4 Ocak 2010 Pazartesi

Mahrumlar İçin Feryad Eden Devrimci:Gıfarlı EBA ZERR

BİR ADÂLET SAVAŞÇI’SI, BİR MUTTAQÎ
GIFAR'LI  EBÛ  ZERR

Kayseri Ulum el-Hikme Okulu
    
    Çöl’ün Hanifleri’nden Biri
    İşkenceler ve Habeş Göçleri
    Yesrib
    Ehl-i Suffe
    Savaşlar, Sorumluluk,Waazlar
    Evlilik
    Mekke'nin Feth’i
    Elçi ile Son Günler
 
 
    Dost’u Öldükten Sonra
    Halefler Dönem’i
    Şeyhayn Sonra’sı
    Tekrar Şam Günler’i
    Başkent’e Sewk
    Rebeze Sürgün’ü
    Sürgün’ünYankılar’ı
    Yalnız Muttaqî, Hayat’tan çekiliyor
    Çağdaşı Olan Zenginler
 
 
    Ebu Zerr Mekteb’i
      Bugünlerin Ebu Zerr'i
    Çağımız'ın Muttaqîsi, Ebu Zerr'i Kim?

    Bu Ümmet’in Mesih'i

    Ek:Fecr-i Kâzib’in Kaplanlar’ı

    Ek:Mesihî Projeler:



B İ R İ N C İ   B Ö L Ü M

Çöl’ün Hanifleri’nden Biri
İşkenceler ve Habeş Göçler’i
Yesrib
Ehl-i Suffe
Savaşlar, Sorumluluk,Waazlar
Evlilik
Mekke'nin Feth’i
Elçi İle Son Günler

Çölün Hanifleri’nden Biri

I
    "Ebû Zerr Adı’nda biri [1] Ümmü Cündüb’ün Oğlu , Qabilesi’nin diğer Cengaverler’i gibi Şehirler arası Yollar’da Eşkiyalık yapıyordu, Adı’nı duyan’ı tit tir titretiyordu.’ diye başlıyor Qassas anlatmaya..
 Bir Gün bir Soygun Esnası’nda Mâsum Qurbanları’ndan Kadın ve Çocuklar’ın Çığlıklar’ı ve Lanetler’i Wicdanı’nı sızlattı. Bu, kendisinde bir Pişmanlık doğurdu ve tuhaf’tır ki Rasûl-i Ekrem’in  işte tam bu Faaliyet içinde olduğu sıraya denk düşecek şekilde, daha Üstün bir Ahlaq Hareketi’nin Mewcudiyeti’ni haber alıp bunu öğrenmek üzere Mekke'ye geldi. Bedir-Mekke arasındaki uzun Mesafe’yi katedip Hz.Rasûl'le görüştü ve Müslüman oldu. Onun Arzu ve İrâde’si üzerinede kendi yaşadığı Bölge’de İslâm’ı yaymak üzere Memleketi’ne döndü."[2]

    Gıfar…Çapulculuğu ile Meşhur bir Qabile. Tanrılar’ı Fels..
    Gıfar Qabile’si, Tanrı Menat'tan geldiğine inandıkları Kıtlık’la yanıyordu. Qabileler, Develeri’ni Mekke-Medine arasındaki Kızıl Deniz Sahili’ndeki Menat'a doğru Hareket ettirdiler. Kardeş’i Üneys'in Israrı’na rağmen onlardan tiksinen Ebû Zerr Kerwan’a katılmak istemedi. Bir Kenar’da tapınmalarını izledi . Sonra Gıfar'a döndüler .
    Başı’nı uzun süren Secde’den kan ter içinde kaldırdı. Eller’i Göz Yaşları’yla sırılsıklam olmuştu. Gözleri’nde Melekutî Işıklar yanıyordu. Ne yaptığını soran Kardeşi’ne "Namaz kıldığını" söylüyordu.
    "Ataları’nı küçük görme" değil miydi bu? Şöyle dedi Ebû Zerr:
    "Ey Kardeşim Uneys. Bu benim Günahım değil ki? Atalarımız’ın Bilgisizliği’dir o!’’
    ‘Uneys, bizim Dinimiz Bâtıl’dır. Örümcek Ağı gibi Dayanıksız’dır. Mesela Seyahat’a çıkan biri, yol’da  dört tane Taş görse ve bunlardan  güzel olan birini alıp kendisine Tanrı yapsa, diğerlerini Ateş yaktığında Ocak Taş’ı olarak kullanır! Neden? Çünkü birinden hoşlanmış, diğerlerini Göz’ü tut­mamıştır! Esas Tuhaf olan budur. Qa’be'ye dikilen Asaf ve Naile, iki Zinakâr’dan başka bir şey değildir. Sen iki Zinakâr’a tapmayı mı Tercih ediyorsun? Asaf, Yemen'de Naile'ye Aşık olmuştu. İkisi Ziyâret Maqsadı’yla, Allâh'ın Evi’ne giriyor, orada Zina yapıyorlardı. Sabah Ma’bet'e gelenler onları Çirkin halde yakalayıp kilitlerler. Bunlar  asla Tanrı olamaz."

    Aile’si ile birlikte, Dayısı’nın yanına gitmek için Gıfar'dan ayrıldı. Ansızın Mekke'nin Dış Du­varlar’ı göründü. Üneys (Enescik) ve Anne’si, Dayıları’nın yanına ulaşınca; Rahatlık ve Huzur’a Gark oldular. Ebû Zerr, Dayısı’nın Evi’nde sessizce bir Köşe’ye oturdu. Onlara hissettiği Doğrular’ı anlat­maya çalıştı.

    II
    Bir Gün Gıfar'da Evleri’nin önünde otururlarken "Mekke'de Gökler’den Haber aldığını söyle­yen bir Adam’dan" bahseden  bir Haberci geldi. ‘Sözler’i dinlenmiyormuş. Putlar’ı reddediyormuş.’ Daldı Ebû Zerr. Kardeşi Üneys’i Devesi’ne bindirip Haber almaya yolladı.
    -Deve’ye bin, şu Wâdi’ye git. Kendini Peygamber zanneden ve Gök’ten Haber geldiğini söyleyen şu Adam’ın haqqında bana Bilgi topla, Söylenceler’i dinle.
     Üneys gitti ve Tewhid’i anlatan birini buldu Mekke'de. Diriliş’i anlatıyordu. "Kâhin" diyorlardı O'na. Gördüklerini dönüp anlattı Ağabeyi'ne.
    -Onu gördüm. İnsanlar’a Güzel Ahlaq’ı emrediyordu. Kelâm’ı bir Şiir değildi.
    Anlatılanlar Merakı’nı gidermedi. Azıkları’nı hazırladı, içerisinde Su olan Dağarcığı’nı yüklendi.[3]

    III
    Dayanamadı Ebû Zerr, kendi  gitti Mekke'ye. Ne kadar aradıysa da Peygamber'i bula­madı. Bir süre Mescid-i Haram'da kaldı. Bir Kuytu’da uyudu. Herkes uyuduğunda Qa’be'yi Tawaf’a gelen Ali'yi gördü.
    Ali, Mescid’in bir Köşesi’nde, Siyah Sarık’lı, üstü başı Toz Toprak içinde, Elbiseler’i Yırtık, Zayıf ve Uzun Boylu birinin oturduğunu görünce, O'na yaklaştı :
    - Buranın Yabancı’sı olduğunu sanıyorum.
    - Evet .
    - Benimle gel.[1]
     Bir Ev’de gecelediler. Konuşmadılar. Sabah yine O'nu (Peygamber’i) aramaya başladı.  Gece tekrar Ali buldu O'nu. Ancak 3.Gece Derdi’ni açabildi Yabancı:
    -Burada kendine Peygamber diyen bir Adam’ı duydum. Kardeşim’i "O'nunla konuşsun ve bana Haber getirsin" diye göndermiştim. Şimdi de Ziyâret’e geldim ama kimse’ye soramıyorum.
     On Yaşı’ndaki Ali daha yakından O'nunla tanıştı, sevindi.
    "-Kurtuluş’a erdin! O'ndan ne  gelirse Haq olduğuna ve O'nun Peygamber olduğuna Yemin ediyorum. Şimdi ben O'nun yanına gideceğim, sen de benim peşimden gel, nereye girersem sen de gir, eğer Yol’da Tehlikeli birine rastlarsam, ben Duvar’a yaslanıp Ayakkabımı düzeltirim, sen de yanımdan bir şey olmamış gibi geçersin.." dedi
    Geceyarısı Yol’a çıktı. Ali, Safa Yakınları’nda bir Ev’in önünde durdu ve Kapı’nın Tokmağı’nı önceden kararlaştırıldığı gibi çaldı. Biri Kapı’yı açtı ve içeri girdiler. Muhammed'i[4]gördü. Hafifce "Gıfar' danım" dedi.
    İslâm oldu Ebu Zer.[5]

    IV
      İslam’ı Qabul eden 5 Kişi belki de..
    Ta o zamanlar ‘Altın biriktirenler’e karşı çıkıyor, Yoksullar’ın Payı’nı savunuyordu.
    Yarı Wahşi birAdam’dan, Cündüb ibnu Cünâne'den [6] Ebû Zerr'i yarattı Qur'ân.
    Çürümüş Çadırlar’ın, Viran Kulübeler’in Adam’ı, Çöl’den İsimsiz biri. Selman gibi İranlı Avare, Bilal gibi Ucuz’a giden Köleler’in Dini’ne İntisab etti. ‘Yaşadığı Din’in Adı’nı keşfetti.
    İslam oldu Ebû Zerr. Peygamber'i görmeden 3 Yıl önce varmıştı O Sahih İnanc’a. Şöyle anlatır:
       "Allâh'ın Rasûlu'nü görmeden 3 Yıl önce Namaz kıldım. Sordular:"Kimin için?" "Allâh için" dedim. "Yüzünü hangi Taraf’a çeviriyordun?" dediler. Dedim ki: "Hangi yan’a dönsem Allâh'ı görüyordum." [7]
    Çöl’ün Oğlu’ydu O. Issız Çöl’de yaşayan Qabilesi’nin arasında kopan Şiddetli bir Rüzgar’ın Mâcera’sı..
     İran Şehinşahı’nın Hizmeti’nde binlerce köle vardı.. Heraklius'un Sarayı’nda da. Kul’a Kulluğu kaldırıp Yalnız Allâh’a Ubudiyet’e Dawet eden bir Din’in Mensubu’ydu artık O.[8]

    V
    Bu Sırr’ı saklayıp gidecekti Gıfar'a. Arkadaşlar’ı Açığa çıktıklarında yablarına gelecekti Ebû Zerr. Öyle isteniyordu ama O,  tok bir Ses’le "O'nun Elçiliği’ni her yer’de haykıracağını" söylüyordu. O'nun Câzibesi’ne kapılmıştı bir kez. Qureyşliler’in arasına girdi ve bağırdı: "Qureyş Tayfaları! Allâh'ın Tekliğine, Muhammed'in Elçiliği’ne İmân ediyorum ben"
    Kalabalık tekme tokat girdiler O'na. Abbas gelerek kurtardı. [9] "Gıfarlı bu Adam, Şam Yolunuz’un üzerinde, Çıkarınız’ı düşünün" diyordu.
    Kanlı bir Heykel gibi Beli’ni Güçlük’le doğrulttu. Zemzem’de yıkandı. Suyu’ndan içti kana ka­na. Peygamber'in yanına döndü. Yanındaki Ebû Bekr'e "Üç gündür burada olduğunu" söylüyordu. Açtı. Ebubekr Evi’ne götürerek doyurdu O'nu. Ertesi Gün yine bağırdı aynı şekil’de.
    Yine kıyasıya dövüldü, yer’e yığıldı. Yine Abbas kurtardı. [10]

    VI
    Peygamber "Göç’e kadar Gıfar içinde Dini’ni yaymasını" istedi O'ndan. Teslim olduğunu haykırarak girdi Gıfar'ın içine. İçi ışıdı Kardeşi Enis’in.
    -Teslim oldum, Tasdiq ettim ben de, dedi. O'na katıldı Üneys. Sonra Anneleri’ni aldılar yan­larına. Remle binti Wukeya'yı.
    Sonra kalkıp Hayvanları’na binerek Gıfar'a geldiler. Ebû Zerr, Qabile Reis’i Haffaf ibnu İyma'ya gitti. Anlattı, anlattı Ebû Zerr. Reisleri’ni izleyerek Halq’ın yarısı İslâm oldu. Namaz kılan­lardandı artık Haffaf da. Eyma ibnu Rahze el-Gıfârî Müslümanlar’ın İmamlığını yapıyordu. Halq’ın geri kalanı da Hicret’ten sonra İslâm oldu. Hatta Eslem Qabile’si de. Şöyle buyurdu Rasûl:
    -Gıfâr'a Allâh Mağfiret etsin. Eslem’i de Allâh Selâmet’e kavuştursun. [11]


İşkenceler ve Habeş Göçler’i

     Uzun süredir Haber alamıyordu. Kerwanlar’dan Haber alıyordu O'nun haqqında. Habeş'e Göç’ü duydu. Mesihî (Khristiyan) Necâşi'nin Konukseverliği’ne rahatladı Mesihu’l-İslâm. İşkenceler’i duydukca ise üzüldü.
    İşte Sümeyye Hatun. Yemenli Câriyeler’den. Belki Türkistan’lı.. Ebû Huzayfe ibnu'l-Muğire el-Mahzûmî'nin Câriye’si. Efendi’si O'nu Yâsir'le evlendirmişti. Oğullar’ı Ammar'ı da Azad etmişti. Sümeyye 7.Müslüman’dı bir Kayıt’ta.
    -Sabredin ey Yâsir Âile’si. Allâh Cennet’i size wâdetti, diyordu Rasûl.
     Ebû Cehl'in İşkenceler’i altında Can verdi, Koca’sı da. Ebû Zerr, Ammar'la ölene dek Kar­deş gibi anlaştı.
    Sonra Yesrib'de yayılmayı duydu. Mus'ab'ın Etkinlikleri’ni.. Devesi’ne binerek Yesrib'e doğru koyuldu. Beni Zerik Mescidi'ne gitti. Rafi ibnu Mâlik'e kendini tanıratak Mekke'deki Peygam­ber'i sordu. Akabe Sözleşmeleri’ni duydu O'ndan. Peygamber'in yakında Geleceği’ni öğrendi.

    Yesrib

    Gıfar, Muhammed ve Ebu Bekr'in Yesrib'e Gelişi’ni duyarak sevinmişti. Halq Peygamber'i görebilmek Ümidi’yle Evleri’nden Yollar’a dökülmüş ve Ebû Zerr'in Çevresi’nde Halka oluşturmuştu. Sabırsızlık’la bekliyorlardı. Gözleri’ni Yol’dan ayıramıyordu Ebû Zerr de. "Peygamber geliyor" çığlığı koptu. Koştu O'nun yanına:
     "-Ben Ebû Zerr" dedi Peygamber'e.
    Şarkılar söylüyorlardı Kadınlar.
    Gıfarlı Reis Haffaf, Peygamber'den kendi Qabilesi’nin Huzur’u için bir Mektup yazmasını isteyince Peygamber şöyle yazdırdı:
    "Gıfar Qabile’si, Müslümanlar’ın Başarıları’nda ve Rahat bir Hayat sürmesinde ve Sıkıntıları’n­da onlara Ortak’tırlar. Onların Canları’nı ve Malları’nı korumak, Allâh'ın Rasûlu'nün Boynu’nun Borcu­’dur. Bir Haqsızlık’la karşılaşır veya Sıkıntı’ya düşerlerse, onları destekleyeceğine Peygamber Söz vermiştir.
    Sonraki Yıllar’da Peygamber, ne zaman Gıfar'dan İslâm’a Yardım etmelerini istemişse, "Evet" Cewâbı’nı vermeleri gerekir. Onlar artık Peygamber'in Dostu ve Arkadaşı’dırlar. Bu Anlaşma bir Günah işlenmezse her zaman için Geçerli’dir."

    Elleri’ni kaldırıp Şükran Dua’sı ediyordu Ebû Zerr: "Bizi bu Yüce Saadet’e eriştiren Allâh'a hamdolsun, eğer Allâh bizi eriştirmeseydi, kendiliğimizden Doğru’yu bulup erişmiş olmazdık." [12]
    " Allâh'ın Mağfiret’i Gıfar'ın üzerine olsun..." dedi.
    Yesrib'e  yerleşmek düştü içine. Bir daha dönmemek üzere Göç Düşünce’si. Qabilesi’ni ter­ketmemesini Telkin ediyordu Kardeş’i. "Peygamber'e Yardım herşey’den önce" diyordu. Hiç bir Azığı olmaksızın Yol’a koyuldu.

    Ehl-i Suffe

    I
    Peygamber'in Mescid’i Ebû Zerr'in Evi’ydi artık. Bedir'e katılamamıştı. [13]Ama Uhud, Hendek, diğer Gazweler’de Hazır’dı. O'na Yakınlığı diğer Arkadaşlar’ı ile birlikte paylaştı. Peygamber'in Evi’ne götürülüyordu zaman zaman.  Bir Gün Siyah Abası’yla tek başına oturur gördü Peygamber O'nu. " İyi Dost Yalnızlık’tan İyi, Yalnızlık da Kötü bir Dost’tan İyi’dir" dedi.

    II
    Ebû Hureyre'yi gönderdi bir kez Peygamber O’na. Ebû Hureyre herkesi yavaşca ve tek tek uyandırdı. Peygamber'in Evi’nin önü’nde toplandılar. Ebû Zerr de aralarındaydı. İzin isteyip içeri girdi 30 Kişi. Kendi yaptığı Yemeği sundu Peygamber onlara:
    "Allâh'ın Adı’yla başlayın. Muhammed'in Can’ı Eli’nde olana Yemin ederim ki, Muhammed'in Âilesi'nin bu Yemek’ten başka bir Yiyeceği yoktur" dedi.
    Yemek’ten  sonra uyumak üzere, herkes Mescid’e döndü. Ortalığa tatlı bir Sessizlik çökmüş, Sahâbiler’in Gözleri’nden Uyku akıyordu. Hemen Derin ve Tatlı bir Uyku’ya daldılar. O da uyumak üzereyken birinin Elbisesi’nin Hışırtısı’yla Gözleri’ni açtı. Peygamber Evi’nden ayrılmıştı. Mescid'e Girişi’nin Sebebi’ni bulmaya çalıştı. Peygamber Namaz’a durmuştu.
    Kulak kabartınca Peygamber'in şu Âyet’i okuduğunu duydu, Mesih’in Sözler’i: " Eğer onlara Azab edersen, şüphesiz ki, onlar senin Kullar’ındır; bağışlarsan, doğrusu sen Azîz’sin, Hakîm’sin." [14]
    Ebû Zerr, yattığı yerde, bu Âyet’i işitince Şaşkınlığı bir kat daha arttı. Gözleri’yle Peygam­ber'i izliyordu. Peygamber, Ruqu ve Secdeler’le Sabah’a kadar Namaz kılmaya Dewam etti. Ebû Zerr Hayretler içerisindeydi. Bu İş’in Sırrı’nı anlamak istiyordu. Gece sona ererken Peygamber Namazı’nı bitirdi. Ebû Zerr kalktı ve Peygamber'in Karşısı’na geçerek:
    -Ey Allâh'ın Rasûl’u, Bu Âyet’i Ruqu ve Secde’de neden Sabah’a kadar okudunuz?
    -Allâh'tan beni daha Müşfik ve Merhametli yapmasını Niyaz ediyordum. Allâh da bunu ba­na verdi. Eğer Allâh isterse, kimse ona Şirk koşmaz ve bu Şefaat’ten faydalanır."

    III
    Medine'de Mescid yanında Ufacık bir Oda’da oturuyordu Rasûl (a). Arpa Ekmeği yiyordu. Yoksullar’ın Sofrası’nda oturuyordu. Çıplak Bineği’nin Terkisi’nde de İnsan taşıyordu. Bütün Teba Allâh Huzuru’nda eşitti. Basitlik, Eşitlik..

    IV
    Bir Gün Rasûl’le beraber yürüyorlardı. O Uhud Dağı’na doğru bakıyordu. Bir ara: "Evinde 3 Gece kalacak Altın olsun istemem. Ancak üzerimdeki bir Borç Sebebi’yle tek Dinar’ı koruyabilir, geri kalanı da Allâh'ın Kulları’na şöyle şöyle dağıtmalarını emrederdim" dedi ve Elleri’yle Önüne, Sağına, Soluna İşâret yaptı. [15] Bu Anı O'nun Bilinci’ni besledi, hep anlatırdı. [16]

    V
    Bir Gün Peygamber üzerinde Beyaz bir Örtü ile uyuduğu sırada, Ebû Zerr yanına geldi ve O'nu uyandırdı. "Lâ İlâhe illallâh dediği için öldüğünde Cennet’e gitmeyecek kimse yoktur" dedi Rasûl.
    -Hırsızlık ve Zina etse de mi? diye sordu Hayret’le Ebû Zerr.
    -Evet.
    -Hırsızlık ve Zina etse de mi?
    -Evet, Hırsızlık ve Zina etse de.
    İnanamıyordu Ebû Zerr.
    -Eğer Zina ve Hırsızlık etse de mi?
    -Evet, dedi Rasûl. Zina ve Hırsızlık etse de. Hayretler içinde kaldı Ebû Zerr. Açık Hırsız böyleyse Kenz Sâhibi’ni Ebediyet’e Mahkum edemezdi Kimse.

    VI
    Ebû Zerr Medine'nin Soylu Mütefekkir’i. Kent’in bozmadığı Bâdiye’li.
    Peygamber'le beraber Mescid’e gittiler.
    -Ebû Zerr Başı’nı kaldır, dedi Dostu (Halili) Muhammed. Kaldırdı. Güzel Elbiseli bir Adam gördü. Bir kaç Adım uzaklaşınca yine aynı şekil’de seslendi Rasûl. Bu kez Eski Elbiseli Adam gördü.
    -Ey Ebû Zerr, buyurdu. Allâh'ın indinde  bu Eskili Adam, ötekinin binlercesinden Makbul’dür.’
        Belliki Yüzyıllar Sonrası Işığı Dünyâ’ya düşecek bir Yıldız’ı Çok Özel bir Eğitim’le besliyordu Sirâcu’n-Münîr.

    VII
    Ehl-i Suffe'den bir Yakınları’nı kaybettiler. Çıkını’nda bir Dinar bulundu. Rasûl: "Bu bir Dağla­ma Yarası" buyurdu.
    İki Dinar/Dirhem bırakarak ölen Kimse’nin Cenaze’si getirildiğinde Rasûl (a). "Bu iki Dağla­ma’dır, Arkadaşınız’ın Cenaze Duası’nı siz edin, diyerek Namaz’ı kıldırmadı.
      Namaz’ını kıldılar, Lailahe illallah diyendi çünkü, Namazı’nı kılmadı, çünkü Mesihî Dirâset’ten geçiriliuyordu çok Özel Adamlar.. Bir Din vardı Din’de, Din’den içeri..
       Dinâr’ın Yüzü’nde Kayzer’in Resm’i vardı, Kayzer’i toplayan toplasındı Tekâsür’ü, Tekâsür (Mammon) ve Kewser aynı an’da toplanamazdı, Bir Sadr’a 2 Qalb sığmazdı.


Savaşlar, Sorumluluk, Waazlar

    I
    Hendek'ten sonraki bütün Savaşlar’da Peygamber'in yanı’ndaydı. "Beni Lehyan ve Zi'l-Ka­de" Savaşları’nda Peygamber ile Kılıç sallıyordu.

    Hicri 6 da Peygamber Beni el-Mustalik Muhâbere’si için dışarı çıktı. Ebû Zerr'i de yerine Wekil bıraktı. Wekalet’e Ehil’di, ‘Umûr-i Müslimin’in İşleri’ne Burnu’nu Ebû Zerr sokmasın diyen Nâ-Ehiller’e İnat.

    II
    Ebû Said anlatıyor:
    Rasulullâh:"-Allah'a Faqir olarak kavuşun, Zengin olarak kavuşmayın" dedi. Ben:
    "-Ey Allâh'ın Rasûl’u, bu benim için nasıl Mümkün olur?" dedim. Bana:
    "-İsteyene ver. Rızıq olarak geleni gizleme" dedi. Ben:
    "-Ey Allâh'ın Rasûl’u, bunu nasıl yapabilirim?" dedim.
    "-Bu böyledir, aksi taktirde Ateş" dedi.

    III
     Rasûl’un Öğrenciler’i Tezkiye’de yarışıyorlardı.
     Abd’urrahmân ibnu Habbab anlatıyor Peygamber Damad’ı Zinnureyn’i:
     Rasûlullâh Ceyşu’l-Usre`yi Techiz ederken Şâhid oldum. Osman ibnu Affan kalktı ve `Ey Allâh`ın Rasûl’u!` dedi `100 Deve Çulu’yla, Semeri’yle Allâh Rızâ’sı için bendendir!`` Rasûlullâh Ordu için Bağıs yapmaya tekrar Teşwik’te bulundu. Osman yine kalkıp. ``Ey Allâh`ın Râsul’u! Çulu’yla, Semeri’yle 200 Deve Allâh Rızâ’sı için bendendir!`` dedi. Sonra Rasûlullâh Ordu için Bağış’ta bulunmaya yine Teşwik’te bulundu. Osman tekrar kalktı ve `Ey Allâh`ın Râsûl’u!` dedi. `Benden 300 Deve Çulu’yla, Semeri’yle Allâh Rızâ’sı için Bağışım’dır!`
     Abd’urrrahmân der ki `Rasûlullâh’ı Minber’den inerken gördüm, hem iniyor, hem de `Bu Hayır’dan sonra Osman`ın yapacağı aleyhine olmaz!` diyordu.



Evlilik

I
    Ümmü Zerr ile evlenince Mescid'den ayrıldı. Çektikleri Sıkıntılar’ın hepsine Eş’i ortaktı. Medine'nin dışında kendisine "Küçük bir Hayme" yaptı. Çöl Adam’ı Şehr’e sığmıyordu. Yıldızlar bir yana, Qutub öte yana.. Çöl’ün İlham’ı yoktu Şehir’de. Hürriyet Marşı’nı çalıyordu belki Çöl, Güftesi’nde Yalnızlık Dizeler’i olan.

    II
Der ki: "Bizim öyle bir Evimiz var ki, Değerli Eşyalarımız’ı, önceden oraya göndeririz."
     Bir Gün Haymesi’nde Eski Dostları’ndan bir Arkadaş’ı, O'nu Ziyâret’e gelmişti. Adamcağız Çevresi’ne ne kadar bakındıysa da, Hayme’de herhangi bir Eşya göremeyince; şaşkınlıkla Ebû Zerr'e dönerek:
    -Ebu Zerr, Eşyalar’ın nerede? diye sordu.
    -Bizim başka bir Evimiz var ki, Değerli Eşyalarımız’ı oraya gönderiyoruz! dedi
    -Sen Uzun bir süredir buradasın, bir kaç parça Eşya’nın olması gerekirdi!
    -Bu Ev’in Sâhib’i bir an bile burada kalmaya İzin vermiyor.
    Daha sonra Misafiri’ne bakarak şöyle dedi:
    -Allâh'ın Adı’na and içerim ki; benim bildiklerimi siz bilmiş olsaydınız Kadınlarınız’la beraber olamazdınız ve Yataklarınız’da yatamazdınız. Dostum olan Allâh'ın Adı’na And içerim ki; O, beni Meyve’si tükenince kesilip yokolan bir Ağaç gibi yaratmıştır.
    -Evet, ama bu konu seni Dünyâ’dan faydalanmaktan engellemiyor mu?
    -Allâh'ın Rasûl’u bana " O İnsan’a yazıklar olsun ki, hem Âhiret’e İmân’ı vardır, hem de bu hilekar Dünyâ’dan faydalanmağa çalışır" demişti.

    III
    Arkadaş’ı Haymesi’nden ayrılırken Ebû Zerr de Mescid'in Yolu’nu tuttu. Orda Dostu’nu tek başına oturur gördü, Selâm’la yanına gelse de Elçi Yüzü’nü çevirdi:
    -Ey Ebû Zerr, Mescid'e girdiğinizde iki Rek'at Tahiyyat vardır, kalk Salat’a dur, dedi.
    Kalktı, Salat’a durdu. Sonra O'nu yanlız bulmadan İstifade ile sormaya başladı:
    -Ey Allâh'ın Elçi’si, sen beni Namaz kılmaya Dawet ediyorsun, Namaz ne ki?
    -En Güzel’i ne az ne çok olanı.
    -En iyi en güzel Ameller hangisi?
    -Allâh'a İmân ve O'nun yanında Cihâd.
    -Hangi Mü'min’in İmân’ı daha Olgun?
    -Onların en iyi Huylu olanı.
   -Mü'minler’in hangisi Müslümanlık’ta en Üstün?
   -İnsanlar’ın Eli’nden ve Dili’nden Zarar görmediği.
    -En üstün Namaz hangisi?
    -Qunut’u en İyi olan.
    -Hangi Hicret daha iyi?
    -Günahlar’dan uzaklaşmak.[17]
    -Oruç ne ki?
    -Allâh katında en çok Ecirli Amel.
    -Ya en iyi Cihad?
    -O İnsan’ın Cihad’ı ki, Atı’nı pey sürsünler, Kanı’nı yerlere döksünler.
    -Hangi Köle’yi özgürleştirmek en iyi?
    -Alimler’in yanında Değer’i çok fazla olanı ve sevileni.
    -İnsan’ın neyi bağışlaması daha İyi?
    -Kendi Eli’nin Emeği’nden Yoksullar’a verdiği.
    -Ya sana gelen Âyetler’in en Büyüğü?
    -Kürsi Âyet’i..  Kürsü ile Yedi kat Gök, Arş Çölü’ne atılmış bir Halka’dır.

    -Allâh ne kadar Kitap gönderdi?
    -104.  Şit'e 50, Nûh'a 30, İbrâhim'e 10, Tewrat'tan önce Mûsâ'ya 10, sonra Tewrat, İncil,  Zebur ve Qur'ân.
    -İbrâhim'e gelen Sahifeler’de[18] ne vardı?
    -Hemen hepsi Öğüt ve Hikmet’ti. " Ey Mağrur Şah, kendini beğenmiş ve Halqı’nın Sırtı’na Yük olmuş kişi!  Sen benim tarafımdan Mazlumlar’ın Yardımı’na koşasın diye seçildin..."
    Şöyle Örnekler de vardı:
    "Aqıl Sâhib’i İnsan’ın belirli Saatler’i olmalıdır. Öyle bir Saat ki Allâh'a Dua edecek, öyle bir Saat ki Allâh'ın karşısında Hesap verecek ve öyle bir Saat ki İnsan’ın Muhtaç olduğu yeme içmeye ayrılmalıdır. Aqıllı İnsan 3 İş’ten başka işe kalkışmaz: Âhiret’in Sıkıntısı’nı düşünmek, Hayat’a çalışmak ve Haram’dan başka Lezzetler’i istemek. Aqıllı İnsan Zaman’ın Kıymeti’ni bilip, kendi İşi’ne yetişsin ve Dili’nin Bekçi’si olsun.  İnsan’ın Davranışlar’ı Fikirler’i ve Sözler’i birbirine uymalıdır. Gerek­medikce konuşmamalıdır...",
    -Ya Mûsâ'nın Sahifeler’i..
    -Baştan başa İbret’le Dolu’ydu:
    "Hem Ölüm’e inanıp hem de sevinene şaşarım, Ateş’e inanıp gülenine şaşarım, Qader’e ina­nıp Acı çekene şaşarım, bu dünyâ’yı görüp Hileleri’ni kendi Qawm’i için düşünene şaşarım. Hesap Günü’ne inanıp iyi Amel etmeyene şaşarım."
     -Bana Wasiyet etsen.
    -Sana Taqwa’yı Wasiyet ederim. O Nimetler’in en Yücesi’dir.
    -Ey Allâh Elçi’si Bilgim’i artır?
    -Qur'ân oku. Qur'ân okunduğunda, senin için Yeryüzü’nde bir Nûr, Gök’te bir Anılma olur.
    Fazla gülmekten sakın, çok gülmek  Qalb’i öldürür ve Yüz’ün NUru’nu giderir.
    Hayır söylemekten başka sus. Çünkü susmak Şeytân’ı senden uzaklaştırır, kendi Dini’ne uymakta sana Yardım eder, Dost olur.
    Biçareler’i ve Yoksullar’ı sev ve onlarla otur.
    Kendi Eli’nin altındaki Adam’a iyi bak ve ona Eziyet etme, Allâh'ın Nimeti’ni horlama.
    Aqrabaları’nı Ziyâret et, onlar sen’den soğumuş olsalar da sen onlarla İlişki kur.
    Allâh Yolu’nda kınanmaktan korkma.
    Acı da olsa Doğru’yu söyle.
    Kendinde olmadığını bildiğin şeyler’i başkasında görünce ayıplama. Kendi yaptığın bir Hata için başkasından Şikayetci olma[19], başa kakma. Kendinde görmediğin Ayıp, senin için Ayıp olarak yeter, öyleyse başkaları’nda ayıp arama. Kendi yaptığın İş’i başkalarında görünce ayıplama.
    Sonra  Eli’yle Ebû Zerr'in Göğsü’ne dokunarak buyurdu:
    -Ey Ebû Zerr, Tedbir almak gibi, hiç bir Aqıl yoktur. Tawqa gibi hiç Dindarlık yoktur. Güzel Ahlaq gibi de iyi Niyetlilik yoktur.’

    IV
    Peygamber Dostları’yla Mescid'de oturuyordu. Herkes Wahiy geldiğini sanarak O'nu kendi hâli’nde bırakmıştı. Sonra Ebû Zerr çıkageldi. Peygamber sordu?
    -Bugün Namaz kıldın mı?
    -Hayır.
    -Kalk ve Namaz kıl.
    Kalktı, Öğle Namazı’nı kıldı.
    -Ebû Zerr, İns ve Cin Şeytânları’ndan Allâh'a sığın.
    -İnsanlar’dan Şeytânlar mı var?
    -Evet, başkalarının Kulakları’na Güzel ve Gerçek olmayan Sözler fısıldarlar.
    Peygamber susunca, Ebû Zerr de sustu. Tekrar konuştu:
    -Ebû Zerr, sana Cennet Hazineleri’nden bazı Kelimeler öğreteyim mi?
    - Evet, canım sana Feda olsun.
    -"Qudret ve Quwwet Allâh'tan başkasında yoktur" de.
    Sessizlik tekrar Ortalığı kapladı. 

   
Mekke'nin  Feth’i

    I
    Bir Gün ansızın Amr ibnu Salim Telaş’la Mescid'e girdi. Peygamber'e yaklaşarak şöyle dedi:
    -Ey Allâh'ın Rasûl’ü, Qureyşliler Hudeybiye'yi bozdu.
    Kalabalık "nasıl" diye bağrıştı. Anlattı Adam:
    -Benim Qabilem Huzaa sizinle, Bekr Qabile’si de Qureyşliler ile anlaşmışlardı. Bildiğiniz gibi Qabilem ile Bekrler arasında Eski Zaman’dan beri Çatışma ve Düşmanlık vardır. Bu Düşmanlık sizin "Hudeybiye" Anlaşmanız’dan sonra kesilmişti. Fakat siz Mute Savaşı'nda Rumlar’dan İntikam alamayınca, Qureyşliler bu Savaş’tan sonra sizin Beliniz’i bir daha doğrultamayacağınızı, Qudret ve Quvvet Sâhib’i olamayacağınızı sandılar. Bu Fırsat’tan yararlanmak için Bekr  Qabilesi'ni bize karşı kışkırttılar. Bizim Malımız sayılan Kuyu’nun olduğu yer’de ansızın bize Hucum ederek, içimizden bir kısmı’nı öldürdüler.
    Ey Allâh'ın Elçi’si, onların bize yaptığı bu Tecâwüzü’ne karşı bize Yardım edesin diye sana Telaş’la geldim."
    Peygamber Güven Verici bir Ses’le "Yardım edeceğini" söyledi.
   
    II
    Yarımada'nın her Tarafı’na Müttefik’i olan Qabileler’e, kendilerini daha sonraki Emri’ni yerine getirmek üzere hazırlanmaları için Haber gönderdi. Ordu Mekke'ye Hareket etti. Ebû Zerr O'nun yanı’ndaydı. Yol’da bir Ağac’a doğru giderek iki Dalı’ndan tutup silkeledi. Yapraklar’ı yere döküldükten sonra Ebû Zerr'e seslendi:
    -Müslüman bir Kul, Namazı’nı Allâh'ın Rıza’sı için kılıyorsa, Günahlar’ı bu Ağac’ın Yapraklar’ı gibi dökülür.
    Sonra Ordu’ya yetiştiler.

    III
    Muazzam bir Ordu toplanmıştı. Merrü'z-Zahran Bölgesi’ne ulaşınca Mekke'yi bir Korku saldı. Ebû Süfyan, Büdeyl ve Hakim'i Haber elde etmek için Mekke'nin dışına göndermişti.

