellerde kapitalist üretim tarzından,devletin/emeğin mülkiyetinde olması durumunda  marksist ekonomik modelden bahsedilir.İslam, siyasal sisteme getirdiği genel naslar gibi, iktisadi hayata da genel hükümler getirmiştir:Adaletle hükmetme,Kıstı ayakta tutma yükümlülüğü.Kapitalizm ve Marksizm üretim ve bölüşümü kendilerine özgü kurallara bağlayarak her biri sözcüsü olduğu toplumsal aktörlerin  yani yaslandığı sınıfın faydasını gözetmeyi kendilerine amaç edinmiştir. Toplumda adalet duygusunun yerleşmesini,adalet ve kıst kaygısınının yerleşmesini gözetmezler. Kapitalizm Üretim araçlarının insanların mülkiyetine konu olduğunu,üretim araçlarını ele geçiren müteşebbisin arz ve talep kanununa göre hareket ederek, mülkiyetini; karını maksimize edecek şekilde kullanma hakkının olduğuna inanır. Marksizm ise üretim araçlarının, emeğin yani işçi sınıfının kollektif mülkiyetinde olduğunu kabul eder.İşçi sınıfı bu mülkiyeti üretim ve bölüşüm ilişkilerini, işçi sınıfı adına hareket ettiği iddiasındaki bürokratik/siyasi bir elit tarafından  kararlaştırarak uygulama alanına sokar.
            İslam ise; insanı  Halife olarak görür ve Onu sermayenin mülkiyeti  üzerine vekaleten atamıştır. Zira Mülkiyet Allah’ındır.İnsan çalışıp çapalamış olsa da, üretip elde ettiğinin gerçek ve mutlak sahibi Allah’tır.Nihayetinde  insan; üretim işlevi ile elde ettiğini Allah’ın verdiği donanımla  vücuda getirmiştir.Eşyanın mülkiyetinin gerçek sahibi olan Allah;üzerinde halef kıldığı insana eşyadan nasıl,ne şekilde,ne miktarda yararlanacağını da ona bildirmiştir.İnsan gerek bizzat üreterek elde ettiğinden,gerekse miras yoluyla elde ettiğinden yiyib,içecek,giyinecek ama bunu yaparken israf etmeyecektir.[1]İhtiyaç fazlasını da yoksullarla ve kölelerle paylaşacaktır.[2]Biriktirip şahsi servet unsuru haline getirmeyecektir.[3] İslam iktisadi altyapısının temeli İnsanı Kamildir.İslam el İnsanı inşaa etmektedir.El İnsan yani  Halife olması durumunda, Allah onu; Toplumuna (yeryüzüne) varis kılacağını[4] toplumsal değişim  yasasıyla hükm altına almıştır. Müsrif olmayan,çok sevdikleri maldan gönül hoşnutluğu içinde, şevkat ve saygı ile Allah’ın mahrumlarına infak etmeyi ahlak edinmiş,dünya hayatını  geçici bir mekan,Ahiret hayatını  ise ebedi bir mutluluk  Yurdu gören insan;İslam ekonomisinin alt yapısını oluşturmaktadır. İşte İslamın öngördüğü ve inşaa ettiği insan ile Kapitalizmin ve Marksizmin inşaa ettiği insan arasındaki farklılık budur ve bu fark İslam ekonomik modeli ile kapitalizm ve marksizim ekonomik modelleri arasındaki farka tekabül etmektedir. Yani,İslamın inşaa ettiği Halife İnsanın ortaya koyduğu sosyo ekonomik yapı ile diğerlerinin ortaya koyduğu iktisadi yapılar arasındaki fark; müfsid bir kapitalist yada bir sosyalist ile kamil bir mü’min arasındaki farka tekabül edecektir.
            İnsanlık Tarihi, Habil ile Kabil’in  çatışması ile başlamıştır. Bu çatışma da harekete geçiren saik,insan ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların giderilmesi gayreti olmuştur.Tarihi harekete geçiren ve yön veren saik budur. İslam insanının ihtiyaçları ile Kapitalist ve Marsksist  insanın ihtiyaçları nitelik ve nicelik olarak köklü farklılıklara sahiptir.Dolayısıyla her iki insanın (Kapitalist ve marksist insan temelde materyalist olduğundan ayni kategoride müteala edillirler:Cahiliye) Kabulleri ve yönelimleri farklıdır.Biri,tarihi; insanilik ve gelişim yönünde harekete zorlarken,diğerleri bozucu,ekini ve yurdu fesada[5] verme yönünde harekete zorlamaktadır. Birinci ve ikinci dünya savaşları milyonlarca insanın katledilmesi ve onca emek ve alınterinin  hebası ile sonuçlanmıştır ki tarihi zorba ve kan dökücü bir yöne çevirmişlerdir.Bu İslamın mahkum ettiği bir cürümdür.İslam barış,adalet ve özgürlük yönünde tarihin seyretmesini dilemektedir.
            Kapitalizm,insan ihtiyaçlarının sonsuz, buna karşılık bu ihtiyaçları karşılayacak doğal kaynakların ise sınırlı olduğuna inanmaktadır. Yanlış algılama ile kendinin ürettiği bu problemi;yine kendisinin yanlış temeller üzerine kurduğu teorilerle ekonomi ilmi adı altında  çözmeye çalışmaktadır. Modern Dünyanın bu gün geldiği yer sömürü,istismar,adaletsizlik,Halkların açlık ve sefaleti ile küçük bir mütref[6] sınıfın istikbarıdır. Marksizm ise sınırlı kaynakların ihtiyaca göre üretildiği, ihtiyaca göre bölüştürülmesi ile bu sorunu çözme çabasına girmiştir.O da buna karar verecek karar merciin hangi kıstaslara göre karar vereceğini göz ardı etmiştir ve sermayedar mütrefinin yerini bürokratik mütrefin almıştır.
            İslam; Allah'ın yarattığı nimetlerin(Kaynakların) fıtri (Doğal dengenin) olanın korunması durumunda  kıyamete kadar insan türüne yeteceğini,doğada ilahi bir dengenin olduğunu ileri sürmektedir. Yeterki insanın bu dengeyi bozmaması, fesat ve açgözlülükle hareket ederek ekini ve nesli bozmaması uyarısında bulunmaktadır.Allah çeşit çeşit nimetler yarattığı gibi,insanlığın gelişim devrelerine uygun gereksinimlerini de varetmiştir.Petrol den haberi olmayan insan  petrolle tanıştı.Doğalgazı bilmezken doğalgazı keşfetti.Yarın belki deniz suyu ile çalışan motor keşfedilecek ve muazzam bir enerji kaynağı devreye girecektir.[7]
            İslam ihtiyaca göre üretmeyi,biriktirmemeyi ister ve tulu emelin insan için saptırıcı olduğunu belirtir.Zira ihtiyaç kadar tüketmek esastır. Meşruiyet sınırı ihtiyacın giderilmesidir.İslam fazlasını  israf olarak nitelendirmiştir.
            Allah kainatı ve hayatı hikmetle yaratmıştır.En ufak bir  düzensizliğe fırsat  vermemiştir.Doğada öyle bir denge ve öyle bir ahenk kurmuştur ki,sosyal olaylar,tabii deveran biteviye akıp gitmektedir.Yaratanın koyduğu doğal yasalar canlılar alemindeki yaşamı,sosyal kanunlar ise insanlığın kaderini belirlemektedir. Yaban hayatında karnı açıkan avlanır,karnı doyunca dinlenir.İsraf etmeyen,biriktirmeyen ve ihtiyacından fazlasını paylaşan insan Allah’ın Dünya Hayatı dediğimiz sisteminin bir parçası olan ve bu sistemi korumakla görevli Halife İnsandır. Tarihin,iktisadi ilişkilerin temelinde insan vardır. İnsan; Halife insan (insanı kamil) ve kendine yabancılaşmış insan (Esfele safiliyn) olarak bu ikisinin çatışması tarihe yön vermektedir.
            İnsanlık tarihi; üretimden ziyade bölüşüm nedeniyle yaşanan  çatışmalara sahne olmuştur.Allahın tüm insanların ihtiyaçları için yarattığı kaynakların bölüşümündeki adaletsizlik, tarih boyunca çatışmaları doğurmuştur.Tevhid akidesi  Allahın tüm insanlar için yarattığı nimeti emperyal amaçlarla elegeçirip başkalarını bundan mahrum bırakmayı meşru görmemektedir. Müslümanlar Savaşta bile Bedir Kuyularını düşmanlarının kullanımına izin vermişler onları sudan mahrum etmemişlerdir. Neden? Çünkü İslam suyun insanlık için yaratılmış bir nimet olduğunu bilmektedir. Savaşta olsa su üzerindeki bir sahiplenme (Mülkiyet) Allah'ın hukukuna riayetsiz anlamına gelecektir. Cahiliye Anlayışı ise bunun tam tersidir.Her şeyi ele geçirerek kendilerinden başkasını ölüme terk etmek,fahiş karlarla insanlara mal satmak,başkalarını yoksullaştıracak şekilde istismar etmek tabiatlarında olan  emperyal duygulardır.
            İslam insan emeğine önem ve değer vermektedir. Emekle üretim yapılır ,emeğin karşılığı olan şeye kişi sahip olur.İnsan, Allah’ın yaratmasıyla vardır. O’nun sayesinde emek gücüne sahiptir.Allahın yarattığı üzerinden üretim yapılmaktadır. Semavatın ve arzın mülkü Allah’a aittir. İnsanın  eşya ve nimet üzerinde yani eşya üzerindeki hakimiyeti ikinci derecede  bir hakimiyyettir.Allah tarafından eşya ve nimet üzerine  müstahlef kılınmaktır. Zira mülkiyyet Allaha aittir.Allah dilediğine verendir.Halef kılınanlardan da emrettiği gibi davranmalarını istemektedir.İnsan sarf ettiği emek vasıtasıyla ürettiğine yada kazandığına sahip olur.Emek  yaratılmış olanı açığa çıkartır.Sahip olmanın sebebidir.Fakat buradaki sahip oluş,Allahın mutlak sahib oluşunun altında, Allah’a tabi olarak bir sahip oluştur ki aslında buna emanet,tasarruf demek daha anlamlı olmaktadır.Marksizm mülkiyeti reddederken, Kapitaliz mülkiyeti varlık sebebi görrek kutsamıştır.