    IV
    Abbas da Peygamber'in Ardı’na binmiş Yol alıyordu. Birden duyduğu Konuşmalar’a Kulak kabarttı:
    Ebû Sufyan: "-Bugüne kadar böyle Parlak bir Ateş ve Büyük bir Ordu görmemiştim!" dedi. Büdeyl de Cewap veriyordu:
    -Bunlar savaşmak üzere toplanan Huzaa Halq’ı olmalı.
    -Huzaa Qabile’si bu kadar Ateş yakabilecek ve böyle bir Ordu’ya Sâhip olacak kadar Kalabalık değildir.
    Abbas, Ebû Sufyan'ın Sesi’ni tanıyıp seslendi:
    -Ebû Hanzala!
    -Evet, Ebu'l-Fadl, ne Haberler var?
    -Bu Allâh'ın Peygamberi'dir, Zorluk’la Mekke'ye girerse vay o Halq’ın başına!..
    -Ne yapabiliriz ki?
    Abbas, O'nu, bindiği Peygamber'in Atı’nın Terkisi’ne alarak Yol’a çıktı. Halq’ın Göz’ü Peygam­ber'in Atı’na ilişince onlara Yol açıyorlardı. Mekkeliler’i korkutmak için onbinlerce Asker’in yaktığı Ateşler’in arasından geçiyorlardı. Ateş’in karşısından geçerlerken Ömer'in Göz’ü Ebû Sufyan'a ilişti. Abbas'ın O'nu koruduğunu anladı. Hızla Peygamber'in Haymesi’ne gitti. Boynu’nu vurmak için İzin istedi. Abbas yetişerek "O'nu koruması altına aldığını" söyledi. Ömer'le şiddetle tartıştılar. Pey­gamber "Gece O'nu korumasını, Sabah yanına getirmesini" söyledi Abbas'a. Ertesi Sabah Rasûl şunları konuştu O'nunla:
    -Ey Ebû Sufyan! Allâh'tan başka Tanrı yok demenin Zaman’ı daha gelmedi mi?
    -Anam babam sana Feda olsun, ne kadar Bağışlayıcı ve Büyük’sün, Aqrabaları’na ne kadar Müşfik davranıyorsun. Allâh'tan başka Tanrı olsaydı şimdiye kadar birşeyler yaparlardı.
    -Benim gönderildiğimi İdrak edeceğin an gelmedi mi?
    -Yemin olsun ki senin Boş olmadığını düşünüyorum.
    Abbas Yüzü’nü Ebû Sufyan'a çevirerek O'ndan "boynu vurulmadan İslâm olmasını" istedi. Teslim oldu Ebû Sufyan.
       Bu Sahne’nin 2 Kahraman’ı 1517’de dek Müslüman Riâseti’ne oynacak olan Hanedanlığın Kurucu’su olacaklarını bilebilirler miydi ? (Emewiler, Abbasiler)

    V
     Peygamber Ordu Hareket etmeden bir gurup Muhâcir’le Mekke'nin Arka tarafları’nda bu­lunan bir Tepe’ye çıktı. Bütün bir Geçmiş’i yaşadı sanki. Yanakları’ndan Gözyaşlar’ı döküldü, Secde’ye kapandı.
    -Dinlenmek için kendi Eviniz’e mi gideceksiniz? diyenlere,
    -Bize Ev bırakmadılar, diye Cewap verdi.
    Hatice'nin Mezarı’nda dinlendikten sonra Dağ’dan aşağıya indi.

    VI
    Ebû Zerr Etrafı’na Hamur Parçaları’nın yapıştığı bir Kab’ı, Su ile doldurup getirdi. Bir Kumaş Parçası’nı Peygamber'in Önü’ne tuttu, Peygamber yıkandı. Sonra Perde’yi Peygamber tuttu Ebû Zer yıkandı.

    VII
    Tawaf’a gittiler. Atı’ndan inmeden 7 Tawaf yaptı Rasûl (a). Sonra Qa’be'nin Kapısı’nı açtı, içine girdi. Halq’a seslendi:
    -Ey Qureyşliler! Ben’den ne umarsınız, benim sizin haqqınız’da nasıl Muâmele edeceğimi zannediyorsunuz?
    -İyilik yapacaksın, sen Büyük bir Kardeş ve Büyük bir Kardeş’in Oğlu’sun.
    -Gidin, hepiniz Hürsünüz.
    Güçlü’yken affetti. Eli’nde bir Asa olduğu halde Qa'be'ye girdi.
    "Hak geldi, Bâtıl Zâil oldu. Çünkü Bâtıl Yokolucu’dur." [20]
    Bunun üzerine Putlar Etraf’a, Arka’ya ve öne doğru yıkılmaya başladı. Bu Hareket’i herkes Sevinç ve Heyecan’la tekrar ediyordu. Ebû Zerr de Putlar’ın İmhası’nda çalışırken içinde kopan Se­vinç Tufan’ı, dışarıya Gözyaşı olarak dökülüyordu, Etrafındakiler de O'nun ağlayışına katıldılar.

    VIII
    Ebû Zerr anlatıyor:
    Peygamber Qa’be'nin Gölgesi’nde otururken yanına geldim. Beni görünce:" Qa’be'nin Rabbi'ne Qasem olsun, onlar Zarar’da" buyurdu.
    -Ey Allâh'ın Elçi’si, anam babam sana Feda olsun, onlar kimlerdir? dedim.
    -Onlar Malca Varlıklı olanlar’dır. Ancak, -Eli’yle Sağ’ı Sol’u göstererek- şöyle bol bol vermelerini emredenler dışında. Böyleleri ne kadar az! Şunu bil ki, Deve’si, Sığır’ı Davar’ı olup da Zekatı’nı ver­meyen her İnsan Qıyâmet Gün’ü o Mallar’ı, Mümkün olan en İri ve en Semiz Şekil’de Karşısı’nda bulur. Sırayla Boynuzları’yla toslayacak, Ayakları’yla çiğneyecek, hepsi sırayla bu Muâmele’yi yapınca bi­rincisi tekrar başlayacak. Bu Hal, İnsanlar arasında Hüküm bitinceye kadar Dewam edecek." dedi. [21]
      
Elçi ile Son Yıllar /Tewbe Sûre’si

    I
    Gurup gurup Halqlar İslâm'a koştu. Beytü'l-Mâl zenginleşti, Açlar doydu. Ebû Zerr yine aynı Ebû Zerr' di. Yine Arpa Ekmeği yiyordu. Bir süre Rebeze'de kaldı. Sonra yine Medine..

    II
    -Ebû Zerr ,diye seslendi Elçi
    -Temiz değilim, dedi Utanç’la.
   Peygamber'in getirttiği Su ile Deve arkasında gusletti.
    -Yirmi yıl da Su bulamasan Toprak yeterli, dedi Rasûl.

    III
    Bu sırada Vergi Memur’u ibnu Leytiye çıkageldi. Topladıklarını sundu, bir kısmını da ken­dine ayırdı. Yüz’ü Öfke’yle doldu Peygamber'in.
    -Allâh tarafından bana verilen Görev’i yerine getirmek için ben aranızdan bazı Kişiler’i Memur ettim. İçinizden biri gelip; " Bu kısım sizin, diğer kısım benim" diyor. Allâh'a Yemin ki ne olursa olsun, Halq’a ait Mâl’dan, kim bir şey alırsa, Qıyâmet Günü’nde Deve, Koyun veya Halq’a ait hangi Mâl ise, Boynu’na binecektir. Mahşer Çölü’nde bir yandan Feryad ederken, o kimse Rüsvay olacaktır. 
    Hepsini İâde eden Memur’a Ebû Zerr seslendi:
    -İşte bu senin için daha iyi’dir.
    -Ben bilmiyordum, dedi Utanç içinde Adam.
    -Üzülmene gerek yok, diye Teselli etti Ebû Zerr. Şunu bilmelisin ki, bu Dünyâ başka bir Ev’i olmayanın Evi’dir. Servet ve Mâl, Servet’i olmayanındır. Bilgi’den başka şey’e çalışan boşuna’dır. Hemen Peygamber'e git ve Özür dile.[22]
    Özür diledi Memur. "Allâh şöyle diyor" dedi Peygamber:
    -Ey benim Kullarım, hepiniz Günahkar olabilirsiniz, fakat benim Terbiye ettiğim hâriç. O za­man, sizi affedinceye kadar Ben’den Awf dileyin. Benim Bağışlayıcılığımı bilip, var Gücünüz’le Ben’den Af dileyeni bağışlarım. Sizin hepiniz Yolunuz’u kaybetmişsiniz  benim Doğruyol’u gösterdiğim kişi hâriç. Hepiniz Faqirsiniz, benim Zengin ettiğim hâriç. Öyleyse bana, Dua edin ki sizi de Zengin edeyim..."
    Peygamber gittikten sonra Halq’ın arasında her Kafa’dan bir Ses çıkmaya başladı.

    IV
    Tam bir Eğitim’den geçmişti. Allâh'a Dua ederken Dürüstlük ve Dindarlığı için Şükürler ediyordu. Bu Fâni ve Küçük Dünyâ’ya bağlanmayı aşağılıyordu.  Fakirler ve Yoksullar ile anlaşarak Malları’nı paylaşanları, Sermayedârlık ve Altın Severlik’ten Uzak duranları Ebedî Cennet’le müjde­liyordu.

    V
    Heraklius, -Anti Krist- İmparatorluk Askerleri’ni silahlandırmış, Lahm, Cüzam, Amile ve Gassan Qabile­ler’i de O’nunla Elbirliği etmişlerdi. Heraklius Mute'nin Hatırası’nı giderebilmek için Qararlı’ydı.
        Güneş Çöl’ü kavuruyordu. Taa Şam'a gitmek zorunda’ydılar. Tam bir İmân Sınavı’ydı bu. Münâfıqlar Ebû Zerr'i caydırmak için çok çalıştılar. Varlıklar Seferber edilerek "Zorluk Ordu’su" Techiz edildi.
    Devesi’nin Çelimsiz hali’ne baktı Ebû Zerr, bu Deve ile aşılamazdı Yol. "Onu Savaş’a kadar besler, sonra Ordu’ya yetişirim" diye düşündü.
    Ordu Medine'nin dışında Namaz kıldıktan sonra Hareket etti. Her taraf’tan Büyük bir Toz Bu­lut’u Göğe yükseldi. Çöl Ortası’nda Damlar’a çıkarak onları uğurlayan Kadın ve Çocuklar, Göz’den kay­bolana kadar, onları izlediler. Daha sonra Yaşlı ve Ümitsiz Gözler’le Evleri’ne döndüler.
   Münâfıqlar Bahaneler’le Sefer’den kurtuldular.
    İmân Sınav’ı idi bu.
    Bir baktılar Qa'b ibnu Mâlik geri dönüyor.
    -Bırakın gitsin, eğer onda bir İyilik varsa, Allâh onu kısa zaman’da geri döndürecektir. Aksi halde, sizleri onun Kötülükleri’nden kurtarmıştır, dedi Rasûl.
    Bir baktılar Meraa ibnu Rebi de dönüyor.
    Sonra Hilâl ibnu Ümeyye de.
    Hep aynı şey’i tekrarladı Rasûl. Ama bir Haykırış daha duyuldu.
    Bu kez Ebû Zerr'in Ad’ı geçiyordu. İnanamıyordu Arkadaşlar’ı.
Gitmiyordu Deve’si Ebû Zerr'in. Deve’yi bırakıp yanlız yürümeyi bile düşündü. Öyle de yaptı, Eşyalar’ı Sırtı’na aldı. Göğün Sıcağı Taşlar’ı bile eritiyordu. Ama "Dewam" diyordu Ebû Zerr. Yetişmeliydi Ordu’ya.
    "-Ey Allâh'ın Rasûl’u, bu Issız Çöl’de bir Kişi tek başına Yol alıyor, dediler.
    -Ey Allâh'ın Rasul’u, Wâallahi bu Ebû Zerr, dediler.
    -Allâh Ebû Zerr'i bağışlasın, yalnız yaşıyor, yalnız ölecek ve yalnız haşrolunacaktır" dedi Elçi. Koşup Dostu’nun Boynu’na sarılarak:
    -Ebû Zerr, bana doğru attığın her Adım için Allâh Günahları’nı bağışlayacaktır, dedi,
    Sonra Ebû Zerr'in Eşyaları’nı yer’e indirdi. Bitap düşmüştü, O'na Su getirmek istedi. Ama Hayret, yanında Hu vardı. Niye içmemişti o halde.
    -Muhammed bu Su’dan içene kadar içmemeye Söz vermiştim.
    Sevgi ile doldu herkesin Yüreği. Halil’in Maide’sine su taşıdı Ebû Zerr.
     Perdeler kalpmış Halil, Ebû Zerr’in Yalnız’lık Güftesi’ni Yazmıştı. Şam Yolu’nun Münafıqlar’ı döküldüler[23], Günahlarlar’ı Rucu decekler, Ebû Zerrler’i Roma’dan Mesihî Dili’yle İntiqamı’nı alacaktır, Qalem’in Kılıç’ı biçtiği Nokta’dır burası.

    VI
    Tewbe Sûresi’ndeki Kenz Âyet’i gelince Rasûl üç kere:
    "Sebben li’z-Zehebi, sebben li’l-Fiddati" dedi. (Altın ve Gümüş kahrolsun!).
    Ashâb birbirine soruyordu:"-Hangi Mal’dan edinmeliyiz?"
    Ömer: "-Ben bunu öğreneceğim" diyerek Rasûl'e iletti:
    -Zikreden bir Dil, şükreden bir Qalp, Din’e Yardımcı bir Eş, Cewabı’nı aldı. [24]
      Halil Sofrası’ndaki Dostları’na en Güzel Rızıqlar’ı paylaşırdı ancak..

    VII
    Ebû Zerr , Peygamber ile beraber Hac’dan dönmüştü. Son Hacc’dan.  Din’in tamanlandığını söyleyen Âyet bu Hac’da inmişti. O'ndan Ayrılma Korku’su ile Yüreği yandı.

    VIII
    Bilal, Titrek bir Ses’le Elçi'ye yaklaşıyordu:
    -Ey Allâh'ın Elçi’si, Ebû Zerr ile benim aramda bir Tartışma çıktı. O bana "Anası Kızıl" dedi.
    Çıkıştı Elçi , Ebû Zerr'e. O da İtiraf etti Hakaret ettiğini.
    -Sen hala Cehâlet’ten kurtulamamışsın. Başını kaldır da  yukarıya bak. Hem şunu da unutma ki iyi İşler’de Kızıl veya Kara Derili İnsanlar’dan Üstün olamazsın.
    Utanç duydu. Boncuk boncuk terledi. Dostu’nun Hiddeti’nden yerin Dibi’ne geçti. Kasap Sevdi’yi Deri’yi vururdu Yer’den Yer’e.
    -Ey Bilal, bana doğru gel de Ayağı’nı Yüzüme koy, dedi Yüzü’nü Toprağa yaslayarak.
    Bilal duygulandı koşarak kucakladı, selamladı O'nu, bağışladığını söyledi.
    -Neden Dostu’na Hakaret ettin Ebû Zerr?
    -Beni sinirlendirmişti.
    -Sinirlenince Ayak’taysan otur, oturuyorsan bir yer’e yaslan, dedi. Sana yapması Kolay, kâr’ı Büyük bir Şey öğreteyim mi?
    -Nedir Allâh'ın Rasûl’u?
    -Susma’yı Tercih et, bu Şeytân’ı senden uzaklaştırmaktır, Din’e uymakta sana Yardım’ı olur.
     Halq dağılınca Dost’u şöyle diyordu Ebû Zerr'e:
    -Sen Dürüst bir İnsan’sın, ve yakında Büyük bir belâ’ya Duçar olacaksın.
    -Allâh Yolu’nda mı?
    -Allâh Yolu’nda.
    -Ben o Dostum’dan gelecek Herşey’e Râzı’yım.



İ K İ N C İ   B Ö L Ü M

Dost’u Öldükten Sonra
Halefler Dönem’i
Zinnûreyn'ın Dönem’i
Tekrar Şam Günler’i
Başkent’e Sevk
Rebeze Sürgün’ü
Sürgün’ünYankılar’ı
Yalnız Muttaqî Hayat’tan çekiliyor
Çağdaş’ı Olan Zenginler

Dost’u  Öldükten  Sonra



    I

    Peygamber çok Hasta’ydı. Dostları’nı Mescid'e çağırmasını istedi Eş’i Âişe'den. Yanına ge­lerek Selâm verdiler. Çıt çıkmıyordu.
    -Acaba sizce Cehennem’de Dikbaşlılar’a yer yok mudur? dedi.
    Derin Sessizlik ve Gözyaşlar’ı..
    -Ayrılık ve Uzaklık Yakın’dır. Allâh'a dönme Waqti’dir. Ebedî Cennet'e ve bitip tükenmeyen Gökler’e erişme Zamanı’dır, dedi.
    "Tebrikler size! Allâh size Rahmet etsin ve sizi korusun! Sizi kollasın, sizi yüceltsin, söz’e Ko­laylık bağışlasın, sizi Başarılı kılsın, size Yardım etsin, size selamet bağışlasın, sizden razı olsun. Si­ze TAQWÂ'yı Tawsiye ediyorum. Allâh da size taqwayı tavsiye eder. Ben sizin için Müjdeleyici ve Korkutucu’yum. Arz’da Allâh'ın Kulları’na Haqsızlık etmeyin. Allâh'a ve Kulları’na karşı gururlan­mayınız. Allâh size ve bana der ki: "İşte Âhiret Yurdu böyledir. Siz onu Arz’da gururlanmayan ve Fe­sad çıkarmayanlara veririz. Âqıbet Taqwâ Sahipleri’nindir"[25]
    Biri sordu:
    -Ey Allah'ın Elçi’si seni kim yıkayacak?
    -Kendi Âilemden hangi Erkek bana yakınsa.
    -Ey Allâh'ın Elçi’si seni hangi  Kumaş’la kefenleyeceğiz?
    -İsterseniz Üstümdekiler’le, olmazsa Mısır kumaş’ı veya Yemen Hülle’si ile.
    -Ey Allâh'ın Elçi’si, Namazı’nı kim kıldırsın?
    Gözler’i Yaş’la Dolu’ydu Ebû Zerr'in. Sonra  hüngür hüngür ağladı. Başı’nı önüne eğerek Ev’den çıktı.
    Kerim Elçi Kağıt Qalem istedi. Tartışmalar çıktı. Wazgeçti yazdırmaktan.

    II
    Mescid'de Ebû Bekr Cemaat’e Namaz kıldırdıktan sonra Ansızın Başı’na Beyaz bir Sarık bağlamış olan Peygamber içeriye girdi. Herkesi Sevinç sardı. Rahat bir şekilde Ev’e dönüyordu. Yol’da Kız’ı olduğunu müjdelediler.

    III
    Medine'de Çığlık vardı. "Peygamber öldü." diyorlardı.
    Fâtıma'nın Feryadlar’ı duyuluyordu:

    "Babacığım, ay Babacığım? Babacığım
    Duan Qabul oldu... Babacığım
    Cebrâil'in Baş’ı sağolsum... Ay Babacığım
    Firdews Cenneti’nde Baş’ı sağolsun.. Ay babacığım
     Allâh'ına ne kadar yakınsın ay Babacığım"

    IV
    Ömer, Garazkarlar’ın O'nun öldüğünü söylediklerini oysa O'nun Mûsâ gibi Rabb’ine gittiğini söylüyordu. Keşke Ömer Haqlı olsaydı. O'nu Teskin etti Ebû Bekr. "Muhammed ölmüştü. Allâh ise Bâqi’ydi." Ağladı Ömer de. Teskin etti onları Ebû Zerr:
    -Arkadaşım, Dostum, Allâh'ın Rasul’u öldü. Şefkatli ve Hayırsever Kardeşim öldü. Büyük İkram Sâhibi öldü. Allâh'ın gönderdiği Emin öldü,"

    V
    Mescid Gam Dolu’ydu. Ömer, Ebu Ubeyd, Ebû Zerr çakılıp kalmışlardı. Biri Ömer'e yaklaşarak seslendi:
    -Ensar, Beni Sakife'de toplandı, Sa'd'ı İmam seçiyorlar.
    Aql’ı almadı Ebû Zerr'in. Ali varken Ensâr'a ne oluyordu. Ömer olanları Ebû Bekr'e anlattı. Ubeyde'yi de yanlarına alarak Sofa'ya koştular.
    Ali, Abbas ve Beni Hâşim Techiz ve Tekfin’le Meşgul’düler. Abbas olanları farqedince Ali'den Bey’at etmesi için Eli’ni istedi. Ali başkasının Niyet’i olmasına şaştı. Telaş’la Kapı vuruldu. Gelen Ebû Zerr'di. Ebû Bekr'in Halife seçildiğini duyuruyordu. Abbas " Ben size söylememiş miydim" diye söyleniyordu.
    Ebû Zerr, Mikdad, Selman, Ubeyde ibnu Samid, Ebû Heysem, Huzeyfe ve Ammar'la İstişâre etmeyi önerdi. Gece Mescid’in Kapısı’nda toplanan Halq’a seslendi Ebû Zerr:
    -Şüphesiz bu Halq’ın içinde Halifeliğe en lâyık olan Ali'dir. Bizler Halifelik Seçimi’ni Muhâcir­ler’e bırakalım. Onlar bir Qarar’a bağlasınlar. Sakife Anlaşması’na böyle Engel oluruz.

    VI
    Güneş doğunca kendi Evi’nden ayrılarak Fâtıma'nın Evi’ne, Ali'yi görmeye gitti. Ammar, Zübeyr, Mikdat, Selmân oradaydı.
    Ömer Toplantı’yı Haber almıştı, oraya geldi. Ebû Bekr'e Bey'at istedi. Ebû Sufyan'ın Kanlı bir Savaş’la Ebû Bekr'e direnmeyi önerdi. Bu Çirkin Teklif’i  bastırdı Abbas. Öfke ile baktı Ebû Zerr, Ebû Sufyan'a. Ali ancak şu Beyt’i okumakla yetindi:
   
      "Aşağılanmayı kimse Qabul etmez, ancak
       İki Zelil ve Alçak’tan başka.
       Biri İpi’ne Mahkum edilen Qabile’nin Eşeği,
       Tepesi’ne vurulduğu halde ağlayanı olmayan Çivi."

    -Ey Ebû Sufyan! Senin İslâm'a karşı Kin’in ve Zarar’ın artmıştır. Senin Atlıları’na ve Piyade­leri’ne İhtiyacım yok, dedi Ali.


Halefler  Dönem’i


    I
    Ebû Bekr, Peygamber'in Hasta Yatağı’nda Ordu Komutan’ı yaptığı Usâme'yi Görevi’nde bıraktı. Bu Qarar’a Memnun oldu, Ebû Zerr . "Eğer Köpekler ve Kurtlar beni parçalasalar ben Allâh Rasûlu'nün Emri’ni yerine getireceğim" diyordu Halife.  Usâme'nin Azli’ni isteyen Ömer'e şiddetle çıkıştı Halife. Bu Ordu’ya Nefer oldu Ebû Zerr. Halife ile Bütün Savaşlar’a katıldı. Dürüst Yönetim’i destekledi. Birlikten Şevk alıyordu.

    II
     Ebû Bekr Hastalığı’nda Ömer'i Naib olarak atadı.  Ebû Zerr O'nun Mâtemi’ne üzüldü. Şam'a göçtü.

    III
    Bahreyn Hakim’i Ebû Hureyre gibi olamaz mıydı?
     "Hayır", diyordu, bana Gün’de bir Bardak Su veya Süt ve Hafta’da bir Okka Buğday yetiyor.
    Ömer çıkışmıştı Bahreyn Wâli’si Ebû Hureyre'ye:
    -Seni Bahreyn'de bıraktığım zaman bir Ayakkabın bile yoktu, fakat Bugün’e kadar gelen Haberler’e göre, aldığın Atlar’ın her birine 1600 Dinar vermişsin. Doğru mu?
    -Bir kaç tane Atım vardı, doğurdular. Hem bu sırada bazı Hediyeler aldım.
    -Ben senin Maaşı’nı hesapladım, ona göre bunlar fazla oluyor, onları geri ver.
    -Vermem.
    -Allâh'a Yemin ederim ki Beli’ni kıracağım.
     Wâli’nin Sırtı’na vurduğu Kırbaç Kan fışkırtıyordu.
    -Git ve onları getir, dedi
    -Allâh'tan Yardım dilerim, diyordu Wâli.
    -Eğer Helal yol’dan gelseydi veya kendin vermiş olsaydın söylediğin Doğru sayılırdı. Fakat sen Bahreyn'in Son Noktası’ndan gelen Vergiler’i bile Müslümanlar için değil kendin için harcıyorsun. Anan sana Aptal Çoban olmaktan başka bir Şey öğretmedi mi?.
Sert’ti Ömer, o Sert esti mi durulurdu Sular.

    IV
    Ömer'in bu İcratları’nı onaylıyordu Ebû Zerr:
    -Ömer ne yapmışsa, Allâh'ın ve Peygamber'inin Hoşnutluğu için yapmıştır. Çünkü Âmir olan bir kimse kendisi için değil Halq için çalışmalıdır, diyordu.
    Oturanlar arasında Olay tartışılmaya başlandı. Bu sırada Şam Wâli’si Hübeybe ibnu Mes­leme Taraftarları’ndan biri Mescid’e girdi. Ebû Zerr'i bulunca:
    -Benim Ağam İhtiyacı’nı gidermen için sana verilmek üzere bana 300 Dinar verdi, dedi.
    -Acaba Allâh'ın indinde bizden daha Azîz İnsan bulamadın mı? Onu kendisine geri götür. Haqqımız olan bir Dam ve bir Hizmetci verdiler, başka bir Şey’e İhtiyacımız yok.
    Maaşı’nı aldıktan sonra Abdullah ibnu Samit ve onun Hizmetcileri’yle birlikte dışarı çıkıp Pazar’a gittiler. Hizmetciler Alışverişi’ni yaptıktan sonra Parası’nın Üstü’nü O'na geri verdiler. O'nu Yoksullar’a dağıttı.
    -Ya Misafir’in gelirse, diyen Abdullâh'a:
    -Benim Dostum, "bir kimse geriye ne kadar Para bırakırsa Sâhibi’ne Büyük Ateş olacaktır. Eğer Para’yı Allâh için ne kadar harcarsa, Allâh da onu o kadar bağışlayacaktır" demişti, dedi.

    V
    Halife Ömer, Halq’ı görmek için Şam'a gelmişdi. Halq ile kucaklaşırken Ebû Zerr ile de kucaklaştılar.
    -Elimi bırak ey Fitne Kilidi diye Şaka yaptı Ebû Zerr.
    -Ne demek bu, diye Şaşkınlık’la sordu Halife. Anlattı Ebû Zerr:
    -Bir Gün Peygamber otururken sen çıkageldin. Kalabalık çok fazla olduğundan, sen Halq’ı Rahatsız ederek bizim yanımıza gelmeyerek en arka Sıra’ya oturdun. Rasûl seni göstererek " Bu Adam aranızda yaşadıkca Fitne çıkmaz", demişti.

    VI
    Birlikte dolaştılar Şam'da. Ömer'i Düşünceli görünce nedeni’ni sordu:
    -Büşr'ü Hazine Vergileri’ni toplamak için görevlendirdim. Ama Qabul etmedi. Sebebi’ni sor­dum.
    "-Ben Peygamber'den işittim ki, Müslümanlar arasında bir Kişi’nin bile ben’de Haqq’ı olsa, Qıyâmet Günü’ne kadar Cehennem Köprüsü’nde duracaktır, eğer İyi olursa kurtulur, aksi taqdirde düşer ve orada 70 Yıl kalır.
    -Sen bunu Peygamber'den duymamış mıydın?
    -Hayır.
    -Ben de Peygamber'in "Eğer Halq’ı ilgilendiren bir İş yapsam ve bir Kişi’nin bende Haqq’ı olsa bu Haq Qıyâmet Günü’ne kadar Cehennem Köprüsü’nde duracaktır. Eğer Kişi İyi İşler yapmışsa kurtu­lur, yoksa düşer ve orada 70 Yıl kalır" dediğini duymuştum.
    -Her ikisi de Qalbime Ağır bir Yük yükledi. Biri olsa da bu İşi benden alsa, ne istese verir­dim ona, dedi Halife.
    -Evet, Allâh'ı unutanın Son’u Kötü’dür, Burnu Toprağa sürtülür. Ama şu anda İyilik’ten başka bir Şey göremiyorum. Sen Halifeliği haq’etmeyen birine bıraktığını düşün, o zaman haq’etiğinden fazla Ceza çekersin ve Günahları’ndan hiç kurtulamazsın..

    VII
    Bilâl birgün Ezan okudu. Sanki Peygamber aralarına yeniden  dönmüş gibiydi. Yarıda kesti Bilâl. [26]

    VIII
    Şam Yoksulları’nın Hâmi’si idi Ebû Zerr. "Keşke Peygamber’i görseydik" diyenlere O'ndan duyduğu Din’i anlatıyordu.
    Ömer'in, Ebû Sufyan'ın Oğlu Şam Wâli’si Muâwiye'nin yanı’ndan döndüğünü öğrenir. Ebû Sufyan Vergi getirmemişti. "Bize bir Şey gelmedi" diyordu Ebû Sufyan. Halife Eli’ni uzaratak Par­mağı’ndaki Yüzüğü çıkarttırmışdı ve bir Aracı’yla O'nu hanımı Hind'e gönderip kocasının getirdiği torbayı istediğini söylettirmişti. Elçi 10.000 Dinarlık Torba ile döndü.  Ömer'in Para’yı Hazine’ye koyduğunu öğrenen Ebû Zerr:
    -W’allahi bu İnsanlar’ın Altın ve Gümüş biriktirmek için, neden bu kadar çabaladıklarını an­lamıyorum. Onlar, Peygamber'in "Ben ve Dünyâ? İkimizin Misal’i Sıcak Süvari’nin Hikâyesi’ne ben­ziyor: Yol’a çıktıktan sonra bir Gölgelik’te bir süre dinlenecek ve orayı terkedecektir" dediğini duy­mamışlar mı acaba? diyordu.
    -Allâh Rasûl’ü "Servet ve Çocuklar Dünyâ Hayatı’nın Süs’ü" demişti, dedi biri..
    -Ne garip. Siz öteki Dünyâ’ya inanırken nasıl oluyor da, bu Yalancı Dünyâ için Yalan söyleyebiliyorsunuz, buna şaşarım. " Bâqi kalan Sâlih Ameller ise Rabbi’nin katı’nda Sewapca daha Hayırlı’dır, Emel ve Umutca daha Hayırlı’dır," [27] demiyor mu?

    IX
    Nafi-i Tahi Basra'ya gelince Şehr’in Hakim’i Abdullah ibnu Amir'in Evi’ne gitti. Selâm verdi, Ebû Zerr'in Selâmı’nı ve Mevki Sâhib’i olduğuna dair Sitemi’ni getirdi. "Oysa onunla Qur'ân okurduk" diyordu.  "Bizim Yemeğimiz Hurma, Şarabımız Su, biz de yaşıyoruz sen de" dedi. Abdullah ağla­maktan kahroldu.

    X
    Halq, Ebû Zerr'in Konuşması’nı dikkatle dinliyordu. Sermayedar’ı kızdırıyordu. Cündeb ibnu Müslim'e kendi kendine: "Bu bir Fitne’dir" diye düşündü. Gidip Wâli'ye Şikayetleri’ni bildirdi:
    -Ebû Zerr, Şam Halqı’nı kesinlikle sana karşı kışkırtacak, eğer Şam'ı istiyorsan Halq’ı anla­maya çalış"
    Muâwiye, başı’nı önüne eğerek kara kara düşündü.
    -Acaba O'na Baskı mı yapmalıydı? Hayır, böyle bir Davranış Fitne Ateşi’ni daha da alev­lendirirdi. Acaba O'nun yaptıklarını Halife'ye Şikayet mi etmeliydi? Halife ne diyecekti acaba? Kendi üzerine düşen bir Görev olmadığını söylemez miydi? Hayır, İyisi mi O'nu Dewam eden Sa­vaşlar’dan birine gönderip Şam'dan uzaklaştırmalıydı. Çünkü, O Allâh Yolu’nda savaşmayı Büyük bir Sevinç’le Qabul eder" diye düşündü.
    Yanına çağırttı Ebû Zerr'i. Ebû Zerr geldiğinde Ebu'd-Derdâ, Şeddad ibnu Ews ve Ubade ibnu Samit Wâli'nin yanındaydılar. Konuşmaya başladı Wâli:
    -Ben, Ömer'e  "Humus Wilâyeti’nin Köyleri’nden birinden, Kıbrıs'tan Köpek Ulumaları’nın ve Horoz Sesleri’nin işitildiğini ve fethedilmesi gerektiğini" yazmıştım. Böylece oranın Fethi’nin kolay ol­duğunu anlatmak istemiştim. Fakat Ömer, Amr ibnu Ass'a "Bana Deniz’in ve Gemiler’in Durumu’nu bildir" diye Mektup yazdı. Amr da yazdığı Cewap’ta; "Deniz, içinde çok Küçük Yaratıklar’ın Yol aldığı, Göğün ve Su’yun Maviliği’nden başka bir Şey’in görülmediği, bir Mahluq’tur. Deniz Durgun olduğu zaman Yelkenliler Hareket edemez, Yürekler Korku içinde kalır; Dalgalı ve Fırtınalı olduğu zaman da Aqıllar perişan olur, durgunlaşır. Orada Ümit azalır, Korku artar. Deniz’de Seyahat eden bir İnsan, küçücük bir Çöp  Parçası’nın üzerindeki bir Kurtçuk gibidir, eğer Ağaç dönerse boğulur, eğer Fır­tınalar’dan kurtulursa şaşırır kalır" demişti.
    Bu Cewab’ı alan Ömer: "Muhammed'i  Haq olarak gönderen Allâh'a andolsun ki, böyle bir yere asla Müslümanlar’ı göndermeyeceğim." demişti.  Fakat ben Dâwetimi tekrarladım. Halife'ye Kıbrıs'ın Feth’i için Israr ettim. O da bu Konu’yu, Halq’ın onaylamasına bıraktı. Şimdi sizin Qararınız nedir?
    Ebû Zerr konuştu:
    -Allâh Yolu’nda bir Gün eğleşmek, başka Amaçlar Uğruna binlerce Gün Yol almaktan daha Ewla’dır. Bizler Allâh Yolu’nda Cihad için çağrılmışız, bunu Qabul etmekten başka bir Şey bize yakışmaz.
    Herkes O'nu Tasdiq etti. Wâli, Beni Fezare Qabilesi’yle anlaşan, Abdullah ibnu Qays'ı bu Se­fer’in Komutanlığı’na Tâyin etti. Gemiler hazırlandıktan sonra Ordu Komutan’ı Hareket Emri’ni verdi. Gemiler Yol’a çıktı. Ebû Zerr de içindeydi Sefer’in. Kıbrıslılar Teslim oldular sonunda. Şam'a döndü Ebû Zerr.

    XI
    Qa'b el-Ahbâr Kehânet’te bulundu:
    "Ömer öldürülecek."
    Qûfe'den Medine'ye götürülen, İranEbu Lü'lü Adı’nda bir Köle, Namaz Tekbirleri’ni getirirken Şehit etti Halife Ömer'i. Şam'a Yeni Başkan için 6 Kişilik Şûra bırakıldığı Haber’i ulaştı. Ebû Zerr  Hanım’ı ve Kızı’nı yanına alarak Medine'ye giden Kerwan’a katıldı. Ali'nin yanı’na giderek  Selâm verdi. Medine'de kalacaktı.
     Ömer’n Hayatı’nın Sonları’nda hayıflandığı Konu’dur: "Eğer Bugün gördüğümü, İş’in Başı’nda göreydim, Zenginler’in Malları’ndaki Fazla’yı alır, Faqir Muhâcirler’e dağıtırdım." [28]



Halife Osman'ın  Dönem’i


    I
    Merwan Medine Yönetimi’ne bakıyordu. O'nun Zamanı’nda Hilâfet Saltanat’a dönüştü. Merwan’la Herşey Yeme-İçme Sarayı’na dönüştü. Ebû Zerr, İslâmî Miras’ın iç’ten iç’e kemiren Kurtcuğu görüyordu. İçi içini yiyordu. Yoksullar, Çilekeşler  ve Güçsüzler, Zenginler’in, Köle Tüccarları’nın, Ribâ yiyenler’in ve Eşrâf’ın Ayaklar’ı altında eziliyordu. Ümmet sınıflaştı, Saray Zenginler’in Himaye yeri oldu. Köleler’le doldu her yer.
    O'nun yaşadığı Kent’in Wâli’si olan Muâwiye, Şam'a binlerce Dinar harcayarak Şehinşahlık Saray’ı diktirdi.
    İlk Müslümanlar’dan Sad ibnu Ebi Waqqas' [29]Akik'de Büyük bir Bahçe’si ve Salonlar’ı olan Güzel bir Ev yaptırmıştı.
    Halife Medine'de kendisine Büyük bir Ev yaptırmıştı. Bu Ev’in Kapılar’ı Arar ve Sac Ağacı’ndandı. Halife'nin Karısı’nın Gerdanlığı’nın Değer’i, Afrika'nın Vergisi’nin 1/3 ü ka­dardı. Ebû Zerr Helâli’nden kazanılsa da bu Tasarruflar’a Olumlu bakamıyordu.
    Ebû Bekr, kendi Geçimi’ni sağlayabilmek için bir Yahudi’nin Keçileri’ni sağardı.
    Ömer, Babası’nın Qudreti’nden İstifade ederek zor’la aldığı At için Ordu’nun Başkumandanı’nı Sorgu’ya çekiyordu. 
    İnanılmaz bir Yiğitlik’le İsyân etti Ebû Zerr. Ali ile dönebilirdi, İdealler Ebû Zerr'e göre. O'nun Etrafı’nda Pervane oldu o ve Dostlar’ı.
    İnsanlığın, Mayamız’daki Adalet’in, Somut bir Anıtı’dır Ebû Zerr. Ümmet’in Mesih’i..

    II
    "Ey Osman, sen Yoksullar’ı daha Yoksul, Zenginler’i daha Zengin ettin"
    "Evi’nde Ekmek bulunmadığı halde Kını’ndan sıyrılmış Kılıcı’yla İsyan etmeyen Adam’a şaşarım ben."
    "Toplanan Altın ve Gümüşler Bütün Müslümanlar’ın arasında eşitce dağıtılmalı" diye bağırıyordu. 
    Der ki: "Ben bu Sonsuz Varlık’ta beni Allâh'a götüren öyle bir Âyet bulmuşum ki Aqlım ona Tartışma ve İnceleme’yle yetişmesine İmkan yoktur. Çünkü O, Varlıklar’ın hepsinden daha Büyük’tür, O'nun İhâte edilmesi Mümkün değildir."

    III
    Medine'nin Hayber Kalesi’nin ve Afrika'nın 1/5 Geliri’ni Peygamber'in Babası’yla beraber Sür­gün’e gönderdiği Merwân ibnu Hakem'e bağışladığını öğrendi Ebû Zerr.
    300.000 Dirhem, [30] Haris ibnu Ebi el-Ass'a ve 100.000 Dirhem Zeyd ibnu Sabit'e  [31]verilmişti. Elbet bir Açıklama’sı vardı bunların, ama Ebû Zerr’i Tatmin etmekten Uzak’tılar. Bunları duyan Ebû Zerr Mescid'de Ünlü Âyeti’ni okuyordu:
     "Altın ve Gümüş’ü Kenz edip de Allâh Yolu’nda harcamayanları Elem Verici Azap’la müjdele." [32] İsâ Qudüs Mescidi’nde neyse Medine Mescidi’nde oydu Mesih.

    IV
    Merwan [33],Ebû Zerr'in kendisine ve dolayısıyla Halife'ye karşı çıktığını duyunca, olayı Halife'ye Haber verdi. Halife Hizmetci’si Nail'i Ebû Zerr'e göndererek yanına çağırttı. Yanına gelince O'na:
    -Seninle ilgili bazı Haberler duydum, bu Davranışları’ndan waz’geçmelisin, dedi.
    -Ne söylediler? diye dordu
    -Halq’ı bana karşı kışkırttığını.
    -Nasıl?
    -Mescid'de Tewbe Sûre’si 34.Âyet’i  okuyormuşsun.
    -Ey Osman, acaba Allâh'ın Rasûlu'nün Halife’si beni Allâh'ın Kitabı’nı okumaktan ve Al­lâh'ın Emirleri’ni terkedenlere karşı gelmekten alıkoymak mı istiyor? Allâh'a Yemin ederim ki, Os­man'ın Kızgınlığı ile Allâh'ı Hoşnut edeceğime sevinirim. Osman'ın Hoşnutluğu ile de Allâh'ın ga­zaplanacağını çok İyi biliyorum.
     Kararlı bir Yürek’le dışarı çıktı Ebû Zerr.

    V
    Bir Gün yine Halife'nin yanı’na gitti. Hilâfet Müşâwir’i gibi davranan Qa'b el-Ahbâr ile Sohbet ediyordu Halife. Ömer Zamanı’na kadar Yahudi Haham’ı olarak yaşayan bir  Adam’dı Qa’b. Halife O'na soruyordu:
    -Halife aldığı bir Mal’ın Karşılığı’nı istediği bir zaman öderse bu Câiz midir?
    -Hayır, dedi Ebû Zerr.
    Qa'b Söz’e girdi:
    -Bunun bir Yanlışlığı yok.
    -Yahudi oğlu seni! Bizim Dinimiz’i bize mi öğretiyorsun?
    Halife girdi araya:
    -Senin bize Eziyet’in ve Arkadaşlarıma karşı yaptığın Dili’nin Yara’sı ne kadar çoğalmış. Sen Şam'a git!
    Bunu düpedüz kovulmak olarak algıladı Ebû Zerr. [34]

Tekrar Şam Günler’i


    I
    O geldiğinde Wâli Muâwiye için Yeşil Saray yapılıyordu. Binlerce İşci çalışıyordu İnşaatı’nda.
    -Ey Muawiye, dedi. Eğer bu Saray’ı Halq’ın Parası’yla yaptırıyorsan Hıyânet’tir. Kendi Paranla yaptırıyorsam İsraf’tır.
    Wâli'nin Yüz’ü Utanç’la kızardı. Çekip gitti Mescid'e Ebû Zerr.
   
    II
    Maaşları’nı alamayan Şikayetci Memurlar’ı gördü Mescid'de. Şam ve Medine Yoksulları’nı ve Ezilenleri’ni Etrafı’na toplayarak, Ribâ yiyenler’in,  Altın’a tapanlar’ın karşısına dikildi. Şöyle sesle­niyordu Şamlılar'a:

    -Ben şimdiye kadar Meydân’a gelenleri bir türlü anlayamıyorum!. Allâh'a And içerim ki, bu Ameller ne Allâh'ın Kitabı’nda var, ne de Peygamber'in Davranışları’nda vardır. Allâh'a Yemin ederim ki, Haqq'ın Ayaklar altına alındığı, Bâtıl'ın diriltildiği ve doğru dürüst konuşanlar’ın Yalancı diye gösterildiğini görüyorum. Herşey birbirine karıştırılmış, ortalık Toz Duman edilmiştir.
    Ey Servet Sâhipler’i! [35]
    Faqirler’le kendinizi eşitleyin.
    "Altın ve Gümüş’ü Stok edip(Kenz) de Allâh Yolu’nda harcamayanları Elem Verici bir Azab ile müjdele. Öyle bir Gün’de ki, bunlar Cehennem Ateşi’nde kızdırılarak onların Alınlar’ı, Yanlar’ı ve Sırtlar’ı dağlanacak..." [36]
    Ey  Sermaye Sâhipler’i!
    Her Mal’ın 3 Ortağı bulunduğunu bilin:
    1.si Alın Yazısı’dır ki, Malı’nın mahvolmasında sen’den İzin almaz.
    2.si, başını öteki Dünyâ’nın Yatağı’na koyacağın Gün’ü; Malı’nı çalmak için bekleyen Wârisi’ndir. Sen Allâh'a Borçlu çıkarsın.
    3.sü de sensin, eğer Qudret’in varsa ve Allâh'a Borçlu çıkmaktan korkuyorsan, diğer iki Ortağı’ndan Güçsüz olma. Allâh şöyle buyurur:
    "Sevdiğiniz Şeyler’den harcamadıkca gerçek İyiliğe eremezsiniz." [37]
    Ey Sermaye Sâhipler’i!
    Acaba siz her İnsan’ın öldükten sonra hiçbir İş yapmaya Qudret’i olmadığını bilmiyor musunuz? Yalnız kendilerinden sonra İnsanlar’ın yararlandığı bir Yâdigar bırakanlar veya kendisini Yâd edecek Temiz ve Dürüst Ewlatlar bırakanlar müstesna.
    Peygamber buyurdu ki:
    -Rabbim bana; "eğer istersen senin için Mekke'nin Putları’nı Altın yaparım" dediğinde,
    -Hayır, dedim. "Ben Rabbime, bir Gün Tok isem, bir Gün Aç olmak isterim: Aç olan  Gün’ü senin Huzuru’nda İbâdet ve Dua etmek için, Tok geçireceğim Gün’ü de sana Şükür etmek için isterim," dedim."
    Allâh'ın Rasûl’u Hasır üstünde  yattığı halde, sizler Nâzik Bedenleriniz Rahatsız olmasın diye; İpek Kumaşlar ve Diba Perdeler seçiyorsunuz. Allâh'ın Rasûl’ü Arpa Ekmeği’ne doymadığı halde sizler, birbirinden  Farqlı çeşit çeşit Yemekler yiyorsunuz.
    Ey Sermaye Sâhipler’i!
    Acaba sizler, her Gün iki Meleğin Yeryüzü’ne indiği ve bunlardan birinin: "Ey Allâhım, Yoksullar’ı doyuruyorlar, Ödül ver!" ikincisin de; "Ey Allâhım, Sermaye topluyorlar, toplayanların Canı’nı al!" dediğini bilmiyor musunuz?’

    III
    Yine Yeşil Saray'da Protesto’da görüyoruz O'nu:
    -Ey Muâwiye, Sen neden Müslümanlar’ın Malları’nın Allâh'ın Mal’ı olduğunu söylüyorsun? Bundan Maqsad’ın nedir?
    -Ey Ebû Zerr, acaba biz Allâh'ın Kullar’ı değil miyiz? Mal O'nun Mal’ı değil midir?
    -Sen böyle söyleme. "Müslümanlar’ın Mal’ı olduğunu " söyle.
    -Peki, bundan sonra söylerim.
    Aylılırken şöyle seslendi Ebû Zerr'e:
    -Seni bize hangi Nedenler kışkırtıyor?
    -Ganimet, Müslümanlar’ın Haqları’ndandır ve sen onlardan kendine hiçbir Şey alıkoyamaz­sın, Peygamber'in söylediklerine, Ebû Bekr ve Ömer Örnekleri’ne rağmen, sen Mallar’ı kendin ve Beni Ümeyye için topluyorsun.
    -Ebû Zerr!  Senin zannettiğin gibi ben hiçbir Mal toplamadım. Yalnız halq için harcanmak üzere Mal topladım. Ben Halq’ı Servet’ten Yoksun bırakmadım. Yoksullar’a Yardım gereken yerde Yardım ettim.
    -Senin  bu Bağışlar’ın ve yaptıkların altında yatan Sebeb Allâh'ın Hoşnutluğu değil. Sen Halq tarafından Bağışlayıcı tanınmak istiyorsun. Öylece Şöhret bulmak istiyorsun. Ey Muâwiye, sen kendini daha Zengin, Yoksul’u da daha Yoksul yaptın.
    -Ey Ebû Zerr, bu İş’ten el çek!  Sen Halq’ı, Sonu’nu Alîm Allâh'tan başka kimsenin bile­meyeceği bir Inkılab’a kışkırtıyorsun.
    -Canım eli’nde olana And içerim ki, Zenginler Malları’nı Yoksullar’la paylaşana kadar da­wamdan waz’geçmem!
    Hiddet’le Sırtı’nı döndü, çıktı gitti Adâlet Savaşcı’sı.

    IV
    "Bu Adam, ancak Küçük düşürülerek yenilebilir." diye düşündü Wilâyet. Hizmetkar’ı ile O'na Para Dolu bir Torba yolladı.
    -Bunu sana Muâwiye yolladı.
    -Eğer bu benim gibi Yoksul bırakılanların Haqq’ı olsaydı Qabul ederdim. Fakat bağışlıyorsa, benim buna İhtiyacım yoktur. Dön ve kendisine geri ver, dedi.    

    V
    Doğru Mescid'e gitti. Yine Tok bir Ses’le bağırdı:

    -Ey Sermaye Sâshipler’i!
    Allâh'ın size verdiği Mallar’ı Yoksullar’a dağıtın!  Bu Dünyâ Hayat’ı Sizler’i aldatmasın, Mallarınız’dan Yoksullar’a da bir Pay ayırın. Allâh Rasûl’u buyurdu ki:
    "İnsan benim Malım, benim Malım, der. Acaba senin dediğin Yokolucu, giydiğin Eskiyen değil midir? Ancak bağışladığından başka geriye kalan Mal’ın var mı?"
    Ey Zenginler Guruh’u!
    Yüce Allâh, Sermayedarlığı yasaklamıştır. Allâh Rasûl’u buyurdu ki:
    "Mahvolsun Altın, yokolsun Gümüş!"
    Halbuki bu Sözler sizlerin çok Zoru’na gidiyor. O'nun Dostları’nın da ağrı’na gitmiş ve kendi kendilerine "Acaba hangi Mal’ı alalım?" diye sormuşlardı. Bunun üzerine Ömer onlara:
    "Ben size Peygamber'in Qararı’nı bildireceğim" diyerek Peygamber'in yanı’na gitti. Cewab’ı şuydu Rasûl'un:
    "Toplanacak olan Allâh'ı öven Dil, şükreden Gönül ve İman üzere sizi destekleyen Hanım..."
    Mallar’ın Qıymet’i Halq’ın Haqqı’dır. Ama Muâwiye, bu Haqq’ın Tamamı’nı kendi Büyüklük ve Azamet’i, Saray’ın Koruyucu ve Hizmetciler’i için harcıyor. Muâwiye kendisi için 2 Elbise’den, Allâh'ın Evi’ni Ziyareti’nin Masraf’ı, Yemeği’nin Masraf’ı ve Âilesi’nin Harçlığı’ndan Fazlası’nın Câiz olmadığını unutmuş mu? Tıpkı Qureyş Halq’ı gibi yaşaması gerekmez mi? Ne herkes’ten daha Faqir, ne de herkes’ten daha Zengin olması gerekmez mi?
    Ömer'in Davranış’ı buydu. Acaba Muâwiye neden O'nun İzi’nden gitmiyor? Mallar’ın Qıymeti’ni herkes’in arasında Eşit bir şekil’de paylaştırması gerekir. Bu şekil’de paylaştırma Peygamber, Ebu Bekr ve Ömer Zamanı’nda vardı.
    Oysa Muâwiye çok sayı’da Mülkler edinip, onların döşenmesi ve düzenlenmesi için binlerce Dinar harcıyor. Müslümanlar’ı bir Kenar’a itti. Ömer Hacc’a gittiğinde, sadece 16 Dinar harcadığı halde Oğlu’na "Bu Yolculuk’ta fazla harcadık" demişti. Ömer Müslümanlar’ın Emir’i..  Bu 16 Dinar’ı çok buluyor ama Muâwiye binlerce Dinar’ı Beni Ümeyye'ye bağışladığı halde yaptıklarını az buluyor..."

V
     Korkak bir Taraftar’ı uyarıyordu O'nu[38]:
    -Muâwiye'ye fazla dokundun, dikkatli ol!
    -Benim Arkadaşım Muhammed, bana demişti ki:
    "Ne kadar Acı da olsa Haqq’ı söyle ve kimse’nin kınamasından korkma!"
    Ben O'nun her Zaman okuduğu şu Dua’yı okurum:
    "Allâh'ım, Korku’dan sana sığınıyorum. Kıskançlık’tan sana sığınırım, Hayat’ın aldatmasın­dan ve Ölüm’ün İşkencesi’nden sana sığınırım."
    Korkağın Uyarılar’ı İş’e yaramamıştı. İhtiyatlılar’dan usanmıştı Ebû Zerr:
    -Bunlar kendi Yemekleri’ni hazırlamak için bir sürü Döşeme yapıyor ve uğraşlar veriyorlar. O kadar çok Çeşitli Yemekler yiyorlar ki, sindirebilmek için ardından bir İlaç içmek Zorunda kalıyorlar. Halbuki Peygamber, bu Dünyâ’dan Karnı’nı 2 Çeşit yemek’le doyurmadan gitti. Hiçbir Gün Hurma veya Ekmeğe doymamıştı.
    Muhammed'in Hanımları’nın hiçbir Zaman Yemeği’nde doydukları olmamıştı. Allâh'ın Peygamber'inin Âilesi’nin Evi’nde, aylarca Ekmek veya herhangi bir Şey pişirmek için, Ateş yakılmadığı oluyordu.
   
    VI
    Biri Şaşkınlık’la sordu: -Acaba neyle yaşıyorlardı?

    -Hurma  ve Su ile.
    Rasûl buyurdu ki:
    "İnsan Karnı’ndan daha kötü hiçbir Kab’ı doldurmamıştır." "Çok yemekten Uzak durun, Namaz kılmakta Tembelliğe Sebeb olur. Wucud’u çürütür ve Hastalıklar’ın oluşmasında en Büyük Etken’dir."
    Sizlere, Yemek’te Ortayol’u Tercih etmek gerektir. Çünkü hem İsraf’tan Uzak durmuş olursunuz, hem Wucudunuz için daha Menfaatli, hem de Allâh'a İbadet etmekte daha fazla Quwwet verici’dir."
    Peygamber'in Arkadaşları’nın harcayacak hiçbir Şeyler’i olmadığından, Dindar olduklarını sanmayın! Hayır, fakat yalnız Allâh'ın Hoşnutluğu için ve Allâh'ın wad’ettiklerinden Ümitli olduklarından Dürüstlük ve Dindarlığı kendilerine Meslek edindiler..
    Daha sonraları, fethedilen Ülkeler’den, Medine'ye bir hayli Mal toplandı. Bir Gün Hafsa, Ömer'e:
    -Baba! Allah Gelirimiz’i artırdı, bu giydiğinden daha Yumuşak Elbise giysen, yediğinden daha Yumuşak ve İyi Yemekler yesen çok daha İyi olur, dedi. Ömer:
    -Ben seni kendime Hakem Tâyin edeyim. Söyle bana; acaba Allâh'ın Rasûl’u'nün karşılaştığı Zorluklar’a karşı nasıl Tahammul ettiğini unuttun mu? Ebû Bekr'in nasıl yaşadığını unuttun mu?"
    Ömer'in verdiği bu Örnekler’i, Mü’minler’in Annesi’nin Hatıraları’nı canlandırıp ağlamasına sebeb olmuştu, Babası’na dedi ki:
    -Sakın ha! Allâh'a Yemin ederim ki, Saadetleri’ni anlarım diye ben de onlarla  Geçim Sıkıntısı’na Ortaklık ediyordum. Allâh'ın Rasûl’u, Geliri’nin 1/5 ini alıyordu, onları ne saklıyor ne de biriktiriyordu. Öyle ki Eli’ne ne geçerse dağıtıyor ve yemek için bile bir Şey ayırmıyordu. Bir Gün Âişe, O'nu Aç görünce, Üzüntüsü’nden ağlamaya başladı:
    -Ey Allâh'ın Rasûl’u! Acaba Allâh'tan sana Yemek vermesini dileyemez misin? dedi.
    -Ey Âişe! Canım Eli’nde olan Allâh'a And içerim ki, eğer Allâh'tan Yeryüzü’nün bütün Dağları’nı, nereye gidersem benimle birlikte Hareket edecek şekilde, Altın yapmasını isteseydim, Qabul ederdi. Ama ben Dünyâ’nın Açlığı’nı, Tokluğu’na, Faqirliği’ni, Zenginliği’ne ve Çilesi’ni, Sevinci’ne Tercih ederim.
    Ey Âişe! Bu dünyâ Muhammed'e ve Muhammed'in Hanımları’na Lâyık değildir. Allâh bütün Peygamberler’den Dünyâ’nın Çirkinlik ve Güzellikler’i karşısında sabredilmesini ister, başkası’ndan Hoşnut olmaz. Beni de onlar gibi Yükümlü kıldı. Bana: "Diğer Peygamberler’in sabrettiği gibi, sen de sabret" buyurdu. Allâh'a And içerim ki O'nun Emirleri’ne uymaktan başka Çarem yoktur. Allâh'a Yemin ederim ki, onlar gibi Gücümün yettiği kadar sabredeceğim ve Allâh'tan başka Hüç ve Qudret yoktur" diye Cewab vermişti.

    VI
    Bir gün Kansir Wâli’si Celam ibnu Cündeb, Muâwiye'nin yanı’na giderken, Saray’ın önü’n­de, Uzun Boylu, Sırt’ı biraz bükülmüş, Yanaklar’ı sarkmış, Buğday Renkli ve Çıkık Kemikli bir Adam'ın Öfke’yle bağırdığını gördü:
    -Ateş'in Yükler’i sizler için geldi! Allâh'ım! "Nehyi ani'l-Münker"i Tenkit edenlere Lanet et!  Ey Allâh'ım! Emri bi'l-Ma’ruf’u terkedenlere Lanet et!
    Muâwiye titriyordu. Yüzü’nü Celam'a çevirerek dertleniyordu:
    -Tanıyor musun O'nu? Kim beni Cündeb ibnu Cünane'nin Eli’nden kurtarabilir? Her Gün Te­pemiz’e dikilip demek istediklerini haykırıyor.
    Sonra emretti, Ebû Zerr'i yanı’na çıkardılar. Şöyle bağırdı Wâli:
    -Allâh'ın  ve Peygamber'inin Düşman’ı! Her Allâh'ın Gün’ü Tepemiz’e dikilip bu İş’i tekrarlıyor­sun. Peygamber’in Ashâbı’ndan birini, Osman'ın İzni’ni almadan, ne zaman Zarar vermek istediy­sem karşımda seni görüyordum. Ama senin Ölümü’nle ilgili Osman'dan İzin almam gerekiyor.
    Cewabı’nı aldı Ebû Zerr'den:
    -Ben Allâh'ın ve Peygamberi'nin Düşman’ı değilim. Sen ve Baban Düşmanı’ydınız. Görünüş’te Müslüman oldunuz.
     
    VII
    Wâli, Ebû Zerr'i bulup getirtmek için Adamları’nı gönderdi. İnce Uzun Boylu Qararlılığı Yüzü’nden okunan Adam'ın yanı’na vardıklarında Wâli yeri’nden kalkarak O'nu karşıladı, Sevgi gösterdi. Hizmetcileri’ne Yemek getirtti. Müthiş bir Sofra’ydı bu. Bütün Israrları’na rağmen Ebû Zerr'den şu Cewab’ı almaktan kurtulamadı:
    -Allâh'ın Peygamberi'nin Zamanı’nda benim Yemeğim, Hafta’da bir Kilo Arpa idi. Allâh'a Ye­min ederim ki, bu Yemeğime başka bir Şey İlawe etmeyeceğim. Allâh'a kavuşuncaya kadar da böyle Yemeğe Dewam edeceğim. Sizler değişmişsiniz. Sizin için Arpa’dan Ekmek pişiriyorlardı. Ha­mur konulacak Yer yoktu. Ateş’in Dumanı’na tutulduktan sonra, iki Parça Et’le yenilirdi. Oysa şimdi çeşit çeşit Yemekler’i değişik Şekiller’de pişirip yiyorsunuz; Sabah bir Elbise, Akşam bir başka Elbise giyiyorsunuz, halbuki Peygamber'in Zamanı’nda böyle değildiniz!..
    Böyle dedi Wâli?
    -O Dewirler gerilerde kaldı! Şimdi biz, Yabancı bir Ülke’deyiz. Bunların karşısında Ululuk ve Azamet’le davranmazsak, bizi Yoksul ve Güçsüz sanacaklardır.
    -Ben Durumumu asla değiştirmeyeceğim; öteki Dünyâ’da Allâh'ın Rasûlu'ne en yakın Adam olsam bile... 
    Peygamber'in "Qıyâmet Günü’nde bana en Yakın olan İnsan, bu Dünyâ’yı ben nasıl terket­tiysem öylece terkedendir" dediğini işitmiştim. Aranızda benden başka kimse’nin böyle olmadığına Allâh'ın Adı’na Yemin ederim.
    -Ey Ebû Zerr, Sermaye Sâhipler’i seni bana Şikâyet ettiler. Söylediklerine göre, sen Yoksullar’ı kendilerine karşı kışkırtıyormuşsun. Doğru mu?
    -Ben onları Sermayedârler’e karşı aydınlatıyordum.
    -Niçin?
    -Çünkü Tewbe Sûre’si 34.Âyeti’ne uyarak Servet-Mal peşinde koşanları Şiddetli bir Azap’la müjdeliyorum.
    -Bu Âyet, Ehl-iKitap için indirildi.
    -Hayır, bu Âyet hem bizim için, hem de onlar için indirilmiştir.
    -Ben, sana bu İşler’le uğraşmamanı emrediyorum.
    -W’allahi Halq’ı Dürüstlüğe ve Dindarlığa Dâwet etmeye, Zenginle’ri ve Sermaye Sâhipleri’ni de Şiddetli bir Azap’la müjdelemeye Dewam edeceğim!
    -Senin İyiliğin için bu İşler’e son vermeni diliyorum.
    -W’allahi, Servetler Bütün İnsanlar arasında paylaştırılıncaya kadar, benim Mücâdelem son bulmayacaktır.
    -Ebû Zerr, kendine gel, bu İş ikimizin arasında Ayrılık doğuracaktır.
     Bir Âyet’le Cewap verdi Ebû Zerr:
    -De ki, bize ancak Allâh'ın yazdığı dokunur. [39] 
    Ebû Zerr Saray’dan kovuldu. O'nunla konuşmak yasaklandı.

    VIII
     Mescid'e geldi, Abdest aldı ve Qur'ân okumaya başladı. Bu sırada üzerinde Kaba Elbiseler bulunan Kız’ı çıkageldi. Benz’i sararıp solmuştu. Babası’nın önünde durarak:
    -Ey Babacığım, Mal Sâhipler’i, senin Para’nın Öz Geliri’nden fazla olduğunu söylüyorlar, dedi.
    -Kızcağızım! Sen onlara Kulak asma. Allâh'ın Lutf’u ile bir kaç Kuruş’tan başka, Altın ve Gümüş’ten hiçbiri Baba’nın yanında yer almayacaktır.
    Ebû Zerr'in Kız’ı geri döndü.

    IX
    Muâwiye ve Çevresi’nde Elpençe Hizmetkârlar’ı Mescid'e girdiler. Müezzin Halq’ı Namaz’a çağırdıktan sonra Muâwiye Minber’e çıkarak konuşmaya başladı:
    -Mal bizim Malımız, Ganimet bizim Ganimetimiz’dir. İstediğimize verir, istediğimizi de Yoksun bırakırız.
    Dinleyenlerden biri Ayağa kalkarak, Wâli'ye karşı, Cesur ve Tok bir Ses’le konuştu:
    -Mal bizim Malımız, Ganimet de bizim Ganimetimiz’dir. Kim bizi Yoksun bırakmak isterse, Allâh'ın Huzuru’nda, Hesabı’nı Kılıçlarımız’la görürüz.
    Wâli başı’nı önüne eğdi. Bu Sözler’in Ebû Zerr'in başı’nın altından çıktığını anlamıştı. Namaz bittikten sonra Ebû Zerr'in Yandaş’ı olan o Adam’ın Ayağı’na kendi Adamı’nı göndererek Halq’a şöyle dedirtti:
    -Bu Adam bana Hayat verdi. Allâh da O'na Hayât versin. Ben Allâh'ın Rasûlu'nün şöyle dediğini duydum: "Benden sonra gelecek İqtidar Sâhipleri’ne kimse karşı koyamayacaktır. Bunlar kendilerini Maymun gibi Ateş’e atacaklardır."

    Sonra Wâli Sarayı’na döndü. Aqrabalar’ı Odası’nda Wâli’nin Sinir’den köpürmüş hâline Tanık oluyorlardı:
    -Ebû Zer beni Rezil etti. W’allahi, eğer O'nu Serbest bırakırsak Halq’ı bize karşı kışkırtacaktır.
    -W’allahi, ben seni O'nun Eli’nden kurtaracağım.
    -Çok Zor, hiçbir Şey Kâr etmiyor.
    -Nereden biliyorsun.

    X
    Adam hemen Ebû Zerr'in Evi’ne koşarak Kapı’yı vurmaya başladı. Ebû Zerr açınca karşısındakini tanımadı. Adam:
    -Eğer Muâwiye ile çatışmaktan ve Halq’ı O'na karşı kışkırtmaktan waz’geçmezsen bugünden itibaren Arz’da bir Adım daha atamayacaksın, dedi.
    -Ben ölmekten korkmuyorum.
    -Ebû Zerr! Sen bu İş’ten Eli’ni çekip Muâwiye'yi kızdırmazsan senin için İyi olur.
    -Muâwiye'yi öfkelendirmek benim için Allâh'ın Öfkesi’nden daha İyi ve Hayırlı’dır.
    -Kendi Eli’nle kendini Tehlike’ye atma, Halq’ın Gönlü’nü bize karşı kışkırtıp, onları kendi Tar­afı’na çevirme!
    -Allâh'a Yemin ederim ki, Bütün Mallar Müslümanlar arasında paylaşılıncaya kadar, bu İş’in peşi’ni bırakmayacağım.
    -Allâh'a Yemin ederim ki, biz senin neden Göğsü’ne Taş bastığını biliyoruz. W’allahi bu İş’ten El çekmezsen Azap Kırbacı’nı sana vurup İşkence edeceğiz.
    -Allâh'a Yemin ederim ki, Allâh'ın Kitabı’nın Yönü’ne dönmenize kadar savaşmaktan waz’­geçmeyeceğim.
    -Ebû Zerr, Anan Mâtemi’ni tutsun! Ali, sana ne Fayda sağlayabilir, ne de Zarar verebilir. Ama Muâwiye 'nin Zenginliği Deniz’in Dalgalar’ı gibi bitmek tükenmek bilmez; senin Eli’ndedir.
    -Ben sizin Paralarınız’a Muhtaç değilim. Allâh'ın Hoşnutluğu’ndan başka bir Şey’de Gözüm yoktur.
    -Benden söylemesi, sen kendi Ayağınla Ölüm’e gidiyorsun!
    -Benim için ölmek böyle yaşamaktan daha İyi’dir.

    XI
    Maaşı’nı kestiler. Yine Zaaf göstermedi. Daha da şiddetlendi. Hakaret etmeye başladı. Halq’ın arasında konuşuyordu:
    -Beni Ümeyye, beni Faqirlik ve Cinayet’le Tehdit ediyor. Halbuki ben Faqirliği, Zenginlik’ten daha çok severim; Toprağın altını üstüne Tercih ederim! Demeyin ki Allâh'ın El’i Açık değildir ve Al­lâh Faqir’dir..
    "Her halde Mallarınız ve Çocuklarınız bir İmtihan’dır. Büyük Mükafat Allâh katındadır. Gücünüz’ün yettiği kadar Allâh'tan korkun, dinleyin, İtaat edin. Kendi Lehiniz’e Hayırlı Yollar’a harcayın; kim Nefsi’nin Aşırı Cimrilik, Kıskançlık ve İhtirası’ndan korunursa, işte onlar Muradları’na eren, umduklarına kavuşanlardır. Eğer Allâh'a Güzel bir Borç verirseniz, O, onu sizin Lehiniz’e kat kat arttırır ve sizi bağışlar. Allâh, şükredenlere arttırandır ve Azab etmekte Acele etmeyen, Kulları’na karşı Sabır-Şefkatle Muamele edendir. Görülen’i de Görülmeyen’i de bilendir. Azîz’dir,Hakîm’dir." [40]

    XII
    Ev’e dönerken Hasta yatağında bıraktığı Kızı’nı hatırladı. Ev’e geldiğinde Kefen’e Sarılı Kızı’nın başında yatan Karısı’nı gördü. Gözlerine kim Hâkim olabilirdi ki? Allâh'tan gelen O'na dönecekti. Sabahleyin Medine'ye saldıran Qureyşliler Oğlu’nu öldürdüklerinde Rasûl (a). O'na "Quwwet Allâh'tan başkasında değildir. Ölmek için doğarlar ve yıkmak için yaparlar" demişti.

    XIII
    Wâli Geceleyin Hizmetcisi’ni çağırarak Ebû Zerr'e götürmesi için 1.000 Dinar verdi. Gece geçti, Wâli Sabah Namazı’nı kıldıktan sonra, Habercisi’ni çağırarak; "Muâwiye beni öylesine dövdü ki Wucudum Yaralar içerisinde, sana getirdiğim Para başkasına aitmiş, ben Yanlışlık’la sana getirmişim de" dedi. Haberci’nin Ebû Zerr'den aldığı Cewap şu olacaktır:
    -Oğlum! Allâh'a Yemin ederim ki getirdiğin Para’dan bir Dinar’ı bile Sabah’a kadar yanımda kalmadı. Bana o Para’yı toplayabilmek için, 3 Gün Mühlet vermesini söyle.
    Wâli ne yapsa Fayda etmiyordu. [41]


Başkent'e  Sevk


    I
    Wâli son Çare olarak Halife'ye" Şam Halq’ı sana lazımsa Ebû Zerr'i ortadan kaldır" diye Mektup gönderdi. Gelen Cewap’ta O'nun Çelimsiz bir Merkeb’e bindirilip Medine'ye gönderilmesi  isteniyordu.
    Yoksullar üzüldü bu Haber’e. Yeşil Saray'a karşı Kalesiz kalacaklardı. Wedalaştı onlarla:

    -Arkadaşlar!
    Ben size Yararlı olanı Tawsiye ediyorum. Fitne ve Ayrılığın yanında değilim. Allâh'a şükredin. "Eşhedü en lâ İlâhe ill’allâh ve eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh."
    Arkadaşlar!
    Ben Qıyâmet’in Gerçek olduğuna Şehâdet ederim. Cennet gerçek’tir, Cehennem gerçek’tir. Allâh'tan gelen herşey’i onaylıyorum. Siz de bana Şâhit olun. Eğer bir kimse, Sitemkar ve Günahkar Dostlar’ı olmadan ve böyle bir İnanç’la ölürse, Allâh'ın Rahmet’i ve Peygamberi'nin Şefaati’yle müjdelensin!
    Arkadaşlar!
    Ne zaman Hıyânet edilirse, nasıl Namaz kılıyorsanız ve nasıl Oruç tutuyorsanız öylece  Gazab’tan olun. Siz Allâh'ın Gazab’ı ile bu Reisler’in ve Dönem’in İqtidarı’nı Eli’nde tutanların sevinmesine Fırsat vermeyin. Eğer Hıyânet ederlerse onlardan uzaklaşın. Eğer İşkence görür ve Sürgün’e gönderilirseniz, o zaman Allâh'ı sevindirirsiniz. Allâh daha Yüce, daha Büyük ve sevindirilmeye daha Layık’tır. Kul’u sevindirmek için, Allâh'ı kızdırmak yakışmaz.

    II
    Sert bir Ağaç’tan yapılmış Palan’ı bulunan, bir Deve’nin üzerine bindirdiler.Roma'dan kalan 5 Wahşi Köle’yi O'nu götürürken Refakat etmesi için Memur ettiler. Hızla dinlenmeden Yol alıyorlardı. Sonunda Bacakları’nın Deri’si soyuldu ve Ölüm Yüreği’ni sıkıştırmaya başladı. Büyük bir Sıkıntı içeri­sindeydi. Peygamber'in Allâh Yolu’nda geleceğini söylediği Bela bu olmalıydı. Yeşil  Saray Uzaklar’da kaldı.
    Medine'ye yaklaştılar. Ali, Halife ve bir kaç Kişi karşıladı O'nu. Kendisine Cüneydib diye Hitâp eden Halife'ye:
    -Ben Cüneydib'im, ama Allâh'ın Rasûl’u beni Abd’ullâh diye adlandırdı ve ben o Ad’ı Tercih ettim, diye Cewap verdi.
    -Neden Şam Halq’ı senin Dili’nin Yarası’ndan bu kadar Şikâyet ediyor?
    -Sermaye biriktiriyorlardı. Ben de onlara Ateş’le dağlanacaklarını müjdeledim.
    -Sen bizim " Allâh Faqir’dir, biz ise Zengin’iz" dediğimizi zannediyorsun?
    -Eğer böyle düşünmüyorsanız, Allâh'ın Serveti’ni, O'nun Kulları’na dağıtınız. Sana Nasihat ettim, beni Hain saydın. Arkadaşı’na da Nasihat ettim, O da benim Hâin olduğumu Qabul etti.
    -Yalan söylüyorsun. Sen İhtilal çıkartmak istiyorsan ve onu seviyorsun. Sen, Şam'ı bize karşı ayaklandırdın.
    -İki Arkadaş’ın Yolu’nu Dewam ettir ki, kimse’nin senden bir alacağı kalmasın.
    - Sana ne bu İşler’den? Annesiz!
    -Allâh'a Yemin ederim ki "Emri bi’l-Ma'ruf ve Nehyi ani'l- Münker'den başka bende bulacağın başka bir Bahâne yoktur. Bana karışamazsın.
    -Bu Yalancı İhtiyar’ı ne yapacağımı bana söyleyin? Söyleyin bana, döveyim mi? Müslümanlar’ı birbirine düşürdü. İslâm Memleketleri’nden Sürgün mü edeyim?
    Ali araya girdi:
    -Ben, kendi Adamları’ndan birinin Fir'awn'a söylediğinin aynısı’nı sana söyleyeyim: "Eğer Yalancı ise Yalan’ı kendisine dönecektir. Eğer Dürüst ise Gelecek’te olacağını söylediği şey Başımız’a gelecektir." [42]
    Ali ile de tartıştı Halife.
    -Ben, Ebû Zerr ile aynı yer’de oturmayı ve konuşmayı yasaklıyorum, diyordu.
    Ama Halq’ın Rağbeti’ni kesemedi, Halife Fetwa vermesini yasakladı.
   