İnsanlar üretim kapasiteleri açısından  üç gruba ayrılırlar:
1-Aktif üretkenler.
2-ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede üretkenler.
3-İhtiyaçlarını karşılayamaz durumda olanlar.

Aktif üretkenlik kapasitesine sahip olanlar ekonomik faaliyetlerin lokomotifi durumundadır.Üretilen milli hasılada gerek organizasyon açısından gerekse müteşebbis ve gerekse teknik ve bilgi açısından üretimde liderlik ve yönetim bu kesimdedir.Ve dolayısıyla dünya üretiminin aslan payını alanlar da bunlardır.Toplumların zengin kesimini oluştururlar.Ve bu kesim toplumda aşağı yukarı  % 10 luk bir dilimi oluşturmaktadır.Konumlarını miras yoluyla  kazananlar olduğu gibi gayret ve liyakatleri ile sıfırdan gelenlerde az değildir.Kimi Doğal seleksiyon gereği kimisi iflas ederek konumlarını kaybederler.Ama daima birileri meydana gelen boşluğu doldurmaktadır.Abd her gün binlerce Şirket kurulmaktadır ve binlercesi de iflasla yada iş yapamama sonucu  piyasadan çekilmektedir.Bu her toplumda aşağı yukarı böyledir.Dikkat edilirse “İslam Toplumlarında durum şudur!” diye bir bahis açmadık.Zira Birkaç marksist ülke dışında (Küba,Kuzey Vietnam gibi) tüm dünya pazarlarına Kapitalizm hakimdir. Tüm dünyada üretim,bölüşüm ve tüketim, kapitalizmin kurallarına ve felsefesine göre yapılmaktadır. Dünya nüfusunun beşte birinin yoksulluk sınırının altında olmasının nedeni budur.
İhtiyaçlarını karşılayacak kapasiteye sahip olanlar, toplumun orta sınıfını oluştururlar.Sağlıklı toplumlarda  orta sınıf  alabildiğine geniştir.Yani Geniş tabanlı piramit gibi.Piramitin tabanla tepe arasındaki büyükçe bir bölüm orta sınıfı temsil eden gelir seviyesine temsil ediyor olması halinde sağlıklı bir toplumdan bahsedilmektedir.Aksi durum gelir dağılımının yani üretim ve bölüşümün adil olmadığı bir toplum anlamına gelir ki, sağlıksızlık göstergesidir.İslamın kısta dayalı ekonomik yapısı orta sınıfı yaygınlaştırmayı hedeflemektedir. Zekat,sadaka ve özellikle infak gibi gelir transferleri ile ücret politikası ve mülkiyet üzerindeki kısıtlamalar (örneğin ekilir arazilerdeki  uygulamalar) buna yöneliktir.
Asli ihtiyaçlarını yani beslenme,giyim,eğitim,sağlık ve barınma ,aile kurma gereksinimlerini karşılayamaz durumda olanlar yada bu konuda acze ve sıkıntıya girenler üçüncü  kesimi oluşturmaktadırlar. Bu kesimin korunmaya,desteklenmeye ve yardıma ihtiyaçları vardır.Toplumun yoksul/Mustazaf  kesimini meydana getirmektedirler.Bu kesim ayni zamanda  tümüyle  aylak bir kesim de değildir.İçlerinde iş yapamayacak durumda olanlar olduğu gibi pazu gücüyle çalışanlarda vardır. kol yada beden gücüne dayalı üretime katılım bu kesimden karşılanmaktadır. Dolayısıyla milli hasılada az da olsa bu kesimin katkısı inkar edilemez.Kaldıki bu kesim olmazsa, hayatın çekilmez olacağı bir gerçek.Zira beden gücüyle yapılması gereken işleri Aktif üretken kesimin aktörleri;proflar,mühendisler,müteşebbisler yapmak zorunda kalacaktır.Bu nedenlerledirki bu kesime gelir tranferi ayni zamanda bir toplumsal zorunluluk niteliğindedir.
Bölüşüm ve İhtiyaç