    III
    Mescid'deydi. [43] Bir Adam çıkageldi:
   -Osman'ın Memurlar’ı Vergileri’ni ağırlaştırdılar. Acaba daha fazla Vergi vermemek için Mallarımın bir kısmı’nı Vergi Memurları’ndan gizleyebilir miyim? diye sordu:
    -Hayır, Malı’nı tut ve Haqqınız olanı alıp Haqqınız olmayanı bırakın" de. Eğer sana Haqsızlık yaparlarsa, Qıyâmet Gün’ü Hesab’ı görülecektir.
     Bu sırada Qureyş'ten bir Genç:
    -Ey Ebû Zerr! Acaba Emiri'l-Mü'minin seni Fetwa vermekten alıkoymadı mı?
    -Vay sen Casus musun? Canım Eli’nde olana Yemin ederim ki, Kılıc’ı Boynuma dayasalar, Kanaat getirirsem, Gücüm yeterse Başım kesilmeden önce yine Muhammed'den işittiğimi söyle­rim. [44]

    IV
    Halife O'nu bir Gün Halq’a konuşurken gördü. Hükümeti’ni eleştiriyordu. Yanına çağırttı. Qab'ul- Ahbâr da onları  izliyordu.
    -Ey Ebû Zerr! Ne  zaman bu İşler’den Eli’ni çekeceksin?
    -Ne zaman Yoksullar’ın Haqlar’ı Zenginler’den alınırsa.
    Halife yanındakilere döndü:
    -Sizce bir İnsan Zekatı’nı verdikten sonra başkasının O'nda bir Haqq’ı kalır mı?
    Cewap verdi Qa'b:
    -Hayır, Malı’nın  Zekatı’nı verdikten sonra bir Tuğla’sı Altın’dan, bir Tuğla’sı da Gümüş’ten bir Ev yaptırsa bile onun Boynu’nda kimsenin hiçbir Haqq’ı yoktur.
    Ebû Zerr'in Baston’u Qa'b'ın Göğsü’nü dövüyordu:
    -Yalan söylüyorsun ey Yahudi Oğlu! dedi. Sonra Baqara Sûre’si 177[45] Âyeti’ni okudu.
    -Görmüyor musun, dedi, Zekat vermek, Aqrabalar’a Mal vermek ve Yoksullar ile Köleler arasında bir Farq vardır. Bunlar arasında Zekat’ın en önde olduğunu görmüyor musun? Servet bi­riktirmeyi yasakladığını ve Hayır Yolu’nda Nafaqa vermeyi emrettiğini görmüyor musun?
    -Yeter, dedi Halife. Halq’ı Aşırı zorlamayla Taqwa Sâhib’i yapamazsın. Benim Görevim Al­lâh'ın Hükümleri’ne göre Qarar vermektir ve Halq’ı Ortayol’a sevketmektir.
    -Biz, Zenginler’le, Malları’nı dağıtıp Komşuları’na ve Kardeşleri’ne İyilik edene ve Aqraba Ziyâretleri’ni yerine getirene kadar anlaşamayız.
    Yine aynı Şeyler’i söyledi Qa'b ve Sopa’yı yedi.
    -Eğer Halq’ın Serveti’ni el’e geçiren biri, onların Haqqı’nı Haqsızlık’la el’de ettikten sonra, bu Servet’in Zekatı’nı verirse, sen onu üzerine düşeni yapmış mı sayacaksın?
    Bağırdı, dışarı çıktı.

    V
    Halife Gönlü’nü almak için Hizmetcisi’yle 200 Dinar gönderdi, Köleler’e dağıtması için. Sordu Ebû Zerr:
    -Acaba Osman bütün Müslümanlar’a bu kadar verdi mi?
    -Hayır, dedi Köle.
    -Öyleyse ben de Müslümanlar’dan biriyim, onlara gelen her Şey bana da ulaşacaktır.
   Halife "Bu paralar kendi Malım’dır ve hiç bir Haram karışmadığına Yemin ederim. Ben Helal Para’dan başka bir Şey göndermiyorum" dedi.
    -İhtiyacım yok, ben bugün en Zengin İnsanlar’dan biriyim.
    -Allâh Hayrı’nı versin. Evi’nde az veya çok herhangi bir Eşya bile göremiyoruz!
    -Bu Sepet’in altında, Arpa Unu’ndan yapılan bir kaç Günlük Ekmek Parçaları var. Öyleyse ben Paralar’ı ne yapayım? Sen onu Efendi’ne geri götür.

    VI
    Bir başka Gün 100 Dinar gönderdi. Ebû Zerr Qabul ederse O da Köle’yi Serbest bırakacaktı. Yalvardı Köle, "Hürriyetim buna bağlı" diyordu.
    -Benim Köleliğim de bunu almaktır, buyurdu.

    VII
    Abd’ullâh ibnu Samit anlatır:
-Ebû Zerr'le beraberdik. Tahsisat’ı getirildi. Beraberinde Hizmetci Kız vardı. Kız, İhtiyaçlar’ı için o Para’yı harcadı. Geriye 7 Dirhem kaldı. Onu Faqirler’e dağıt­masını söyledi.
    -Ben, Ev’in İhtiyaçlar’ı, gelecek Misafirler için biriktirsen, dedim. Bana:
    -Dostum şunu söyledi dedi:" Kese’ye konup üzeri bağlanan her Altın ve Gümüş, onu Allâh Yolu’nda dağıtıncaya kadar Sâhib’i üzerine bir Ateş’tir." [46] 

    VIII
     Bir Gün Abdurrahman ibnu Awf'ın Mirası’nı [47]Halife'ye getirdiler. Halife O'nun Cömertiği’ni anlattı, "Sadaqa verirdi, geriye de bunlar kaldı." dedi.  Sonra da Qa'b konuştu. "Mewta'nın Helal ka­zanıp Helal harcadığını, geriye de Helal bir Miras bıraktığını" söylüyordu. Olay’ı duyan Ebû Zerr Öf­ke’yle Evi’nden dışarı çıkarak Qa'b'ın peşine düştü. Yol’da Gözü’ne  iliştirdiği Deve Kemiği’ni alarak Halife'nin yanına kaçan Qa'b'ı buldu.  Qa'b'ın Başı’ndan Kan fışkırıyordu Darbe’den sonra. Bir yan­dan da bağırıyordu:

    " -Ey Yahudioğlu!
    Sen, öldüğünde bu kadar Servet bırakan birine, Allâh'ın Dünyâ’da ve Âhiret’te Hayırlar verdiğini mi söylüyorsun? Sen Allâh'a Teklif’te mi bulunuyorsun?
    Ben bir Gün Peygamber ile birlikte Uhud Dağı’na giderken, bana:
    -Ey Ebû Zer, diye seslenmişti.
    -Evet ey Allâh'ın Rasul’ü, diye Cewap verdim.
    -Sermaye Sâhipler’i Âhiret’te Öksüz’dür, dedikten sonra tekrar:
    -Uhud Dağı kadar Servetim olsaydı, bunu dağıttıktan sonra, ölürken ondan 2 Qırat kalmasını bile istemezdim, dedi.
    -Ey Allâh'ın Rasûl’ü, 2 Kantar mı?
    -Hayır 2 Qırat! Ey Ebû Zerr, sen Fazla’yı istiyorsun, bense Az’ı..." demişti.
      Ey Çıfıt Oğlu,
    Allâh'ın Rasûl’ü böyle söylemişken, sen kalkıp Mewta’nın geride bıraktığı Miras’ın Helâl olduğunu mu söylüyorsun? Söyle bakalım nereden getirdi. Allâh O'na Gök’ten mi gönderdi. Yoksa Millet’in Emeği’nden mi? Allâh'a and içerim ki, bu Mallar’ın Sâhib’i olan kimse, Qıyâmet Günü’nde; bu Mallar keşke Akrep olup Canımı soksaydı Gönlümün onlara olan Bağı’nı koparsaydı diye Arzu edecektir.
    Peygamber: "Altın, Gümüş ve her Mal Cimrilik ve Tamahkarlık gösteren Sâhibi’nin Canı’na düşecek bir Ateş’tir, ta ki onu Allâh Yolu’nda harcayıncaya kadar." demişti. Sen şimdi Mewta'nın bu Servet’in Sorumluluğu’nu taşımadığını mı söylüyorsun?
    Qa'b! W’allahi Yalan söylüyorsun ve senin İnancı’nda olan her kim olursa Yalan söylüyordur.

    IX
    Ahnef ibnu Qays anlatır: Ben Qureyş'den bir gurub’la oturuyordum. Oradan Ebû Zerr geçti, şöyle diyordu:
    -Yığıcılar’ı, Cehennem Ateşi’nde kızdırılan Taşlar’la müjdele. Bu Kızgın Taşlar onların her bi­rinin Memeleri’nin Uçları’na konacak ta Kürek Kemikleri’nden çıkacak, Kürek Kemikleri’ne konacak ta Meme Ucları’ndan çıkacak. Böylece çalkalanıp duracaklardır.
    Bu Konuşma’yı dinleyenler Başları’nı indirdiler. Onlardan hiçbirinin Vewap verdiğini görme­dim. Bunun üzerine döndü gitti. Ben de peşinden onu Tâkip ettim. Nihayet bir Direğin Dibi’ne oturdu. Sordum:
    -Bu Adamlar’ın, senin kendisine söylediklerinden hoşlanmadıklarını görüyorum, şöyle dedi:
    -Bunların haqiqatten hiçbir Şey’e Aql’ı ermiyor. Dostum Ebu'l-Qasım bir keresinde beni çağırdı. Yanına varınca bana:
    -Uhud'u görüyor musun? dedi.
    -Evet görüyorum, dedim.
    -Bunun kadar Altınım olmasını istemem. Olsaydı üçü dışında hepsini İnfaq ederdim.
    Ebû Zerr Dewam etti:
    -Bunlar Dünyâ’yı topluyorlar, hiçbir Şey’e Aqıllar’ı ermiyor.
    -Ben seninle bu Qureyşli Kardeşler’in arasında ne var ki, onların yanına uğramıyor, onlar­dan bir Şey almıyorsun, dedim.
    -Hayır, Rabbime Yemin ederim, ta Allâh ve Rasûlu’ne kavuşuncaya kadar ben onlardan ne Dünyalık isterim ne de kendilerine Din Namı’na bir şey sorarım, dedi. Ben tekrar:
    -Şu İhsan Meselesi haqqında ne dersin, dedim.
    -Sen onu al. Çünkü bugün anda bir Nafaqa var. Ancak bu İhsan Din’in Karşılığı yapılırsa bırak alma, dedi. [48]

    X
    Tartışma bitmek bilmiyordu: Öfke’yle bağırıyordu Qa'b:
    -Bana yaptığın Eziyet Sınır’ı aştı ve ne kadar arttı. Artık Yüzü’nü görmek istemiyorum. W’al­lahi seninle ben bir arada olamayız. Dışarı çık."
    -Osman, dedi Ebû Zer. Acaba sen, Peygamber'i, Ebû Bekr'i ve Ömer'i görmedin mi? Sen onlar gibi davrandığını söyleyebilir misin? Sen Kırgın biri gibi bana Kaba davranıyorsun. Beni azar­lıyorsun.
    -Dışarı çık, dedi Halife. Bizim Ülkemiz’den ve Komşuluğumuz’dan uzaklaş. Dışarı çık!
    -Senin Komşuluğu’ndan da ben ne kadar Şikayetci’yim; güzel, peki nereye gitmemi istiyor­sun?
    -İstediğin yere git!
    -Mekke'ye gideyim.
    -Hayır, olmaz.
    -Sen benim Allâh'ın Evi’ne gitmemi ölünceye kadar, Ziyâret edip orada İbâdet etmemi yasaklıyor musun?
    -Evet.
    -Öyleyse Savaş yeri olan Şam'a gideyim.
    -Olmaz. Sen Şam'ı Viran etmişsin. İkinci kez oraya göndermem.
    -Iraq'a gideyim.
    -Hayır. Sen, Iraq'a da gidemezsin. Iraq Halq’ı herkesten daha fazla, Halife’ye ve Memur­ları’na karşı Küstah’tır.
    -Mısır'a?
    -Olmaz.
    -Bunlardan başka yer’e gitmem. Eğer bana kalsa ben  Medine'den başka bir yer’e gitmez­dim. Öyleyse şimdi beni Gönlü’nün istediği yere Sürgün’e gönderebilirsin.
    -Çöl’e gönderiyorum, Bedewî olarak yaşamaya.
    -Güzel, öyleyse Necid Çölü’ne gidiyorum.
    -Olmaz. Doğu’da gidebileceğin kadar Uzak bir Nokta’ya gitmelisin. Hem de Bugün. Seni Re­beze'ye gönderiyorum.
    Sonra Saray Görevlileri’ne Tâlimat verdi Medine:
    -Ebû Zerr'i buradan hemen çıkarın. O'nu Örtüsüz Tahta bir Semer’i olan Deve’ye bindirip, Sertlik’le Muamele ederek Rebeze'ye kadar götürün. Oraya varıncaya kadar kimse O'na Eşlik edip Yârenlik yapmamalıdır.
    Merwan ve diğerleri Sopa’yla çıkardılar Ebû Zerr'i.

       Rebeze  Sürgün’ü

    I
    Rebeze'ye sürüldü. Medine'ye 3 Merhale Uzaklık’taydı. Aqsa’l-Medine.. O ve  Başwezir Merwan Devele­ri’ne binip Yol’a koyuldular.
    Ali bunu duyunca Sakal’ı ıslanıncaya kadar ağladı. Hasan, Hüseyn , Akil, Abd’ullah ibnu Ca'fer ve Ammar ibnu Yasir'i de yanına alarak O'nu uğurlamak istedi. Engellemeye kalkan Mer­wan'a Kılıç savurdu.  Wedalaştı Çocuklar’ı. Halq Uzak’tan seyrediyordu. Şöyle diyordu Ali:
    -Ebû Zerr, sen Allâh için öfkelendin. Eğer Öfken herkes için idiyse Ümidi’ni yitirme. Onlar senin İhtiyac’ın olmayan şey’den korkuyorlar. Sen de, onların inanmadıkları şey’den korkuyorsun. Ebû Zerr, Doğru’yu söylediğin zaman korkma!  Başladığın Yol’un Allâh Yol’u olduğunu biliyorsun. Yakında Yarın kimin  kazanacağını anlayacaksın ve kimin daha çok kıskanılacağını anlayacaksın. Eğer Yer’in ve Gökler’in Kapılar’ı bir kula kapanırsa, kul Allah'tan korkuyorsa, Allâh mutlaqa ona bir Yol gösterecektir. Ebû Zerr, Haq’tan başkasını tanıma ve Günah’tan başka bir Şey’den korkma. Eğer sen bunların dünyasını kabul etseydin, seni seveceklerdi. Eğer bir Şey etseydin, sana bir Şey yapamazlardı.
    Merwan onları Şikâyet etmek için Şehr’e geri döndü. Ali yanındakiler’le Rebeze'ye kadar Eşlik etti Ebû Zerr'e. Hasret’le ayrıldılar birbirlerinden. Ancak şunları diyebildi:
    -Ey Rahmet Hânedan’ı, Allâh sizi bağışlasın. Ey Ali, ne zaman sana ve 2 Oğlu’na baksam Peygamber'i hatırlıyorum. Benim Medine'de ve Şam'da, Osman ile Muâwiye'nin Sırtı’na bir yük­tüm. Osman, kendisinin ve Dayısı’nın Oğlu’nun yanında  kalmamı istemedi. Onları başlarına yık­mayayım diye beni Allâh'tan başka bir Dostum’un olmadığı bir yer’e gönderdi.
     

Sürgün'ün Yankılar’ı

    I
    Merwan, Halife'ye Şikâyetleri’ni anlattı. Halife, Ali'ye ne Ceza vereceğini İştişâre etti. Duydu­klarına umursamadı Ali. Gece O'nu Mescid'de gören  Halife sordu:
    -Neden Merwan'a böyle davrandın? Hangi Sebeb bana karşı gelmene Wesile oldu? Niçin Emrimi, Memurumu takmadın?
    "Allâh'ın Emirleri’ne ters Emirler’e uymak Zorunluluğu olmadığını" söyledi.

    II

    Kufe:

    ibnu Mes'ud:
    -Ey İnsanlar, dedi. Şu Âyet’i duymuş mu idiniz? "Sonra siz şu kimselersiniz ki, birbirinizi öldürüyorsunuz ve aranızdan bir kısmını Yurtları’ndan çıkarıyor ve aleyhlerinde Günah ve Haqsızlık’la birbirinize Yardım edip birleşiyorsunuz."
    Kufe Wâli’si Welid, Halife'ye ibnu Mes'ud'u jurnalledi. Medine'ye çağrıldı ibnu Mes'ud. Mescid'e girerken Medine’nin Emri’yle Zenci Köle’si tarafından dışarı atıldı. Hapsedildi.

    Şam:

     Wâli Ebû Zerr'in Hanımı’nı elinde Para Kesesi’yle görünce:
    -Şuna bakınız, Dünyâ’da bu kadar Zühd ve Taqwa gözetiyor, eli’ndekine bak, dedi.
    -W’allahi , dedi Ümmi Zerr, bunlar ne Dirhem ne de Dinar’dır. Bunlar bir kaç Kara Para’dır. Bunlar Günlük Harcamalarımız için verilen Maaşımız, Alış-veriş yapmak için bozduruyorum.
   
    Sürgün’ü duyan Ebu'd-Derda:
    -W’allahi, eğer Ebû Zerr benim Elimi veya Wucudum’un bir Organı’nı kesseydi, yine Sesimi çıkarmazdım. Çünkü, ben Peygamber'den duydum ki, Gökyüzü’nde ve Yeryüzü’nde Ebû Zerr'den daha doğru konuşan görülmemiş ve Gölge salmamıştır, dedi.


Yalnız Muttaqi Hayat’tan çekiliyor


    I
    Tabii’nden Zeyd ibnu Wehb Rebeze'ye uğramıştı.O'na sordu:
    -Seni buraya getiren Sebeb ne?
    -Şam’daydım. Tewbe Sûre’si 34-35 Âyetler’i haqqında Muâwiye ile anlaşamadık. Muâwiye "Bu Âyet Ehl-i Kitap hawwında indi" dedi. Ben ise:
    -Hayır, bizim ve onların haqqında indi, dedim. Bu Mesele üzerine aramızda İhtilaf çıktı. Halife'ye yazarak beni Şikayet etti. Halife de yazarak beni Medine'ye çağırdı. Geldim. Halq sanki beni ilk defa görüyordu. Durum’u Osman'a anlattım. Bana "İstersen buraya Yakın bir Yer’e git" dedi. İşte beni buraya getiren Sebeb. [49] 

    II
    Ebû Zerr Yalnız kaldı. Karı’sı yanına geldiğinde O'nu Çöl’de Mescid yaparken buldu. Orada Karı’sı, Oğlu ve Kız’ı ile beraber kalıyorlardı. Aylık Maaşlar’ı kesilmişti. Keçi sağıyordu Karı’sı.
    Bir Gün Naim Riyâhî Rebeze'ye gelip Ebû Zerr'i sordu. Çiftliği gösterdi Kadın. Ebû Zerr'in 2 Deve’yi arkasına katarak döndüğünü gördü. Develer’in Boynu’nda birer Tulum vardı. Tulumlar’ı yere indirdi. Selamlaştılar. Anlatıyordu Naim:
    -Ben Câhiliye Dönemi’nde kendi Kızım’ı diri diri gömdüm. Seni görünce bana bir Yol veya Çare göstereceğini Ümid ederek seviniyorum. Sonra da bana Pişmanlığımın ve Tewbem’in geçersiz ol­duğunu söylemenden korkarak üzülüyorum.
    Cahiliye'de olanların bağışlandığını söyledi Ebû Zerr.

    III
     Hac Mevsimi’ydi.
    Halq’ın Rebeze'den geçişi arttı. Mola vererek O'nun Mescidi’nde namaz kılıyorlardı. Bir gün namaz’ı bitirdikten sonra yolcular’a seslendi:
    -İyiliksever ve Şefkatli Kardeşiniz’in yanına koşun.
    Ağlayarak dewam etti:
    -Özlediğim Şeyler’i görmeden ölüp gitmekten korkuyorum.
    -Ulaşamadığın Şey nedir?
    -Büyük Umutlar.

    IV
    Halife'yi kötüleyerek Sevgisi’ni kazanmak isteyenlere yüz vermiyordu. Mağrur bir Adam olan ibnu Süweyd, Ebû Zerr'in Hizmetci’si ile benzer Elbise giydiğini görünce şaşırdı.
    -Allâh'ın Rasûl’u bana şöyle demişti, dedi:
    "Uşaklarınız sizin Kardeşleriniz’dir. Onlar Allâh tarafından sizin Yönetiminiz altına veril­miştir. Kardeş’i Eli’nin altında olan birinin, O'na kendi Yemeği’nden yedirmesi, kendi Elbisesi’nden giydirmesi gerekir. Ayrıca kendinin yapamayacağı İş’i yaptırmamalı ve Zor İşler’de ona Yardım et­melidir."
   
    V
    Oradan ayrılarak Çadırı’nın yanına gitti. Bir Çuval Parçası’nın üzerine oturdu. Adam'ın biri, Ebû Zerr'in Karısı’nı perişan Elbiseler’le Yüzü Gözü Toz Toprak içinde ve Sıkıntılı bir şekilde görünce Ebû Zerr'in yanına gelip seslendi:
    -Sen Erkek’sin, fakat hiç Oğlun yok.
    -Allâh'a Şükürler olsun ki, onları bu Geçici Dünyâ’dan aldı ve Beqa Sarayı’nda rızıqlandırdı.
    -Bundan başka bir Kadın alsaydın daha İyi olurdu.
    -İnsan Kadın’ı kendini daha İyi ve Kibar yapması için alır, yoksa Mağrur olmak için değil.

    VI
    Hacılar  ayrıldıktan sonra Karı’sı ile yanlız kaldı. Çöl’de Rabb’i ile başbaşa bırakıldı. Halife'den Hac için İzin alarak Qa'be'ye geldi.
    -Ey Ahâli, ben Gıfarlı Cündeb'im. İyiliksever ve Şefkatli Kardeşiniz’e geliniz.
    Etrafında oluşan Kalabalık Çember’e konuştu:
    -Acaba içinizden biri Seyahat’e çıkacak olsa, kendisine Yararlı Şeyler’i yanına almaz mı?
    -Evet, alır.
    -Çıkacağınız Qıyâmet Yolculuğu, sizin düşündüğünüzden daha Zor ve daha Uzun’dur. Yol’da İşiniz’e yarayanı yanınıza alınız.
    -Neyi?
    "-Önemli İşleriniz’i yapmak için Allâh'ın Evi’ni Ziyâret’e geliniz. Mahşer Gün’ü Güneş’in Şiddetli Sıcağı’ndan korunmak için, Sıcak ve Yakıcı Günler’de Oruç tutunuz. Qabr’in Azabı’ndan ve Dehşeti’n­den kurtulmak için, Gece Karanlığı’nda 2 Rek’at Namaz kılınız. Büyük Gün’de söylediğiniz her Söz’den Hesab’a çekileceksiniz. Qıyâmet Günü’nün Çetin Zorlukları’ndan kurtulmak için Malınız’dan veriniz, Sadaqa veriniz, belki Rahat edersiniz. Dünyâ’yı ikiye bölün, bir Bölümü’de Helal olan Şeyler’i arayın, diğer Bölümü’nde de Âhiret’i kazanmak için çalışın. Üçüncü sizlere Zarar verir ve Fayda sağlamaz, onu bırakın.
    Servetiniz’i ikiye bölün, bir Bölünü’nü Âileniz için harcayın ikinci Bölümü’nü de Âhiret için harcayınız, üçüncü size Zarar verir Yarar sağlamaz."

    VII
    Haccı’nı tamamlayınca, Mina'ya gitti. Halife'nin Yolculuk Esnası’nda, Namazı’nı 4 Rek’at kıldığını Haber verdiler. Öfkelendi:
    -Ben Allâh'ın Rasûl’ü ile Yolculuk’ta Namaz kıldım. O, hep 2 Rek’at kılardı. Ben Ebû Bekr ve Ömer ile de kıldım. Osman nasıl olur da onu tam kılar?
    Ama onun da 4 kıldığını görenler şaşırdılar.
    -Fitne daha Kötü, buyurdu.

    VIII
    Rebeze'ye döndü.
    Geçim Sıkıntı’sı Had Safha’ya ulaştı. Geçimi’ni Sütleri’ne bağladığı Koyunlar’ı da ölmüştü. Uzun Boy’u, eğilmiş Sırt’ı, Yırtık pırtık Elbise’si Qader’in Garip Cilveleri’nin ve Acı Olayları’nın aklaştırdığı Par­lak Saçlar’ı, Gönlü’ndeki İnanç ve Dürüstlüğün yandığı Şimşek şimşek çakan Gözleri’yle Halife'nin Huzuru’na çıktı Medine'de. Kapı’nın Eşiği’nde Sert Ses’le konuştu:
    -Osman, sen beni gönderdiğin Memleket’te ne Yiyecek var, ne de Yeşillik. Hala Süt ala­madığım Koyunlar’dan başka bir Şey’im yok. Karım’dan başka Yardımcım yok. Hayâtım’ı Dewam etti­recek Şeyler ver bana. Medine duymuyordu onu.
    Habib ibnu Mesleme O'nu yanına çağırarak 1.000 Dirhem, 500 Koyun bir de Uşak Teklif etti.
    -Para’yı, Koyunları’nı ve Uşağı’nı ben’den daha çok İhtiyac’ı olanlara ver. Ben Qur'ân’daki Haqqım’ı istiyorum.

    Halife içeri giren Ali'ye  "Ebû Zerr’i Başımızdan al" diyordu.
    -O Ahmak değil, Rasûl'un "Ebû Zerr'in Hâya’sı ve Dindarlığı ve Dürüstlüğü, Meryem'in Oğlu İsâ gibidir." dediği Adam’dır, dedi Ali.

    IX
    Arkasından seslenenlere aldırmadan çekip gitti Ebû Zerr. Medine'den geri döndü Rebe­ze'ye. Karısı’nı Oğlu’nun Cenâzesi’nde ağlar halde buldu. Kız’ı  çoktan ölmüşdü, Rasûl'den duyduğu Söz’le Eşi’ni Teselli etti:
    "-Ey Ebû Zerr, her kim ki Allâh Yolu’na 2 Çocuğu’nu Feda ederse ve onların Ölümü’ne sab­rederse, hiç bir zaman Ateş’i görmeyecektir."
    Bahçe Toprağı’na eştiği Yer’e gömdü Çocuğu’nu. Rabbine seslendi sonra:
    -Ey Allâh'ım, benim Çocuğumun Boynu’nda benim Haqqım var, senin de onun Boynu’nda Haqq’ın vardır. Ben bir Baba olarak ona olan Haqqımdan waz’geçtim, sen de haqqı’ndan  waz’geç. Sen onu bağışlamada ben’den Üstün’sün.
    -Yavrum, dedi Toprağın başı’nda. Allâh seni bağışlasın. Hayırsever’din, İhtiyar Ana Baba­na Hürmet’le davrandın.
    Sevgili Oğlum, senin Ölümü’nden dolayı kendi içimde bir Alçaklık ve Kötülük hissetmiyorum. Senin için Tahammül ettiğim Fedakârlıklar, senin Ölüm’ün için üzülmeme Engel oldu, Allâh'tan başka bir Şey istemem. Yavrum, eğer Ölüm’ün İlk Günü’nden korkmasaydım senin yerinde ölmek isterdim.
    Oğlum, keşke senin bu ilk Mahkeme’de neler dediğini ve sana neler sorulduğunu bilsey­dim.

    X
    -Kalk, diyordu Hanımı’na, Çöl’de biraz dolaşalım, belki Otlar’ın Tohumları’yla şu Korkunç Açlığımız’ı bastırırız.
    Birşey bulamadılar. Hanımı’na seslendi yine:
    -Allâh'ın Rasûl’ü "Sizlerden biri Çöl’de ölecek" demişti. Bunu söylerken biz 3 Kişi idik, diğer 2 Kişi Savaş’ta Şehit oldu, bahsettiği Kişi benim, Peygamber benim Ölümüm’ü Haber vermişti.       
Ağlıyordu Hanım’ı,"Neden ağlamayacak mışım?" diyordu. "Senin bu Issız Çöl’de Ölüşü’nü görüyorum, fakat Elim’den bir Şey gelmiyor. Sana Kefen yapacak bir Kumaş ne ben’de var ne de sende." dedi.
    -Çöl’de öleceğim; beni burada bırak, beni burada bırak. Tepe’ye çık, belki birileri geçer, onlardan beni Toprağa vermelerini istersin. Beni kefenlemende, Defni’nde sana Yardımcı olurlar.
    -Hac Mevsim’i değil, kimse geçmez ki, diyordu Eş’i. Israr etti Ebû Zerr. Öyle yaptı Kadın. Gördüğü Yabancılar’a Mendili’ni salladı. Kocası’nı defnetmede Yardım istedi onlardan.
    -Kimdir, diye sordular.
    -Peygamber'in Dost’u Ebû Zerr, dedi.
    Son Sözleri’ni mırıldanıyordu Koca Adam:
    -Hanginiz Osman'ın Hizb’i ise, Yardımcı’sı ise, Subay’ı ise, bana karışmasın. Halife'nin Görevli’si iseniz, beni kefenlemeyin, Toprağa gömmeyin.. Yalnız hanginizde bir Parça Kumaş varsa onu bana Kefen yapmak için versin. Eğer benim veya Karım’ın Kumaş’ı olsaydı, size İhtiyacımız ol­mayacaktı. Ne Çare ki yoktur.
    Bir Genç:
    -Ey Amca, Annem’in Eli’yle ördüğü bir Kumaşım var, dedi.
    Dost’u Ebu’l-Qasım’dan 22 Yıl sonra hicri 32 de Rebeze'nin Issız Çölü’nde öldü. Yalnız.
    Şöyle diyordu ibnu Mes'ud:
    -Ne kadar Doğru söyledin ey Allâh'ın Rasûl’ü: "Yanlız yaşadı, yalnız öldü. Yalnız haşroluna­cak." [50]

   XI
    Bu Hikâye’nin bittiğine inanmıyorum, ya siz?
    Ebû Zerr'den 3 Yıl sonra  Hz.Osman[51] onu koruyan Hasan, Hüseyin’in korumasını da aşan Âsiler Tarafı’ndan Qur’ân okurken Şehid ettiler..

    Ebû Zerr, Tuğyan ve Bağyi Mayası’nda taşıyan Beşeriyet içinde Adalet’in Meşalesi’ydi.
    Selâm olsun O'na.

    XII

      Ve Rebeze… O Mezar’ın Köy’ü Meyd+an okuyacağı Çağlar için korunuyor İlâhi Yazgı’da.. Mesihu’l-İslâm Qabri’nden kalkacağı Mehdi’yken Konuştuğu gibi Çağı’nın Zenginleri’ne Konuşacağı Gün kurulacak Ebû Zerr Mekteb’i.. Erken Konuşan, İslâm’ın Beşiklik Çağı’nda konuşan Kul’u, Rüşd Çağı’nda da konuşacak.

Çağdaşı Olan Zenginler

    Hakem ibnu Ass:
    Peygamber O'nu kendinden uzaklaştırmıştı. Halife onu geri getirtti. Üstü Yırtık’tı. Dışarı çıkarken Şık ve Qıymetli Elbiseler giymişti. Medine O'na 100.000 Dirhem bağışlamıştı.

    Haris ibnu Hakem:
     Rasûl'un Yaşlılar için waqfettiği Pazar’ı Medine O'na bağışladı. Zekat için Medine'ye gönderilen Develer’i O'na verdi. Halife'nin Kızı’yla evlendiği zaman kendisine 100.000 Dirhem daha bağışlandı. Tuleyd Qazası’nın Amirliği’ni üstlendi. Böylece 3.000.000 Dirhem Kar etti.

    Abd’ullâh ibnu Halit:
     Medine Yönetim’i O'na 400.000 Dirhem verdi.
     Abd’ullâh ibnu Sarh
    Hz.Osman’ın Üvey Kardeş’i. Müslüman olmadan önce Müşriklerin Başkumandanı’ydı.  Hz.Peygamber onu Ölüm’e Mahkum etmişti.  Bütün Afrika'nın, Mısır'dan Tanca'ya kadar Müslümanlar’ın Eli’nde bulunan Arazileri’ni Savaş Ganimetleri’yle birlikte Abd’ullâh'ın Âmirliği’ne bırakılmıştı.       
    Sa'd ibnu Ebi Waqqas:
    Medine O'na 100.000 Dirhem bağışladı.

    Yeli ibnu Münebbih: Öldüğü Zaman 500.000 Dinar Servet’i vardı. Yoksullar’dan Büyük miktar­lar’da alacağı vardı. Ayrıca çok Sayı’da Arazi’si vardı.


Ü Ç Ü N C Ü   B Ö L Ü M

Ebu Zerr Mekteb’i
Bugünlerin Ebu Zerr'i
Çağımız'ın Muttaqisi, Ebu Zerr'i Kim?
Bu Ümmet’in Mesih'i
Ek:Fecr-i Kâzib Kaplanlar’ı
Ek:Mesihî Projeler


Ebû  Zerr  Mekteb’i:

    (Rasûl'ün Öğrenciler’i, Başkent Sâkinler’i ile O'nu Wedâ Haccı’nda görme Bahtiyarlığı’na eren yüzbinler’ce Teba, O'nun ardından O'nun Risâleti’ni izleyen başkanlar’ca 30 Yıl yönetildiler. Sonra İmparator Konstantin gibi Söz’de İslâm'ı Qabul edenlerin Elleri’nde Allâh'ın Din’i kirletilmek istendi. Allâh Rasûlü'nün ardından Ümmet’i Sınavlar’dan geçirildi. Azîz İslâm Öğretisi’ne bağlı Yöneticilik Yeryüzü’nden silindi.  h61 de Hüseyn'in Kan’ı Kerbelâ Çölleri’ni suladı. Daha Rasûl'ün Sağlığı’nda Suriye Sınırları’nı zorlayan İslam Akınlar’ı, Isırıcı Melikler Eli’nde Endülüs'ten Horasan'a dek genişletildi, ama içlerindeki Kirlilikler’le boyanmış olarak. İmparatorluklar Diz çöktüler O'nun önü’nde. İran'ın, Hind'in, Bizans'ın Köhne Uygarlığı İslâm'ın Işığı Karşısı’nda Gözleri’ni kamaştırdı, Müslim Tâcirler Eli’yle Halqlar islamlaştırıldı, ama İslâm'ın Yönetsel Miras’ı Yanlış tanıtıldı Yeni Halqlar’a. İslam’la tanışan İranlı için, Türk için, "Dörtlü Başkanlar Dönemi" kutsandı ama onun yaşanır bir Sünnet kılınması Gereği düşünülemedi, kendilerini İslam'la tanıştıran Melikler de kendileri gibi bir Melik’ti, böylesi bir Kaygılar’ı yoktu.

    Ümmet, Aziz Önderliği’ni yitirdiğinde, Zulumât’ın Ayak Sesleri’ni işitebilen Keskin Görüşlüler’in Bireysel Qıyamları’na Tanık oluyoruz. İctihad’ı bir Teori olarak değil bir Eylem olarak  algılayanlar, Ebû Zerr Mektebi'nin Bağlılar’ı, İctihadları’yla fiilen Amel eden İnsanlar olarak Târih’te Saygın Yerleri’ni aldılar. İslâmî Risâlet’in, İslâmî İmâmet’in Özü’ne Aykırı olan bu Yönetim Kurum’u, Faqih Sahâbeler’in Dili’nde Sezar'ın diriltilmesi şekli’nde İfâdesi’ni buldu.

    İkinci Kuşak Sahabe’nin Önderler’i olan  ibnu Zubeyr,   ibnu Ali, bunu açıkca İlan ettiler. Sad bin Ebi Waqqas "es-Selâmu aleykum yâ Eyyuhe’l-Melik" dedi Israrla Emewî Kralı’na...

    Toplum’un Mihver’i olan Rasûl'un Mescid’i, yalnız Dinsel Odaklığı’nı korudu. Şeriati'nin dediği gibi "İslâm’ın Düşmansız yaşadığı nerede görülmüştür ki? Onu asıl yıkan içteki Nifaq’tır." O, Çağı’nın 2 Dünya İmparatorluğu’nu bir kaç Bin Yoksul Müslim’in Kılıcı’yla alaşağı etti, sonra Qureyş Soylular’ı bu Kanlar’ın Mirası’nı paylaştılar. [52]

   
Çağımız'ın Muttaqî’si, Ebû Zerr'i Kim?