Bölüşüm konusunda ne kapitalizm ne de komunizm ve sosyalizm somut,gerçekci,adil bir çözüm modeli sunamamıştır.Sovyetlerin 70 yıllık konünizm uygulaması, teoriden ziyade insan unsurunun, öngörülerin gerçekleşmesinde ne kadar önemli bir etken olduğunu göstermiştir.Toplumda ne eşitliği,ne adaleti nede ihtiyaca göre üretim ve bölüşümü sağlayabilmişdir. Kapitalizmin ise; 2008 Global Krizinin arkasında Global sermayenin doymak bilmeyen açgözlülüğünün olduğu her kesin malumu olan bir rezaleti yaşamaktadır. Dikkatlerden kaçırmamak gerek ki tüm beşeri sistemler başta Kapitalizm ve Komünizm ve sosyalizm olmak üzere hemen hepsi,ahireti inkar etmekte,cenneti dünyada aramaktadır. Tek dünyalı bir sistemle aslında konuşacağımız,mukayese edeceğimiz  bir şeyde yoktur.  Burada İslam’ın eşsiz ve benzersiz bilimsel gücünü görmemek mümkün değildir.İslam davete icabeti zora ve baskıya değil kişinin ihtiyarına bırakması,arınma,Allah’a yönelerek insanı kamil olmayı hedeflemesi,bunun için infakı/ sadakayı,biriktirmemeyi öğütlemesi ilginçtir.Toplumsal kıstı,kardeşliği ve barışı İnsan temelinde ele alarak,insanın  Halife insan /İnsanı kamil olması durumunda Hayatı,dünyayı bir esenlik yurduna çevireceği görüşündedir.Dünyayı yaşanmaz hale getiren de insandır,esenlik ve barış yurdu haline getirecek olanda insandır.Yeterki yaradılış hikmetine uygun bir yön ve pozisyon almayı başarabilsin.İnsan vahyin rehberliğinde Allah’ın Rabliğini kabul ve İlahlığına  boyun eğmesi durumunda; insanın gayreti ile istismar,sömürü,aldatmaca,yoksulluk,kölelik,çatışma,kargaşa,kötülük ortadan kalkacak, toplumlar barış ve adalet içinde kardeşlik ve dayanışma ile Ademin çocukları olduğunun bilinciyle bir dünya kuracaktır.Bu potansiyel İnsan’da vardır.Lakin dünya hayatı hak ile batılın iyi ile kötünün mücadelesine sahne olmuş ve olmaktadır.Kah umut dolu anlar kısada olsa yaşanmış,kah insanı karamsarlığa düşürecek kadar meşum karanlıkların egemen olduğu anlar egemen olmuştur.
İslam ile cahiliye muayesesinde sözün bittiği yer,İslamın asıl hayatın Ahiret Yurdundaki hayat olduğunu haber vermesidir.İslam Dünya Hayatının bir metaı gurur olduğunu[8] sabreder ve Rahmanın buyruklarına itatkar olunup sakınılması durumunda işte aziym Umur Ahıret Yurdundaki Rabbin mükafaatı[9] olduğunu göstermektedir.
Cahiliyye  insan ihtiyaçlarının sonsuz olduğunu kaynaklarında bu ihtiayçları karşılamada yetersiz olduğunu kabul etmektedir. Sosyalizm ise ihtiyaçların sonsuzluğunu telaffuz etmese bile dünyada cennet tasavvuru ile bunu zimmen kabullenmektedir.Çok üretmek konusunda hemfikirdirler ama bölüşümde farklı yöntemleri vardır.Osa İslam ihtiyaçların sınırsızlığını Rasululullah sav;”Canını çektiğini yemesi kişiye israf olarak yeter.” Diyerek cevap verir. Dünya hayatını bir oyun ve eğlence olarak gören İslam,Dünyaya değil dünyada Ahiret Yurdu için çalışmayı tavsiye etmektedir. Zenginlik siyasi ve askeri güçü doğurduğundan,düşmanın tasallutundan emin olmak içinde onların silahları ile silahlanmayı da ihmal etmemeyi öğütlemektedir.[10]
İslam ihtiyaç kavramına sınırlarını çizerek güzel bir tanım getirmiştir.Yemeyi,içmeyi,giyinmeyi ihtiyaç giderme olarak gördükten sonra “israf etmeyin!” diyerek sınırı koymuştur.Toplumun İhtiyaçlarını karşılayamaz durumda olan yoksul ve yoksun güçsüz kesimlerine ki bunlar; yoksullar,miskinler (işsiz,evsiz,gelirsiz kişiler ki Batıda ve İslam Ülkelerinde çoktur böyleleri),yetimler,dullar,kölelerdir,bu kesimlere ihtiyaç fazlasından arta kalanı hayr olarak infak etmeyi böylece dünya tamahından kurtularak arınmayı tavsiye etmektedir.[11]

İslam dışında bütün sistemler, Kapitalizm ve sosyalizm toplumun yoksul ve yoksun kesimlerini aşağı,işçi,amele sınıfı yada 70 sene öncesine kadar  iş gücü için yaratılmış “Köle” sınıfı olarak bakmaktadır.Komünizm ise doğal seleksiyonla hastalık ve gıdasızlıkla ölüp yok olması gereken bir kesit olarak bakmaktadır.Dolayısıyla onların ihtiyaçları ve toplumun onurlu bireyleri olmaları  için fazlada kafa yormayı gereksiz görmektedirler. Abd ve Batılı ülkelerde her yıl zorlu kış şarrtlarında sokallarda yaşayan yoksulların donarak ölükleri bir vakıadır. Ve Dünyanın en zengin ülkeleri yoksullarının sokakta donarak ölmelerine kayıtsız kalmaktdır. Bunun temelinde cahili kapitalizmin biriktirme (tekasür) cimrilik ve farklı olma egoizmleri yatmaktadır. Ne kadar derin yoksulluk varsa aligarşik konumları o nispette büyük erişilmez olacaktır. Karun cimriliğinin temelinde de bu vardır.İslam bize çok farklı olarak göstermektedir ki Allah; İhtiyaçlarını karşılayamaz durumda olan yoksul ve yoksun güçsüz kesimlerin yanında  ve tarafında olduğunu göstermektedir. Bu kesime yapılan sadaka,infak ve zekatın Allah’a verilmiş bir borç,[12] Allah yolunda harcama olduğu[13] Kuran da bildirilmektedir.İslam sınıfsal çatışmayı,sınıfsal rekabeti  ortadan kaldırarak,dayanışma,kardeşlik,adalet ve kıstı[14] emretmektedir.Ebedi Ahiret Yurdundaki mükafaat;aktif üretken kesim ile ikinci katekorideki kesimin  ihtiyaçlarını karşılamada acze düşmüş kesimlere gönül hoşnutluğu içinde ve başa kakmadan yapacağı  yardımlara bağlı olduğu[15] bildirilmektedir. İslamın infak,isar,kıst ilkeleri sınıfsal çatışmayı önleyen ve toplumsal barış,dayanışma ve kardeşliği tesis ederek bir Ümmet olmayı hedefleyen bir proje niteliğindedir.