    İslam Yoksullar ve Çaresizler için bir Umut Din’i olmaktan çıkıyordu.
    Ebû Zerr'in Gırtlağı’ndan dışarıya çıkan bu Büyük Yanardağ’ın Kıvılcımlar’ı daha sonraları Wahşî Kapitalizm Yılları’nda Kitaplar hâli’ne, Manifestolar hali’ne dönüyordu. İqtidar o Ses’i Çöl’de sustur­du ancak. O ölünce Tehlike bitti sandılar. Hayır.       
    Bu Sarsıntı’nın Dalgalar’ı Bugün bile sürüyor. Cezâyir'in Fransız Sömürge’si olduğu Yıllar’da Faz­lu'l-Cihâd Adlı Yeraltı Örgüt’ü onun Konuşmaları’nı Siyâsal Bilinc’i diriltmesi için yayınlıyordu.
    Pakistan'da Mewdûdî "Hilâfet ve Saltanat"ta[53], Mısır'da Seyyid Qutup 'İslâm'da Sosyal Adaâlet'de Öz Kritik'ten geçiriyorlardı Târih’i. Abdulhamid Cewdet es-Sahhar, Ebû Zerr'in Biyografisi’ni yazdı. İran'da Ebû Zerr Meşâle’si Ali Şeriati'nin Dili’nde Devrim Kıvılcımı’nı yakıyordu .Hüseyniye-yi İrşâd'da Ebû Zerr'i anlatan bir Piyes’ten önce yaptığı Konuşmalar Kasetler’den çözülüp Yazılı hâle getirildi. 1958-59 de Sahhar'ın Kitâbı’nı Eklemeler’le Farsça’ya kazandırdı. "Rebeze'den Biri" . Şeriati'nin Kitab’ı "Allâh'a İnanan Sosyalist" Spot’u ile Türkçe’ye çevrileceği duyuruldu. Tebliğ Yayınlar’ı 1987 de O'nu Çekinceli Dipnotlar’la "Inkılapcı ve Sosyal Adaletci Ebû Zerr'i Gıfârî " Başlığı ile yayınladı. Said Nursî'nin 15.Mektup, 27.Sözü'nün okunması Salık veriliyordu.[54] 1993’de Berlin Üniversitesi Öğrencileri’ne soruyordum Tewhid’in Toplumsal Açılımları’nda: ’Ebû Zerr’i tanır mısınız?’ Pişkin Akademisyen Ebû Zerr’i hatırlatan’a ‘Karşımda Küçük Marx’ı görüyorum’ deyiveriyordu. Almanya’yı Adımlayanmızlar’dan Hakan Tanıştığı Ebû Zerr’i kitaplaştırıverdi Milenyum’da.[55] Yeni Evliler’e Düğün Hediye’si olarak sundum Ebû Zerr Disketleri’ni, Evlilik’te Denklik arayanlar’a Ebû Zerr’ce Rumuzlar…1995’in Âile Tertil Halkaları’nda Kölnlüler broşürleştirdiler Ebû Zerr’i. Sonraki Tertiller’de Nucum içinde Müstesna Yıldız olmayı korudu Ebû Zerr. Künyesine Münsaip bir yer buldu Medenî Düşünce Târih’i Dersleri’nde :’Ashâbihî ve Ebû Zerr.’ 2001’den beri İnternet’te ulaşılabilen en Geniş Kapsamlı Ebû Zerr Biyografi’si oldu. Birkaç Yıl’dır Senaryolaşmış bir Drama’da dönüyor Video Sayfaları’nda.
     Hırka çıkararak İqtidar Hilyesi’ni giyenler’le ‘Bir Lokma bir Hırqa’ Yeterli gelmemeye başladı. ‘İstanbul’dan geçiyor İqtidar’ın Yol’u’ dercesine ‘Müslüman Sol’ Yoldaşı’nı İqtidar’a Bakan veren Bekaroğlu Cipte’ki Firstler’i Dili’ne doladı. Ne First’tü olanlar ne Secunde.. One Minute diyecek Sesler yükseldi Ayakkatkımı’ndan Baş olanlar’a.
    Bu Risâle’nin Yazar’ı "Hikmet'in Eli’ni uzatmalıyız onlara"[56] derken  Ehram’ı Tersi’nden kurma Basiretsizliğinin Son Örnekleri’ni de burada Takbih etmektedir: "Komunizm öldüyse biz yaşamayalım. Komunizm’in ölmesi İnsanlığın ölmesi demektir. Bunu söyleyenlere sadece acıyorum. Qur'ân-ı Kerim'de de Komunizm İzleri’ne rastlanıyor. İslâm'da Mülkiyet yoktur." [57]
    Bir zamanlar 80 Kuşağı Arkadaşları’nı, Sorumluluğu’nu yüklenmeye çağıran Seyfettin’in [58] da hatırladığı Proudhon (1809-1865) [59] O'nu andırır. 1700-1800ler’de Avrupa Wahşi Kapitalizmi’nde Sermaye’nin Etekleri’ni tutuşturuyordu O Çığlık. "Herkesin Kâbiliyeti’ne göre ve Herkesin İşi’ne göre" Toplumcu Slogan’ın Baba’sı olarak görülmek istenir Ebû Zerr. İn­sân-ı Kâmil’di O. Proudhon'da O'nun  Dürüstlüğü’nü göremeyiz.
    "İqtidar’ın Hizbi'ni", "Çoğunluğun Yolu’nu", "Ekseriyet’in Görüşü"ne Övgü dizenlerin Sesler’i daha çok duyuluyor tabii:
    "Zamanımız’da Solcu Fikirler’e bulaşanlar, Sermaye Düşmanlığı’na Ebû Zerr'i Örnek vererek İslâm'ın da Zenginler’e, Ferdî Zenginliğe Karşı olduğunu söylemektedirler. Burada Hata’ya düşülmek­tedir. Evet, Ebû Zerr, Ashâb’dandır, hem de Büyükleri’nden. Ve Rasûlullâh ‘Ashâbı’nın hepsinin Doğru Yol’da olduklarını’ söylemiştir, bu da Doğru’dur. Ancak Göz’den kaçan bir Husus var. Hz.Muâwiye de Ashâb’dan, Hz.Osman da, Ebû Hureyre r. da. Hz.Osman Dewri’nde Hayat’ta olan ve Ebû Zerr'e katılmayan Büyük Çoğunluk niye görmemezlikten geliniyor? İslâm'ın bir başka Dustur’u da İhtilaflı Hususlar’da Çoğunluğun İltizam edilmesidir. Ümmet-i Muhammed de Sırât-ı Mustaqim olacak. Geniş Cadde "Hz.Osman ve Hizbi'"nin Yolu’dur. Ebû Zerr Hazretleri’nin Görüş’ü Ferdî kalmaktadır. Cad­de-yi Kübrâ olamamaktadır. Her isteyen o Ferdi, o Dar Yol’da gidebilir, kimse İslâm Adı’na o Yol’da gideni İtham edemez, Mâni olamaz. Ama o Yol’u beğenip Tercih edenler de öbür Yol’u, Çoğunluğun Yolu’nu İtham edemez, buna Haqlar’ı yoktur. Ve Ümmet Ferdi Patikalar’a değil, büyük Çoğunluğun Cadde-i Kübrâsı’na sevkedilir. Dinimiz Zekat, Sadaqa gibi Emirler yerine getirildiği taqtirde Servet’e karşı değildir." [60]
    "Ashâb arasında İhtilaflı Meseleler’de Ümmet’e Rehber olacak Esas Ekseriyet’in Görüşü’dür. Ferdî Anlayışlar’da Israr etmek, İslâmî Espri’ye uymaz. Ebû Zerr'in Görüşü’ne Saygı duyulur ama ‘İs­lâm budur’ denemez. Belki "İslâm'a Aykırı değil, dileyen Tatbik edebilir, onu Tatbik etmeyen İtham edilemez" denebilir. Zira Ashâb olsun, Tabiin olsun, Zekat’ı vermek kaydı’yla Para biriktirmenin Câiz olduğunda İttifak ederler. Ashâb’dan Büyük Zenginler bile çıkmıştır." [61]  
    Erich Fromm Batı'yı batıracak  "Sâhip olma" Tutkusu’na Karşı yalnız çaldı Senfonisi’ni, Ebû Zerr'in Meşâlesi her Dönem yalnızlar’ca benimsenecektir.


Bu Ümmet’in Mesih’i


    Peygamber O'nu "Utanması, Büyüklüğü ve İyiliği’nde Meryemoğlu Îsâ'ya" benzetir.
    "Ebû Zerr, Ümmet’im içinde Îsâ ibnu Meryem'in Zühd'ü üzerindedir."
    "O'nun gibi doğru sözlü birini ne yer taşıdı,ne gök gölgeledi.O vera'da İsa gibiydi." [62]
    Yahudiler’in Tewrat'ın İlâhî Hikmeti’ni yıkan Târihsel Suçları’na dolaştığı Sinagoglar’da Meydan okuyordu Jesus. Bağırıyordu Küçük İmanlılar’a, Engerekler Nesli’ne: "İki Efendi’ye Kulluk edemezsiniz, hem Allâh'a hem Mammon'a." Kurtlar’ın arasına salıyordu Kuzuları’nı.. Dünyâ’nın Tuz­ları’na kokmamalarını öğretiyordu. [63]
    Latin Amerika'nın Kurtuluş Teolojisi'nin Rahibleri’ni göremiyoruz Çevremiz’de. Ferisiler’in Sinagog İşgalleri’ni andırıyor Mescidlerimiz’in Manzara’sı. Şam Mescidi'ne Kök söktüren Ebû Zerr'e ne kadar Muhtac’ız. Ümmet’in Selim Wicdan’ı olan Ebû Zerr'e.. Küresel Roma’nın Dewlet Olan Emwâl’ine Karşı Ebû Zerr’le dönüyor Mesih.

    Matta Siyer’i :
   
    "Şimdi sen Sadaqa verdiğin zaman, İki Yüzlü Adamlar’ın İnsanlar’dan Hürmet görmek için,Havralar’da ve Sokaklar’da yaptıkları gibi,önünde Boru öttürme. Doğrusu size derim: Onlar Karşılıkları’nı aldılar. Fakat Sadaqa verdiğin zaman, Sol El’in Sağ Eli’nin ne yaptığını bilmesin de, Sadaqan Gizli’de olsun, Gizli’de gören Baban da sana ödeyecektir.[64]
    "Yeryüzü’nde kendinize Hazineler biriktirmeyin ki, orada Güve ve Pas yiyip bozar ve orada Hırsızlar delip girerler ve çalarlar. Fakat kendinize Gök’te Hazineler biriktirin ki, orada ne Güve ne de Pas yiyip bozar ve Hırsızlar orada ne delerler ne de çalarlar. Çünkü Hazinen nerede ise Yüreğin de oradadır." [65]
    "Yeryüzü’ne Selâmet getirmeye geldim sanmayın, ben Selâmet değil, fakat Kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben  Adam’la Babası’nın ve Kız’la Anası’nın ve Gelin’le Kaynanası’nın arasına Ayrılık koymaya geldim. Ve Adam’ın Düşmanlar’ı Ev Halq’ı olacaktır. Baba’yı veya Ana’yı benden Ziyâde se­ven bana Layık değildir, Oğlu veya Kız’ı benden ziyade seven bana Lâyık değildir. Ve Haçı’nı alıp ar­dımca gelmeyen bana Lâyık edğildir. Canı’nı bulan onu zayi edecektir, benim Uğruma Canı’nı zaye­den onu bulacaktır." [66]

    Sembolik bir Yakınış’la seslenelim:
    Jesus!
    Dağ'dan iner gibi dön ve Fâtihaları’nı onlara bir kez daha öğret.

    "Unser Gott im Himmel
    Dein Name werde geheiligt
    Dein Reich komme.
    Dein Wille geschehe wie im Himmel so auf Erden
    Unser tägliches Brot gib uns heute.
    Und vergib uns unsere Schuld,
    wie auch wir vergeben unsern Schuldigern
    Und führe uns nicht in Versuchung,
    sondern erlöse uns vom dem Bösen.
    Denn dein ist das Reich und die Kraft und die Herrlichkeit in Ewigkeit. Amen"
   
    Sembolik bir Yakınış’la seslenelim:
    Gıfarlı Dost!
    Rebeze'den seslen bize, sen Ümmet’in Selim Wicdanı’sın. Mektebi’nin Öğrenciler’i Öğretileri’ne çok Muhtaç.

Ek:

Fecr-i Kâzib Kaplanlar’ı


     ‘Malum’un İlam’ı ama Kayde Geçmeli’ diye Kuşaktaşımız’ın [67] Anadolu Kaplanları’na Başkanlık Etmiş’i ile yaptığı ‘Bir Lokma-Bir Hırka’ Mülâkatı’nı ‘Varoluş Grub’u’ Arşivi’ne 1247 Numara ile kaydetmiştim [68]  (25 Temmuz 2009). Sonra Başka Görüşmeler izledi bunu. [69] Rant Pastası’ndan Sehimlenme’de pek Göz’ü olmayanlarımız’ın Haqlı Rahatsızlıklar’ı yansıdı Medya’ya. Dün Palçiçek Pamir’in Habertürk’de Yarar’ı Konuk edeceği Vetire’si dönmeye başladı[70]. Muhâtabı’nın Usul-i Çizgisi’n kaynaklanan Açıkları’ndan dalarak Populist Muhâfazakar Söylem’le Yüz kızartacak Pişkinlikler’e İmza attı Fecr-i Kâzib’in Kaplan’ı. Ebû Zerr’in Dil’i Mahallede’ki Ufak Palazlanmalar’dan Ziyâde Küresel Roma’nın ‘Dewleti’ için konumlanmalı asıl. Ne yaparsınız ‘Vuracaksan önce Geleneğin Salmanını..’ [71] Söylemi’nin Ceremesi’ni çekmek te var.

Ek:

Mesihî Projeler


Tertil II Panoraması’ndan :
Mustafa Özenoğlu, “Qarz-ı Hasen” Konusu’yla İlgili bir Öneri’yi Panaroma’da Gündem’e getirdi: İnfaq, Sadaqa, Zekât gibi Emirler’den Farqlı olarak, Allâh’a Güzel bir Borç verme Anlamı’ndaki Qarz-ı Hasen Emri’nin Kurumsal olarak nasıl yerine getirilebileceği, bir Örnek Kurumlaşma’yla’ Taqdim edilebilir. Eğer Tertil Okumaları’na katılan Qur’ân Okur’u bir Topluluk ile, bu Proje’yi Zaman’a anlatabilir isek, “Müslümanlar nasıl Borç-Kredi verir, nasıl Malları’nı değerlendirir vb.” Sorular’a Cewap vermiş olacağız.
Öncelikle sadece Tertiller’e katılanların Üye olabileceği, bir Qarz-ı Hasen Kurum’u oluştururabiliz. Böylece aramızdan İhtiyaç duyanlara verilecek Borç Kaynağı Temin edilmiş olucaktır. Borçlanan kimse, Borcu’nu ödemek üzere almıştır. Ancak ona Ödeme Konusu’nda, ne Süre bakımından ne de Mikdar (Ribâ) bakımından Tahditler getirilemez. Borc’u veren kimse, onu bir “Deyn” olarak vermediği için, Borçlu’yu ödemeye zorlamayacaktır. Bu Allâh’a verilmiş bir Borç’tur, ve Karşılığı’nda Dünyâ Hasene’si değil, Fâizi’yle birlikte Âhiret Hasene’si Taleb edilmiştir. Dolayısıyla Borç veren’in bunu mutlaqa belli bir süre’de almak gibi bir Gaye’si olamaz. Tabi ki, verdiği Borç Kaynağı’nı (Mikdarı’nı) Geri çekme Haqq’ı Bâqi’dir. Belki Borç veren Kişi, Borç alacak Konum’a gelecektir. Parası’nı çekebilir, ama bunun yerine, kendisinin de Kurum’dan Borç alması, ve Borcu’nu bilahare ödemek üzere Gayret etmesi Ewla’dır.
Qarz-ı Hasen’de yapılan şey asla İnfaq-Sadaqa-Tür’ü Yardımlaşma Kurum’u oluşturmak değildir. Tek şart’la Qarz, Sadaqa’ya-Sadaqa-i Câriyeye- dönüşür. Üye Kişi Wefat ederse, Wârisler’i, Paraları’nı Talep edebilirler. Ancak, bu Haqları’ndan wazgeçerlerse, Katılımcı Hisse, bir Altın Hisse’ye dönüşür ve Sâhib’i için Sadaqa-i Câriye Hükmü’nde Dewam eder.
Huquqî olarak bu Kurum’un, Finans mı yoksa Waqıf mı olduğu belirginleştirilmeli. Bir bakıma “Kredi” vererek Finans Kurumu’na benziyor, ama Kar gütmemesi bakımından da Waqf’a benziyor. Müslümanlar Finans Bankalar’ı kurarak, Fâizli (Riba) Sistem’e Entegre olurken, onlara yakışanın Qarz-ı Hasen Sistem’i geliştirmek olduğu hatırlatılmalıdır. Böylece Borç alan da, Borç veren de, Şüpheli bir İş’e girmektense, Müslümanca bir Uygulama’ya Örneklik edebilir. Şimdilik Küçük Ölçek’te oluşturulabilecek bu Qarz-ı Hasen Kurum’u, belki İslami bir Geleneğin (Sadaqa Taş’ı gibi)  İhyâ edilmesi Anlamı’na da gelecekti.’[72]

       *Her türlü Selâm, Rahmet, Rıza Dileğimiz Ebrâr’adır. (s.a.v, r.h,)
       *Not: Bu Risâle’nin Kopi Haqlar’ı Mahfuz değildir, çoğaltılabilir, Ücretsiz dağıtılabilir, Ebû Zerr üzerinden Ticâret yapılamaz. 

Ebu Zer   71 dakika - 30 Tem 2008
        Habbab ve Ebu Zerr   8 dakika - 2 Nis 2007

 




[1]


[1]           Doğum Târih’i Meçhul.. Belki de Ma’lum..Diğerler’i gibi, İslam’la doğdu O.
[2]           Hamidullah, M./Rasulullâh Muhammmed
[3]           el-Buhârî/el-Câmiu’s-Sahih, Menâqıbu'l-Ensâb, Menâqıb
           Müslim/ el-Câmiu’s-Sahih, Fezâilu's-Sahâbe'de Anlatım Farqlı’dır:  Bir Gün Uneys bana: Benim Mekke'de görülecek bir İşim var. Sen bana baş-göz ol, dedi ve Mekke'ye gitti. Gecikerek döndü. Sebebi’ni sordum. "Mekke'de bir Adam’a rastladım. Senin Din’in üzere yaşıyor. Ancak O kendini Allâh'ın gönderdiğini sanıyor" dedi.
            -Halq ne diyor?diye sordu Ebû Zerr.
            -Halq mı? Şâir, Kâhin, Sâhir, diyorlar.
            Şâir’di Uneys. O'nun Kanaati’ni sordum:
            -Ben Kahinler’in Sözü’nü işittim, bilirim. O'nun söylediklerini Şiir Çeşitleri’ne Tatbik ettim. Hiçbirine Uygun gelmiyor. Benden sonra hiçkimse buna Şiir diyemez. W’allahi O Doğru Sözlü’dür. Kâhinler ise hep Yalancılar’dır, dedi.
            -Öyleyse benim İşlerim’e de sen baş göz ol, bir de ben gidip göreyim, dedim.....
[4]           Teksir boyunca her Ad’ı geçtiğinde ‘Salât ve Selâm her zaman onun üzerine olsun’.
[5]           el-Buhârî/ el-Câmiu’s-Sahih ,Menâqıbu'l-Ensâr, Menâqıb.
            Müslim/ el-Câmiu’s-Sahih ,Fedâilu's-Sahâbe'de olay’ı biraz Farqlı anlatır: Günlerce Mescid'e Rasûl’u bekler. Halq’tan Zayıf bir Adam’a sorar:
            -Şu Sabii/ Sapık denen Adam nerede?
            Adam bağırırak Millet’i başlarına toplar:
            -Burada bir Sabii var!
            Kesek ve Kemikler’le üzerine Hucum ederler.  Bayılıp kalır. Günlerce Zemzem'den başka Ağzı’ndan bir şey geçmez.
            Ay Işığı’nın el-Haram'a vurduğu bir Gece Tawaf’a gelen iki Kadın Dikkati’ni çeker. Isaf ve Naile'ye Dua ederler.  Dayanamaz:
            -Onları birbirlerine nikahlayın bari!
            Duaları’ndan waz’geçmezler.  Kadınlar ayrılırlarken iki Erkeğe kendisini Şikayet ettiklerini görür.
            -Qa’be ile Örtü’sü arasında bir Sapık var!
            -Ne diyor?
            -Ağza alınmaz Şeyler.
            Adamlar’ın biri gelir, Hacer'i İstilam edip Arkadaşı’yla birlikte Tawaf ederler, sonra Namaz’a dururlar.
            Namaz’da iken Allâh Rasûlu’nu selamlar Ebû Zerr.
            -Gıfar’danım, der
            -Ne zaman geldin?...
Ebû Bekr'in Evi’nde ağırlanır bir süre. Taif'in Kuru Üzümü’nden İkram eder Ebû Bekr.  Gıfar'a dönmesi istenir. ‘Hurmalı bir yer’e Göç’ten sonra kendisine katılmasını ister Rasûl.
[6]           Ebû Zerr'in İsmi’ni Târih İttifaq’a hatırlamıyor.. İşte söylenenler:
            Cündüb ibnu Cenâde ibnu Seken
            Seken ibnu Cenâde ibnu Kays ibnu Beyaz ibnu Ömer
           Cündüb ibnu Cenâde ibnu Kays ibnu Beyaz ibnu Amr
            Cündeb ibnu Abdillah
            Büweyr ibnu Abdillah
            Büweyr ibnu Cünade
            Büweyr ibnu  İşrika  (ibnü'l-Esir, Üsdül-Gâbe, c.Vl s.99-101).
[7]           Müslim/Fedâilu's-Sahabe,
[8]           Sasani Fethi’nde Muzaffer Komutan İslâm’ı Kisra’ya böyle özetlemişti.
[9]           Şeriati, A./ Muhammed’i Tanıyalım Adlı Eseri’nde kurtaranın Ebû Tâlib olduğunu söyler.
[10]          el-Buhârî/el-Câmiu’s-Sahih ,Menâqıbu'l-Ensâr, Menâqıb
[11]          Müslim/ el-Câmiu’s-Sahih ,Fedâilu's-Sahâbe
[12]          07/el-A'raf 43
[13]          Ömer Hilâfet’i Zamanı’nda Bedir Ashâbı’na bağlanan Maaş Statüsü’nde tuttu Ebû Zerr'i
[14]          05/el-Mâide 118
[15]          el-Buhârî/ el-Câmiu’s-Sahih, Zekât, İstihzan, Riqaq
            Müslim/ el-Câmiu’s-Sahih ,Zekât
[16]          Ahnes ibnu Qays bu anlatılanları duyanlardan. el-Buhârî, Müslim/ el-Câmiu’s-Sahih , Zekât Bölümler’i.
[17]         Müzzemmil Sûre’si hatırlatılıyor.
[18]          Qur'ân İbrâhim ve Mûsâ'nın Sahifeleri’nden  87/el-A'la Sûre’si 19.Âyeti’nde bahseder.
[19]          Mesihu’l-İslam’ın ‘İlk Taş’ı hiç Suç işlememiş atsın’ Ders’i.
[20]          17/el-İsrâ
[21]          el-Buhârî/ el-Câmiu’s-Sahih ,Eymân, Zekât
 Müslim/ el-Câmiu’s-Sahih ,Zekât
 et-Tirmizî/es-Sünen,Zekât
            en-Nesâi/es-Sünen,Zekât
[22]          Mesihu’l-İslam’ın Ses’iydi bu, Meryemoğlu’nun Nuzul eden Bilgeliği: ’Ne Mutlu Ruh’ta Zengim olanlara….’
[23]      Derinlikler’e bakanları Şam Yolu’ndaki Pavlos’u görebilirler, Yıllar sonra Roma’ya Teslis’i Armağan edecek olan Nifaq.. Ebû Zerr Şam Yolları’na Yıllar sonra tekrar düşecektir, daha Şam Kayzer’in Werâseti’ne oturmamışken de.
[24]          ibnu Kesir/Abdurrezzaq'tan
[25]          28/el-Qasas 60
[26]          ibnu Mes'ud: "İslâm’ı ilk İzhar eden 7 kişi’ydi. Rasûl, Ebû Bekr, Ammar, Sümeyye, Bilal, Mikdad.
            Rasûl-i Ekrem, Ebû Talib'le, Ebû Bekr Qawm’i koruyordu. Müşrikler diğerlerini Demir’den Zırhlar giydirdiler, Wucutlar’ın yağlar’ı Entari üzere Kızgın Güneş’le dağladılar. Bunlardan hiçbiri Müşrikler’in yaptıklarına dayanamadılar. Hepsi de onların İstekleri’ne Boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Bilal hâriç. O'nu tutup Çocuklar’a Teslim ettiler. Mekke Sokakları’nda Dağ Yolları’nda Eziyet’le dolaştırdılar. O aldırmadı, hep "Allâh Ehad" diye bağırdı. (ibnu Hibban, Hakim/el-Müstedrek)
[27]          18/el-Kehf 96
[28]             et-Taberi/Târih, c.3 s.291 (Bak::Derweze/et-Tefsiru’l-Hadis, Haşr 7,c.5-s.36-37, Ekin yay.  )
[29]          Üst Katı’nda Toplantı Salon’u olan çok Yüksek Çatılı bir Ev.
[30]          Dinar Altın’dan, Dirhem ise Gümüş’tendi. Altın Dinar, yaklaşık 4.55 Gram (bir süre sonra 4.55 gr.) Ağırlığı’nda idi. Bir Dinar 10 Dirhem ediyordu.(Şeriari, A./ Ebû Zerr-i Gıfâri s.203)
[31]          el-Mesûdî'nin dediğine göre, Zeyd ibnu Sâbit’in'in Ölümü’nden sonra o kadar çok Altın ve Gümüş Külçe’si kalmıştı ki Balta’yla parçalıyorlardı. Bundan başka Mallar’ı ve Bağlar’ı da vardı. Mallar’ı ve Arsalar’ı yüzbinlerce Dinar Değeri’ndeydi. Geriye 100.000 Dinar da Nakit bıraktı. (ibnu Haldun/ Muqaddime)
[32]            09/et-Tewbe 34
[33]          Halife'nin Bütün İşleri’ni yapardı. Ermenistan fethedildiği zaman, onun 1/5 ini Merwan'a bağışlandı. Fedek Arazi’si de Merwan'a verildi. 100.000 Dirhem Hediye edildi. Afrika'nın 1/5 Gelir’i Medine'ye gönderildiği zaman, Merwan onu 500.000 Dinar’a Satın aldı. Fakat Medine de aynı miktar Meblağ ona bağışlandı.
[34]          Qa'b'dan bir çok Naqil’de bulunmuş olan ibnu Ömer de bu Konu’da onun gibi düşünüyordu:" Zekât’ı verilen Mal, 7 Kat yer’in altında gömülse de Kenz değildir, Zekât’ı verilmeyen Mâl, Meydan’da da olsa Kenz’dir."
            Ali, 4.000 Dirhem’den fazla Mâl’ı Zekât’ı verilsin, verilmesin Kenz sayıyordu.
[35]          Ey Kânizin! Gömücüler,Yığıcılar
[36]          09/et-Tewbe 34-35
[37]          03/Âl-i İmrân 92
[38]          Bu Risâle’nin Sâhib’i de Fincancı Katırlar’ı ürkütmek istemeyenlerden gelen benzeri Uyarılar’dan Nâsibi’ni  almıştır!
[39]          09/et-Tewbe 51
[40]          64/et-Tegâbun 14-18
[41]          ibnu’l-Esîr benzer bir Anektot’u Muawiye için anlatır. Ebû Zerr, Tahsisâtı’ndan ödeyeceğini söyler.
[42]          40/el-Mü'min 28
[43]          ed-Dârimî, Olay’ın Mina'da el-Umretu'l-Wusta'nın yanında Etrafı’nı saranlara konuşurken olduğunu söyler. ‘Sen yoksa Müfettiş misin?’ der.
[44]          el-Buhârî/ el-Câmiu’s-Sahih ,İlim
[45]          2.177-Yüzleriniz’i Doğu’dan ve Batı’dan yana çevirmeniz Birr değildir. Ama Birr, Allâh'a, Âhiret Günü'ne, Melekler’e, Kitâb'a ve Nebiler’e İman eden, ona olan Sevgileri’ne rağmen, Mâl’ı Yakınlar’a, Yetimler’e, Yoksullar’a, Yoloğlu’na, Dilenen’e ve Köleler’e veren, Salât’ı kılan, Zekat’ı veren ve ahidleştiklerinde Ahidleri’ne Wefa gösterenler ile Zor’da, Hastalık’ta ve Savaş’ın kızıştığı zamanlarda sabredenler (inkidir). İşte bunlar Sâdıqlar’dır  ve bunlardır Müttaqî olanlar
[46]          ibnu Hanbel/el-Müsned,
[47]          Geniş Arazili Evler’i vardı. Bu Evler’in herbirinin Ahırı’nda 100 At bulunurdu. Ahırları’nda toplam olarak 1.000 At, 1.000 Deve ve onbinlerce Koyun bulunuyordu. Naqit Varlığı da yaklaşık 5.000.000 Dinar’dı.
[48]          el-Buhârî/ el-Câmiu’s-Sahih ,Zekat
            Müslim/ el-Câmiu’s-Sahih ,Zekat
[49]          el-Buhârî/ el-Câmiu’s-Sahih ,Zekat,Tefsir
[50]          ibnu İshaq/es-Sîre,
[51]          Halife’nin Tereke’si de hayli Yüklü oldu.. 150.00 Dinar Altın. 1.000.000 Dirhem Gümüş de, Hazinedarı’nın Eli’ndeydi. Huneyn'de ve Medine Yakınları’nda Wadi el-Kari'de ve başka Yerler’deki Malları’yla beraber 200.000 bulan bir Tereke. Beytü'l-Mâl'ın Değerli Mücewherler’i, Altınlar’ı ve Değerli Eşyalar’ı Kızları’nın üzerindeydi. Savunmasında kendisinden şu Söz naqledilir: "Biz kendimize gereken Şeyleri Beytü'l-Mâl'dan alıyoruz. Kim bu İş’ten Rahatsız olursa veya karşı durursa, burnu yere sürtülecektir."
[52]          Ersözlü, K., Soruşturma 3, Sor Yayıncılık, 1988 Ankara
[53]        İfrat ya da Meramı’nı aşan Kelâm Sâhipler’i her Dem vardır. Nahl 71’in olmadık Yorumları’na Taaccup eder Pakistanlı Bilge, yine Taaccup’a Açık satırlar’a İmza atar: ‘
            ‘Bu Âyet’in Anlam’ı haqqında derinlemesine düşünmek Yararlı olacaktır, çünkü bazı Çağdaş Tefsirciler bu Âyet’e dayanarak Garip Ekonomik Teoriler İcat etmektedirler. Onlar bu Yorum’a, İslâm Ekonomisi’nde Yeni bir Felsefe ve Görünüm kazandırmak için Âyetler’i sunuldukları Çerçeve’den ayırıp tek bir Bütün imiş gibi el’e alarak ulaşırlar. Âyet’i böyle Tefsir edenlere göre Âyet’in Anlam’ı şudur: ‘Allâh'ın kendilerine Nimet verdiği kimseler bu Nimetler’i Hizmetçiler’i ve Köleler’i ile Eşit olarak paylaşmalıdırlar, aksi taqdirde Allâh'ın kendilerine verdiği Nimetler’e karşılık O'na Nankörlük etmiş olurlar.’ Âyet’in bu şekilde Tefsir edilmesi Yanlış’tır ve çok Uzak bir İhtimaldir. Çünkü Âyet’in ele alındığı Çerçeve içinde kesinlikle hiç bir Ekonomik Kural Sözkonusu değildir. Bu Âyet’i de içine alan tüm Pasaj, Tewhid’in ispatlanması ve Şirk’in reddedilmesini Konu alır. Bu Pasaj’ı Takip eden Âyetler’de de aynı Konu’ya dewam edilmektedir. Burada Ekonomik bir Kural’dan bahsedilmesinin hiç bir Gereği yoktur ve bahsedilmiş olması en azından Anlamsız olacaktır. Bunun aksine eğer Âyet sunulduğu Çerçeve içinde ele alınırsa, Âyet’in tüm Pasaj’da el’e alınan Konu’nun Aynısı’nı İfâde ettiği anlaşılır. Bu şekilde el’e alındığında Âyet şu Anlam’a gelir: "Siz Servetiniz’de -bu Nimet’i size Allâh verdiği halde- Köleleriniz’i ve Hizmetçileriniz’i kendinize Ortak kılmazken, Allâh'ın size verdiği Nimet’e şükürde nasıl olur da başka ilâhları O'na ortak koşarsınız? Siz bu ilâhların hiç kimse üzerinde hiç bir haqq’a Sâhip olmadıklarını ve bu nedenle de sizin Allâh'a olan İbâdetiniz’de de hiç bir Haqq’a Sâhip olmadıklarını biliyorsunuz, çünkü en Sonunda onlar Allâh'ın Kullar’ı ve Köleleri’dir." Âyet’in bu şekil’de Tefsir edilmesi gerektiği Görüş’ü Rûm Sûre’si 28.Âyet tarafından da desteklenmektedir: "Allâh size kendi Nefisleriniz’den bir Örnek verir: Size Rızıq olarak verdiğimiz Şeyler’de Sağ Elleriniz’in Mâlik olduğu Köleleriniz’den sizinle Eşit olanlar var mı? Ve siz birbirinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkar mısınız? İşte biz ‘Aqlı’nı kullanabilen bir Toplum için Âyetler’i böyle birer birer açıklarız." Bu iki ‘Âyet karşılaştırıldığında, her ikisinin de Müşrikler’e kendilerini Köleler’i ile Servet ve Statü bakımından Eşit tutmadıkları halde, Yaratıkları’ndan birini Allâh'a Ortak koşacak kadar aptalca bir İş yaptıklarını bildirmek için indirildiği Sonucu’na ulaşılır. Yanlış Sonuc’a ulaşan Tefsir’in ise şu Cümle ile desteklendiği ortaya çıkmaktadır: "O halde bunlar Allâh'ın Nimeti’ni bilerek İnkar mı ediyorlar?" Bu Âyet, Zengin İnsanlar ve Köleler Örneği’nin hemen arkasından geldiği için bazıları, Servetleri’ni, daha az Servet’i olanlarla Eşit olarak paylaşmayanların Nankörlük etmiş olacakları Sonucu’na varmaktadırlar. Gerçekte, Qur'ân'ı yakından inceleyen herkes, Allâh'a karşı Nankörlüğün O'nun verdiği Nimetler’e karşı Şükür’de O'na Ortaklar koşmak Anlamı’na geldiğini bilir. Bu Yorum’un Yanlış olduğu o denli ortadadır ki, Qur'ân'ı yakından inceleyen ve Qur'ân İlimleri’ni bilen hiç kimse bu Konu’da Yanılgı’ya düşemez. Bu ve buna benzer Âyetler sadece Qur'ân haqqında Yüzeysel bir Bilgi’ye Sâhip olan kimseleri yanıltabilir. Şimdi Allâh'a karşı gösterilen Nankörlüğün Önemi Açığa çıktığına göre, Âyet’in asıl Anlamı’nın aşağıdaki gibi olacağını söyleyebiliriz: "Müşrikler, Efendi ve Köle arasındaki Ayırım’ın Önemi’ni anladıkları ve kendi Hayatları’nda bu ayrımı gözledikleri halde neden Yaratıcı ve Yaratıklar arasındaki Büyük Farqı gözardı etmekte İnat ediyorlar ve kendilerine Allâh tarafından verilen Nimetler’e karşılık neden Şükür’de O'na yaratılanları Ortak koşuyorlar?" (Tefhimu’l-Qur’ân)
[54]         Onbeşinci Mektub
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
          (sh: » (M: 52)  Azîz Kardeşim!
            Senin 1.Sual’in ki: Sahâbeler Nazar-ı Welâyet’le Müfsidler’i neden keşfedemediler? Tâ Hulefa-yı Râşidîn'in 3ünün Şehadeti’ni Netice verdi. Halbuki Küçük Sahabeler’e, Büyük Weliler’den daha Büyük deniliyor?
            el-Cewap: Bunda 2 Maqam var.
            1.MAQAM: Dakik bir Sırr-ı Welâyet’in Beyânı’yla Sual halledilir. Şöyle ki:
            Sahâbeler’in Welâyet’i, Welâyet-i Kübra denilen, Werâset-i Nübüwwet’ten gelen, Berzah Tarîkı’na uğramayarak, doğrudan doğruya Zâhir’den Haqiqat’a geçip, Aqrebiyet-i İlâhiye’nin İnkişafı’na bakan bir Welâyet’tir ki, o Welâyet Yol’u, gayet Kısa olduğu halde gayet Yüksek’tir. Hârikalar’ı az, fakat Meziyyat’ı çoktur. Keşif ve Kerâmet orada az görünür. Hem Ewliya’nın Kerâmetler’i ise, Ekserî’si İhtiyarî değil. Ummadığı yer’den, İkrâm-ı İlâhî olarak bir Hârika ondan Zuhur eder. Bu Keşif ve Kerâmetler’in Ekseri’si de, Seyr ü Sülûk Zamanı’nda, Tarîkat Berzahı’ndan geçtikleri Waqit, Âdi Beşeriyet’ten bir derece Tecerrüd ettiklerinden, Hilaf-ı âdet Hâlâta
(sh:»(M:53)  Mazhar olurlar. Sahâbeler ise, Sohbet-i Nübüwwet’in İn'iqası’yla ve İncizâbı’yla ve İksiri’yle Tarîkat’taki Seyr ü Dülûk Daire-i Azîmi’nin Tayyı’na Mecbur değildirler. Bir Qadem’de ve bir Sohbet’te Zâhir’den Haqiqat’a geçebilirler. Meselâ: Nasılki Dün Gece’ki Leyle-i Qadr'e ulaşmak için 2 Yol var:
            1.:Bir Sene gezip dolaşıp, ta o Gece’ye gelmektir. Bu Qurbiyet’i kazanmak için bir Sene Mesâfe’yi tayyetmek Lâzım gelir. Şu ise, Ehl-i Sülûk’ün Mesleği’dir ki, Ehl-i Tarîkat’ın Çoğu bununla gider.
            2.:Zamanla Muqayyed olan Cism-i Maddî Gılafı’ndan sıyrılıp, Tecerrüd’le Rûhen yükselip, Dün Gece’ki Leyle-i Qadr'i öbür Gün Leyle-i Îd ile beraber bugünkü gibi Hazır görmektir. Çünki Rûh zaman’la Muqayyed değil. Hissiyât-ı İnsâniye Rûh Derecesi’ne çıktığı Waqit, o hazır Zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten Mâzi ve Müstakbel olan Waqitler, ona nisbeten Hazır Hükmü’ndedir.
            İşte bu Temsil’e göre, Dün Gece’ki Leyle-i Qadr'e geçmek için, Mertebe-i Rûh’a çıkıp, Mâzi’yi Hazır Derecesi’nde görmektir. Şu Sırr-ı Gamız’ın Esas’ı Aqrebiyet-i İlâhiye’nin İnkişâfı’dır. Meselâ: Güneş bize Yakın’dır; çünki Ziyâ’sı, Hararet’i ve Misal-i Âyinemiz’de ve Elimiz’dedir. Fakat biz ondan Uzağız. Eğer biz Nûraniyet Noktası’nda onun Aqrebiyeti’ni hissetsek, Âyinemiz’deki Misalî olan Timsâli’ne Münâsebetimiz’i anlasak, o Wâsıta ile onu tanısak; Ziyâ’sı Hararet’i, Heyet’i ne olduğunu bilsek, onun Aqrebiyet’i bize İnkişâf eder ve Yakınımız’da onu tanıyıp Münasebetdar oluruz. Eğer biz Bu'diyetimiz Nokta-i Nazarı’ndan ona yakınlaşmak ve tanımak istesek, pek çok Seyr-i Fikrîye ve Sülûk-u Aqlîye Mecbur oluruz ki; Qawânin-i Fenniye ile Fikren Semawât’a çıkıp Semâ’daki Güneş’i Tasawwur ederek, sonra Mâhiyeti’ndeki Ziya ve Hararet’i ve Ziyâsı’ndaki Elwan-ı Seb'a’yı Uzun uzadıya Tedkikat-ı Fenniye ile anladıktan sonra, 1.Adam’ın kendi Âyinesi’nde az bir Tefekkür’le el’de ettiği Qurbiyet-i Mânewiye’yi ancak elde edebiliriz.
            İşte şu Temsil gibi, Nübüwwet ve Werâset-i Nübüwwet’teki Welâyet, Sırr-ı Aqrebiyet’in İnkişâfı’na bakar. Welâyet-i sâire ise, Ekser’i Qurbiyet Esas’ı üzerine gider. Bir çok Merâtib’de Seyr ü Sülûk’e Mecbur olur.
            2.MAQAM:
            O Hâdisat’a Sebebiyet veren ve Fesâd’ı çeviren birkaç Yahudi’den İbaret değildir ki, onları keşfetmekle Fesâd’ın önü alınsın. Çünki pek çok Muhtelif Milletler’in İslâmiyet’e girmeleriyle
(sh:»(M:54)  birbirine Zıd ve Muhâlif çok Cereyanlar ve Efkâr karıştı. Bahusus bazıların Gurur-u Millîler’i, Hz.Ömer'in (R.A.) Darbeleri’yle Dehşetli yaralandığından, Seciyeten İntikam’a Fırsat beklerlerdi. Çünki onların hem Eski Din’i İbtal edilmiş, hem Medâr-ı Şeref’i olan Eski Hükûmet’i ve Saltanat’ı Tahrib edilmiş. İntikamı’nı, bilerek veya bilmeyerek Hâkimiyet-i İslâmiye’den almağa hissen Taraftar bir Suret almış. Onun için, Yahudi gibi Zeki ve Dessas bir kısım Münâfıqlar, o Halet-i İçtimaiye’den İstifade ettiler denilmiş. Demek o Hâdisat’ın önünü almak, o Waqit’teki Hayat-ı İçtimaiye’yi ve Muhtelif Efkâr’ı Islah’la olurdu. Yoksa bir-iki Müfsid’in keşfedilmesiyle olmazdı.
            Eğer denilse: Hz.Ömer'in (R.A.) Minber üstünde, bir Aylık Mesafe’de bulunan Sâriye Nâmı’ndaki bir Kumandanı’na يَا سَارِيَةُ الْجَبَل الْجَبَل deyip, Sâriye'ye işittirip, Sewk-ül Ceyş Noktası’ndan Zaferi’ne Sebebiyet veren Kerâmetkârane Kumandası ne derece Keskin Nazarlı olduğunu gösterdiği halde, neden yanındaki Qâtili Firuz'u o Keskin Nazar-ı Welâyeti’yle görmedi?
          el-Cewap: Hz.Yâ’qub aleyhisselâm'ın verdiği Cewab ile Cewab veririz. (Hâşiye) Yâni: Hz.Yâ’qub'dan sorulmuş ki: "Ne için Mısır'dan gelen Gömleği’nin Kokusu’nu işittin de,
زمِضْرش بُوى بِيراهَنْ  شِنِيدِى
جِرَاوَرْ  جَاهِ  كَنْعَانَشْ  نَدِيدِى
بَكُفْتْ  اَخْوَالِ  مَا بَرْقِ  جَهَانَسْتْ  
وَمِى بَنِيدَنوُ  ويكزدَمْ نِهَانْسْتْ    
كَهِى بَرْطَارُمِ  اَعْلَى  شِينَمْ
كَهِى بَرْ  بُشْتِى  بَاىِ  خُودْ نَبِينَمْ
 