            Mülkiyet

Kapitalist Cahili sistem, mülkiyeti kutsar, Marksist/sosyalist sistem ise reddeder. Kapitalizm her türlü servet unsurunun miktarı ne olursa olsun mülkiyetini meşru ve kutsal kabul etmektedir. Mülkiyete hiçbir sınırlama getirmediği gibi mülkiyet yarışını da kutsal bir rekabet olarak görmektedir.”En zengin 500” yada “en büyük kar eden 500” listeleri bu anlamdadır. İslam ise, toplumsal fayda kaydını getirerek mülkiyeti meşru görür.Emeğin karşılığı elde edilen üretim öncelikle bunda emeği geçenlerin olması doğal bir sonuçtur.Biriktirmeyi, israf etmeyi yasaklamakta kerih görmekte, infakı, sadakayı ve zekatı emrederek ve teşvik ederek yoksul ve yoksun kesimlere kaynak aktarmayı  ve böylece hem toplumsal tesanüdü ve dayanışmayı hedeflemekte ve hem de fertlerin dünyevi tutkulardan arınarak Allah’a yönelmeyi dilemektedir. İnfakın birebir yoksullara nakit  yardımının yanında istihdam oluşturacak yatırımları da kapsadığı izahtan varestedir. Mülkiyete konu Parayı yada mülkü artıracak örneğin faiz gelirini İslam reddeder! Neden? Faiz toplumsal faydası olmayan gelir getirici bir işlemdir.Toplumda yoksulluğu artırır,servetin belirli ellerde dönüp dolaşan bir meta olmasını sağlar.[16]
İslam da mülkiyete konu servet özel servetler ve genel servetler olarak ikiye ayrılmaktadır. Özel servete konu mallar insan emeği ile meydana getirilen servet unsurlarıdır.Bunların mülkiyetine,toplumsal faydaya riayet edilmek,metaı gurur vesilesi yapılmamak,israfa meydan vermemek,atıl biriktirmeye yol açmamak kaydıyla  sınırlı bir mülkiyete cevaz verilmektedir. Zira sınırsız mülkiyet (Mutlak) ancak Allah’a aittir. Genel servet unsurları olan,toprak ve arazilerdir (Zirai üretim yapılan araziler) ki bunların özel mülkiyetine İslam izin vermemektedir.Allahın tüm insanların kullanımına ve istifadesine sunduğu toprak,su ve arazilerde mülkiyet söz konusu değildir.Kullanım esastır.Kişi ziraat ve madencilik faaliytine devam ettiği sürece söz konusu gayrimenkul üzerinde hak sahibidir. Örneğin bir tarla üzerinde kapitalist sistemde olduğu gibi bir mülkiyet hakkı söz konusu değildir.Tapu ekilir arazilerde kişiye mülkiyet hakkını vermemektedir.Kapitalist sistemde olduğu gibi,”Bu gayrimenkul belli bir şahsa aittir,ister eker ister atıl bekletir,ister satar”diye bir  tasarrufu İslam vermemektedir.İslam da mülkiyetin esası emektir.Emek verilerek üretilen eşya özel mülkiyete konudur ki burada da sınırsız bir tasarruf hakkı yoktur,nihayetinde başta insan olmak üzere herşeyin sahibi Allah’tır.Allah mülkiyet üzerinden toplumda ayrıcalık ve imtiyaz  yani asabiyet oluşsun istememektedir. Zira bu cahiliyede olan bir durumdur. Sosyal adalet ve kıstı gerçekleştirmek isteyen İslam,cahili sistemlerin toplumu sınıflaştıran oligarşik anlayışlarını çağrıştıracak mülkiyet anlayışlarını ve kullanımlarını elbetteki reddetmektedir.

Tedavül/Mübadele

Tedavül/Mübadele, Ekonomik ilişkilerin  temel unsurlarından biridir. Paranın keşfedilmesi ile ekonomik ve ticari faalitlerde devrim yaşanmış,günümüzde iletişim alanındaki gelişmelerle baş döndürücü bir sürece girilmiştir.Paranın sadece mübadele aracı olarak kullanılması insanlık için bir kazanımdır. Ancak İnsanın aç gözlü ve nankör yönü müğbadele aracı olan parayı haksız ,sekülatif kazanç elde etmede kullanılan bir araç haline sokmuştur.Paranın tedavülden çekilerek fırsat beklentisi ile fiatları düşen malların satın alınıp fiyatlarının yükselmesinin beklenmesi ve yüksek (Fahiş) fiyatlarla satıp büyük karlar elde etme arzusu ile yapılan spekülatif işlemler böyledir.İslam emek sarfedilmeden paranın para kazanmasına (Faiz) spekülasyon yaparak (Stokçuluk) fahiş karları hedefleyen ticareti gayri meşru kabul etmektedir. Para sadece mübadele ve ticaret aracıdır. Biriktirme,tedavülden çekme,servet unsuru halinde atıl bırakmayı İslam yasaklamıştır. Paranın spekülatif maksatlarla kullanımının ne büyük toplumsal ve kitlesel felaketlere neden olduğu 2008 Mali Krizinde anlaşılmıştır.Heba olan birikimler,kapanan işyerleri,kitlesel iş kayıbları hep birlikte yaşanmıştır ve hala da bu yaşanmaktadır. Nereye gittiği bilinmeyen,adeta yer yarılıpta batan trilyon dolarlar elbetteki birilerinin kasasına girmiş olmalıdır.

Fethedilen Topraklarla ilgili birmüşkil

 Halife Ömer dönemidir.Fethedilen arazilerin müslüman askerler arasında paylaştırılmsı taleb edilmiştir.Halife ashabı toplar ve onlarla istişare eder.Ali,Muaz Bin Cebel fethedilen arazilerin asker arasında paylaştırılmaması görüşündedir.Muaz görüşünü şu şekilde temellendirir:”Bu arazileri askerler arasında paylaştıracak olursan bu araziler sadece bir topluluğun eline geçer. Sahiplerinin zamanla ölümü ile bu araziler bir kadına yada bir erkeğin eline geçer.Sonra bir topluluk gelirde bu arazilerden bir pay alamaz. Öyle bir  taksim yapki,bu araziler bu topluluğun hem evveline hem sonrasına yetsin.” Bunun üzerine Ömer Sa’d  bin Ebi Vakkas’a mektup göndererek;”taşınırları askerlerin arasında dağıt,fethedilen yerleri arazileri ve suları sahiplerinde Haraç karşılığında bırak!Müslümanların geliri olarak.Aksi durumda bunlardan sonrakilere bir şey kalmaz.” Görülmektedir ki Vahiyle inşaa olmuş  tahayyülün mülk anlayışı cahiliyyeninkinden farklıdır.İslam servetin ve nimetin belirli ellerde dolaşmasını toplanmasını dilemez.Bu adalete uygun da değildir. İslam nimetin adilane bir şekilde tüm insanlara dağıtılmasını,refahın yaygınlaşmasını,toplumda yoksul,mahrum bir sınıf ile büyük servetlere sahib bir azınlık oluşmamasını dilemektedir. Bu nedenle feth arazilerinin mülkiyeti değil,oralardan alınan vergi ve haraç geliri tüm Müslümanlara verilerek nimetin adaletle dağıtılması sağlanmıştır. Bu ayni zamanda o arazilerin sahibi gayrimüslimlerin topraksız kalarak sefalete düşmelerini de önleyecek olması nedeniyle dikkate değer bir uygulamadır. Bunlar ekilir arazilerle ilgili uygulamadır. Ekilir olmayan araziler ise fethedildiğinde Hazineye devredilmiştir.
İslam zayıfların da haklarını alabilmesini, toplumun gelişmesinin şartı olarak görmektedir. Rasulullah;”O halde Allah Beni neye gönderdi? Şüphesiz yüce Allah bir kavmi,zayıfların hakkını almadıkça yüceltmez.” Buyurarak bu gerçeğe işaret etmektedir.

            Hulasa

Alemlerin Rabbi olan Allah’ın Vahiyle  inşa ettiği dünya görüşünün;dünyaya,eşyaya,nimete,mal ve mülke bakışı kendine özgüdür. Cahiliye ile ve onun modern versiyonu kapitalizmin değer yargıları ve amaçları ile taban tabana zıddır. Zira cahiliye ve modern versiyonu kapitalizm ve markzim ahiret yurduna inanmaz. Bunlar tek dünyalaı ideolojilerdir. Cennet dünya hayatıdır derler. Ticaret ve kar kutsanmış,hatta putlaştırılmıştır. Azami kar için herşey feda edilir.Mal ve mülk cahiliye için metaı gururdur. Biriktirme ve gösteriş hayat felsefelerinin ana eksenidir. İnsan zevkler ve hazlar  için yaşar. İhtiyaçların sınırı yoktur. Ne kadar çok kazanç okadar haz ve zevk tatmini amaç edinilmiştir. Bunun için daha çok kazanç daha çok sömürü. Bu gün gelinen noktada dünya nüfusunun neredeyse  beşte birinin yoksulluk sınırının altında olması,açlık ve basit hastalıklardan kitlesel ölümler boşuna değildir.Ucuza alıp pahalı satmak  (sanayi ürünlerinin fiyatları ile zirai ürünlerinin fiyatları arasındaki uçurum )  ve bu maksatla her türlü düzenlemeyi ve fırsatçılığı yöntem olarak kullanmak kapitalizmin özelliğidir. İslam bunun tam tersini söyler ve bekler. İslam hayr (iyilik,maruf) üzerine ekonomi ve ticareti kurmuştur. Dünya için yarışı değil,ahiret yurdu için hayrda yarışı öğütler.
İslam Ülkelerinin istisnasız tamamının ekonomi ve ticareti;İslam sosyo ekonomisine göre değil kapitalizmin kural ve ölçülerine göre işlemektedir. Müslümanların mal mülk ilişkileri,bir kapitalistin ilişkilerinden farksızdır. Kar,servet,zenginlik,metaı gurur,dünya metaında yarış,gösteriş,statü ve karıyer tapıcılığı müslümanların kutsalları arasında yerini almıştır. Kapitalistlerle dünya ve zenginlik yarışı dini bir hedef haline getirilmiştir.Müslüman Ülke halkları belirli ibadetlerini İslam dininin esaslarına göre yapıyor olsalarda,üretim ve ticaretleri,servet ilişkileri kapitalizmin esalarına göre gerçekleştirmektedirler. Bu ise İslam toplumlarını cahiliyenin gerisinde,kontrolünde ve gölgesinde kalmaya mahkum etmektedir. Asıl sorun budur. İslam toplumları köklü bir zihniyet devrimine muhtaçtır. İslamın dünya görüşü ve yaşam tarzı üzerine kurulmuş sosyo ekonomik yapısının inşaası, dünya ve ahiret yurdu için hayati ehemmiyete haizdir.