 (sh:»(M:55)  Yakını’nda bulunan Ken'an Kuyusu’ndaki Yusuf'u görmedin?" Cewâben demiş ki: "Bizim Hâlimiz Şimşekler gibidir; bazan görünür, bazan saklanır. Bazı Waqit olur ki, en Yüksek Mewki’de oturup her Taraf’ı görüyoruz gibi oluruz. Bazı Waqit’te de Ayağımız’ın Üstü’nü göremiyoruz."
            Elhasıl: İnsan her ne kadar Fâil-i Muhtar ise de, fakat وَمَا تَشَاؤُنَ اِلاَّ اَنْ يَشَاءَ اللّهُ Sırrı’nca, Meşiet-i İlâhiye Asıl’dır ve Qader Hâkim’dir. Meşiet-i İlâhiye, Meşiet-i İnsaniye’yi geri verir. اِذَا جَاءَ الْقَدَرُ عُمِىَ الْبَصَرُ Hükmü’nü İcra eder. Qader söylese; İqtidar-ı Beşer konuşmaz, İhtiyar-ı Cüz'î susar.
          2.Sualiniz’in Meal’i: Hz.Ali (R.A.) Zamanı’nda başlayan Muharebeler’in Mâhiyet’i nedir? Muharibler’e ve o Harb’de ölen ve öldürenlere ne Nam verebiliriz?
            el-Cewap: Cemel Waq'ası denilen Hz.Ali ile Hz.Talha ve Hz.Zübeyr ve Âişe-i Sıddıka (Radıyallâhü Teâlâ anhüm ecmaîn) arasında olan Muharebe; Adâlet-i Mahza ile, Adalet-i İzâfiye’nin Mücadelesi’dir. Şöyle ki:
            Hz.Ali, Âdalet-i Mahza’yı Esas edip, Şeyheyn Zamanı’ndaki gibi o Esas üzerine gitmek için İçtihad etmiş. Muarızlar’ı ise: Şeyheyn Zamanı’ndaki Safvet-i İslâmiye Adalet-i Mahza’ya Müsaid idi, fakat Mürur-u Zaman’la İslâmiyetler’i Zaîf Muhtelif Aqwam Hayat-ı İçtimaiye-i İslâmiye’ye girdikleri için, Adalet-i Mahza’nın Tatbikat’ı çok Müşkil olduğundan, "Ehvenü’ş-Şerri İhtiyar" denilen Adalet-i Nisbi’ye Esas’ı üzerine İçtihad ettiler. Münâkaşa-i İçtihadi’ye Siyaset’e girdiği için, Muharebe’yi İntaç etmiştir. Mâdem sırf  L’illah için ve İslâmiyet’in Menafii için İçtihad edilmiş ve İçtihad’dan Muharebe Tewellüd etmiş; elbette hem Qatil, hem Maqtul ikisi de Ehl-i Cennet'tir, ikisi de Ehl-i Sewab’dır diyebiliriz. Her ne kadar Hz.Ali'nin İçtihad’ı Musîb ve Muqabilindekiler’in Hata ise de, yine Azab’a Müstehak değiller. Çünki İçtihad eden Haqq’ı bulsa, 2 Sevab var. Bulmazsa, bir nevi İbadet olan İçtihad Sewab’ı olarak bir Sewab alır. Hatası’ndan Mazur’dur. Bizde gayet Meşhur ve Söz’ü Hüccet bir Zât-ı Muhaqqiq Kürdçe demiş ki:
 ِى شَرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَالُ و قِيلْ لَوْ رَا جَنَّتِينَه قَاتِلُ و هَمْ قَتِيل
            (sh:» (M:56)  Yâni:Sahâbeler’in Muharebesi’nde Qıyl ü Qâl etme. Çünki hem Qâtil ve hem Maqtul ikisi de Ehl-i Cennet'tirler.
            Adâlet-i Mahza ile Adâlet-i İzâfiye’nin İzah’ı şudur ki:
مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى اْلاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا Âyet’in Mâna-yı İşârîsi’yle: Bir Masum’un Haqq’ı, Bütün Halq için dahi İbtal edilmez. Bir Ferd dahi, Umum’un Selâmet’i için Feda edilmez. Cenab-ı Haqq'ın Nazar-ı Merhameti’nde Haq Haq’tır, Küçüğüne Büyüğüne bakılmaz. Küçük, Büyük için İbtal edilmez. Bir Cemaat’in Selâmet’i için, bir Ferd’in Rıza’sı bulunmadan Hayat’ı ve Haqq’ı Feda edilmez. Hamiyet Nâmı’na Rızası’yla olsa, o başka Mes'ele’dir.
          Adâlet-i İzâfiye ise: Küll’ün Selâmet’i için, Cüz'ü Feda eder. Cemaat için, Ferd’in Haqqı’nı Nazar’a almaz. Ehwenü’ş-Şer diye bir Nevi Adalet-i İzafiye’yi yapmağa çalışır. Fakat Adâlet-i Mahza Kabil-i Tatbik ise, Adalet-i İzâfiye’ye gidilmez, gidilse Zulüm’dür.
            İşte İmam-ı Ali Radıyallâhü Anhü, Adâlet-i Mahza’yı Şeyheyn Zamanı’ndaki gibi Kabil-i Tatbik’tir deyip, Hilâfet-i İslâmiye’yi o Esas üzerine Bina ediyordu. Muqabiller’i ve Muarızlar’ı ise, "Kabil-i Tatbik değil, çok Müşkilât’ı var." diye Adalet-i İzâfiye üzerine İçtihad etmişler. Târih’in gösterdiği sâir Esbab ise, Haqiqî Sebeb değiller, Bahaneler’dir.
            Eğer desen: Hilâfet-i İslâmiye Noktası’nda İmâm-ı Ali'nin Fewkalâde İqtidar’ı, hârikulâde Zekâ’sı ve Yüksek Liyâkatı’yla beraber Selefleri’ne nisbeten Muwaffakıyetsizliği nedendir?
            el-Cewap: O Mübarek Zât, Siyâset ve Saltanat’tan Ziyâde, daha çok Mühim başka Wazifeler’e Lâyık idi. Eğer tam Muwaffakıyet-i Siyâsiye ve tamam Saltanat olsaydı, "Şah-ı Welayet" Ünwan-ı Mânidarı’nı bihaqqın kazanamayacaktı. Halbuki Zâhirî ve Siyâsî Hilâfet’in pek çok Fewki’nde Mânewî bir Saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll Hükmü’ne geçti; hattâ Qıyâmet’e kadar Saltanat-ı Mânewî’si Bâki kaldı.
            Amma Hz.İmam-ı Ali'nin Waq'a-i Sıffîn'de, Hz.Muâwiye'nin Taraftarları’yla Muhârebe’si ise, Hilâfet ve Saltanat’ın Muhârebesi’dir. Yani: Hz.İmam-ı Ali, Ahkâm-ı Dini ve Haqaiq-i
            (sh:»(M:57)  İslâmiye’yi ve Âhiret’i Esas tutup, Saltanat’ın bir kısım Qanunları’nı ve Siyâset’in Merhametsiz Muqteziyatları’nı onlara Feda ediyordu. Hz.Muâwiye ve Taraftarlar’ı ise; Hayat-ı İçtimâiye-i İslâmiye’yi, Saltanat Siyâsetleri’yle Taqwiye etmek için Azimet’i bırakıp Ruhsat’ı İltizam ettiler, Siyâset Âlemi’nde kendilerini Mecbur zannedip Ruhsat’ı Tercih ettiler, Hata’ya düştüler.
            Amma Hz.Hasan ve Hüseyin'in Emewîler’e karşı Mücâdeleler’i ise, Din ile Milliyet Muhârebe’si idi. Yani: Emewîler, Dewlet-i İslâmiye’yi, Arab Milliyet’i üzerine İstinad ettirip Rabıta-i İslâmiyet’i, Rabıta-i Milliyet’ten Geri bıraktıklarından, 2 Cihet’le Zarar verdiler:
            Birisi: Milel-i Sâire’yi Rencide ederek Tewhiş ettiler.
            Diğeri: Unsuriyet ve Milliyet Esaslar’ı, Adâlet’i ve Haqq’ı Takib etmediğinden zulmeder. Adâlet üzerine gitmez. Çünki Unsuriyet-perver bir Hâkim, Milletdaşı’nı Tercih eder, Adâlet edemez.
اَْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ لاَ فَرْقَ بَيْنَ عَبْدٍ حَبَشِىٍّ وَسَيِّدٍ قُرَيْشِىٍّ اِذَا اَسْلَمَا
Fermân-ı Qat'îsi’yle: Rabıta-i Diniye yerine Rabıta-i Milliye İqâme edilmez; edilse Adâlet edilmez, Haqqaniyet gider.
            İşte Hz.Hüseyin Rabıta-i Diniye’yi Esas tutup, Muhik olarak onlara karşı Mücâdele etmiş, tâ Maqam-ı Şehâdet’i İhraz etmiş.
            Eğer denilse: Bu kadar Haqlı ve Haqiqat’lı olduğu halde, neden Muwaffak olmadı? Hem neden Qader-i İlâhî ve Rahmet-i İlâhiye onların Feci bir Aqibet’e uğramasına Müsaade etmiş?
            el-Cewap: Hz.Hüseyin'in Yakın Taraftarlar’ı değil, fakat Cemaati’ne İltihak eden sâir Milletler’de, yaralanmış Gurur-u Milliyeler’i Ciheti’yle, Arab Milleti’ne karşı bir Fikr-i İntikam bulunması Hz.Hüseyin ve Taraftarları’nın Safi ve Parlak Meslekleri’ne Halel verip, Mağlubiyetleri’ne Sebeb olmuş.
            Amma Qader Nokta-i Nazarı’nda Feci Aqibet’in Hikmet’i ise: Hasan ve Hüseyin ve onların Hanedanlar’ı ve Nesiller’i, Manewî bir Saltanat’a Namzed idiler. Dünya Saltanat’ı ile Manewî Saltanat’ın Cem'i
            (sh:»(M:58)  gayet Müşkil’dir. Onun için onları Dünyâ’dan küstürdü, Dünyâ’nın Çirkin Yüzü’nü gösterdi. Tâ, Qalben Dünyâ’ya karşı Alâqalar’ı kalmasın. Onların Eller’i Muwakkat ve Sûrî bir Saltanat’tan çekildi; fakat Parlak ve Dâimî bir Saltanat-ı Manewiye’ye Tayin edildiler; Âdi Wâliler yerine, Ewliya Aqtabları’na Merci' oldular.
            3.Suâliniz: "O Mübarek Zâtlar’ın Başı’na gelen o Feci Gaddarâne Muâmele’nin Hikmet’i nedir?" diyorsunuz.
            el-Cewap:Sâbıkan Beyân ettiğimiz gibi, Hz.Hüseyin'in Murızlar’ı olan Emewîler Saltanatı’nda, Merhametsiz Gadre Sebebiyet verecek 3 Esas vardı:
            1.:Merhametsiz Siyaset’in bir Düstur’u olan: "Hükûmet’in Selâmet’i ve Asayiş’in Dewam’ı için, Eşhas Feda edilir."
            2.:Onların Saltanat’ı, Unsuriyet ve Milliyet’e İstinaâd ettiği için, Milliyet’in Gaddarâne bir Düstur’u olan: "Millet’in Selâmet’i için herşey Feda edilir."
            3.:Emewîler’in Hâşimîler’e karşı An'anesi’ndeki Rekabet Damar’ı, Yezid gibi bazılarda bulunduğu için, Şefkatsiz bir Gadre Kabiliyet göstermişti.
            4.bir Sebeb de Hz.Hüseyin'in Taraftarları’nda bulunuyordu ki; Emewîler’in Arab Milliyeti’ni Esas tutup, sâir Milletler’in Efradı’na "Memâlik" Tabir ederek Köle Nazarı’yla bakmaları ve Gurur-u Milliyeleri’ni kırmaları yüzünden, Milel-i sâire Hz.Hüseyin'in Cemaati’ne İntikamkârane ve Müşewweş bir Niyet’le İltihak ettiklerinden, Emewîler’in Asabiyet-i Milliyeleri’ne fazla dokunmuş, gayet Gaddarâne ve Merhametsizcesine Meşhur Facia’ya Sebebiyet vermişlerdir.
            Mezkûr 4 Esbâb, Zâhirîdir. Qader Noktası’ndan bakıldığı Waqit; Hz.Hüseyin ve Aqrabası’na o Facia Sebebi’yle Hâsıl olan Netâic-i Uhrewiye ve Saltanat-ı Ruhâniye ve Terakkiyat-ı Mânewiye o kadar Qıymetdar’dır ki, o Fâcia ile çektikleri Zahmet, gayet Kolay ve Ucuz düşer. Nasılki bir Nefer, bir Saat İşkence altında Şehid edilse; öyle bir Mertebe’yi bulur ki, 10 Sene başkası çalışsa, ancak o Mertebe’yi bulur. Eğer o Nefer Şehid olduktan sonra ona sorulabilse, "Az bir Şey ile pek çok Şeyler kazandım" diyecektir.
            4.Sualiniz’in Meal’i: Âhirzaman’da Hz.İsa
            (sh:»(M:59)  aleyhisselâm Deccal'ı öldürdükten sonra, İnsanlar Ekseriyet’le Din-i Haqq’a girerler. Halbuki Riwâyetler’de gelmiştir ki: Yeryüzü’nde Allâh Allâh diyenler bulundukça Qıyâmet kopmaz." Böyle Umumiyet’le İmân’a geldikten sonra nasıl Umumiyet’le Küfr’e giderler?
            el-Cewap: Hadîs-i Sahih’te Riwâyet edilen: "Hz.Îsâ aleyhisselâm'ın geleceğini ve Şeriât-ı İslâmiye ile Amel edeceğini, Deccal'ı öldüreceğini" İmân’ı Zaîf olanlar İstib'ad ediyorlar. Onun Haqiqat’ı İzah edilse, hiç İstib'ad yer’i kalmaz. Şöyle ki:
            O Hadîs’in ve Süfyan ve Mehdi haqqındaki Hadîsler’in İfade ettikleri Mâna budur ki: Âhirzaman’da Dinsizliğin 2 Cereyan’ı Quvvet bulacak:
            1.si: Nifaq Perdesi altında, Risâlet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) İnkâr edecek Süfyan Nâmı’nda Müdhiş bir Şahıs, Ehl-i Nifaq’ın Başı’na geçecek, Şeriat-ı İslâmiye’nin Tahribi’ne çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebewî’nin Silsile-i Nurânîsi’ne bağlanan, Ehl-i Welâyet ve Ehl-i Kemâl’in başı’na geçecek Âl-i Beyt’ten Muhammed Mehdi İsmi’nde bir Zât-ı Nurânî, o Süfyan'ın Şahs-ı Mânewî’si olan Cereyân-ı Münâfıqâne’yi öldürüp dağıtacaktır.
            2.Cereyan ise: Tabiiyyun, Maddiyyun Felsefesi’nden Tewellüd eden bir Cereyan-ı Nemrudâne, gittikçe Âhirzaman’da Felsefe-i Maddiye Wâsıtası’yla İntişar ederek Quwwet bulup, Uluhiyet’i İnkâr edecek bir derece’ye gelir. Nasıl bir Padişah’ı tanımayan ve Ordu’daki Zâbitan ve Efrad onun Askerler’i olduğunu Qabul etmeyen Wahşi bir Adam, herkese, her Asker’e bir Nevi Padişahlık ve bir Gûna Hâkimiyet verir. Öyle de: Allâh'ı İnkâr eden o Cereyan Efradlar’ı, birer Küçük Nemrud Hükmü’nde Nefisleri’ne birer Rububiyet verir. Ve onların başına geçen en Büyükler’i, İspirtizma ve Manyetizma’nın Hâdisât’ı Nev'i’nden Müdhiş Hârikalar’a Mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, Cebbarâne Sûrî Hükûmeti’ni bir Nevi Rububiyet Tasawwur edip Uluhiyeti’ni İlân eder. Bir Sineğe Mağlub olan ve bir Sineğin Kanadı’nı bile İcad edemeyen Âciz bir İnsan’ın Uluhiyet Dawa etmesi, ne derece ahmakçasına bir Maskaralık olduğu Mâlûm’dur.
            İşte böyle bir sırada, o Cereyan pek Quvvetli göründüğü bir zaman’da, Hz.İsâ aleyhisselâm'ın Şahsiyet-i Mânewiyesi’nden İbâret olan Haqiqî Îsewîlik Din’i Zuhur edecek, yâni Rahmet-i İlâhiye’nin Semâsı’ndan Nüzul edecek; Hâl-i hazır Hristiyanlık
            (sh:»(M:60)   Din’i o Haqiqat’a karşı Tasaffi edecek, Hurafat’tan ve Tahrifat’tan sıyrılacak, Haqâiq-i İslâmiye ile birleşecek; Mânen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyet’e İnqılab edecektir. Ve Qur'ân’a İqtida ederek, o Îsevîlik Şahs-ı Mânewî’si Tâbi' ve İslâmiyet Metbu' Maqamı’nda kalacak; Din-i Haq bu İltihak Neticesi’nde Âzîm bir Quwwet bulacaktır. Dinsizlik Cereyânı’na karşı ayrı ayrı iken Mağlub olan Îsewîlik ve İslâmiyet İttihad Neticesi’nde, Dinsizlik Cereyanı’na Galebe edip dağıtacak İstidadı’nda iken; Âlem-i Semawât’ta Cism-i Beşerîsi’yle bulunan Şahs-ı Îsâ aleyhisselâm, o Din-i Haq Cereyanı’nın başı’na geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdıq, bir Qadir-i Külli Şey'in Wa'di’ne İstinad ederek Haber vermiştir. Mâdem Haber vermiş, Haq’tır; Mâdem Qadir-i Külli Şey' wa'detmiş, elbette yapacaktır. Evet her Waqit Semawat’tan Melâikeler’i yere gönderen ve bazı Waqit’te İnsan Sureti’ne waz'eden (Hz.Cibril'in "Dıhye" Sureti’ne girmesi gibi) ve Rûhanîler’i Âlem-i Erwah’tan gönderip Beşer Sûreti’ne Temessül ettiren, hattâ ölmüş Ewliyâlar’ın çoklarının Erwahları’nı Cesed-i Misâli’yle Dünyâ’ya gönderen bir Hakîm-i Zü’l-Celâl, Hz.Îsâ aleyhisselâm'ı, Îsâ Dini’ne ait en Mühim bir Hüsn-ü Hâtime’si için, değil Semâ-i Dünyâ’da Cesedi’yle bulunan ve Hayat’ta olan Hz.Îsâ, belki Âlem-i Âhiret’in en Uzak Köşesi’ne gitseydi ve haqiqaten ölseydi, yine şöyle bir Netice-i Azîme için ona yeniden Cesed giydirip Dünyâ’ya göndermek, o Hakîm'in Hikmeti’nden Uzak değil.. belki onun Hikmet’i öyle İqtiza ettiği için wa'detmiş ve wa'dettiği için elbette gönderecek.
            Hz. Îsâ aleyhisselâm geldiği Waqit, herkes onun Haqiqî Îsâ olduğunu bilmek Lâzım değildir. Onun Muqarreb ve Hawass’ı, Nûr-u İmân ile onu tanır. Yoksa Bedâhet Derecesi’nde herkes onu tanımayacaktır.
            Sual:Riwâyetler’de gelmiş ki: "Deccal'ın bir Yalancı Cennet'i var; kendine Tâbi' olanları ona atar. Hem Yalancı bir Cehennem’i var; tâbi' olmayanları ona atar. Hattâ o kendi Merkebi’nin de bir Kulağı’nı Cennet gibi, bir Kulağı’nı da Cehennem gibi yapmış. Azâmet-i Bedeniye’si bu kadardır, şu kadardır..." diye Tarifât var?
            el-Cewap: Deccal'ın Şahs-ı Surî’si İnsân gibidir. Mağrur, Fir’awunlaşmış, Allâh'ı unutmuş olduğundan; Surî, Cebbarâne olan Hâkimiyeti’ne, Uluhiyet Nâmı’nı vermiş bir Şeytân-ı Ahmak’tır ve bir İnsân-ı Dessas’tır. Fakat Şahs-ı Mânewî’si olan Dinsizlik Cereyan-ı Azîm’i, pek Cesîm’dir. Riwâyetler’de Deccal'a ait Tawsifât-ı
            (sh:» (M:61)  Müdhişe ona İşâret eder. Bir Waqit Japonya'nın Başkumandanı’nın Resmi, bir Ayağı Bahr-i Muhit'te, diğer Ayağı 10 Günlük Mesâfe’deki Port Artür Kal'ası’nda Taswir edilmiş. O Küçük Japon Kumandanı'nın bu Suret’te Taswiri’yle, Ordusu’nun Şahs-ı Mânewî’si gösterilmiş.
            Amma Deccal'ın Yalancı Cennet'i ise, Medeniyet’in Cazibedâr Lehwiyt’ı ve Fantaziyeleri’dir. Merkeb’i ise, Şimendifer gibi bir Wasıta’dır ki bir başı’nda Ateş Ocağı bulunur, kendine Tâbi' olmayanları bazan Ateş’e atar. O Merkeb’in bir Kulağı, yâni diğer başı Cennet gibi Tefriş edilmiş, tâbi' olanları oraya oturtur. Zâten Sefih ve Gaddar Medeniyet’in Mühim bir Merkeb’i olan Şimendifer, Ehl-i Sefâhet ve Dünyâ için Yalancı bir Cennet getirir. Bîçare Ehl-i Diyânet ve Ehl-i İslâm için Medeniyet Eli’nde Cehennem Zebâni’si gibi Tehlike getirir, Esâret ve Sefalet altına atar.
            İşte Îsewîliğin Din-i Haqiqî’si Zuhur ile ve İslâmiyet’e İnqılab etmesiyle, Çendan Âlem’de Ekseriyet-i Mutlaqa’ya Nûru’nu neşreder. Fakat yine Qıyâmet kopmasına yakın Tekrar bir Dinsizlik Cereyân’ı başgösterir, Galebe eder ve "el-Hükmü li’l-Ekser" Qâidesi’nce, Yeryüzü’nde "Allâh Allâh" diyecek kalmayacak, yâni Ehemmiyetli bir Cemaat, Küre-i Arz'da Mühim bir Mewki’ye Sâhib olacak bir Surette "Allâh Allâh" denilmeyecek demektir. Yoksa Eqalliyet’te kalan veyâhut Mağlub düşen Ehl-i Haq, Qıyamet’e kadar Bâqi kalacak; yalnız, Qıyâmet’in kopacağı Anı’nda, Qıyâmet’in Dehşetleri’ni görmemek için, bir Eser-i Rahmet olarak, Ehl-i İmân’ın Rûhlar’ı daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.
            5Sualiniz’in Meâl’i: Qıyâmet’in Hâdisatı’ndan Erwâh-ı Bâqiye Müteessir olacaklar mı?
            el-Cewap: Derecâtları’na göre Müteessir olacaklar. Melâikeler’in Tecelliyât-ı Kahriye’de kendilerine göre Müteessir oldukları gibi Müteessir olurlar. Nasılki bir İnsan, sıcak bir yerde iken, Hariç’te Kâr ve Tip’i içinde titreyenleri görse, Aqıl ve Wicdan İtibariyle Müteessir olur. Öyle de: Zî-Şuur olan Erwâh-ı Bâkiye, Kâinat’la Alâqadar oldukları için, Kâinat’ın Hâdisat-ı Azîmesi’nden Dereceleri’ne göre Müteessir olmalarını; Ehl-i Azab ise Elemkârâne, Ehl-i Saadet ise Hayretkârâne, İstiğrabkârane, belki bir Cihet’te İstibşarkârane Teessüratlar’ı bulunmasını, İşarât-ı Qur'âniye gösteriyor. Zira Qur'ân-ı Hakîm, her zaman Qıyâmet’in Acaibi’ni Tehdid S3ureti’nde zikrediyor. "Göreceksiniz..." diyor. Halbuki cism-i
            (sh:»(M:62)     İnsânî ile onu görenler, Qıyâmet’e yetişenlerdir. Demek, Qabir’de Cesedler’i çürüyen Erwahlar’ın da o Tehdid-i Qur'âniye’den Hisseler’i var.
          6.Sualiniz’in Meâl’i: كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ Bu Âyet’in Âhiret’e, Cennet'e, Cehennem'e ve Ehilleri’ne Şümûlü var mı, yok mu?
          el-Cewap: Şu Mes'ele, pek çok Ehl-i Tahqiq ve Ehl-i Keşif ve Ehl-i Welâyet’in Medâr-ı Bahsi olmuş. Şu Mes'ele’de Söz onlarındır. Hem de şu Âyet’in çok Genişliği ve çok Merâtib’i var. Ehl-i Tahqiq’in bir Kısm-ı Ekser’i demişler ki: Âlem-i Beqa’ya Şümûl’ü yok. Diğer kısmı ise: Âni olarak onlar da az bir Zaman’da, bir Nevi Helâket’e Mazhar olurlar. O kadar az bir zaman’da oluyor ki, Fenâ’ya gidip gelmiş hissetmeyecekler. Amma bazı Müfrit Fikirli Ehl-i Keşf’in hükmettikleri Fenâ-yı Mutlaq ise, Haqiqat değildir. Çünki Zât-ı Aqdes-i İlâhî mâdem Sermedî ve Dâimîdir; elbette Sıfât’ı ve Esmâ’sı dâhi Sermedî ve Dâimîdirler. Mâdem Sıfât’ı ve Esmâ’sı Dâimî ve Sermedî’dirler; elbette onların Âyineler’i ve Cilveler’i ve Nakışlar’ı ve Mazharlar’ı olan Âlem-i Beqâ’daki Bâqiyât ve Ehl-i Beqâ, Fenâ-yı Mutlaka bi’z-Zarure gidemez.
            Qur'ân-ı Hakîm'in Feyzi’nden şimdilik 2 Nokta Hatıra gelmiş, icmâlen yazacağız:
            1.:Cenâb-ı Haq öyle bir Qadîr-i Mutlaq'tır ki; Âdem ve Wücud, Qudreti’ne ve İrâdesi’ne nisbeten 2 Menzil gibi, gayet kolay bir Suret’te oraya gönderir ve getirir. İsterse bir Gün’de, isterse bir an’da oradan çevirir. Hem Âdem-i Mutlaq zâten yoktur, çünki bir İlm-i Muhit var. Hem Dâire-i İlm-i İlahî’nin Harici yok ki, birşey ona atılsın. Dâire-i İlim içinde bulunan Adem ise, Âdem-i Haricîdir ve Wücud-u İlmîye Perde olmuş bir Unvan’dır. Hattâ bu Mewcudat-ı İlmiye’ye bazı Ehl-i Tahqiq "Â'yân-ı Sâbite" Tabir etmişler. Öyle ise Fenâ’ya gitmek, Muwakkaten Haricî Libası’nı çıkarıp, Wücud-u Mânewî’ye ve İlmî’ye girmektir. Yâni Hâliq ve Fâni olanlar Wücud-u Haricîyi bırakıp, Mâhiyetler’i bir Wücud-u Mânewî giyer, Dâire-i Qudret’ten çıkıp Dâire-i İlm’e girer.
            2.:Çok Sözler’de İzah ettiğimiz gibi: Herşey, Mânâ-yı İsmi’yle ve kendine bakan Wecih’te hiç’tir. Kendi Zâtı’nda Müstakil ve bizâtihî Sabit bir Wücud’u yok. Ve yalnız kendi Başı’yla Qaim bir Haqiqat’ı
            (sh:»(M:63) yok. Fakat Cenâb-ı Haqq'a bakan Wecih’te ise, yâni Mâna-yı Harfi’yle olsa, hiç değil. Çünki onda Cilve’si görünen Esmâ-i Bâkiye var. Madum değil; çünki Sermedî bir Wücud’un Gölgesi’ni taşıyor. Haqiqat’ı vardır, Sâbit’tir, hem Yüksek’tir. Çünki Mazhar olduğu Bâqi bir İsmin Sâbit bir Nevi Gölgesi’dir. Hem كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ İnsan’ın Eli’ni Masiwa’dan kesmek için bir Kılınç’tır ki; o da Cenâb-ı Haqq'ın Hesabı’na olmayan Fâni Dünyâ’da, Fâni Şeyler’e karşı Alâqalar’ı kesmek için, Hükm’ü Dünyâ’daki Fâniyat’a bakar. Demek Allâh Hesabı’na olsa, Mâna-yı Harfi’yle olsa, li-wechillâh olsa; Masiwa’ya girmez ki كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ Kılıncı’yla Baş’ı kesilsin.
            Elhasıl: Eğer Allâh için olsa, Allâh'ı bulsa; gayr kalmaz ki, Baş’ı kesilsin. Eğer Allâh'ı bulmazsa ve Hesabı’yla bakmazsa, Herşey Gayr’dır. كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ Kılıncı’nı İstimal etmeli, Perde’yi yırtmalı, ta Onu bulmalı!..
[55]       "Rüyâsı’nda Ebû Zerr'i görmüş her Zaman olduğu gibi. Ebû Zerr Çöl’de Can çekişiyormuş. O esnada oradan bir Kerwan geçiyormuş. Karı’sı Kerwan’ın önüne atılıp 'Ey Allâh'ın Kullar’ı! Şurada yatan Adam Ebû Zerr'dir; ölmek üzeredir. O Soylu, o Yoksul Adam’a bir Kefen sunacak kimse yok mu içinizde?' diye haykırmış. Kerwandakiler ürpermişler: 'Ne? Ebû Zerr mi? Yitik Wicdanımız!' demişler. Hemen koşup Ebû Zerr'e bir Kefen sunmuşlar. Ebû Zerr son bir Gayret’le doğrulup Kefen’in Kamu Malı olup olmadığını sormuş. 'Değildir' demişler. 'O halde Qabulümdür' demiş Ebû Zerr. Kelime-i Şehadet getirip Rûhu’nu teslim etmiş. Son Nefes’i Yüzyıllar’ı aşıp Dostum Ebû Zer'i bulmuş. Ebû Zerr titreyerek uyanmış. Kalkmış, giyinmiş, kuşanmış ve Yol’a koyulmuş. Yol’da beni görünce durmuş. 'Üstad' dedim, 'ne var ne yok Sorusu’na bundan daha Muhtewalı bir Cewap almamıştım hiç... Bu aralar İşsizim. Sana birkaç Gün takılabilir miyim?' Bavyera Yapım’ı Antik Motosikleti’nin Sepet Kısmı’nı İşâret edip atlamamı söyledi. Vira Bismillâh! Eski Türk Denizciler’i gibi 'Ey Rüzgâr, ne yandan esersen es; her Yer bizimdir' diye gürleyerek Yol’a koyulduk. İlk Durağımız Anadolu'da Fiyakalı bir Şirket Binası’ydı. Kapı’daki Görevliler Randevumuz olup olmadığını sordular. 'İstemez' dedi Ebû Zerr; 'Yoksullar Adı’na buradayız. Bir Lanet okursak Bina Başınız’a yıkılır. Gücümüz’ü sınamayın, çekilin Yolumuz’dan.' Çekildiler. Ebû Zerr önde ben arkada, Patron’un Odası’na daldık. Patron neye uğradığını şaşırdı, ama Bozuntu’ya vermedi: 'Ebû Zerr... Qadîm Dostum... Hayırdır?' 'İnşaallah hayır olur' dedi Ebû Zerr. 'Adil bir Düzen için yanıp tutuştuğunu söylüyormuşsun her yerde; fakat İşçiler’in Yoksulluk Sınırı’nın altında Can çekişiyorlar. Onlara daha çok Para ver!' Patron sırıttı. 'İş Dünyası’nda bir Kural var'mış. '10 Lira’ya çalışacak Adam’a 11 Lira verilmez'miş..."
[56]             Târih’in Son’u mu?/Fukuyama’yı Okurken: Satır Arası Notlar’la
[57]             Akdemir, S./Evrensel Gazete’si ,23 Haziran 1995.
            ‘İlerleyen Yıllar Ebû Zerr Risâlemiz’den Müstefid Dikkatsiz ya da Basiretsiz, Sathî Okurlar’ın da bu Dengesiz Söylem’i Besleyen Cümleler’e (Qıl-u Qal’e) Kürek çektiklerini Müşâhede edeceğiz... Söz’ün Kem’i Sâhibi’ni bağlar, Densiz Tezler’e kızıp Denge’nin Tebliği’nden Sarf-ı Nâzar edemezdik. (2009).
[58]             Özcan, A./ Haftaya Bakış   C. 4 s. 21, 8 Eylul 1995: "Bundan Yüzyıl önce yaşayan Filozof Proudhon Wahşi Kapitalizm’in tam karşısında durarak haykırmıştı:" Laf’ı uzatmayalım beyler, Mülkiyet Hırsızlık’tır!"
            Üretim ilişkileri’nin Nitelik değiştirdiği ve sanayileşme’nin ortaya  çıkardığı Yeni Sömürü Biçimi’nin, Artı-Değer’e Elkoyma Tarzı’nın Bütün Kaba ve İğrenç Yöntemler’le ayyuka çıktığı 19.yy.da Proudhon'un başlattığı Saldırı doğru’dan Bütün Toplum’a ait Üretim Araçları’nın belli Eller’de toplanması Anlamı’nda Mülkiyet’i hedefliyordu. Ama şimdi olduğu gibi o zaman da "Mülkiyet" Bağlamı’ndaki bir Tartışma, Sermaye Sınıfı’ndan önce ve onlardan çok Geniş Yığınlar tarafından çarpıtılıyor ve zar zor el’de ettikleri Basit Sâhiplikler’in Gayrimeşru İlân edildiği Wehmi’ne kapılıyorlardı. Oysa ne Proudhon'un ne de Benzer’i Mülkiyet Karşıt’ı Düşünürler’in kastettiği Mülkiyet, çalışarak el’de edilen ya da Basit Ticaret’le kazanılan Servet değildi. Aksine bizatihi o Kazançlar’ın dâhi, Âdil olmayan bir Mekanizma’nın dağıttığı haqedilenlerden çok az Değerler olduğunu İddia ediyorlardı.
            21.yy. a girerken, Emeğin, Üretim ve Tüketim’in, Değer ve Kâr'ın çok Farqlı Anlamlar ve Biçimler aldığı bir Süreç’te bir kez daha Mülkiyet Kavramı’nın Asıl Anlam’ı Etrafı’nda düşünmek ve tartışmak gerekiyor.
            Marksitler’in Havlu attığı bir Dönem’de Marksitler’e maledilemeyecek ve bırakılamayacak kadar Ciddi ve Hassas bir Problem’i ve doğurduğu Sonuçlar’ı Asıl Zemini’nde tartışmaya Dewam etmek Müslüman Zihinler’e düşüyor. Çünkü Herkes’in "Şeksiz Şüphesiz" ve Farqı’nda olmadan Kapitalist olduğu bir Dünyâ’da Kapitalizm’e Alternatif Modeller geliştirebilmek ve Sosyalizm’in düştüğü Yanlışlar’a düşmeden gerçekten Âdil bir Piyasa Düzen’i oluşturabilmek için, Alternatif Enerjileri’yle Müslümanlar’ın Çabası’ndan ve İsteği’nden başka Evrensel bir Dinamik görünmüyor.
            Müslümanlar’ın ise son 300 Yıllık Modernleşme Süreci’ni kavrama Zahmeti’ne katlanmadan, yalnızca kendilerine Tekabul eden Sömürgecilik, Geleneksel Yapı’daki çözülme, Ahlaksızlık vb. Sonuçları’na karşı Reaksiyon geliştirme dışında bir Geleneği bulunmuyor. Evrensel özellikli bir Gelişme’nin, Toprağa Bağımlı ve Üretim ve Yaşam Tarzı’ndan İnsan İradesi’ne ve Üretimi’ne Bağlı Modern Sürec’e Geçiş’in Mantığı’nı kavramadan Sonuçlar’ı üzerinde gösterilebilecek Tawır Ekseni’nde düşünmeye alışmış Müslüman Zihinler’in, bu Sığ ve artık Sıkıcı Fobileri’ni bir Kenar’a bırakıp "Somut Olgular’ın Tahlili"ni yaparak Gerçeği kendi Gerçekliği içerisinde kavramaya çalışan bir Zihniyet Devrimi’ni gerçekleştirmesi gerekiyor. Varolan Kapitalist Sürec’in Sonuçları’na Cewap yetiştirmenin Son’u olmadığını Sosyalist Deneyler yeter’i kadar gösterdiğine göre, Borsa’nın Helal mi Haram mı olduğunu tartışan Kof ve Komik Kafa Yapısı’nı değiştirip, Bilimsel Bakış Açısı’yla Olgular’ı Analiz etmeye yönelmek kaçınılmazdır.
            Müslümanlar’ın, Dünyâ’nın değiştiğini, hiçbir Şey’in Dün’deki gibi olmadığını, her Yeni olanın yeni bir Mantıqsal Süreç’le kavranabileceğini, 1000 Yıl önceki Düşünme Tarzı’nın Ürün’ü olan Kavram ve Olgular’ın Köklü bir Muhtewa değişimine uğradığını anlamaları gerekiyor. Mülkiyet Kavram’ı gibi artık Para, Hisse Senedi, Tahwil, Repo vb. Spekülatif Değer oluşma Araçları’na Bağımlı ve Karmaşık bir Nitelik kazanmış Olgu’nun yeniden çözümlenmesi gerekiyor. İnsanlar’ın "üç beş Kuruş" kazanma uğruna bunca Fedakarlığa katlandığı ve Ömrü’nü tükettiği bir Yeni Çağ’da, üçbeş Kuruş kazanıp Yol’dan çıkanları suçlamadan önce, Mewcut Üretim İlişkileri’nin, Sömürü, Kar, Rant, Kira, Faiz, Üretim Tüketim vb. Terminolojik Çerçeve’yi doğru çözümlemek ve Toplum’a ait olması gereken Üretim Araçları’nın belli Eller’de toplanması anlamında "Mülkiyet" Kavramı’nı yeniden anlamaya çalışmak, Yeni bir Toplum kurma Hevesi’yle yol’a çıkanların yapacağı ilk İş’tir.
            Çünkü Mülk yalnızca Allâh'ındır ve Mülk bir Hegamonya Kaynağı’dır. Çünkü Mülk, İnsan’ın İstiğna ve Kibir Araçları’nın en Önemlisi’dir. Çünkü Mülk salt İqtisâdî bir Kategori değil, Otorite’nin Temel Bileşen’i olarak Siyâsî bir Olgu’dur. Çünkü Mülk İnsanlararası Eşitsizliğin, Zulm’ün, Sömürü’nün, Adaletsizliğin, Ahlaqsızlığın en Önemli Referansları’ndan biridir.
            Ve "Mülkiyet" Hırsızlık’tır.
            Proudhon Hırsızlığı başka İnsanlar’ın Emekleri’nin ve Hakları’nın çalınması Anlamı’nda kullanıyordu. Müslüman biri için bu Anlam’ın yanında ve bu Anlamı’n da Kaynağı olarak Hırsızlık, Allâh'ın Haqqı’nı sahiplenmek olarak da anlaşılmalıdır. Kazandığını "Allâh'ın verdiğine" , "kaybettiğini" Allâh'ın aldığına" inanan bir Ümmet’in Mensuplar’ı için hiç kimseye ait olmayan belirli Kişiler’e Tapu edilmesi iki kere Hırsızlık’tır.
            Kollektif Mülkiyet’in bir Avuç Oligark arasında üleşilmesi bir Sonuç’tur. Bu Sonuc’un Sebeb’i sadece İnsanlar’ın haq’etmedikleri, kazanmadıkları, Çaba sarfetmedikleri Şeyler’e Sâhip olmaları değil, Modern Kapitalist Üretim Süreci’nde varolan Karmaşık Mekanizma içerisinde Meşru, Maqul, Rasyonel ve belli bir Emek ve Çaba da sarfederek çok fazla şey’e Sâhip olmalarını sağlayan "Mülkiyet" Haqqı’dır. Bu Kavram Ekseni’nde Taraf olmayanlar, ne Ahlaqlı birer Müslüman olurlar, ne de Adam gibi bir Adam!
            Çünkü, Mülkiyet Hırsızlık’tır ve milyonlarca İnsan’ın bir kaç Aqlı Ewwel tarafından Eşek yerine konmasının en Zor anlaşılır Aracı’dır.
[59]             Sefâlet'in Felsefesi'ni yazan Narşizm Düşman’ı. " Mülkiyet Hırsızlık’tır" Tezi’ni işledi. 6 Yaş Küçüğü Marks'ın Dünyâsı’nı değiştirdi.
[60]             Prof. Dr.Canan, İ./Kütübü Sitte Muhtasar’ı c.3 s.540
[61]             Prof. Dr.Canan, İ./Kütüb’ü Sitte Muhtasarı c.7. s.337.
             Merhum’un Wefat Haberi’ni işitmeden Kısa bir süre sonra Tenwir II Kamp’ı için Harran’dayız. Merhum’un Rektörlüğü’nü yaptığı Üniversite’nin Târihî Kalıntılar’ı olan bir Saha’yı gezmişiz, Kewser ve Tekasür Dikotomi’si Etrafı’nda Gelişen bir Konuşma’ya Soluk veriyorum. Ebû Zerr Yıldızı’nı işaretleyen Parmağımız Etrafı’nda Qarz-ı Hasen Projemiz’i Teşrih ediyor Arkadaşlarımız. Eş Zamanlı olarak Ebû Zerr Okumamız’ı Referans veren Aşağı’daki Yazı’dan Maqarr-ı Ulemâ’ya Dönüş’te Haberdar edileceğim:
             Yalova’da Konferans vermiş İstanbul’a Evi’ne dönüyordu... Oturduğu Koltuk’ta Cep Telefonu’nu unuttuğunu, Otobüs’ten inince anladı. Telefonu’nu almak için bir Hamle’yle Otobüs’e doğru koştu. Tam o esnada geriden gelen bir Otobüs’ün çarpmasıyla Otagar’ın Yağmur’dan Islak Parkeler’i üzerine seriliverdi...
            Üzerine Gazete Kağıtlar’ı örttüler.
            “Şurada bir Adam’a Otobüs çarptı, ölmüş galiba” Sesler’i duyuldu. “Profesörmüş, İbrâhim Canan yazıyor” dediler...
            Gazeteler “Profesör Cep Telefon’u uğru’na öldü” diye yazdığında o defnediliyordu.
            Ah benim Güzel Hocam!
            Böyle yalnız ve Gariban Ölümler’e dayananam.
            Nitekim Haber’i duyduğumda dayanamadım.
            Otogarlar’ı bilirim, çok gelip giderim öyle.
            Yalnız biner, yalnız inerim.
            Yalnızlık bana hep Ümmet’in o Görkemli Yalnızı’nı hatırlatır.
            Issız Çöl’de yalnız yatan Ebû Zerr...
            Bu İsm’i duyunca elektrikleniyorum. İçimin Derinlikleri’nden bir Heyecan Dalga’sı yükseliyor. Titriyorum ve haykırasım geliyor.
            Ah benim güzel Hocam!
            Sen öyle Yalnız ve gariban Otogar Köşeleri’nde ölmeyesin diye Meydanlar’a atılan, Saraylar’ın Duvarları’nı inleten Ebû Zerr haqqında Aşağı’daki Sözler’i söyleyen sen mi olmalıydın?
            Beni Tarifsiz Elemler’e garkettin. Kahrıma kahır kattın.
            Senin Ölümü’ne mi yanayım, İstanbullu Ebû Zerr’in Gifarlı Ebû Zerr’ için söylediklerine mi yanayım, Klasik ‘Dindar Zihnin’ Aşağı’daki Sözleri’nde kendini el’e veren hal-i pür Melâli’ne mi yanayım, neye yanayım...
            Bakın Otogar Köşeleri’nde ölüp üzerine Gazete Kağıtlar’ı örtülen İstanbullu Ebuzer Canan Hoca, Gifarlı Ebû Zerr hakkında neler yazmış;………………….
            Ah benim Güzel Hocam, ah!
            İşte bizim hâl-i pür Melâlimiz bu.
            “Aç sabahlayıp da Kılıcı’nı çekmeyene şaşarım” diyen Ebû Zerr, sen böyle olmayasın diye savaşmıştı. Şimdi o Çöl’de yatıyor, bak onun yerine söylüyorum: “Otogar Köşeleri’nde ölen Yoksul bir İlahiyat Profesörü’nün, Zenginler’i savunan birisi olduğuna şaşarım.”
            Ne Hazin bir Durum!
            İşte bunlar İslâm’ın Yaman Çelişkisi’dir.
            Yoksullar’ın, Ezilenler’in, Açlar’ın, alınıp satılanların, Köleler’in Târih’teki son Dinî Çığlığı olarak,“fekku ragabe” (Köleler’e Özgürlük!) diyerek doğmuş, ilk 23 Sûre’de Mülk Sâhipleri’ni Bombardıman’a tutarak başlamış, Okurları’na ilk Bahçe Sâhipler’i Qıssası’nı anlatarak başlamış, “Lehu’l-Mülk”Sesleri’yle Servet Kaleleri’ni, “Lâilahe illallâh’ Nidaları’yla İmparatorluk Duvarları’nı yıkmış bir Din’in sonraki Hocaefendileri, Profesörler’i, Şeyhler’i, Mollalar’ı, tutar o yıkılan Kaleler’in ve Duvarlar’ın Savunu’cu ve hatta Koruyucu’su haline gelirler.
            Kendisi de bir Ebû Zerr’dir ama Ebû Zerr’i Açlık’tan öldürenlere Övgüler düzer.
            ‘Kendi Celladı’na gülümser.’………….
Bu Halq bunları öğrenmeli. Hocalar, Şeyhler, Mollalar uyanmalı. Otogarlar’da ölüp giden Yoksul Profösörler, ölmeden önce Geçmiş’e eleştirel bakmalı, yaşayan Fıqıh üretmeli. İslam kalkarsa buradan Ayaga kalkacak...
            Aksi halde ‘Ebuzerleşmeleyim inşâllah’ söz’ü ile daha çok uyutulacağız...
            Not: Aşağıdaki linkte Kayseri’den Qadim Dostum Kemal Ersözlü tarafından Qalem’e alınan “Bir Adâlet Savaşcı’sı Gıfarlı Ebû Zerr” Başlıklı Kitapçık Çapı’nda Enfes bir Maqale var. Lütfen okuyunuz, okutunuz, dağıtınız...
[62]             et-Tirmizî/es-Sünen,el-MenÂqıb'da Enes'den
[63]             Matta, Bab 5 /13
[64]             Bab 6/ 1-4 
[65]             Bab 6/ 19-22
[66]             Bab 10 /34-39
[67]          ‘Türkiye’de Çevre’nin Merkez’e yürüdüğü Tespitler’i artık eski’di, Mewcut Durum’u anlatmakta Yetersiz kalıyor. Çevre artık Merkez’de, Statü, Güç ve Para  Sâhib’i, giderek daha Mobilize, hâli’yle daha çok görünüyor, hatta ‘göz’e batıyor’ ‘Milenyum’da yaygınlaşıp derinleşen Değişim’in İlk Viraj’ı 90’larda alınmıştı. 9 Yıl önce kurulan MÜSİAD, Anadolu’daki Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi’yi Çatı’sı altında toplayarak Dünyâ’ya açtı, ‘Anadolu Kaplanları’yla birlikte Nur Topu gibi bir de ‘Burjuva Sınıfı’mız oldu. Eleştiriler’i Haqlı çıkaran Mide Bulandırıcı Durumlar olmakla birlikte, yekpâre bir Bütün olarak algılanıp Gösteriş Merakı’yla, Rüküşlük’le, Din’in Kibirlenme Uyarısı’na Kulak tıkamakla İtham edildiler. Kim bunlar, nereden geldiler Sorular’ı zamanla yerini ne yer ne içerler, ne giyer nereye giderler Merakı’na bıraktı. Bu İlgi ve didiklemenin ardında Üstenci bir Bakış, bir Hor görü ve Burun kıvırma yok demek İmkánsız. Artık yok sayılmıyorlar ama Qabul gördükleri de söylenemez. Olup biteni, Değişim Süreci’nin Tetikleyici’si MÜSİAD’ın Fikir Baba’sı, Kurucu Başkan’ı Erol Yarar ile konuştuk. (Fadime Özkan)‘
[68]          (Türkiye’de iyice Açığa çıkan bir Kavga var. Neyin Kavga’sı sizce? )Türkiye’de Sosyal Siyâsî bir Değişim var. Bir Ergen’in Yüzü’nde nasıl Sivilceler çıkar, Wücudu’nda Değişiklikler olursa Türkiye’de benzer bir Dönem yaşıyor, Aqıl’la Beden çatışıyor.
            (Beden ve Aqıl’dan kastınız ne?)  Fikriyat’la Statüko. Siyâsî-İqtisâdî Konumu’nu korumak isteyenler direniyor, Değişim isteyenler güçlendikçe Ses’i gürleşiyor.
            (Değişim Karşıtları’nı Anlayış’la mı karşılıyorsunuz, Şımarık mı buluyorsunuz? ) Bilmediği için Korkanlar’ı anlıyor bildiği halde Direnenler’i Küstah ve Kibirli buluyorum. Ülke Gerçeği’ni görmek istemiyorlar.
            (Tepki’nin bu kadar Rijitleşme Neden’i, Çevre’nin artık Merkez’de olması mıdır? Başörtülü Çaycı’yı Sorun etmeyip Doktor olduğunda Rahatsız olmak gibi.
            Çok İlgili’dir. Bazıları Türkiye’deki İnançlar’ı bir Haywânat Bahçesi’ne sokmak istediler. Orada en Wahşi Haywan bile Para kazandıran bir Meta’dır, Çeşitlilik İyi’dir. Ama şimdi Amazon’da Yırtıcı Hayvanlar arasında kalmış gibi hissediyorlar.
            (Bu Değişim beklenmeyen bir Şey mi?)  Hiç beklemiyorlardı, Haywânat Bahçesi’ndeki kadar Kontrol Mekanizmalar’ı vardı. Türkiye’de Din hep Kontrol altında tutuldu, bir Nehr’in Baraj’la tutulup istendiği Miqtar’da bırakılması gibi bir Durum var.
            (Muhâfazakárlık arttı deniyor ama?) Bir Ağac’ın Kök’ü çok Quwwetli’yse ne yaparsanız yapın bir yer’den Filiz verir.
            (90’lar Virajı’ndan sonra Yeni bir Burjuva Sınıf’ı, Yeni bir Orta Sınıf doğdu.)  Ben buna Yeni değil Asli diyorum. Diğerlerinin sundukları ve Türkiye’nin Değer’i diye tanıtmak istedikleri hiçbir Değer’in Kültür’ün Kök’ü, Aslı bu Toprak’ta değil.
            (Türkiye’de Sermaye Dewlet Eli’yle oluşturuldu. Anadolu Sermaye’si ise Batı’daki gibi kendi Doğal Süreci’nde gelişti; bu yüzden en azından Kavramsal olarak Türkiye’nin Gerçek Burjuvazi’si bu Yeni Sermayedarlar’dır diyebilir miyiz?) Kesinlikle. Çünkü bunlar Cepheler’de Nesilleri’ni tüketmiş Âileler’in Çocuklar’ı. Ne zaman Yeniçeri Teşkilat’ı kaldırıldı; Türkiye’nin Askerî Türk Milleti’nden Temin edilmeye başlandı, Ticârî Hâkimiyet Azınlıklar’a geçti. 19. Yüzyıl zaten Savaşlar Yüzyılı’ydı, Osmanlı 35 Yıl fiilen savaştı. Arkasından Balkan ve Cihan Savaş’ı, Neslimiz Çanakkale’de bitti. Ticâret yapacak Adam kalmadı. Yetimler önce Mecburen Çiftçi, Nüfus artınca 50’lerde İşçi oldular, 80’lerde Özal bunları biraz Ticâret’e soktu. 90’ larda ise MÜSİAD bu Nosyon’u Dünyâ’ya açtı.
            (‘Aslî Unsur’un Yokluğu’nda mı Dewlet Eli’yle semirtildi Cumhuriyet Burjuva’sı?)  Koyun’un olmadığı yerde Keçi’ye Abdurrahman Çelebi derler. Ama Aslî Unsur artık olması gerektiği yerde. Dewlet Eli’yle semirtilmediler, çalıştılar, Yokluk çektiler. Öyle İşadamlar’ı tanırım ki Lastik Ayakkabı’yla gelmiş İstanbul’a, Araba yıkamış...
            (Yine de nasıl bir Beceri ki bu, her Lastik Ayakkabılı da İşadamı olmuyor.)  Çalıştılar şükrettiler, azken verdiler, Allâh da daha çok verdi çünkü daha Cömert.