[1]  İsraf;gereksiz,faydasız,ihtiyacın fevkinde harcamadır. Rasulullah;”Kişinin canının çektiğini yemesi ona israf olarak yeter!” buyurmaktadır. İslam;israfı haram kılmıştır ve bu izafi kavramın sınırları ve ölçüsü, müslümanlara yegane örneklik olarak gösterilen Rasulullahın uygulamaları ile ortaya koyulmuştur.
[2]  İnfak 2/219
[3]  Kenz/Biriktirme 9 Tevbe  “34- Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, yahudi hahamları ile hıristiyan rahiplerinin bir çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Bir de altın ve gümüşü hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarfetmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele!
            35- O gün o altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (onlara): "İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını!" denilecek.
[4] 28 Kasas 5 “ Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.” . 
[5] 2 Bakara 11 ”Kendilerine yeryüzünde bozgunculuk yapma­yın! Denildiği zaman;"Bizler ancak ıslah edicileriz! Derler."
[6] Mütrefin:
:Bkz.17 İsra 16. Fahşayı adet edinmiş şımarık servet sahipleri. Cahili sosyo ekonomik yapının egemen olduğu  toplumlarda;Fravn,Karun ve Belam Baurayı temsilen üç sınıf oluşur.Hukuk tanımaz otoriteyi temsil eden Oligarşik Bürokratik sınıf, doymak bilmeyen aç gözlü Sermayedar sınıf, kitleleri uyutmaya,sömürüyü meşrulaştıran işbirlikçi din adamı sınıfı. Cahili Toplumlar hep bu üç çehresi ile Tarih sahnesine çıkmıştır.(Bkz.Ali Şeriati; İslam Bilim)

[7] İbrahim 32-34
[8] 3 Ali İmran 185 “Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka birşey değildir.”
[9] 3 Ali İmran 186” Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan size eziyet verici bir çok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'dan gereği gibi korkarsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir.
[10] 8 Enfal 60 “ Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”

[11] 2 Bakara /177-219
   
[12] 2Bakara 245 “Kimdir Allah'a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak ona döndürüleceksiniz.”
[13] 2 Bakara 261:"Mallarını Allah yolunda harcayanların du­rumu bir tanenin durumu gibidir ki yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah’ın rahmeti geniştir. O her şeyi bilir."
                59 Haşr 7“Allah’ın fethedilen memleketler halkının mallarından peygamberine verdikleri; Allah, peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun; Allah konusunda takvalı olun. Doğrusu Allah’ın cezalandırması çetindir.”
[14] Kıst;  Sosyo ekonomik yapının,İnsaf,merhamet ve adalet temelinde inşaa edilerek nimetlerin bu temelde herkesten mali gücü nispetinde toplanması ve mali gücüne göre dağıtılması ve bölüştürülmesini esas alan düzenlemeler ve politikalar uygulayan,biriktirmeyi,israfı,lüksü ortadan kaldıracak  mali,sosyal,kültürel araçlara uygulamalarında yer veren,yoksulları,kimsesizleri,yetim çocukları toplumun üretken,onurlu  bireyleri olarak topluma kazandıran yapılara ve araçlara yer veren  kurumsallaşmış adil sistem.

[15] 76 İnsan  8. Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler. 9-10. “Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbimizden korkarız” derler. 11. Allah da onları bu yüzden o günün fenalığından korur; onların yüzüne parlaklık ve neşe verir.”
[16] 59 Haşr 7“Allah’ın fethedilen memleketler halkının mallarından peygamberine verdikleri; Allah, peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; ta ki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın. Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun; Allah konusunda takvalı olun. Doğrusu Allah’ın cezalandırması çetindir.”

5 yorum:

  1. Mehmet Demir
    İslam ekonomisi pazara,alışverişe ve üretim sektörüne bu günkü fiili durumdan daha farklımı yansır? Hadi Ülkemizin pazarlarını anladık,ama siyasi olarak İslami rejimlerdede aynı olduğunu söylüyorsunuz. Örneğin arabistan pazarlarında kapitalizm nasıl hakim olur? Kapitalizmin ve İslam ekonomisinin (Siz buna "sosyo ekonomik yapı" diyorsunuz.)pazardaki tezahürü nasıl olmaktadır? Örneğin kar! Her iki sistemin egemen olduğu pazarda tacir kar'a yaklaşımı,dolayısyla müşteriye yaklaşımı nasıldır. Batıda tüketici daha az aldatılırken,müslüman halkların pazarlarında neden bu kadar korumasız? Müslüman halkların akidelerinin alış verişe hiçmi etkisi olmamaktadadır? Bir sorun olduğu kesin,ama nerden kaynaklandığı yazınızda açıkça ortaya koyulmamış!