            (1990’da MÜSİAD’ı kurarak Anadolu’daki Potansiyeli Hareket’e geçirdiniz.)  Potansiyel vardı ama İş’in Şifreleri’ne Sâhip değillerdi, biz Sâhip’tik, Allâh lütfetti.
            (TÜSİAD’a girmek varken ne diye kurdunuz MÜSİAD’ı?) Kapitalist Sistem’in Dünyâ İqtisadı’na, İnsanı’na getirdiği Çarpık bir Model var. Değişmesi lâzım. Bizim Kültürümüz’de İnancımız’da da bunu değiştirecek Dinamikler var. Bir Fikriyât’ın ancak Kurumsal Yapı’yla büyüyebileceği Fikri’yle kuruldu MÜSİAD.
            (Sinir Uçları’nın Açık olduğu Alanlar’da bulundunuz. Nelere Tanıklık ettiniz?)  Ben bu Çevre’nin içindeydim. Babam TÜSİAD’ın Kurucu’su, Annem Robert Kolej’den Ecevit’lerin Sınıf Arkadaşı’ydı. Işık Lise’si Mezunu’yum ben de ama Ailem’de Din ve Dünyâ’nın bir araya getirilebileceğini görmüştüm. Oysa Toplum’da iki taraf da birbirini tanımıyordu. Öyle ki MÜSİAD’ın ilk Kongresi’ni 5 Yıldızlı bir Otel’de yaptık diye Arkadaşlarımız ‘ne İşimiz var burada’ diyorlardı! Asli olduklarını unutmuş, Marjinalliği kabullenmişlerdi, Türkiye’nin Zenciler’i gibi hissediyorlardı kendilerini. Ötekileri tanımadıkları için de çok fazla Su-i Zan’da bulunuyorlardı.
            (Sizin Durum’a ‘uyanışınız’ nasıl oldu?)  Ben Din Nedeni’yle Husumet görmedim. O sonradan çıktı zaten, birileri pompaladı.
            (Ne zaman’a Tekâbül ediyor bu?  )Kurumlaşma’dan sonra. Sizi Ferdî gördüklerinde Sorun olmuyor.
            (90’larda nasıldı Anadolulu İş Adam’ı? ) Çoğu Yurt Dışı’na gitmemiş. Avrupa’ya, Amerika’ya, Rusya’ya Düşman. ‘Bir Lokma bir Hırka’ya inanan, Helal olsun Az olsun, Oğlum okusun İş’in Başı’na geçsin, Kızım okumasa da olur, diyen bir Yanlış Anlayış. Bunu değiştirmek için Aksiyonlar yaptım.
            (Yeni İş Adam’ı ortaya çıktığında, ‘diğerleri’ nasıl bir Tawır gösterdi? ) Direkt Tawır değil tabi ama bana kızdılar. ‘Eski Köy’e Yeni Âdet getiriyorsun, ne Gereği vardı, güzel güzel yiyor içiyor eğleniyorduk, bunlar da nerden çıktı’ vs. Çok Şey dendiğini biliyorum ama İstanbul Kültür’ü, Waqar’ı ve ‘Haq bildiğin Yol’da yalnız gideceksin’ Prensibi’yle Sığ Tartışmalar’a girmedik. Âine’si İş’tir Kişi’nin.
            (Bu Tepkiler’e rağmen Sebat nedeniniz?)  Bu bir Dinî-Millî Misyon’du. Türkiye üç beş Âile’nin Eli’ne bırakılamayacak kadar Önemli bir Ekonomik Potansiyel’e Sâhip’ti ve bunun Taban’a inmesi gerekiyordu. Ülke’nin Kültürü’yle barışılması gerekiyordu, Ülke’ye ancak Barışık İnsanlar Önemli Değerler getirebilirdi. Ben buna inandım.
            (Ama hâla Üstenci bir Bakış, bir Hor görü var. Hissettirilen Duygu bu mu? )Kadınlar’a daha çok hissettiriliyor, Erkekler o kadar etkilenmiyor. Geçen Gün Büyük bir Alışveriş Merkezi’nde Mescid’e girdim. Baktım Ayakkabılar’ın hepsi Marka! Arkadaşlar’ın yanına döndüğümde ‘Türkiye’de Devrim oluyor, Haberiniz yok’ dedim. Nerede, dediler; Mescit’te, dedim!
            (Cami’den Ayakkabı çalanlar Alışveriş Merkezleri’ne yönelecek demek ki! ) Oo, Süper Ayakkabılar var.
            (MÜSİAD, Müstakil İşadamları Derneği. Ama o ‘m’ hep ‘Müslüman’ olarak okundu. Bu Yanlış bir Okuma mı yoksa Hesabınız zaten bu muydu? )Yanlış okudular, Güzel yorumladılar.
            (Müstakilden kastınız ne?  )Hürriyet. Para’nın Esir’i olmamak.
            (TÜİSAD’dan Farqınız ne? )Dewlet’ten nemalanmamak.
            (Âlem’in Kral’ı TÜSİAD mı MÜSİAD mı?) Sayısal Çoğunluk MÜSİAD’da, Parasal çoğunluk TÜSİAD’da. Onlar da 40 Yıllık Sermaye Birikim’i var ama aradaki Farq çok azaldı. TÜSİAD geçmiş MÜSİAD gelecek demek.
            (Her Yükseliş’in bir Düşüş’ü var. Yükselen Sınıf bu Döngü’nün neresinde?)  Yol’un çok başında, Adapte olmaya çalışıyor.
            (Para Müslüman’ı bozuyor mu?)  O bizim İmtihanımız işte. Peygamberimiz diyor ki: ‘Benim Ümmetim’in Âfet’i Mal’dır’.
            (Para’nın Satın alamadığı ne var Dünyâ’da? )Para Maqam İqtidar Çevre alabilir ama Kültür Satın alamaz. Hanzo’ysan Hanzo’sundur.
            (İslâmî Burjuvazi Estetik Değerler’i oluşmamış olmakla eleştiriliyor? )İngiliz Aristokratlar gibi Tavan’a kadar Kütüphane yaptırıp hiç Kitap okumayan da var ama Olumlu Örnek de çok. Artık Seyâhat Biçim’i değişti. Batı’ya Batı’yı görmeye gidiyorlar artık.
            (Batı’da Burjuva Sınıf’ı, Aristokratlar’ca dışlandıkça Sanatçılar’a Sponsor olarak Qabul İmkan’ı yarattı kendine. Koç’lar Sabancı’lar da Burjuva olmanın Batı’daki bu Görüngüleri’ne Önem veriyor. İslâmî kesim’de de belli bir Sermâye Birikimi oldu, bunun Waqt’i gelmedi mi?) Kültürel Değerleri’ne Uygun olanlara, Musiki Konser’i, Hat Sergi’si.. Sponsor oluyorlar aslında. Kendi Kültürler’i Hârici’nde gördüklerine Sponsorluk yapmıyorlar, beklemek de Yanlış olur. Zaman alacak.
            (Mehmet Şevket Eygi’nin Eleştirileri mi çok üzüyor, Ahmet Hakan’ınkiler mi?)  Eygi içerden eleştiriyor, o yüzden Tutarlı. Ahmet ise ‘o Kimlikt’en değilim ama onları tanırım ha’, diye yaptığı için pek sevilmiyor. Bazı Yazıları’na katılsam da, Nişantaşı’nda Cafe’de oturup Entel görünmeye çalışıyor, atıp tutuyor. Bunları yazdırtmak Fikriyat’ı Amac’ı açısı’ndan Hürriyet’in bir Başarı’sı. Ahmet açısı’ndan ne demektir, buna da kendisi baksın.
            (Cem Karaca’nın Şarkı’sı: ‘İşçi’sin sen İşçi kal’. Herkes olduğu gibi mi kalmalı?  )İnsanlar’ın geldikleri yer’e değil, geldikleri yeri reddedip reddetmediklerine bakarım.
            (Müslüman Erkekler Türbanlılar’la evlenmiyor tartışması var malum. Herkes kendi Kümesi’nden biriyle mi evlenmeli sizce?)  Bu Sevgi İşi’dir, Mekanik değil. Bir Erkek Çevre Faktörü’yle ‘Başörtülü bir Kız’ı almalıyım’ diyorsa kınarım. Bir Erkek Bilinçli olarak tam tersini yaparsa da kınarım.
            Abdurrahman Dilipak Konu’yla ilgili sorulan Soru’ya cewaben ‘bu bir Hindu’nun İnek Eti yemesi gibidir’ dedi!  Abdurrahman’dır söyler, normal. Biri böyle söylemiş deseydiniz de Abdurrahman Dilipak’tır derdim.
            (Para sizin için ne demek?) 1)Kimseye Muhtaç olmamak 2)Âilem’e iyi bir Hayat sağlamak 3)Çevrem’e, Aqrabalarım’a Faqirler’e Yetim’e Sâhip çıkmak.
            (Parasızlık çok mu Mutsuz eder sizi?  )Sabrederim. Parasızlık da İmtihan’dır.
            (Kaç çocuğunuz var? )5. Şimdilik!
            (Nasıl bir İnsan’sınız? )Analitik düşünürüm. Dinsel Önceliğim çoktur. Mescitler’i, Ewliya Ziyâretleri’ni çok severim. Düzenli Spor yaparım.
            (Dış Görünüş’le çok mu ilgilisiniz? )Nasıl göründüğümle iİgili’yim. ‘Yiğit 10’dur, 9’u Don’dur’ Sözü’ne inanırım.
            (Entelektüel misinizdir? Düşkünlük Seviyesi’nde Târih Sosyoloji okurum. Bir de çok Qur’ân okurum.
            (Siyâsî Görüşünüz ne?)  Ülke’nin Kültürü’ne İslâmî Kimliğe Önem verenlerin Siyâset’te Başarılı olmasına çalışırım. Türkiye’nin Geleceği burada.
            (Müslüman Erkekler 28 Şubat’tan sonra Giyim Kuşamları’nı, gittikleri Mekánlar’ı değiştirdi, Sakalı Bıyığı kesti...)Ben Şekil olsun diye değil Sünnet olduğu için bıraktığımdan kesmedim. Her Dönüşüm’ün Güzellikler’i, Çirkinlikler’i var tabi. Nesiller alması gereken Değişim bir Nesil’de yaşanınca Tuhaflıklar oluyor. Farqlı değilim, sizin gibi giyiniyorum, beni de Kale alın gibisinden, Marka’yı gösterme Arzu’su var, Absürd ama Temiz şekilde, Maddî İmkanlar’ı değiştiği için yapan da var.
            (Her Üretim-Tüketim İlişkisi kendi Toplumu’nu, İnsanı’nı yaratır. Yaşanan Süreç de bir İnsan Tipi çıkardı ama bunlar aynı zaman’da Kanaat et, İnfaq et, Kibirlenme, Gösteriş yapma diyen bir Din’in Mensub’u olduğunu İlân ettikleri için de Oksimoron bir Durum çıkmadı mı ortaya? )Bazı Aşırılıklar’ı gözlüyorum ama ‘bir Lokma bir Hırka’ Felsefesi’ne de inanmam. Bu bize yutturulmuş bir Zoka’dır! Allâh verdiği Nimetler’i Kulları’nın üzerinde görmek ister. Osmanlı Padişahı’nın Giyim’i Karacaoğlan gibi değil. Ölçü Minumum giyinmekse İmâm-ı A’zam’ın Giyimi’ni nasıl İzâh edeceğiz? Ev’i Bağdat’ın en Güzel Evi’ydi. Zekatım’ı veriyorsam İslâm’da kimse niye böyle yapıyorsun deme Haqqı’na Sâhip olmuyor. Malı’nın Tümü’nü İnfaq etmeyi Allâh’ın Rasûl’ü de İzin vermiyor. Zannediyoruz ki Adam zenginleştiği halde Faqir Hayat’ı yaşayacak. Öyle bir Şey yok.
            (Ölçü ne olmalı? )Bir İnsan’ın Kibirli yürümemek kaydı’yla Zengin olduğu anlaşılmalı Sokak’ta. Faqir anlasın da gelip Derdi’ni anlatsın diye. Mao gibi Gri Kıyafetler’in giyildiği bir Düzen’e inanmıyoruz ki. Okuduğum Âyet ve Hadisler’de herkesin harcamasının Allâh’ın ona verdiği kadarı’yla olduğunu biliyorum.
            (‘Müslüman Müslüman’dan Sorumlu’dur’: Ölçü kaçarsa İç Denetim işler mi? ) Denetim’e de Karşı’yım. Hata varsa İsim vermeden ortaya konuşarak İkaz’a inanırım. Herkes Hesâbı’nı Allâh’a verir.
            (Mahalle Baskı’sı yok yani? )Olamaz da. Âlemler’in Rabb’i bizi kendisini tanıyıp tanımama Konusu’nda Özgür bırakmış. Kim kime Baskı yapacak, Allâh’tan Büyük Güç mü var?
[69]          (Durmuş Yılmaz Merkez Banka’sı Başkan’ı olduğunda Evi’nin önü’ndeki Ayakkabılar’a bakan Zihniyet’le, Mescid’in Kapısı’ndaki Ayakkabılar’a bakan Zihniyet arasında ne Farq var?) Çok Büyük Farq var. Bir Tane’si Tecessüs’le bakıyor, Açık arıyor. Öbürü ise her Gelişme’de Mutlu oluyor. Biri eleştirmek için bakıyor, öbürü ise İslâm Âlemi’nin gelişmesini istediği için her Küçük İlerleme’yi bir Mutluluk Wesile’si olarak İnsanlar’a Mesaj olarak vermeye çalışıyor. Açık aramak Âyet’le yasaklanmış bir Bakış Açı’sı. Bir İnsan’ın Ayakkabısı’na ona Puan vermek için bakmak, aşağılamak için Kötü bir Şey’dir. Ama bir İnsan’ın üzerinde iyi bir Kıyafet görürseniz onu söylemek Tecessüs olmaz.
            (Marka Ayakkabı giymek, Müslümanlar’ın ne kadar Kaliteli olduğunu mu gösteriyor?) Bir Toplum’un Zenginler’i de Din’e Sâhip çıkıyorsa, o Memleket’te Devrim oluyor demektir. Dünyâ’nın neresine gidersen git. Bak Zengin Grubu’na, Zenginler Din’den uzaklaşır. Bizde Yıllar geçmiş. Lastikliler’in doldurduğu bir Câmi’den Marka Ayakkabılar’ın doldurduğu bir Câmi hâline gelmiş. Bir Devrim olmuş Türkiye'de. Bu Mesaj neden Ters anlaşılıyor? Ben Önemli bir Tespit yapıyorum. Zenginleştikçe Din’den uzaklaşan bir İstatistik’ten zenginleştikçe Din’e daha da yaklaşan bir Toplum’a gelmişiz. Elhamdüllilah demek gerekir bu Sonuc’a.
            ('Elhamdüllilah artık Müslüman Burjuva'mız mı var?) Ben Burjuva Kelimesi’ni tartışılan Röportajım’da hiç kullanmadım. Hatta aynı Gün Harward Üniversitesi'nden Hocalar gelmişti, Türkiye Burjuvası üzerine Araştırma yapıyorlardı. Ben onlara da 'Burjuva Kelimesi’ni çok iyi anlıyorum ama bu Kelime Kapitalizm’in bir Öğe’si olduğu için bir Müslüman’a kullanmayı içime sindiremiyorum' demiştim. Bu İncelikler’in Farqı’ndayım ben. Gazete’nin Kısıtlı İmkanlar’ı içinde Herşey’i sizin İzah ettiğiniz gibi yansıtmayabiliyorlar. Daha sonra Televizyon’a da bu yüzden çıkıp detaylı’ca anlattım.
            (Size 'Mütedeyyin Kapitalist' diyenler var. Ne diyorsunuz?) Kapitalist Kelime olarak Sermayedar demek, ancak bilindiği Anlamı’yla bunu Müslüman bir İşadamı’na söyleyince sövmüş gibi hissediyorum. Burjuva da aynı şekil’de. Belki içselleştirilebilir ama bugünkü Anlamı’yla kullanmayı Hoş karşılamıyorum. Biz Fransız Kapitalizmi’nin ürettiği Adam Tipi olarak Burjuva da olamayız. Onun Hârici’nde Adam Güzel giyinmiş, iyi bir Marka’yı almış, Araba’sı çok Kaliteli’ymiş. Olsun Kardeşim, Dünyâ’nın nNmetleri’ni Allâh kimin için yarattı.
            (Peki ölçü ne? Hayrettin Karaman '200.000 Lira’dan Pahalı bir Araba’ya binmek İsraf’tır' diyor.) Ben Allâhü Teâla'nın Ahkamı’nın Parasal Rasyonalite’yi % olarak verdiğini gördüğüm için Yüzdeler’e bakarım. 200 Milyar benim için Ölçü değil. 100 Milyar da İsraf olalbilir bir İnsan için. Adam, Çoluk Çocuğu Aç iken 50 Milyar’a bir Araba alıyorsa bu da İsraf olur. Bir Adam, farzedelim X Müslüman, 10 Milyar Dolar Servet’i var ve her Sene 1 Milyar Dolar bağışlıyor. Bu Adam 1 Milyon Dolarlık bir Araba’ya binse ben bu Adam için İsraf demem.
            (Yüzdeler; İş’in Ahkam Boyutu’yla Alaqalı Peki Wicdan? Mesela Asgari Ücret’in 700 Lira olduğu bir Ülke’de 1000 Liralık bir Ayakkabı giymek nereye oturur?) İmâm A’zam Hazretleri'nin 30 Altınlık Kaftan’ı nereye oturursa oraya Benim karşı çıktığım Düşünce bu. Adam’ın Ayakkabı’sı kaç Para, sanane? 1.si seni ilgilendirmez. 2.si o İnsan’ın Allâh indinde yaptıklarını bilmiyorsun ki, sen Adam’a sadece o anki Konumu’yla, daracık bi Alan’da Tecessüs yapıyorsun. Biz İnsanlar’ın ne giydiklerine Arabaları’na bakarak onların Ahlâqî Kriterleri’yle ilgili Yorum yapma Selahiyetimiz yok.
            ('Bir Lokma bir Hırka bize yutturulmuş Zoka’dır' diyorsunuz. Problem Tasawwuf’ta mı?) Ben bunu 96 Yılı’nda da söylemiştim. Çünkü Dünyewî Motivasyon’u engelleyen en önemli Şey bu. Baktım ki anlamıyorlar, biraz daha Doz’u artırdım. Ben bir Lokma bir Hırka’nın ne olduğunu çok iyi biliyorum. 15 Yıl Tasawwuf okudum, Tekkeler’de büyüdüm. Ewliyaullah Başım’ın Tac’ı. Ama karşı çıkanların söylediği gibi değil o İşler. Niye Serveti’ni terkeden İbrâhim Ethem Hazretleri'ni Örnek gösteriyoruz da Fâtih'e bakmıyoruz. Akşemsettin, Fâtih'e hiç İbrâhim Ethem gibi ol demiş mi? Böyle bir İslâm yok. Niye İbrâhim Ethem'i anlatıyorsun, sen Yavuz'u, Fâtih'i, Hz.Osman'ı anlat. Hangisi Servet’i terketmiş. Rasûllulâh'ın bir Tawsiye’si var mı Servetiniz’i terkedin diye Hayır! ‘Bir Lokma bir Hırka’ Bangladeş'te. Orası gibi mi olmak istiyoruz. Bu mu İslâm Ülke’si. Şimdi Kitap yazıyorum, bunun bir Zoka olduğunu anlatmak için.
            (Kitab’ın Ad’ı belli mi?) Evet. Zenginlik Din’i İslâm olacak. İslâm’ın Çağdaş Dünyâ’da nasıl bir yer alması gerektiğini anlatmak istiyorum. Bunu hangi Fertler, hangi Motivasyonlar’la yapacaklar. İçeriği de bu olacak.
            ("Faqir yaşamak Peygamber'in Tercih’i" Sözünüz çok Tepki çekti. Yanlış mı anlaşıldınız?) Çok açık Net bir Söz. Rasûllulâh'ın iki tane Yaşam Biçim’i var. 1.si Ümmeti’ne söyledikleri, yapın dedikleri. Bir de yapın demeden kendi yaptığı Kendi yaptığının bazılarını Taqlit etmeye çalışanları engelliyor, siz yapmayın diyor. Kendi Tercihi’yle yaşıyor. Mesela İftar etmeden Oruç tutuyor.
            (Resûllulâh Zengin miydi?) Rasûllulâh'ın Faqir olduğunu kim söylüyorsa, Qur'ân'a Hadis'e Aykırı konuşuyor. Râsullulâh Faqir değildi. Qur'ân’la Hadis’le Sabit’tir Faqir olmadığı.. 2 tane Delil’le söylüyorum. Hangi Seviye’de Âlim olursa olsun herkesle tartışabilirim. Rasûllulâh yanına gelenleri hiçbir zaman boş çevirmeyecek kadar Zengin’di. Hayatı’nın belirli Dönemleri’nde öyle Tasadduq’ta bulundu ki, hem başkasının Serveti’nden filan değil. Bizzet kendi Serveti’nden. Hatta o Sadaqa’yı alan İnsanlar Qâvwmleri’ne gidip "Bize Wâdi Dolu’su Tasadduq’ta bulundu" dediler. Bunu verebilecek kadar Qudretli’ydi Rasûllulâh. Faqir olan İnsan nasıl verebilir.
            (Siyâset’te olmamak Bilinçli bir Tercih mi sizin için?) % 80 itibariyle benim Tercihi’m. Şu ana kadar her hangi bir Siyâsi Parti’ye üye olmadım. Yani bugün’e ait değil.
            (Niçin?) Parti’ye girmek o Parti’nin Felsefesi’ni bütünü’yle Qabul etmek demek. Ben hiçbir Siyâsî Olgu’yu, ben bunun tamamı’nı Qabul ederim dediğim bir nokta’da olmadım. 2.de Türkiye'de Siyâset’in Yapı’sı Merkeziyetçi olması bana Ters geldi.
            (MÜSİAD'ın Fikirler’i bugünkü İqtidar’la ne kadar uyuşuyor?) 10 üzerinden 7. Uyumsuz Yanlarımız bazen 3 veya 4 oluyor ama bir türlü 10 üzerinden 8'e çıkamadık.
            (Uyumsuz Noktalar neler?) İqtisat Politikalar’ı Ağırlıklı. Sosyal Politakalar’da biraz daha Cesaret beklentim var. Fazla Temkin’in Atâlet getirdiği Düşüncesi’ndeyim. Hiçbir zaman Statüko’cu olmadım. Bazen, halen Statüko’nun Dewam’ı Manzara’sı veren Görüntüler var. Bu noktalar’da Eleştirilerim var.
            (MÜSİAD'ın İqtidar’ı yakıştırması ne kadar doğru?) Yakınlık Noktalar’ı var. İki Kardeş’in aynı olmadığı gibi ayrı Yönler’i de çok. MÜSİAD hep Siyâsî Hareketler’le özdeşleştirilmek istendi. Ama Bağımsız.
            (Dewlet’ten beslenenleri Geçmiş’ten bu yana eleştiriyorsunuz. MÜSİAD Üyeler’i Dewlet’ten ne kadar besleniyor?) MÜSİAD Üyeler’i Dewlet’ten beslenen İnsanlar değil. Dewlet’ten beslenmek ile Dewlet’le İş yapmak arasında önemli bir Farq var. Eskiden İhâle’ye giremeyen İnsanlar bugün İhâleler’e giriyor. Yoksa MÜSİAD'ı, Üyeleri’ni koruyalım diyen kimse yok. Bizim de böyle bir Talebimiz yok. Ama üzülerek söylüyorum ki, TÜSİAD'ın bir çok Üye’si hâla Dewlet’ten beslenme Talebi’nden waz’geçmemiş.
            (Talepleri’ne karşılık bulabiliyorlar mı?) Eskisi kadar değil elbette ama şunu da söylemek lazım. Bu Hükümet Zamanı’nda TÜSİAD Üyeler’i Servetleri’ne Servet kattılar.
            (MÜSİAD da Patronlar Kulübü’ne dönüştü diye Eleştiri geliyor mu?) Dünyewileşme kaçınılmaz bir Gerçek. Eğer biz bir Cami Derneği olsaydık, bizden beklenen Şey, Cami ile ilgili Hizmetler olurdu. İşadamı Derneği olunca zaten bir dünyewî bir İlişki kaçınılmaz. Bunu yaparken kendi Referans Noktaları’nı unutarak Çözümler üretmeye başlıyorsa Problem olur. Şu an MÜSİAD'da böyle bir Problem yok.
            (Ya Üyeler?) Dünyâ ile ilgilenen İnsan, Dünyâ ile İlişkileri’ni, Televizyon’da sevdiğiniz bir Program’ın uzaması Neticesi’nde uzattığınız gibi uzatabilir. Ama bunlar Kalıcı olmaması lazım. Mesela Tâtil’e gittiğinizde İşiniz’i unutuyorsunuz. Mekke'ye geldiğinizde de İşiniz’i unutuyorsunuz. Bunun gibi.. Aslolan her Zaman asli Unsur’dan kopmamak gerekir. Tilki’nin dönüp dolaşıp Geleceği yer Kürkçü Dükkanı’dır demişler. Bizim de Tilkilerimiz vardır. İnsan kendini kaptırabilir. Kaptırdıktan sonra eğer Özü’nde Sâmimi’yse, ya İlâhî bir İkaz’la ya da Arkadaşları’nın Ortam’ın getirdiği bir Toplantı’ya gelmek, bir Sohbet dinlemekle aslına Dönüş her Zaman Mümkün’dür. Bu MÜSİAD'a ait bir Şey değil, İnsan’a ait bir şey’dir. Hz.Âdem gibi Kâmil İnsan, fıtraten Tertemiz İnsan bile Hata yapıyorsa, bizim her Türlü Zihniyet’in ve Düşünce’nin Etrafımız’ı sardığı bir Ortam’da İnsanlar’ın Çeşitli Eğilimler’e yönelmelerini garipsemememiz lazım. Biz hepimiz Hz.Âdem'in Çocukları’yız, hiç birimiz Melek değiliz. Meselâ diyorlar ki, bu Adam çok Muhâzafakar’dı, Bakan oldu, Hava’ya girdi. Demek ki Bakanlık Adam’ı bozuyormuş. Buradan iki tane Çıkarım yapabiliriz. 1.si Bakan olmayalım. 2.si olursak böyle olmayalım.
            (İslâmî Hassasiyetler’i gözeten bir İşadamı’nın Evi’nde her Akşam Qur'ân ya da bir Hadis Kitab’ı mı okunur?) Her Akşam Ev’de olamıyoruz ki.. Her hangi bir şekil’de Ay’ın Belirli Günleri’nde bir araya gelebildiğiniz zaman ne yaparsanız diye sormanız lazım (gülüşmeler) Amina Yarar: Eşim’in çok Yoğunluğu’ndan dolayı Ev’de Akşamlar’ı beraber oturabildiğimiz zamanlar oldukça Kısıtlı ama beraber olduğumuz zaman Dilimi’nde Allâh'ın Kelâmı’nın okunmadığı ya ta Bahsinin geçmediği zaman yoktur diyebilirim.
            (Rutin olarak yerine getirdiğiniz bir Programınız var mı?) E.Y: Henüz Çocuklarımız Küçük ama Âilecek Namaz kıldığımızda İmamlık yaptığım için bazen Seccâde üstü Sohbetlerimiz olur. Çocuklar’ın hepsi de bunu sever. A.Y: Ben Çocuklar’ın Eğitimi’nin üzerinde çok duruyorum. Çocuklar’a Allâh İnancı’nı Sevgi’yle vermeyi önemsiyorum. Mesela Kandil Gün’ü, 'Çocuklar bugün Kandil o yüzden sizin istediğiniz bir Şey varsa alabiliriz' demek Önemli. Bir de özellikle Ramazan ve Kandil Günü gibi Özel Günler, bizim olduğumuz Çevre’de ve Muhit’te daha az yaşandığı için, mutlaka o Gün’e Özel bir Helva ya da Aşure pişirip Çocuklar’ın Elleri’ne verip Komşular’a dağıtmaya yolluyorum. Buna bayılıyorlar. Öyle bir heyecanlanıyorlar ki, çünkü Apartman’da bunu başka yapan yok. E.Y: Mesela Bayram’da gelseydiniz, Bayram Heyecanı’nı görebilirdiniz. Bu Konu’da Amina'dan Allâh Râzı olsun. Bayram Öncesi Ev’i süslüyor Çocuklar’a. Kocaman Köpükler’le Pencereler’e 'Bayram Mübarek Olsun' yazıyorlar. Perdeleri’ Lambalar’ı süslüyorlar. Çılgınlar gibi her Taraf’ı boyuyorlar. Masa’nın Önü’ne Hediyeler yığılıyor. Bayram Sabah’ı Kahvaltı edildikten sonra birlikte Dua ediliyor ve Hediyeler açılıyor.
            (MÜSİAD Üyeleri’nin kaçta kaçı Namaz kılıyor sizce?) % 95'i.. Ama ben bunu önemsemiyorum. Sabah Namazı’nda Cami’ye giden kaç kişi var? Üyeleri’n belki % 2 ya da 3'ü Ben bunu daha çok önemsiyorum ve bir Müslüman Ülke’nin İşâret’i olarak görüyorum. Kardeşim Araban varsa, bineceksin gideceksin. MÜSİAD Üyesi’sin, Allâh sana Araba vermiş, Para vermiş.
            (Şirketleriniz’de kaç Başörtülü Çalışanınız var?) Yaklaşık 60 kadar Mavi-Beyaz Yakalı dediğimiz Personelimiz çalışıyor. İçlerinde 6 tanesi Bayan, 2 Personelimiz Başörtülü 1 tane daha vardı, Doktora için ayrıldı.
            (İslâmî Kimliğiyle öne çıkan İşadamlar’ı Başörtülü Kızlar’a Sâhip çıkmadıkları için eleştiriliyor. Bir Kompleks mi var?) E.Y: Benim Kompleks’ten yana hiç Müşkilatım olmadı ama Müslüman Kesim’de Ehil İnsan bulmakta epeyce Zorluk çektim. Çünkü ben İş’in Ehli’ne verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsanlar’ı Qıyafet Kriterleri’ne göre almıyorum İş’e. Böyle bir Kontenjanım da yok. Çevremde, güvendiğim İnsanlar’ı İş’e almaya Gayret ederim. Kızlarımız’ın Mağduriyeti’ni de biliyorum. Aldığım Başarılı olan Elemanlarım olduğu gibi beni Şoke eden İnsanlar da olmuştur. Belki benim Şoke ettiğim İnsanlar da olmuştur. A.Y: Başörtülü Kızlarımız Mücâdele sırasında Bilinç Altları’na yerleşen Mağduriyet Psikolojisi’ni aşmakta zorlanıyor. Okul’a gidiyor istenmiyor, Alışveriş’e gidiyor Baskı görüyor. Sosyo-Ekonomik Düzey’i ne olursa olsun Mutlaka bu Psikoloji ilerleyen Dönem’de kendini gösteriyor. Arkadaşlarımız arasında kapandıktan sonra Tezgahtar’ın Bakış’ı bile değişti diyen bir çok İnsan var. Bu Baskı İş Hayatı’nda Kariyer Plan’ı yapmasının önüne geçiyor. Bir de Doğru Kariyer Planı’yla Hareket etmiyorlar. Bir çoğu ya evlenene kadar çalışıyor ya da Çocuk olduktan sonra bırakmak üzere Plan yapıyor. Ya da Eşler’i çalıştırmıyor. Bu durumda İşveren de kendisine Uzun Wadeli Yararlı olacak Eleman’a yöneliyor. İşadamlar’ı bu nokta’da Tercihleri’ni ilk başta Başörtülü Kızlar’dan yana kullandılar ancak maalesef İş böyle yürümedi. E.Y:Böyle bir Problem var, evet. Bu Amina'nın hem Hanım olarak Tesbit’i, benim de İş Hayatı’nda böyle Tespitlerim var. Sadece Başörtülü olanlar değil, tüm Kadınlar’da da böyle bir Bakış açısı var. İş Kanunu’ndaki Pozitif Ayrımcılık bu Durum’u daha da körükledi.
            (Kadın’a bakışınız nedir? Amina Hanım İyi bir Model mi?) E.Y: Ben de Güçlü bir Anne’nin Oğlu’yum. Artık Wefat ettiği için söyleyebilirim. Annem Gece 2'de kalkar, Sabah’a kadar Namaz kılar, Sabah 1 Saatlik Uyku’nun ardından Yetimhaneler’e giderdi. Çok da Güzel Araba kullanırdı. Hatta bir keresinde Polis durdurmuş. Hanfendi 170'le gidiyorsunuz demiş. Olabilir Ewladım demiş Annem. Ehliyeti’ne bakmış, 72 Yaşı’nda. Annem’e bakmış, Başörtülü bir Hatun. Utanıp Ceza kesmemiş. Annem gülerek anlatırdı. Böyle bir Anne’nin Oğlu’yum. Bizim Âilemiz’de Kadın’ın yetiştirilmesi çok Önemli’ydi. Çünkü Toplum’un Geleceği Kadınlar’da. Bu yüzden ben Kadın’ın Eğitimi’ni önemsiyorum. Waz’gegeçilmez bir Hedef bu benim için. Bunu Müslüman Toplum’u Hedef alanlar da biliyor. Bu yüzden 2 Şey üzerinde Oyun oynuyorlar. 1.si Kadın’ın Ahlaqı’nı İffteti’ni Küçültücü Eylemler, 2.si Kadın’ın Eğitimi’ni engellemek.
            (MÜSİAD Üyeler’i bu Konu’da sizin gibi Hassas mı peki?) İşadamlar’ı Kızları’nı okutmayı önemsemiyor. Oğlun nerede okuyor deyince ballandıra ballandıra anlatıyorlar ama kızı için 'boşver evlenir gider' diyor. Özellikle Anadolu'da annelerin eğitim seviyesi düşük. İşadamları da bolca geziyor ama kadınlar hiçbir yere gidemiyor. Televizyon ne kadar söylüyorsa o kadar biliyor ki, onun da büyük bölümü palavra. En muhafazakar dediğimiz kanallar bile erozyona uğradı. Prensiplerini bozdu. Benim çabalarımla kızlarını eğitip işinin başına geçiren işadamları memnun.
            (Eyüp'te bir Eviniz var. Özelliği nedir?) Sürekli Kapı’sı Açık bir Ev’im olmasını istiyorum ama bunu Şehir Hayatı’nda yapamadığımız için Eyüp'teki Ev’i açtım. Ramazan'da her Gelir Grubu’ndan İnsanlar’ın geldiği İftar Sofralar’ı kuruldu. Pazartesi Günler’i Tefsir Dersimiz oluyor. Cuma Günler’i de Düzenli olarak Hadis okuyorum. İsteyen gelebiliyor.
            (Siz aynı zaman’da bir Şirket’in başındasınız. Müslüman Zengin’in Evi’nde Eşler daha mı Eşit’tir?) Hayır. Ben Kadınlar’ın 3 Kuşak’tır çalıştığı bir Âile’nin Torunu’yum. Kadın Toplum’da yerini almalı, İş Hayat’ı olabilir Sosyal Faaliyet olabilir. Ama öyle ya da böyle Kadın Erkek’le asla Eşit olamaz. Geçenlerde Başarılı bir İş Kadın’ı olan Arkadaşım Oğlu’na Öğüt veriyor, "Oğlum Ev’de yemek pişir, Hanımı’na Yardım et" diyordu. Ben Devre’ye girdim. "Sakın ha Eşitlik denilen Kavram’a, Kapılma Yanlış Yol’dasın" dedim.
            (Erol Bey mi böyle istiyor?) Bize Bosna'da, 50 Sene boyunca Komünist Rejim Eşitliği aşıladı. Kadınlar da bunun Önemli bir Şey olduğunu zannederek bunun için Mücâdele verdi. Ama 50 Sene sonra baktığımızda Kadınlar sadece Hamallık yapıyor. Çünkü Kadın, Herşey’den önce bir Kadın. Yâni insan Haqlar’ı olarak Erkekler’le Eşit olabilir, Kul olarak da Allâh katında Eşit olabilir ancak Fıtrat olarak asla Eşit olamaz. Kadınlar’ın Dünyâ’daki Wâzifeler’i Konusu’nda da asla Eşit olamayız.
            (Bir Adım geride mi kalmalı?) Hayır, ön!de ya da geri’de olmak değil. Kimi zaman Erkek önde duracak, Kadın arkada durmasını bilecek, kimi zaman da Kadın ön’de olacak Erkek arkasında olmasını bilecek. Biz Anne’yiz. Bu Konu’da Erkeğin çok önündeyiz. Erkekler’in asla tadamayacağı bir Duygu yaşıyoruz ama bazı Konular’da Erkek bizden daha Üstün. Ancak biz Kadın’ız, Anne’yiz, Ev Hanımı’yız ve Ev’de yapmamız gereken Wâzifelerimiz var. Eğer bu Wâzifeler’in yanına İş Hayatı’nı da eklersek o Zaman çökeriz. Birini Tercih etmek Zorunda’sınız.
            (Ama siz hem çalışıyorsunuz, hem Annesiniz ) Evet ama Erol Bey Ev’e geldiğinde 'kalk Sofra hazırla' mı diyeyim. Bunu demeye Haqqım yok. Eğer ben çalışıyorsam, kendim çalışmaktan hoşlandığım için çalışıyorum. Yâni beni yormayacak kadar bir Görev üstleniyorum. Çünkü benim böyle bir Wazifem yok. Annelik, Ev’in İdâre’si benim Wazifem. O da Babalık Görevleri’ni yerine getiriyor. Kalkıp da sen Pilav’ı pişir ben Etler’i pişireyim, sen Sofra’yı kur ben Çocuklar’a yap diyemem. Bunu yapan Babalar var ama Kadın bunun Beklentisi’ne girmemeli. Müslüman Kadınlar’da da bu Sıkıntı var. Ev’de Erkek Ev’e gelip, Ayakları’nı uzatıp Televizyon seyretmek Erkeğin Haqq’ı.
            (Aranızda böyle bir anlaşma mı var?) Ben size tek bir Şey söyleyeyim. Sadece Allâh Rıza’sı için. İnsan’ın Eşi’ne beslediği Muhabbet’ten dolayı Hizmet etmesi başkadır bir de o An belki o Hizmet’ten hoşlanmamasına rağmen, istememesine rağmen sadece Allâh Rıza’sı için, bunun Allâh indi’nde Karşılığı olduğunu bildiği için yapması var.
            (Sizi tanıdığım kadarıyla İslâm'ı yaşama Konusu’nda neredeyse Erol Bey'den daha hassassınız. Başörtüsü takmadığınız için eleştiriliyor musunuz?) MÜSİAD Fuarı’nda bir Gazeteci geldi. Kartımı istedi. Verdim. Yarar Soyadı’nı görünce 'Erol Bey'le bir Yakınlığınız var mı?' diye sordu. 'Evet, Eşi’yim' dedim. 'Hayır olamazsınız o çok Muhâzafakar bir İnsan' dedi. 'Ben de çok Muhâfazakar bir İnsan’ım' dedim. Bana baktı. 'Hayır değilsiniz' dedi. Ben Muhâfzaakarım dedikçe o 'değilsiniz' diye Israr etti. Bana göre Muhâfazakarlık bir Mantalite, bir Zihniyet ve Yaşam Tarz’ı. Maalesef Türkiye'de böyle bir Algı var. Biz Bosna'da Etrafımız’da bir tane bile Başörtülü İnsan görmeden büyüdük. Buraya gelince Başörtülü İnsanlar’ı görünce o kadar Mutlu oldum ki.. O Heyecan’la Başım’ı örttüm.
            (Sonra?) 17 Yaşım’da idim geldiğimde. Bosna'daki Müslüman olduğumuz için Maruz kaldığımız Savaş nedeniyle buraya geldik. Başörtüsü taktıktan sonra Üniversite’ye de böyle gittim. Ancak ne zaman ki Üniversite’nin Kapısı’nda Başörtülüler’i içeri sokmamak için gelen bir Tank gördüm, işte o zaman Film koptu. Benim o An yaşadığım Travma’yı, sadece Tank’ın ne için kullanıldığını, ne İş’e yaradığını bilen bir İnsan anlayabilir. Bir Filistinli anlayabilir beni sadece.. Ya da Bosna'da o Tank’la yüzyüze gelmiş bir başka İnsan anlar. Başka kimse anlayamaz beni.. Düşünsenize Hıristiyanlar sizi Müslüman olduğunuz için öldürüyor, Savaş’tan kaçıyorsunuz ve Kutsal Toprak dediğiniz Türkiye'ye geliyorsunuz ve size Adam diyor ki, Başörtünü çıkaracaksın. Orada Film koptu artık. Bu Olay’ın üzerinden 11 Sene geçti ama o Şok’u atlatamadım. İnanın Bosna'ya gidince Başörtü’sü takasım geliyor ama buraya gelince aynı Şok’u yeniden yaşıyorum. Allâh'ın Emr’i, bunu biliyorum ve yeniden Nasip etmesini istiyorum ama bu başka bir Duygu.. Ve herkesin beni anlaması da Kolay değil
            (MÜSİAD ya da farklı çevrelerdeki bakış nasıl?) Bu yüzden Türkiye'den savruluyorum. Gayr-i İslâmi Yaşantı’sı olanlar seni Biçimi’nden dolayı Qabul ediyor ama onlarla oturup İçki içmeyince, Havuz’a girmeyince reddediyor. Müslüman Kardeşlerim’in arasına giriyorum, ‘sizinle olmak istiyorum, sizinle Huzur buluyorum’ diyorum. Orada da tek Soru bu. Ben o kadar Dindar’sam niye Başım’ı kapatmıyorum. Şu an’da beni tanıyan herkesin Kafası’nda tek bir Soru İşâret’i var. Bu Kadın 5 Waqit Namaz kılıyor ama neden Başı’nı kapatmıyor. Bosna'da bu Soru’yla bir kez bile Muhâtap olmadım.
            (İslâmî Sosyete’ye dâir ne düşünüyorsunuz?) Ben Türkiye'de Sosyete olduğuna inanmadığım için İslâmî Sosyete olduğunu da düşünmüyorum. Türkiye'deki tek Aristokra’si Osmanoğlu Âile’si ancak onlar da kendi Dünyâları’nda yaşıyorlar.
            (İslâmî Hassasiyetler’e Sâhip Zengin bir Âile nasıl eğleniyor?) A.Y: Bana göre Eğlence İnsan’ın ve Âile’nin içinde başlıyor. Eğlence ya da Mutluluk Para ya da Mekan’a bağlı değil. DVD'mizi alıp, patlamış Mısırımız’ı da yapıyoruz ve oturup Ev’de izlerken de pekala eğlenebiliyoruz. . E.Y: Ama Sinema’yı çok seven bir Âile’yiz. A.Y: Evleneli 10 Yıl olacak, Eşim çok Âcil bir Mazeret’i olmadığı Taqdirde Cumartesi Günleri’ni Mutlaqa bize ayırır. Yakın olduğumuz için Sâhil’i çok seviyoruz. Hep birlikte Yiyeceklerimiz’i alır, gideriz Sâhil’de Gazetelerimiz’i serip yeriz. E.Y: Ay’da bir yapmaya çalıştığımız bir Şey var. İstanbul'u Tabanvay turlamak. Arabalar’ı bırakıp Ev’den çıkıyoruz. Belediye Otobüsü’yle Kadıköy Sâhili’ne inip oradan Vapur’la Eminönü'ne, Tramvay’la Sultanahmet Civarı’na geçip o Bölge’yi geziyoruz. Büyükada'da da yine sıkça kaçtığımız Yerler’den.
            (Tenis’le uğraşıyordunuz bir Dönem. Şu Sıralar uğraştığınız bir Spor var mı?) E.Y: Şu sıralar Spor olarak Bisiklet’e biniyorum sadece. A.Y:Çocuklar’la birlikte bazen Paten kayıyoruz. Kış’ın da mutlaqa bir Hafta’yı Kayak için ayırıyoruz.
            (Marka giymeyi önemseyen biri olarak Arabanız hangi Marka?) Chrysler Voyager. 7 Kişilik. Şoförüm kullanıyor. Arkada kendi Malzemelerim’i Rahat taşıyabiliyorum, 5 Çocuğum olduğu için Haftasonu Âilem’in Tamamı’nı alabiliyor. Ondan önce çok iyi ve hızlı Arabalarım da oldu. Yarışçılık Dönemim’de Porche'um ve 12 Silindirli BMW Araçlarım da oldu. Çocuklarım olunca Fonksiyon’a Önem veren bir İnsan olduğum için Fonksiyon’a İtibar ettim. Amina'nın Hyndai Jeepi var.
            (Kıyafet’te bir Marka Tercihiniz var mı?) E.Y:Hanım benim için seçer genellikle. Şurada Güzel bir Şey var der. Gider alırız. Geçen Gün Network'tan aldık. Ancak bu Konu’da Dünyâ’nın en iyi Marka’sı da olsa, eğer benim İnancım’a Ters İşleri olan bir Marka ise, bayılsam bile gidip almam. Ancak çok Kalite İtalyan Markalar var. Onları da Tercih ediyorum.27.09.09
[70]             Yeşil Komunist’ Nitelemesi’nden Alacakaptan Îcad’ı ‘Abdestli Kapitalist’le Rövanş alınınca Komunist de Kapitalist te Münâzara’da Saff aldı, adı Ergenekon Listeleri’nde de Geçen’i şöyle yazdı:
            ‘Peki, Qur’ân sizce Kapitalizm’e mi yoksa Sosyalizm’e mi Yakın’dır?”
 Yazar İhsan Eliaçık, MÜSİAD’ın kurucu başkanı Erol Yarar ile birlikte katıldığı ‘Karşıt Görüş’ Programı’nda,  Balçiçek Pamir’in sorusuna cewaplarken en İhtimamlı Sözcükler’i seçti. 
            Qur’ân’ın Sosyalizm’e Yakın olacağını, hiç değilse Kapitalizm’e Uzak olacağını, hele ‘Abdestli Kapitalizm’e’ ile hiç uzlaşamayacağını anlattı. Elbette, Burberry’s Kravatı’yla Programa katılan, Müslümanlar’ın zenginleşmesinin İslâmiyet’in başına gelecek en iyi Şey olduğuna inanan Yarar, olaya “Komünist Komünist konuşma!” Tarzı’nda yaklaştı. 
            Eliaçık, ‘Yoksul’un Zengin Malı’nda Haqq’ı’ olduğunu ve ‘eşitleninceye kadar vermek gerektiğini’, ‘Sadaqa’nın Yoksulluğu yeniden ürettiğini’ anlatırken, Yarar hâlâ “Veriyoruz ya işte Malımız’ın 40’da birini Zekât olarak” savunmasını yapıyordu. Program’ın Kilit Noktası’na böylece gelindi. Ama önce bir kısa bilgilendirme.
            Ebû Zerr ve İsyan Haqq’ı.Eliaçık, İslâmî Hareket içinde “Yiyecek Ekmeği olmadığı halde Kını’ndan sıyrılmış bir Kılıç gibi İsyan etmeyen İnsan’ın Aqlı’na şaşarım!” diyen, Peygamber’in ‘Kardeşim’ dediği Ebû Zerr’in Fıtratı’ndan geliyor. Marksizm’e Yakınlığı’yla bilinen ve İslâm Dini’nin Devrimci Yanı’nı öne çıkaran İranlı Düşünür Ali Şeriati’nin Geleneği’nden.  Bu sebepler’le EliaçıkTürkiye’deki Sermaye’yi ve Siyâsî İqtidar’ı Büyük bir Hınç ve Hırs’la ele geçirmek isteyen ‘Ekib’in’ pek görmek istemediği bir Yüz. Hayat’taki Söz Haqqı’nı Wicdan’dan, Eşitlik’ten yana kullanıyor. Daha açık söyleyeyim: 
            Artı Değer ve Qur’ân.İslâmî Çevreler’in son Derece belirsiz bir Biçim’de Sarf ettikleri ve AKP’nin Adı’nda da geçen ‘Adalet’ Kavramı’nı ‘Eşitlik’ olarak da yorumlayan, bu nedenle de ‘İslâmî Muhafazakâr’ Çevre’nin hazzetmeyeceği bir İnsan.  İslami Çevre’nin Yazarları’nı, Söz söyleyenlerini topyekûn Gerici sananların mutlaqa tanıması gereken bir Yazar. ‘Abdestli Kapitalist’ de kendisine ait bir Kavram. Kapitalizm’in, Abdest Suyu’yla meşrulaştırılmasına karşı çıkıyor. Ne ki Referanslar’ı İslâmî Kaynaklar.  Örneğin Yarar, “Ne yâni? Zenginliği de Yoksulluğu da Allâh vermiyor mu?” deyince, Qur’ân’da da maalesef adlı adınca ‘Artı Değer’ Kavram’ı geçmediği için Konu’yu ‘İslâmî bozulmayla’ anlatmak zorunda kalıyor. Neyse...
            Müslüman Aydın’ın Kırgınlığı. Geldi çattı Program’ın Kilit An’ı. Eliaçık dayanamadı ve şöyle dedi: “Bakın, ben 80 Darbesi’nde Mamak’ta yattım. 28 Şubat’ta da haqqımda onlarca Dâwa açıldı. Ama biz bunları böyle olsun diye yapmadık!” Eliaçık’ın kırgınlığı çok tanıdık. Cumhuriyet Gazetesi taşıdığı için waqtiyle Dayak yiyenler İlhan Selçuk’un ‘İşkencecimi affediyorum’ Yazısı’na nasıl kırıldıysa, Deniz Baykal’ın Konuşmaları’nda, Sosyalist ya da Sosyal Demokrat Mücâdele’yi Taşra Şehirleri’nde canı pahası’na vermiş eski CHP’liler nasıl kırılıyorsa, o da belli ki aynı yerinden kırgın. 
            AKP ile cisimleşen Kapitalist Hırs’ın İslâmî Hareket’i ele geçirişini, Adâlet Kavram’ı üzerine düşünen İnsanlar’ın bir anda İhâle peşine düşüşünü, İnsanlar’ın Câmi’ye bir Ekonomik Ağ’ın dışında kalmamak için Gidişi’ni gördükçe Qalb’i kırılıyor olmalı. Bunu anlıyor ve İnsanlığın Wicdansız Aynası’na bakılırken ben de aynı yeri’mden kırılıyorum. Ama Merak ettiğim bir Şey var.
            Müslüman aydın! Konuş! Neredeler? Ebû Zerr’in Yoldaşlar’ı, Ali Şeriati’nin Türkiye’deki Öğrenciler’i, Dior Örtüler’in, Versace Kravatlar’ın ardında yeniden üretilen Eşitsizliğin karşısı’nda, ‘Bahçe Sâhipleri’ne’ karşı, neredeler? Bu Soru’yu Sevgili Cihan Aktaş’a ve Ümit Aktaş’a da sormuştum. 
            Yoksa İsmet Özel’in bu Manzara’ya bakıp söylediği gibi ‘toparlanıp gittiler’ mi? Telefon Kabloları’ndan Hayatlarımız’a girildiği, ‘Lüks İslâmî Hayat’ Siteleri’nin Cam Duvarlar’la Yoksullar’dan ayrıldığı, bunlara yapılacak Muhalefet’in Sınırı’nın bile İqtidar tarafı’ndan belirlendiği bugünler’de... Neredeler? Tenezzül etmiyor olabilirler, anlarım, ama bugünler’de onların yeri, Ana Akım Medya’dır. Konuşmalılar. İnançlılar’ın, Sermâye Hırsı’yla çıldırmış bu ‘Ekip’ten’ İbaret olmadığını söylemeliler. (Ece Temelkuran/Milliyet, 13.11.2009)
[71]             Mart 1989, K.Gündem.
[72]             Notları zapteden Mustafa Ersözlü. 29.10.2009