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Mehmet Demir Dostum! Güzel ve etkili sorular sormuşsun. Konu bir makaleyle izah edilecek bir sorun değildir.Bir defa İslamın Sosyo Ekonomik Yapısı;İslam Bilginlerinin,İktisatçıların,sosyologların ortak çalışması ile ortaya konulabilecek bir konudur.Zihniyet dönüşümü ise konunun bir diğer boyutudur ki müşkillerden biride budur. İslam SEY nın alt yapısını el insan oluşturur.O nedenle İslam; model olarak insanlara Rasulullah'ı sunmuştur.Mekke ve Medine'deki pazarlarda; kapitalizmin batılı merkezlerdekinden daha az güvensizliğin ve kandırmacanın olması bundandır. Buradaki tacirlere Batılı pazarlarda limon dahi sattırmazlar. Bu Sistemin kurumsallaşmasındandır. Bir pazarda kar kutsanırsa orada kapitalizm egemen olmuş demektir. Hem satıcı hem alıcı hakkaniyet ölçülerine göre değilde az verip çok fayda elde etmeyi öncelemişse olacağı budur. Batı bu mahsuru, tüketici hakları,haksız rekabet,tekelleşme gibi tedbirler konusunda ebeyce merhale katettiğinden kendi içinde epeyce telafi etmiş gözükmektedir.İslam kar konusunda makuliyeti esas alır. Makul bir kar. Gerek sistemin ve gerekse el insanın hassasiyetiyle oluşmaktadır. Maalesef her konuda olduğu gibi akide ile amel arasındaki ilişki tanımlamasındaki problem insanların alış verişine böyle yansıyor.Bir sorun olduğunu görebilmek çok önemli.Bizim de derdimiz bu sorun etrafında yeni yeni başlamış tartışmaya bir katkı sağlamaktır.Selam ve saygılar sunarım.

    YanıtlaSil
  4. Mehmet Demir
    Bu son yüzyılda kapitalizmin globalleşme sürecindeki gelinen son nokta,iletişimdeki devrimle dünyanın küçülmesi,en ucra noktalarına nüfuz edilmesini doğurmuştur.Kapitalizm kendi merkezleri dışındaki üçüncü dünya ülkeleri tanımlaması yaptığı ülkelerde çirkin çehresi ile arzı endam etmekte,oradaki işadamları,tacirlerde kapitalizmin bu çirkin çehresi ile rekabet etmektedirler. Bu da kapitalistten daha kapitalist olmayı doğurmaktadır. Rekabet zorluğu,üçüncü dünyanın zengin tüccarlarını,işadamlarını,vahşi kapitalizmin disprütörü,ajandası,bayisi olarak işbirliğini kabule zorlamaktadır.Ekonomi,hukuk ve halka dayalı olma bilinci üçüncü derecede ve daha geri olduğundan,kapitalizmin vahşi çehresi haliyle daha sert bir şekilde hissedilmektedir.Gerçekten de sorun;cahili bir sosyal yapı içinde müslümanlığın nasıl yaşanabileceği sorunudur. Bu sorunun tartışılması bile birey ve toplum üzerinde olumlu katkılar yapacaktır.Osmanlıdaki sosyal ve ekonomik sistemin farklılığı konusunda düşüncelerinizi bilmek isterim.

    YanıtlaSil
  5. Mehmet Demir Dostum! 2.Dünya Savaşında bilim ve teknoloji savaş makinesinin dinamosu görevini gördü. Savaştan sonra bilim ve teknoloji alt yapısı üretim,reklam,mali piyasaların iletişimi alanlarında yeni yeni bilimsel ve teknolojik gelişmeler ortaya çıkardı. Modern kapitalizm; adeta insanlığı, tüketen tek tip bir robot haline dönüştürmeye azmetti ve büyük ölçüde bunu başardı. Kariyerler, tüketmek için yapılır hale geldi. Ne kadar çok kazanç o kadar çok tüketim; ideoloji haline getirildi.Şimdi yoksullar bile bu ideolojinin müridi durumunda!Tüketmek için piyangodan para bekliyor.Tüketme doyumsuzluğu,halkların köleleştirilmesinde büyük bir zoka olarak kullanılmaktadır. Biriktirmenin,bölüşmemenin,tekasürün altında bu manevi zoka vardır. Bilim ve teknolojinin;bu zokanın yutturulmasında lojistik desteği büyüktür.İhtiyaçlarımızı bile kapitalistler dikte etmektedirler. Halklar tükettikçe, varsıllar zenginleşecektir.Sistem böyle çalışmaktadır.Osmanlı sistemi,geleneksel bir toplumun üretim ve tüketimini düzenleyen insani ve ahlaki ilkeleri olan bir sistemdi. Yoksulu ve tüketiciyi koruyan sosyal kurumları vardı ve dini inançlarla da çatışmadığından toplumsal tesanüd içinde akıp gidiyordu.Eski dünyada (!) zenginle yoksul yaşamı arasındaki fark, bu günkü kadar keskin hatlarla ve devasa boyutta kendini göstermiyordu. Hele hele kırsal alanda gerek ahlaki nedenlerle gerek fiziki olarak varsılların yaşam seviyeleri göz kamaştırır bir boyutta olmayacağı ortadadır. Müslüman zenginlerin kendi halklarını,Batılı komrador sermaye ile adeta işbirliği içinde sömürmesi kabul edilebilir değildir.Kendi sosyo ekonomik yapısını oluşturamamış ve tevhidi bir dünya görüşüne de sahip olamamış müslüman halklar,beşer kalabalığı olarak kapitalizmin ağlarına takılmış av olmaktan kurtulamayacaktır.Peygamberler ve Vahiy tamda böyle vasatla zuhur etmişlerdir.Ancak Peygamberler dönemi bitmiştir. Elimizde korunmuş Vahiy vardır ve Allah'ın Elçisi sav örnekliği hala diridir.Çözüm ve kurtuluş budur.

    YanıtlaSil