2 yorum:

  1. Ali Kara
    Ebu Zer (Ra) hakkında derli,toplu ve de kapsamlı bir araştırma olmuş. Hele dipnotlar bir hazine değerinde. Zaman ve emek ürünü olduğu kesin. Rahmetli İbrahim Canan Hoca yı zengin biri zannederdim. Dramatik bir konu! Dünya enteresan olylarla dolu. Ashab döneminde yaşanmış olaylar,tipler,karakterler aynen günümüzdede mevcuttur.Günümüzdeki servet düşkünlüğü,gösteriş ve lüks yaşam dikkate alındığında Ebu Zerr (ra )in feryadı ve mücadelesinin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Sanki bu büyük Sahabi bu günü görmş gibiydi.ve endişesinde ise ne kadar haklı olduğu ortadadır.İnfak unutulmuş,servetler biriktirilmiş,kırkta bir zekatı verirsen ne ala genel geçer yegane mali ibadet olarak yerleşmiş. Ve denmişki;"her zengin kırkta bir zekatını verse yoksul kalmaz!" ve kimin böyle bir yargıyı ortaya attığı ve gerçektenmi denmeden bu bilisel bir gerçeklik gibi kabul edilmiş.Oysa kırkta bir yani %2,5 Dünya yoksullarının sadece karnını doyurmaya yetmez.Ama herkesin işine böylesi geldiğinden genel kabul görüyor bu tez!

    YanıtlaSil
  2. Rasulullah zengindi.Maddi anlamdada.O, sav bulunca yani eline geçtiğini infak etmiş,olmadığında borç alıp darda kalanların ihtiyacını görmüş,gerçek bir zühtü ve isarı yaşamıştır.Allah'ın Ona verdiğini,Rasulullah sadaka ve infakla taçlandırmış,maddi bir hazine değil,hayr ve hasenat biriktirmiştir. Kimse boşuna kendi kendini kandırmasın!Her insanın yüreği biriktirdiği hazinenin yanındadır.Hayr biriktirenin kalbi hayra yönelir.Dünyalık biriktirenin kalbi dünyaya yöneliktir.İnsanda iki kalp olmadığına göre;"hiç ölmiyecekmiş gibi dünya için,yarın ölecekmiş gibi ahiret için" lafı 'vesvasil hannas' tır. Eba Zerr görebilmiştir ki, dünyaya rağbet edip yönelen ahiretini unutur.Servet,makam ve dünyalık yaman bir aldanmadır.Bu; insanın değişimidir,bozulmasıdır,alinesidir. Teslimiyyete engeldir.Nifak halidir. İçten içe çürümedir.Semavi kitapların ve dinlerin tahrifatının nedenidir. İlahi Mesaja uyamayanlar,O'nu kendilerine benzetirler.Tahrifatlar böyle başlamıştır.Müslümanların eşya ile ilişkilerindeki anlayışın kapitalizm eksenli olması, böyle bir tahrifatla olmuştur.Kenz yasağındaki çatlama,infakın kırkta bire dönüşmesi ciddi bir kırılmadır. İslamı cahiliyeden ayıran önemli bir fonksiyonel farklılıktır.Gıfarlı Cündep bunun için qıyam etmiştir. Bunun için Rebezeye sürülmüştür.Ona selam olsun!

    YanıtlaSil